HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: Hz Adem ve Yaratılış Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Abdullah16
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 21 eylul 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 727
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Abdullah16

  Hz Adem tartışmalarına katkı olacak bir yazı olup Adem'in çocuklarının farklı batınlarla evlendikleri safsatasına inanmadığım halde yazının bütününü bozmamak için oraya dokunmadım.

 

“ÂDEM” NEDİR YA DA KİMDİR?

“Âdem” Arapça olmayan bir kelimedir. Bu kelime Kur’an’da 25 kere kullanılmıştır; 17 kez “Âdem” ve 8 kez de “Âdemoğulları” biçiminde. Lugat ve tefsir alimlerinin tamamına yakını kelimeyi şahıs alameti ve bir kişinin ismi olarak kabul etmiştir. Bazıları da onu, insan ve beşer gibi, tür saymıştır. Biz bu kelimeyi açıklarken çeşitli açılardan konuya bakacağız.

ŞAHIS ALAMETİ Mİ, TÜRÜN SİMGESİ Mİ?

Lugat ve tefsir alimlerinin tamamına yakınının “Âdem” kelimesini şahıs alameti gördüğünü ve onu bir tek kişi kabul ettiğini; bazılarının da insan ve beşer gibi türün simgesi saydığını söyledik.

1. Önce ikinci görüşün Kur’an’dan çıkarılıp çıkarılamayacağına bakalım.

Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben yeryüzünde bir halife varedeceğim.” Onlar da demişlerdi ki: “Biz seni şükrünle yüceltir ve takdis  ederken orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi varedeceksin.” Dedi ki: “Şüphesiz sizin bilmediğinizi bilirim.” Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklerin önüne koyup, “Eğer dedikleriniz doğruysa haydi bunların isimlerini bana söyleyin bakalım” dedi. Onlar, “Sen kudret ve egemenlikte kusursuz ve eksiksizsin. Senin bize bildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Doğrusu yalnız sensin herşeyi bilen, gerçek hikmet sahibi” diye cevap verdiler. Dedi ki: “Ey Adem! Bunların isimlerini onlara bildir.” İsimleri onlara bildirince dedi ki: “Size dememiş miydim, göklerin ve yerin gaybını, gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı ben bilirim...” (Bakara 30-33)

Bu ayetlerde sözkonusu edilen, insanın halifeliğidir. Halifelikten kasdedilenin bir tek kişi olmadığı açıktır. Yoksa bir tek kişinin kendi başına kan dökmesi ve fesad çıkarması mümkün olamayacağına göre “Orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi varedeceksin?” sözü ve bunun Allah tarafından tasdik edilmesi doğru olmazdı.
Acaba bu halifeden murad, Allah’ın halifeliği midir; yani Allah’ın yerine geçecek bir beşer midir? Yoksa kasdedilen, önceki kavimlerin halifeliği midir? Bu ikinci durum sözkonusu olursa insan neslinden önce yeryüzünde başka bir neslin bulunması gerekir. (“Half” maddesine bakınız)

Ayetteki “önlerine koydu (aradahum)” ifadesinin zamirinin “Âdem”i işaret ettiğini ve “hâulâi (bunların)” ifadesinde kasdedilenin de “Âdem” olduğunu söylersek bu durumda “Âdem”, türün alameti olur; ya da en azından o türden biri kasdedilmektedir. Böyle olunca ayetin manası da şu şekilde verilebilir: Allah, isimleri Âdem’e öğretti. Sonra Âdemleri meleklere gösterdi ve buyurdu ki: “Bunların isimlerini bana haber verin (bunların yaptıkları işleri yapın).”

Fakat “Âdem”i belli bir şahsın alameti olarak kabul edenler, “önlerine koydu (aradahum)” ve “hâulâi (bunların)” ifadelerinin zamirini isimlendirilenlerle ilgili görürler. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: İsimleri Âdem’e öğretti. Sonra isimlendirilenleri meleklere gösterdi ve buyurdu ki: “Bunların isimlerini haber verin”

“İsimlerin öğretilmesi”nden murad, “semmû” maddesinde de açıkladığımız gibi, insanın meleklere ait olmayan işlerdeki kabiliyet ve kapasitesidir. Melekler de zaten bu nedenle acziyetlerini belirtmişlerdi: “Senin bize bildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur.” dediler. Yoksa şöyle derlerdi: “Rabbimiz! Gizlice Âdem’e öğrettiklerini bize de öğret ki onu haber verelim.” Fakat melekler, insanların işlerinin onlar için kolay olmayacağı şekilde yaratıldıklarını gördüler. bu onların, huşu içinde secdeye varmalarına sebep oldu ve Âdem’in halifeliğe daha layık olduğunu itiraf ettiler.

Eğer “isimlerini (esmâihim)” ifadesinin her iki yerde de meleklere rücu ettiğini kabul edersek, o zaman burada kasdedilen, Âdem’in meleklerin isimlerini kendilerine haber vermesi olur. Böyle olunca “Biz seni şükrünle yüceltir ve takdis  ederken (nusebbihu bihamdike ve nukaddisu leke)” cümlesinin kasdettiği mana şu olur: Âdem o kelimeleri söyleyince melekler gördüler ki, bu yeryüzü varlığı hem meleklerin söylediğini bilmeye kâdirdir, hem de diğer isimlere.

Ayetin “Biz seni şükrünle yüceltir ve takdis  ederken (nusebbihu bihamdike ve nukaddisu leke)” kısmından meleklerin aslında şunu söylediğini anlıyoruz: Rabbimiz! Eğer halife yaratmaktan maksat, seni yüceltmek ve takdis etmek ise biz bunları zaten yapıyoruz. Yok eğer, halifeden amaç itaatse biz zaten hep itaat halindeyiz ve buyruğuna boyun eğmiş durumdayız.

Fakat “isimlerini (esmâihim)” ifadesi isimlendirilenlere işaret ediyorsa kasdedilen şu olur: Âdem meleklere onların isimlerini  haber verdi (Kendi kabiliyetini ortaya koydu ve bunun üzerine melekler teslim oldular).

2. Evet, gerçekten de sizi yarattık, sonra size biçim verdik. Ve sonra meleklere “Âdem’in önünde secde edin” dedik. Bunun üzerine, İblis dışında onların hepsi secde ettiler. O, secde edenler arasında yer almadı. (A’raf 11)

Bu ayette önce yaratılış ve onun tasviri “siz (küm)” zamirine izafe edilerek zikredilmiştir. Daha sonra secde konusu gündeme getirilmiştir. Bu durumda “Âdem” lafzı, ya “insan” gibi türün alametidir, ya da Âdem’in çocuklarının. Âdem’in nesli, yaratılış bakımından dikkate alınmışlardır. Böyle kabul edilmezse “siz (küm)” zamirinin anlamı olmaz. Acaba Âdem’in bütün çocukları, tasvir edilmiş, tasarlanmış halde onun varlığında hazır mı bulunuyorlardı?!

Fakat çok sayıda ayetin zahiri, “Âdem”in şahsi alamet olduğuna delalet etmektedir. Kur’an’ın andığı “Âdem”, bir tek kişiden fazla değildir. Bu cümleden olarak Âdem’in eşi kıssasına bakılabilir. “Sen ve eşin” (Bakara 35), (A’raf 19) ve başka ayetler. Eğer “Âdem”den murad tür olsaydı eşinden bahsetmeye ihtiyaç olmazdı. Çünkü “Âdem”, türün kadın erkek tamamını kapsamaktadır. Âdem ve eşi hakkındaki öteki zamirler tesniye (dişil) kullanılmıştır. “Onlardan (minhâ) serbestçe yiyin”, “dilediğinizden (şi’tumâ)”, “Yaklaşmayın (lâ takrebâ)”, “Olursunuz (fetekûnâ)”, “İkisinin ayağını kaydırdı (ezellehümâ)”, “İkisini çıkardı (ehracehümâ)” (Bakara 35-36). Kur’an-ı Kerim’de bu benzeri ifadeler çoktur. Aynı şekilde “Ey Âdemoğulları, şeytan anne babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de fitneye düşürmesin” (A’raf 27) ayetinde “Âdemoğulları (benî âdem)” ile birlikte kullanılmasında olduğu gibi. “Âdemoğulları (benî âdem)”, Kur’an’da toplam 7 kere tekrarlanmaktadır. Yine “anne babanız (ebeveyküm)” de tesniye (dişil) formuyla iki kişiye delalet etmektedir.

Fakat Tâhâ suresinde zamirler müfred (tekil), hem de tesniye (dişil) kullanılmıştır: “... sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursunuz. Orada acıkmaman ve kendini çıplak hissetmemen sağlanmıştır... Şeytan onlara vesvese verdi... İkisi de ondan yedi. Bunun üzerine çıplaklıklarının farkına vardılar... Âdem Rabbine isyan etmişti. Şaşırıp kaldı.” (Tâhâ 117-121)

Denmiştir ki, zevce (eş), erkeğe tabidir. Bu nedenle zamir müfred (tekil) kullanılmıştır. Böyle olmasaydı “Mutsuz olursunuz (feteşkâ)” ifadesinde her ikisi de mutsuz olmalarına rağmen konu bu sadelikte sunulmazdı.

Bütün bunlarla birlikte “Âdem”in belli bir şahsın alameti olması, Kur’an’da yoruma kapalı olacak denli sarih ve açık değildir. En doğrusunu Allah bilir.

YARATILIŞIN KEYFİYETİ

İnsanın herşeyden önce topraktan yaratıldığında şüphe yoktur. Aynı zamanda, insan neslinin ilk yaratılıştan sonra evlilik yoluyla çoğaldığı da kesindir: “İnsanı yaratmaya çamurdan başlar. Sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürür. Sonra ona yaratılış amacına uygun bir şekil verip kendi ruhundan üfler.” (Secde 7-9) Ayetteki “Şekil verir (sevvâ)” ve “Üfler (nefeha)” kelimeleriyle kasdedilen, ana rahminde meydana gelen evrelerdir.

“Biz onları cıvık bir çamurdan yarattık” (Saffat 11), “Çamurdan bir beşer yaratacağım” (Sâd 71), “Çamurdan yarattığıma secde edin” (İsra 61).

Bu ayetler, yaratılışın özü olarak “salsâl” kelimesinin kullanıldığı ayetlerle uyum içindedir. “Salsâl”, kurumuş kil, balçık anlamına gelir. Râğıb şöyle demektedir: Kurumuş kil ve balçığa “tîn (çamur)” da denir.
İçinde “salsâl” geçen ayetler bunu açıklamaktadır: “Andolsun insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık... Hani Rabbin meleklere demişti ki: ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona biçim verdiğimde ve ruhumdan üflediğimde önünde secde ederek yere kapanın” (Hicr 26-29). Bu ayet, “Çamurdan bir beşer yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğimde önünde secde ederek yere kapanın” (Sâd 71-72) ayetinin aynısıdır. Beşerin topraktan yaratıldığını söyleyen ayetler de vardır: “Sizi topraktan yarattık” (Hacc 5). Aynı ifade Kehf 37, Rum 20, Fâtır 11 ve Gâfir 67’de yeralmaktadır. Bu ayetlerin bazılarında geçen, “Sizi topraktan yarattı, sonra nutfeden” ifadesi, yaratılışın ilk ve ikinci aşamasına işaret eder.

Böylelikle yaratılışın nasıl gerçekleştiği meselesine varmış bulunuyoruz. Acaba Musa’nın yılan haline gelen asası gibi mi olmuştur. Yani Allah çamurdan bir beden yaratmış ve onu kuruttuktan sonra bir defada beşere mi dönüştürmüştür. Nitekim Musa’nın asasını bu şekilde yılan haline getirmiştir. Yoksa yaratılış başka bir şekilde mi gerçekleşmiştir? Burada üç yorum düşünülebilir.

BİR

Musa’nın asası gibi, Âdem’in çamurdan bedeni Allah’ın iradesiyle insana dönüşmüştür. Bu yorumu, “İsa’nın Allah katındaki örneği, Âdem’inki gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ol dedi, o da oldu.” (Âl-i İmran 59) ayetinden çıkarabiliriz.
“Topraktan yarattı” cümlesi, Âdem’in bedeninin yaratılış nüvesini; “Sonra ol dedi” cümlesi ise Allah’ın irade buyurduğunu ve o bedenin insana dönüştüğünü anlamamızı sağlıyor. Gerçi bunun dışında hamletmeler de mümkündür. Nehcu’l-Belâğa’nın ilk hutbesi bu konuda gayet açıktır ve yoruma izin vermemektedir. Orada şöyle buyurulur: “Sonra Allah yeryüzünün sert, yumuşak, tatlı ve ekşilerinden topladı ve onları toprakla karıştırdı. Halis olana değin suyla kıvamlandırdı. Sonra onu şekillendirerek bir suret yaptı.

Bu sözler çok açıktır. Önce çamurdan bir beden oluşturulmuş, ardından ona ruh üflenmiş ve sonra o, tam bir insana dönüştürülmüştür. Her halükarda Hicr suresi 26-28. ayetlerdeki “salsâl” ile kasdedilen, kötü kokulu yapışkan ve şekillendirilebilir bir çamurdan yapılmış beden; Hicr 29 ve Sâd 72’deki “Sevveytuhu (Şekillendirdiğimde)” ifadesinden maksat bedenin yaratılışı ve “Neheftu fîhi min rûhî (ruhumdan üflediğimde)” ifadesinde söylenen de insana dönüştürülmesidir. En doğrusunu Allah bilir.


İKİ

Beşerin öz suyu ve ilk hücre kötü kokulu kara balçığın içinde oluştu. Geçmişte yerin ısısı bugünkünden daha fazla olduğundan bataklıklar tıpkı annenin rahmi gibi sabit ısıya sahipti. Sonuç itibariyle burada hücre gelişmeye başladı ve aşamalı olarak bu hale dönüştü.

Bu izah o kadar da uzak bir ihtimal değildir. Çünkü kıyamette de yerin ısısı değişecek ve Allah’ın iradesiyle tıpkı anne rahmi gibi ölülerin kurumuş hücrelerini besleyip geliştirebilecektir. Fakat şu anda bu kabiliyete sahip değildir. Yine Meryem’in rahminde Allah’ın izniyle nutfenin gelişmesi de tıpkı buna benzemektedir.

Değerli bilgin dostum Muhammed Emin Seldûzî, Allah’ın insan nutfesini (öz suyunu) havada yarattığına, sonra onu denizin kenarındaki balçıklara indirdiğine ve orada geliştirdiğine ihtimal vermektedir. Nitekim çeşitli organizmaların yumurtaları halihazırda havadadır ve peynir, et vs. üzerine yağdıklarında kurtlara dönüşmektedir. Kurbağa yumurtaları bataklıklara yağdığında kurbağa olmaktadır.

Kur’an ve Bilim Açısından Yeniden Diriliş isimli kitabımızda Yâsin suresinin 36. ayetini yorumlarken Bihâr’dan ve Tefsir-i Bürhân’dan İmam Sâdık’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştik: Nutfe gökten yere iner; otlara, meyvelere ve ağaçlara konar. İnsanlar ve hayvanlar bunları yediklerinde onların vücutlarında gezinmeye başlarlar.

Bu nedenle “min salsâlin (balçıktan)”daki “min (-den, -dan)” edatı, beyan (açıklama) için değil, ba’dıyyet (ayırdetme) içindir. Bu durumda ayetin manası şu olur: Beşeri, en alttaki ve yumuşak kısmı oluşturan “salsâl (balçık)”dan yarattık. Deniz kıyılarındaki bataklıkları görenler, buraların kuru ve çatlaklarla dolu olduğunu bilirler. Fakat kuru tabakanın alt kısmı yumuşaktır ve nutfe orada gelişebilir. “İnsanı nutfeden (sperm) yarattı” (Nahl 4) gibi ayetlerdeki “min (-den, -dan)” edatı da ba’dıyyet (ayırdetme) içindir. Burada “nutfe”, az miktardaki su ve cenini oluşturan hücre anlamına gelmektedir. Bu durumda ayetteki ifadenin anlamı, “bazı nutfeler” olur.

Buna bağlı olarak, “İnsanı yaratmaya çamurdan başlar. Sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürür. Sonra ona yaratılış amacına uygun bir şekil verip kendi ruhundan üfler. Sizi hem işitme ve görme, hem de düşünce ve duygularla donatır.” (Secde 7-9) ayetinde zikredilen “Sevveytuhu (Şekillendirdiğimde)” ve “Neheftu fîhi min rûhî (ruhumdan üflediğimde)” cümlelerinden murad, açıktır ki anne rahmidir. Fakat bu açıklama, “Kendi ruhumdan üfledim”den sonra “Önünde yere kapanıp secde edin” cümlesinin gelmesini açıklayamaz. “İşitme, görme...” cümlesinin geçtiği ve anne rahmindeki aşamaların öyküsü olan yukarıdaki ayetin tersine, “üfledi” ve “şekillendirdi”den sonra “secde”nin zikredilmesi bu izahın ayete uygulanmasına engeldir.

ÜÇ

Basit ve canlı varlıkların Allah’ın iradesi sonucunda aşamalı olarak ve zaman içinde ilk insana dönüştüğünü öne süren varsayım şimdilerde oldukça zayıflamış ve güçlü konumundan çok şey kaybetmiştir. Hatta artık gayet iyi biliyoruz ki Allah türleri birbirinden bağımsız yaratmıştır. Fakat bu fikir günün birinde bilimsel gerçeklik kazanır ve kesin bilgi oluşturursa Kur’an bu bilgiyle yorumlanabilecektir. Bu satırların yazarının kanaati, birinci yorumun, diğer yorumlara göre Kur’an’ın zahirine daha uygun olduğu yönündedir. En doğrusunu Allah bilir.

BİR TEK ÂDEM Mİ, BİRDEN FAZLA ÂDEM Mİ?

Ayetlerine zahirine bakılınca başta eşiyle birlikte bir tek insan yaratıldığını ve çoğalmanın bu ikisinden başladığını söyleyebiliriz. “Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık...” (Hucurat 13). Ayette geçen “nâs (insanlar)” ve “küm (sizi)” lafızları, bütün insanlığa hitap edildiğini; “zekere (erkek)” ve “ünsâ (dişi)” kelimeleri de ilk baba ve anneyi göstermektedir. Yine şu ayetlerde aynı işareti buluyoruz: “Ey insanlar! Sizi tek bir canlıdan yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden pekçok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.” (Nisa 1), “Bir tek canlıdan sizi vareden odur. Ve o, bir vade ve dinlenme yeri tayin etmiştir.” (En’am 98), “Sizi bir tek canlıdan yarattı, sonra ondan eşler varetti.” (Zümer 6)

Burada bazı soruların cevabını vermek gerekir.

1. Bu durumda o iki kişinin çocuklarının evliliği nasıl olmuştur? Acaba kızlar, erkek kardeşleriyle mi evlendiler?
2. Bir kıtada varlık bulan insanoğlu bütün kıtalarda nasıl ortaya çıktı?
3. Dış görünüm, yüz şekilleri, renkler ve boylardaki bunca farklılık nasıl meydana geldi?

Cevaplar şunlardır:

1. İlk erkek kardeşin kız kardeşini nikahlamasında hiçbir engel yoktur. Durumun zarureti bunu gerektiriyordu ve bundan başka da bir çare yoktu. Sonraları nüfus arttıkça toplumsal fayda gözetilerek bu uygulama haram kılındı. Ayetteki “her ikisinden pekçok kadın ve erkek meydana getiren” (En’am 98) cümlesinde söylenen, insan neslinin yayılmasında o ikisinden başka üçüncü bir varlığın müdahalesinin olmadığıdır. İmam Seccâd’dan nakledilen bir rivayet şöyledir: “Önce caizdi, ama daha sonra haram kılındı.”

El-Mîzân’da yukarıdaki varsayım tercih edilerek şöyle denmektedir: Bu evlilik türünün İslam’da ve başka şeriatlarda yasak olması, teşriîdir ve toplumsal maslahata tabidir. Değiştirilmesi mümkün olmayan tekvinî (varoluşsal) bir hüküm değildir. Hükmün zamanı Allah’ın elindedir. O, dilediğini yapabilecek olandır ve istediğinin hâkimidir. Bir gün zaruretin sebebini mübah sayması, daha sonra ise zarureti ortadan kaldırmak için ve kötülüklerin yayılmasının sebebi olduğundan haram kılması caizdir.

Bu evlilik türünün fıtrata aykırı olduğu söylenmektedir. Oysa fıtratın bu evliliği nefret duyma nedeniyle reddettiği doğru değildir. Tam tersine, fahşanın (iffetsizliklerin) yayılmasına ve iffet duygusunun iptal olmasına yolaçtığı için reddedilmektedir. Ama erkek ve kız kardeşlerden başka kimsenin bulunmadığı ve Allah’ın neslin çoğalmasını irade buyurduğu bir dönem için nefretin konu edilmesi fıtrata uygun değildir.

Fıtratın nefret nedeniyle bu evlilik türünü reddetmediğinin delili, böyle bir evliliğin tutuklular arasında olabileceğinin kabul edilmesidir. Tarihte Rusya’da bunun kanuni olduğunu biliyoruz. Bu uygulama Avrupa milletleri arasında zina olarak yayılmış ve bugün Avrupa ve Amerika milletlerinin adetlerinden biri haline gelmiştir. Orada kızlar, evlenmeden önce bekaretlerini kaybetmektedirler. İstatistikler göstermektedir ki, bu kızların bazısının bekaretini babaları ve erkek kardeşleri bozmaktadır. (el-Mîzân’dan özetle)

2. Şu anki kıtalar, o dönemlerde bir tek kıtaydı. Zaman içinde yerin oluşumu aşamalarında ve suların gel giti nedeniyle birbirinden ayrıldı, birkaç kıtaya bölündü. Tarih kitaplarında şöyle yazar: İran’ın geçmişteki padişahları Şûş sarayından gemiye binerlerdi. Fakat şu anda Fars Körfezi Şûş’tan çok uzaktır. Yine Britanya adasının Avrupa’dan koptuğunu ve arada Manş denizinin oluştuğunu biliyoruz. Japonya adası da Doğu Asya’dan ayrılmıştı. Her halükarda şöyle söylememize hiçbir engel yoktur: insanlık bir tek bölgede ortaya çıkmış, ama daha sonra kıtaların kopması neticesinde birbirinden ayrılmıştır.

3. Bilimadamları ırkların bir tek asla döndürülmesi için epeyce zahmet çekmişler ve galiba bu konuda hayli başarı kaydederek bu muammayı çözebilmişlerdir.

***

Bütün bunlara rağmen Kur’an-ı Kerim’de, tüm insanların Âdem ve eşinden meydana geldikleri yönünde yoruma müsait olmayan bir açıklık bulunduğu da doğru değildir. “Ey insanlar! Sizi tek bir canlıdan yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden pekçok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.” (Nisa 1) ayetinde kasdedilenin Âdem ve bir tek kişi olduğu kesin olarak söylenemez. Ayetteki “nefs” kelimesi hakkında çok şey söylenebilir. Zahiren bir tek kişi kasdediliyor gibi görünse de cins murad ediliyor da olabilir. Nitekim bu bölümün başında zikredilen “Bir tek canlı” (En’am 98 ve Zümer 6) ayeti böyledir. Yine “Sizi bir erkek ve dişiden yarattık” (Hucurat 13) ayetindeki “zekere (erkek)” ve “ünsâ (dişi)” kelimeleriyle kasdedilen ilk bakışta görünen olmayabilir. Hatta eril ve dişil hücreyi de kapsadığı söylenebilir.

Ravza-i Kâfî’de Ye’cûc ve Me’cûc Bâbının 274. hadisinde Hz. Ali’den şöyle nakledilmektedir: “Âdemoğulları yetmiş cinstir. Ye’cûc ve Me’cûc dışında bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır.”
Kur’an’da geçen “Ye’cûc ve Me’cûc”tan murad, kuvvetli ihtimalle Çinliler ve Moğollardır.
Afrika’da Kongo’da ormanda yaşayan “Pigme” adındaki kabileleri de buna eklemek gerekir. Bunların boyu 67 cm.’i geçmez. Teke kabilesinin boyu ise 130 cm. olarak kaydedilmiştir. Bunların komşusu başka bir kabilenin ise boylarının uzunluğu ve diğer farklılıklarıyla Teke ve Pigmelerden neredeyse gece ile gündüzün farkı kadar ayrı olduğu belirtilmektedir. Öte yandan yeryüzündeki en uzun insanlar Sudan’da Nil nehri boyunda yaşayan Dinka kabilesindedir. Kabile mensuplarının boyu asgari 2 metredir. Kongo’da İturi ormanının Doğu bölümünde yaşayan Vatussi kabilesi mensuplarının boyu da iki metreyi aşmaktadır.

Bu insanları, (aynı kıta ve aynı çevrenin insanları olduklarını iddia ederek) bütün bu farklılıklara rağmen bir tek soy ve bir tek kıtaya döndürmenin çok zor olduğu savunulmaktadır. En doğrusunu Allah bilir.
İnsanlar esas itibariyle dört renktir: beyazlar; mesela Asya ve Avrupa’nın orta bölümlerindeki insanlar. Siyahlar; mesela Güney Afrika’dakiler. Sarı derililer; Çinliler ve Japonlar gibi. Kızıl derililer; Amerikan yerlileri gibi. Her rengin insanı, başka renkten insanın dışındaki bir kökene bağlı olmalıdır. Çünkü renk farklılığı, kandaki maddenin değişik olduğuna delalet eder. Dolayısıyla insanlığın kökeninde en az dört çift kadın ve erkek bulunuyor olmalıdır. Eğer insanlığın birden fazla soyu bulunduğunu tesbit etmişsek erkek ve kız kardeşlerin birbirleriyle evlenmesi ihtiyacı da ortadan kalkacaktır.

ÂDEM PEYGAMBER MİYDİ?

“İnsanlar bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi. Ve beraberlerinde de insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.” (Bakara 213)

Bu ayetin zahirinden başlangıçta insanlar arasında peygamberin bulunmadığını anlıyoruz. Çünkü “Sonra Allah peygamberler gönderdi (fe beasellahu)” cümlesindeki “fe”, ba’diyyete (sonralıka) delalet eder. Yani denmektedir ki, insanlar bir tek ümmetti ve aralarında da peygamberler yoktu. Daha sonra gelişip olgunlaştıkları ve aralarında ihtilafa düştüklerinden Allah hayatlarındaki ihtilafları gidermek ve bir düzen kurmak için geygamberler ve kitaplar gönderdi.

Buradaki “bir tek ümmet”ten kasıt, insanların ilk fıtrat ve yaratılış üzere, yeterince gelişmemiş halde bulunduklarıdır. Tıpkı kendi düşünce dünyalarında yaşayan, kanuna ihtiyaç duymayan ve bu dünyadan başlarını çıkarmayan (ihtilafsız durumda bir tek ümmet olan) çocuklar gibi. Ama akılların öne çıktığı sonraları ihtilaflar başgöstermeye başladı ve peygamberlerin gönderilmesi zaruri hale geldi. Bu bakımdan denebilir ki, insanlığın atası Âdem peygamber değildi. Oldukça basit bir aşamada yaşayan ilk insanların peygambere ihtiyacı yoktu.

Müfessirlerin cumhuru, el-Menâr’da geçtiği gibi, ayetteki “ümmet” lafzını millet ve din olarak yorumlamışlardır. Fakat bu çok uzak bir ihtimaldir. “Bir tek ümmet”ten kasıt; aşağı seviye, ilk fıtrat, ihtilafsızlık hali ve benzeridir.
Kimileri şöyle demiştir: Bu ayetteki ve “İnsanlar bir ümmetten başka bir şey değillerdi. Sonra ihtilafa düştüler” (Yunus 19) ayetindeki “kâne (idi)” mâzi (geçmiş zaman) manasına değildir. Aksine, varolanın sübûtü (tesbiti) manasınadır. Yani şöyle denmektedir: İnsanlar, aslında bir tek ümmetten fazlası değildirler. Fakat ihtilafa düştüler.
Bu durumda anlam şöyle olur: İnsanlar aslında bir tek ümmettirler. Sonra Allah, birlik beraberliklerini korumak üzere aralarındaki ihtilafı gidermek ve bir düzen kurmak için peygamberler gönderdi.

Fakat ayetteki “kâne... (insanlar bir ümmetti)”, maziye ve geçmişe de delalet etmekte, ilk insanların halini anlatmaktadır.
Mecme’de İmam Bâkır’dan şöyle nakledilmiştir: “Nuh’tan önce insanlar Allah’ın yarattığı fıtrat üzerinde bir tek ümmetti. O zamanlar hidayet ya da sapıklık sözkonusu değildi. Sonra Allah peygamberler gönderdi.” Bu rivayetten Âdem’in ilk peygamber olmadığı sonucu çıkarılabilir.

Nehcu’l-Belâğa’nın ilk hutbesinde şöyle buyurulmaktadır: “Allah, subhânehu ve teâlâ, peygamberleri onun çocukları arasından gönderdi.” Fakat Hz. Ali’nin sözü, Âdem’in hem kendisinin peygamber olduğu, hem de çocukları arasından peygamberler gönderildiğini anlamaya müsaittir. Gerçi söze ilk bakışta anlaşılan daha kuvvetli bir ihtimaldir.

Bazıları, “Allah Âdem’i, Nûh’u ve İbrahim soyunu bütün insanlığın üzerine seçti” (Âl-i İmran 33) ayetini delil göstererek demişlerdir ki, insan Âdem’den öncedir. Âdem özel bir kişidir ve insanlığın atası değildir. Âdem, insanlar arasından seçilerek peygamber gönderilmiş kişinin adıdır. Çünkü Allah, ayet-i kerimede Âdem ve Nûh’un gönderilmesinden bahsederken bir tek “istafâ (seçti)” buyurmuştur. Nûh nasıl kendi halkı arasından seçilip gönderilmişse Âdem de bir toplumun arasından seçilip gönderilmiştir.
Sonuç itibariyle Âdem ilk peygamberdir. Ama ilk insan değildir. Buradan da anlaşılıyor ki ilk insanlar arasında peygamber yoktu ve peygamberler daha sonra gönderilmeye başlandı.

Âdem’in insanlığın atası olmadığının söylenmesi, “İsa’nın Allah katındaki örneği, Âdem’inki gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ol dedi, o da oldu.” (Âl-i İmran 59) ayetinin zahirine aykırıdır. Çünkü bu ayette Âdem, insanlığın atası olarak tanıtılmaktadır.
Diğer yandan, “istafâ (seçti)”nin, insanlar arasından seçilmeyi ifade etmesi zorunlu değildir. Allah onu yeryüzündeki ilk halife yaptı, ilk kez tevbe kapısını ona açtı, ilk kez ona şeriat ve din gönderdi. “Size benden bir yol gösterici gelecektir. Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.” (Tâhâ 123) ve “Bütün insanlığın üzerine seçti” (Âl-i İmran 33) ayeti bu anlamı teyid etmektedir. Bu son ayette “alâ (üzerine)” denmiş, “min (içinden)” denmemiştir.

***

Allah’ın Âdem’le konuşması zemininde nâzil olan ayetler, “Size benden bir yol gösterici gelecektir...” (Tâhâ 123) ayet-i kerimesi kabilindendir. Yine “Derken Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı. Bunun üzerine Allah da tevbesini kabul etti... Bundan sonra size benden bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise...” (Bakara 37-39) ve “Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti” (Tâhâ 122) ayetleri de böyledir. Aynı şekilde “Allah Âdem’i, Nûh’u ve İbrahim soyunu bütün insanlığın üzerine seçti” (Âl-i İmran 33) ayeti ve diğer ayetlerin hepsi onun peygamberliğini anlatmaktadır. Bu konuda çok fazla haber gelmiştir. Eğer ayetleri insanın gerçekliği, onun nefisle ve şeytanla irtibatı vs. şeklinde yorumlamıyorsak ayetlerde soru cevabı, “şeytan” konusundaki cezalandırma hitabını bu meseleyle ilgili sayıp şöyle demeliyiz: “Âdem’i seçti” ayetindeki “Âdem” murad, ilk Âdem değildir. “Âdem” olarak isimlendirilmiş ilk peygamberdir ve Nûh’tan önce yaşamıştır. En doğrusunu Allah bilir.

“Dinden Nûh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de şeriat kıldık” (Şûra 13) ayeti açıklıkla ortaya koymaktadır ki, Âdem’in şeriatı çok sadeydi. Bu nedenle Nûh’un şeriatı ilk şeriat olarak zikredilmiştir. Böyle olmasaydı Âdem’in şeriatının ilk şeriat olarak anılması gerekirdi



__________________
''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Yukarı dön Göster Abdullah16's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Abdullah16
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats