HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: ORTADOĞU - İSRAİL VE SİYONİZM Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

İsrail misket bombalarının koordinatlarını vermiyor...
Bugün, 15:19


AA - Birleşmiş Milletler (BM) insani yardım koordinatörü David Shearer, İsrail'in Lübnan saldırıları sırasında 350 bin misket bombası kullanmasını ahlak dışı olarak nitelendirdi ve İsrail'i halen bombaların koordinatlarını vermemekle itham etti.

Shearer, Beyrut'ta düzenlediği basın toplantısında, bu bombaların çoğunun savaşın son 3-4 gününde kullanıldığını, çatışmanın bu aşamasının BM Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararıyla büyük oranda çözüme kavuşturulduğuna dikkati çekerek, İsrail'i sert bir dille eleştirdi.

David Shearer, İsrail'in savaş biterken Lübnan'ın güneyine neden bu kadar çok misket bombası attığını henüz açıklamadığını, BM'nin istediği misket bombalarının yerini gösteren haritaları da henüz vermediğini söyledi.

Eleştirilere yanıt veren İsrail hükümet sözcüsü Miri Eisin ise BM'nin bu yönde bir şikayeti olduğu konusunda bilgisi bulunmadığını söyledi. 19 Eylül 2006

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Davut Şahiner: Siyonist Türkçüler ve Siyonist Kürtçüler

   Siyonizm sadece Yahudilerin benimsediği bir ideoloji değildir. Örneğin Hristiyan dünyasında da Siyonizm oldukça güçlüdür ve günümüzde daha da güçlenmektedir. Buna karşın Yahudilerin hepsi de Siyonist değildir.

Siyonizm’in temel felsefesi Siyon tepesi (Kudüs) ve çevresinde bir Yahudi devletinin kurulmasıdır. Diğer bir deyişle Siyonizmin en temel hedefi İsrail devleti olmuştur. Bir grup Yahudi bunu dini gerekçeler ile arzularken, Siyonizmi başarıya ulaştıran asıl grup siyasi-dini gerekçeler ile Siyonizm’e, yani İsrail’e ihtiyaç duymuşlardır. Karşı çıkanlar arasında da böyle bir bölünme vardır:

Dini nedenler ile İsrail’e karşı çıkanlar, İsrail devletinin varlığını Tanrı’nın isteğine karşı çıkmak olarak görmüş ve ancak İsrail devleti yıkıldığı gün Tanrı’nın yeryüzünde ‘iyi’ yönünde müdahalede bulunacağını iddia etmişlerdir. Siyasi, ekonomik ve diğer nedenlerle İsrail devletine karşı çıkanlar ise Siyon ve çevresinde bir devlet kurulmasının Yahudilerin çıkarlarına zarar vereceğini iddia etmişlerdir. Yahudiler İsrail devletinden önce de dünya ekonomisinde, medyasında, yargı sistemlerinde, siyasi sistemlerinde vs. nüfuslarının çok ötesinde temsil edilmişlerdir. Örneğin ABD’de medya, geleneksel olarak neredeyse tamamen Yahudi sermayesinin elindedir. Aynı şekilde bankacılık-finans siteminde de Yahudilerin ezici üstünlüğü söz konusudur. İngiltere, ABD gibi ülkelerde en üst düzey yargıçlar da çoğu kez Yahudi kökenlidir. ABD’de Yahudi milletvekilleri, bakanlar, belediye başkanları vs. çok yaygın olduğu gibi, Yahudi siyasi gücünü arkasına almadan çok az yerde seçim kazanmak mümkündür. Bu nedenlerle ciddi sayıda Yahudi, İsrail devleti fikrine karşı çıkmış ve İsrail devletinin bu güce zarar vermesinden korkmuştur. İsrail’in kuruluşundan bu yana nispeten çok az sayıda zengin Yahudinin İsrail’e yerleşmiş olması bunun bir göstergesidir. Eğer Almanya’da Naziler iktidara gelmese idi İsrail’in gerekli nüfus gücüne kavuşabilmesi de olanaksız olurdu. Bugün de İsrail’i dengeleyen, onun ‘fetih politikaları’nı dizginleyen en önemli güç yine İsrail fikrine alışamamış Yahudilerdir.

Hristiyan Siyonizmi

Hristiyanlar içinse Siyonizm, yani İsrail, Tanrı’nın bir emrinin gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Bir çok Hristiyan kilisesine göre Mesih ve nihayetinde kıyamet Yahudilerin Siyon çevresinde toplanmasından önce gerçekleşmeyecektir. Dolayısıyla Tanrı’nın bu isteğinin yerine getirilmesine yardımcı olmak gerekmektedir. İslam’dan farklı olarak bazı Hristiyan kiliseleri kıyametin gelişini Tanrı’ya bırakmak yerine, bu süreci hızlandırmak istemektedirler. Bu çerçevede özellikle ABD’de güçlenen Siyonist kiliseler 19. yüzyılda Yahudilerin Filistin’de toplanabilmesi için aralarında bağışlar toplamışlar ve büyük yardımlarda bulunmuşlardır. 20. yüzyıl boyunca İsrail’e maddi yardım toplayanlar sadece Yahudiler olmamış, ABD ve Avrupa’da bazı Hristiyan gruplar da İsrail’e para göndermişlerdir. Sanıldığı gibi Siyonist Hristiyanlar sadece Evenjelikler değildir. Çok sayıda Hristiyan kilisesi de İsrail devletine inançlarının gerçekleşmesi olarak bakarlar. Elbette bunların içinde siyasi alana en çok etki etmiş olanı Evajelik Siyonistlerdir. Bunlar 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Yahudi Sağı ile ittifak yaparak desteklerini maddi yardımdan siyasi işbirliğine de kaydırmışlardır. Ancak Evanjelik olmayan İngiltere Başbakanı’nın Hristiyan Sosyalizmi olarak ifade ettiği görüşlerinin de nihai noktada Siyonizm’e ulaştığı görülebilir. Oysa ki Blair Hristiyanlık’ta resmi olarak Anglikan, fiiliyatta ise Katolik Kilisesi’nin etkisi altındadır.

İslam Dünyasında Siyonizm

Batı dünyasında Siyonizmin taraftar toplamakta oldukça başarılı olduğu aşikardır. Siyonistlerin bir diğer hedefi ise Doğu dünyasında, özellikle de İslam dünyasında taraftarlar toplayabilmektir. Apartheid döneminde kader ortaklığı yaptığı Güney Afrika Cumhuriyeti ile kurulan yakınlaşma ve Hindistan ile günümüze kadar süren stratejik işbirliği Doğu’daki başarılar arasındadır. İslam dünyasında ise Filistin sorunu nedeniyle Araplar üzerinde etki kurmakta zorlanılmıştır. Bazı Hristiyan Arap kavimler İsrail ile stratejik işbirliğine girmiş, Lübnan’daki iç savaşın en önemli nedenlerinden biri de bu olmuştur. Ne var ki Hristiyan ya da Müslüman Arap dünyasında İsrail karşıtlığı bir türlü kırılamamıştır. Fars dünyasında ise Şah Dönemi Siyonizm için ‘altın yıllar’ olarak kabul edilmelidir. İslam dünyasında İran gibi bir müttefik bulmak Siyonizm için hayatidir. Çünkü bu sayede İsrail-Filistin sorunu İsrail’in tüm Müslümanlar ile sorunu olmaktan çıkıp, Araplar ile İsrail arasında bir soruna dönüştürülmüştür. Ayrıca İran ile ittifak Araplara karşı da kullanılmış ve bu sayede güç dengesi İsrail lehine değiştirilmeye çalışılmıştır. İran ile İsrail, Irak Kürtleri’ne silah ve para yardımında bulunarak Bağdat’a karşı Kürtleri kullanmışlardır. Bağdat Yönetimi bu dönemde Kürt isyanlarıyla büyük vakit ve enerji kaybetmiş, bu da doğal olarak İsrail’in işine gelmiştir. Yine İran’ın Körfez’de ve Irak üzerinde etki kurma çabaları İsrail’i Batı’da daha rahat hareket etmeye yöneltmiştir. İran’da ‘Siyonist’ politikalar İran devrimi ile sona ermiş ve çok önemli bir ‘kale’ kaybedilmiştir.

Kürt Siyonizmi

İsrail’in Arap ve Fars dünyaları dışında özenle üzerinde durduğu diğer iki Müslüman grup ise Türkler ve Kürtler olmuştur. Kürtler ile bu bağlantı Barzani ailesi ile kurulmuştur. Barzani ailesinin Musevi kökeni ile ilgili çok sayıda kitap ve makale yayınlanmıştır. Aile bu iddiaları kabul etmiyor görünse de Irak’ta 100.000’den fazla Yahudi Kürtün yaşadığı hatırlanınca bu iddianın çok da garip olmadığı görülecektir. Ayrıca Irak Kürt ayaklanmalarında İsrail’in özel rolü de bu iddiaları beslemektedir. Halen Barzani’nin en güvendiği güvenlik danışmanı MOSAD’ın eski en üst düzey yöneticilerindendir. Kürtlere askeri eğitim ve silah yardımının da emekli görünen İsrailli resmi yetkililerce yapıldığı bizzat İsrail gazetelerince 2006 yılında ortaya çıkarılmıştır. Nitekim Iraklı Kürt liderler de ender olarak değindikleri İsrail konusunda İsrail’e karşı bir düşmanlıklarının olmadığını, Arapları bu konuda birebir takip etmek zorunda olmadıklarını belirtmişlerdir. Hersh gibi çok sayıda saygın Batılı gazetecinin makalelerine de yansıdığı üzere İsrail’in bağımsız bir Kürt devleti ve devamında pan-Kürt bir hareketten ciddi beklentileri bulunmaktadır. Kürtlerin İsrail’in bölgedeki tek doğal müttefiki olduğunu iddia eden makalelerin sayısında da Irak Savaşı’ndan sonra artış yaşanmıştır. Bu konuda Irak’tan İsrail’e göç etmiş Iraklı Yahudilerin de özel bir gayreti vardır, ki bunlar içinde Savunma Bakanlığı mevkine kadar çıkmayı başarmış önemli isimler de vardır.

Türkler Ve Siyonizm

Siyonizmin pan-Kürtçü hareketlere desteği bir ölçüde bilinmekle birlikte Türkçülüğe sızma çabası fazlaca bilinmemektedir. Oysa ki daha ilk yıllarda Türkçülüğün temellerini oluşturan çalışmalarda Musevi katkısı dikkat çekiciydi. İttihat ve Terakki içindeki Musevi ve Mason müdahaleleri de oldukça fazlaydı. Elbette bunlardan komplo teorilerine ulaşılması sağlıklı bir yol değildir, ancak bu teorilerin bir çok kesimde önemsenmesi de bir diğer gerçektir. Örneğin bazı Ermenilerin bugün dahi Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin karşılaştığı ‘kötü muameleler’in İttihat ve Terakki’yi manipüle eden Yahudilerin eseri olduğuna inanmaktadırlar. Cumhuriyet döneminde de Yahudi-Türkçü ilişkisi arttırılmak istenmiş, bu ilişkiler bazı dönemlerde Sebetaycılık ile açıklanmıştır. Ancak Türk-İslam sentezinin Türkçülük içindeki güçlü rolü Siyonist (İsrailci) yaklaşımların Türkçü milliyetçilikte etkisini belli bir düzeyde tutmuştur. Ülkücü camiada Türklüğün İslam ile güç bulduğu, İslam sayesinde gerçek Türkçüğün ortaya çıktığı görüşü Ülkücüler arasında oldukça güçlü bir damar olmuştur. Bu nedenledir ki İslam’dan bağımsız bir Türkçülük çoğu kez ‘Irkçılık’ (hatta ‘kafatasçılık’) olarak tasnif edilip dışlanmıştır da. Bu tür Türkçülerin muhafazakar-milliyetçiler’den çok, sola ve merkeze yakın durmaları bu nedenledir. Zaten dinden arındırılmış Türkçülük fikri kitleselleşememiş ve daha ziyade dar bir entellektüel çevreye hapsolmuştur. Ancak Soğuk Savaş’ın ardından ortaya çıkan ortamda Türk milliyetçiler arasında tüm Türk dünyasını kapsayacak yeni bir milliyetçilik (Turancılık) konusunda ciddi bölünmeler yaşanmaya başlanmış ve bu bölünmelerde önemli bir kanadı dinden arındırılmış milliyetçilik fikri oluşturmuştur. Yeni Dünya Düzeni içerisinde kendisine yeni bir yer bulmaya çalışan milliyetçiler böylece kendi içlerinde sert bir bölünme sürecine girmişlerdir.

İslam ile Türklüğün ilgisinin olmadığını söyleyen bu ‘yeni’ gruba göre İslamlaşma Türklüğü Araplaştırmıştı. Bunlara göre, önümüzdeki dönemdeki en önemli tehlike de Türklerin İslamileşme adı altında Araplaştırılmasıydı. Laikliğin laikçilik haline geldiği bir dönemde cereyan eden bu tartışmalar Türkiye’deki kutuplaşmaya ve dünyadaki Batı-İslam ‘çatışması’nın yükseldiği bir döneme paralel olarak gelişti. Diğer bir deyişle Türkçüler arasında dinden arındırılma işlemi sadece ülkücülerin iç işleri olarak değerlendirilemez, dış unsurlardan ayrı olarak ele alınamaz. 1990’lar boyunca dikkat çekici bir diğer gelişme ise milliyetçi kanat içerisinde İsrail ve ABD’nin etkisinin artmasıdır. Türk dünyasının Batı’nın, özellikle de bu iki ülkenin, desteği olmadan ayakta kalamayacağını düşünen bazı milliyetçiler İsrail’in Türk dünyasında daha faal olmasında önemli bir rol oynamışlar, İsrail ile benzer bir düşünce çizgisine yol almışlardır. Ankara’da bazı milliyetçilerin İsrail ziyaretlerinin sıklaşması bu çerçevede değerlendirilebilir. Aynı şekilde başta Azerbaycan olmak üzere İsrail’in Türk cumhuriyetleri ile yakından ilgilenmesi ve bu ilginin silah ticaretine kadar uzanması da bir diğer ilginç noktadır.

Bazılarının ‘Siyonist Turancılar’ dediği bu kesimin görüşleri alt alta konduğunda Siyonizmin sadece Kürtler arasında değil, Türkler arasında da nasıl bir yer bulduğu çarpıcı bir şekilde ortaya çıkacaktır:

1-Ortadoğu’da Türkiye Araplardan uzaklaşmalıdır. Özellikle Filistin sorununda Türk-Arap birlikteliğinden kaçınılmalıdır. Filistin sorununun sürmesi Türkiye’nin lehinedir. Araplar bu sorunla meşgul olduğu sürece Türkiye’ye yönelemezler.

2- Arapların parçalanmış hali devam etmelidir.

3- İran’da Farslardan çok Türkler vardır. İran bir Türk devleti olana kadar rejime karşı bir direniş örgütlenmelidir.

4- Türk dünyası Arap ve İran etkisinden kurtarılmalı, laik ve Batıcı rejimler geliştirilmelidir. Bu süreçte İsrail de önemli bir müttefik olacaktır. Türk dünyasının Ortadoğulaşmamasında İsrail ayırıcı bir unsur olacaktır.

5- Aşırı İslamcıların terörist grupları ile başedebilmek için bölgedeki tek müttefik İsrail’dir. El Kaide benzeri yapılara karşı da İran’a karşı da İsrail ile her türlü stratejik işbirliği gerçekleşmelidir. Hatta içeride de dinciliğin iktidara gelmemesi için İsrail ile her türlü stratejik işbirliği kurulmalıdır.

6- İsrail ve Türkiye birbirine çok benzeyen ülkelerdir ve birlikte hareket etmelidirler.

Dikkat edilirse Turancı Siyonist denebilecek bu grubun Yahudi Siyonist gruplar ile en büyük ortak noktası Türklüğü dini unsurlardan ayırmakta ortaya çıkmaktadır. Özellikle ABD’deki aşırı sağ Yahudi gruplar ile dirsek temasını arttıran bu gruptaki Turancıların İsrail’de de sağ gruplar ile kurduğu yakın ilişki dikkat çekmektedir. Önümüzdeki dönemde Türkçü siyasi grupların kitlesel olarak Siyonist bir duruş sergilemesi beklenmiyor. Ancak lider kadrosunda yapılabilecek değişikliklerin daha önemli olduğu, taban ne olursa olsun, üst kadronun beklenen kararları alabileceği konuşuluyor.

Elbette böyle bir gelişmenin İsrail’e yararı büyük olacak. İslam dünyası içinde Türk Dünyasını ve Kürtleri Siyonist (İsrail yanlısı) bir çizgiye çekebilen bir İsrail, İslam dünyasındaki İsrail karşılığını tamamen kırmış olacaktır.
AktifHaber

(Haksöz-Haber - Salı, Eylül 19, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Irak’ta işkence Saddam döneminden beter

  

Cenevre’de açıklama yapan Birleşmiş Milletler İşkence Raportörü Manfred Nowak, Saddam Hüseyin’in zulmüne son vermek üzere işgal edilen Irak’ta, işkencenin kontrolden çıkarak, Saddam döneminden bile daha ağır bir hale dönüşmüş olabileceğini söyledi.

BM, Bağdat’ta bir morgda gözleri oyulmuş ve dişleri sökülmüş cesetler bulunduğunu hafta başında duyurmuştu.

(Haksöz-Haber - Cumartesi, Eylül 23, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Müşerref: “Bush kaba ve tehditkar”

  

Bush'un “Ladin için gerekirse Pakistan'a da gireriz” açıklamasını 'kaba' bulan Bush, 11 Eylül'den sonra da bizi, Taliban'a karşı savaşmazsak ülkemizPervez Müşerref, “i taş devrine geri göndermekle tehdit etmişti” dedi.

Birleşmiş Milletlerin 61'inci Genel Kurulu'nun açılış toplantılarına katılmak için New York'ta bulunan Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref ile ABD Başkanı George Bush arasındaki sert söz düellosu sürüyor. Pervez Müşerref, Bush'un önceki gün 'El Kaide Lideri Usame bin Ladin'i yakalamak için gerekirse Pakistan'a da gireriz” açıklamasını kaba ve tehditkar bulduğunu belirti. ABD tarafından daha önce de tehdit edildiklerini vurgulayan Müşerref, “11 Eylül saldırılarından sonra, ABD, Afganistan'daki Taliban yönetimine karşı savaşta bizden işbirliği istedi. Bunu esirgersek ülkemizi bombardımanla taş devrine geri göndereceğini” söyledi.

AÇIK AÇIK SÖYLEDİ

Afganistan müdahalesi sırasında ABD'nin tarafında olmayı kabul ettiklerini ve bunu ülkesinin ulusal çıkarları için yaptıklarını söyleyen Müşerref, “Kim olursa olsun önce ülke çıkarlarını düşünür ve ona göre hareket eder ve ben de öyle yaptım” dedi. CBS'deki “60 Dakika” programında konuşan ve yarın akşam yayınlanacak röportajında Müşerref, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD'nin Pakistan'dan komik isteklerde bulunduğunu söyledi. General Müşerref röportajda şu açıklamayı yaptı: “İstihbarat Servisi bana, Dışişleri Bakan Yardımcısı Armitage'in kendilerini 'Bombalanmaya hazır olun! Taş Devri'ne geri gitmeye hazırlanın!' diye tehdit ettiğini söyledi”.

SINIRI AÇIN BASKISI

O dönem Pakistan'daki ABD elçisinin de, Pakistanlıların ABD'de gerçekleştirilen saldırılar lehine verdiği desteği bastırması için çok ısrar ettiğini söyleyen Müşerref, “Eğer insanlar görüşlerini ifade ediyorsa, biz onu engelleyemeyiz,” dedi. Ayrıca, Armitage'ın Afganistan'a girmek için Pakistan'ın sınırlarını ABD'ye açması için de çok baskı yaptığını söyledi.

(Haksöz-Haber - Cumartesi, Eylül 23, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

İsrailli oyuncunun ibadet hakkına derin saygı!

  

Federasyon, Süper Lig takımlarından Sivasspor’da futbol oynayan İsrailli Balili’nin oruç günü dolayısıyla maç gününü değiştirdi. Sivasspor ile Ankaraspor arasında 1 Ekim’de oynanması planlanan müsabaka Futbol Federasyonu kararıyla 30 Eylül Cumartesi gününe alındı. Yılda bir kez kutlanan Yom Kippur Günü’nü Yahudiler oruçlu geçiriyorlar. Bugün Yahudilerin 24 saat ibadet dışında hiçbir aktivitede bulunmamaları gerekiyor.

Yahudilerin Yom Kippur (Kefaret) gününe denk geldiği için İsrailli oyuncu Balili’nin talebi doğrultusunda karar veren Federasyon’un bu yaklaşımı ibadet hakkı konusunda Türkiye’de alışageldiğimiz tutumlardan büyük bir farklılık arzetmekte. Başörtüsü, Kur’an eğitimi ve benzeri hak gasplarından söz etmek bile gereksiz! Askerde oruç tutmak isteyen askerlere “Askerlik de ibadettir, tutmasanız da olur!”; işyerinde namaz kılmak isteyen çalışanlara, “Çalışmak da ibadettir, kaza edersiniz!” fetvalarının bolca verildiği bir ülke burası.

Daha da ilginci 28 Şubat sürecine giden yolda Refahyol Hükümeti’nin Ramazan’da oruç tutan memurların iftar saatinde yollarda sıkıntı çekmemeleri için Bakanlar Kurulu kararıyla mesai saatlerini bir saat öne çekmesi uygulamasının başına gelenler hatırlanacaktır. Bu karar “Danıştay tarafından devlet işleri din kurallarına göre tanzim edilemez” fetvasıyla bozulmuş ve hatta sonraki süreçte bu akim girişim RP’nin sabıka dosyası arasında önemli bir yer tutmuştu.

Peki ne oldu, ibadet hakkı konusunda devrim mi yaşandı? Devletin “din”e ilişkin yaklaşımının değiştiğini söylemek zor, bunun tersi yığınla uygulama önümüzde duruyor. Bu durumda demek ki, din var dinden içeri!

(Haksöz-Haber - Salı, Eylül 26, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Nuray Mert: Ortadoğu'da artan gerilim

   İran'ın nükleer enerji çalışmalarını denetlemek yönündeki baskı ve bundan doğan ABD-İran çatışması etrafındaki kriz, çözülmek bir yana giderek derinleşiyor. Asker gönderme tartışmasının ardından hızla unutulan Lübnan'daki siyasi kriz de derinleşiyor. Geçen cuma, Hizbullah'ın lideri Nasrallah, ölüm tehdidine rağmen ortaya çıktı ve İsrail'e karşı direnişi kutlamak üzere düzenlenen ve yüzbinlerin katıldığı mitinge katıldı. Mitingde yaptığı konuşmada, Batı destekli Sinyora hükümetini eleştirdi.
Bizimkilerin, 'Lübnan hükümeti bizim askeri istiyor' dediği hükümet giderek daha fazla bir cephenin temsilcisi durumuna düşüyor. 'Tüm tarafların rızası' gibi lafların edildiği ülkede, tüm tarafların üzerinde anlaştığı fazla konu olmadığı giderek daha belirginleşiyor. Nitekim, Nasrallah'ın konuşmasından çok önce eylül başında, hükümet çevresi olan 14 Mart cephesi, dolaylı yoldan (ama fazla kapalı olmayan şekilde) Hizbullah'ı eleştirdikleri bir bildiri yayımlamışlardı. Ardından, Hizbullah çevreleri çeşitli yollardan cevap vermeye başladılar.
Aslında, Lübnan'da, son yıllarda iki cephe halinde beliren siyasi gerilim, İsrail ile savaştan önce şekillenmiş ve Hariri suikastından sonra netleşmişti. Gerilimin tek nedeni değil, ancak sonuçta odaklandığı konu Hizbullah'ın silahsızlandırılması. Cuma günkü mitingde Nasrallah, hiçbir gücün Hizbullah'ı silahsızlandıramayacağını bir kez daha tekrarladı. Tüm bunlar, Lübnan'da, ateşkesle işin bitmediğinin ve kısa zamanda maraza çıkacağının göstergeleri. Zaten aksini beklemek mümkün değildi. Yok, bunları sadece, Türkiye'nin asker gönderme kararına ilişkin olarak söylemiyorum. Ortadoğu'nun giderek daha karmaşık bir kaos ortamına doğru yol aldığını hatırlatmak istiyorum. Türkiye, bir şekilde bu kaos tablosunun içinde ve giderek daha fazla içine çekilecek.
Lübnan'a asker gönderme tartışması, diyelim İran'a ambargo kararına Türkiye'nin katılması talebinin yanında çok hafif kalacak. Bir yandan, giderek daha fazla önem kazanan ve sonuçları itibarıyla, hepimizi fazlasıyla ilgilendiren dış politika konularının, Türkiye'de demokratik kamuoyu çerçevesinde, enine boyuna tartışılması gerekiyor. Diğer taraftan, Ortadoğu konusunda mevcut reflekslerimiz ve bilgisizliğimizle bu tartışma ortamının oluşması hemen hemen imkânsız. Örneğin, İran söz konusu olduğunda, bir kesim için konu rahatlıkla çağdaşlık/irtica odaklı sığ bir tavır alma meselesi haline gelebiliyor. Veya, muhafazakâr kesim için, konu, mezhep veya ezeli Fars/Türk rekabeti etrafında
başka mecraya çekilebiliyor. Bakın, Lübnan tartışmasında, dünyaya ABD dış politikası merceğinden bakanların, konuyu İran'ın bölgede nüfuz kazanması çerçevesinde açıklamaları, doğrudan Türkiye'ye karşı cephede yer gösterme çabasıyla alakalıydı.
İran'da, Lübnan'da, daha önce Irak'ta, Afganistan'da kimin kim olduğu, neyi temsil ettiği, diğer taraftan, bu ülkeler üzerindeki pazarlıkların neler olduğunu anlayıp kurcalamadan, dünyada ve bölgede neler olduğunu anlamak giderek zorlaşacak. Türkiye'nin her geçen gün daha fazla bulaşmak durumunda kalacağı olaylarda, sağlıklı tavır alması ise, öncelikle etrafında neler olduğunu kavramaktan geçiyor. Demokratikleşmenin, sadece AB üyelik sürecinden ibaret olunduğunun sanıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Oysa, giderek daha fazla iç politikanın parçası haline gelen dış politika konularının, anlaşılıp kavranmadığı, kamuoyu önünde enine boyuna tartışılmadığı bir ülkede içe kapalı bir demokratikleşmeden söz etmek giderek daha fazla abes hale geliyor.
Radikal Gazetesi

(Haksöz-Haber - Salı, Eylül 26, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

  

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın tüm dünyada büyük yankılar uyandıran Büyük Zafer Mitingi konuşması tarihe altın bir sayfa olarak geçti. Nasrallah, bütün dünyaya mesajlar verdi. Geride bıraktığımız günlerde yapılan konuşmanın tam metni:

Seyyid Hasan Nasrallah mitingte yaptığı konuşmada "ben de hayatımı şehid olarak tamamlamak istiyorum" dedi ve ekledi" ‘Benim evlatlarımı ölümle mi korkutuyorsunuz, ben şehadetin evladıyım’ diyen bir İmam’ın evlatlarıyız..!

CESUR OLDUĞUNUZU DÜNYAYA GÖSTERDİNİZ

“Siz Lübnan halkı kahramanlığınızı, büyüklüğünüzü, vefakarlığınızı ve cesaretinizi bir kez daha ispat ettiniz. Birkaç gün önce, savaş sırasında Direniş’e karşı yürüttükleri türden, zafer kutlamalarına yönelik olarak da geniş çaplı bir psikolojik savaş başlattılar. Onlar bu meydanı (gösteri alanı) bombalayacaklarını, konuşma yapılacak yere saldıracaklarını söyleyerek sizi korkutmak istediler; ama siz bu geniş katılımınızla cesur bir millet olduğunuzu ispat ettiniz.

Sizin karşınızdayım, beni ve sizi büyük bir tehlikenin tehdit ettiğini biliyorum; fakat şunu belirteyim ki içimden geçenleri siz Lübnan halkına kameralar aracılığıyla aktaramazdım.

Birileri düşmanın onu hata yapmaya zorladığını düşünebilir. Fakat bizler, ‘Benim evlatlarımı ölümle mi korkutuyorsunuz, ben şehadetin evladıyım’ diyen bir İmam’ın evlatlarıyız. Selam olsun muzaffer Lübnan şehitlerine, şu an büyük bir ilahi zaferin kutlamasını yapıyoruz. İnsan aklı siz direnişçi kardeşlerimizden sadece bir miktarının Direniş içinde yer aldığını nasıl kavrayabilir.

SİYONİSTLER KORKAK FARE GİBİYDİ

Lübnan’ın direnişçi evlatlarından sadece birkaç bini 33 gün boyunca yoğun hava ve kara saldırısına maruz kaldı. Bu savaşta ABD ve İngiltere’den İsrail’e sevk edilen bombalar, 40 bin asker ve subay ve Siyonist rejimin en gelişmiş tanklarıyla 4 tugayı kullanıldı; ama bu zorlu şartlarda bu rejimin tanklarını ve savaş gemilerini defetmek için birkaç bin kişi yiğitçe savaştı.

Direniş güçleri Siyonist rejimin en seçkin birliklerini ezdi ve onları korkak farelere döndürdü. Bugün tüm Arap ve İslam ülkeleri sizi destekliyor. Bölgede siyasi bir ayrım oluşmuştu, şimdi İslam yücelmiş ve ayaktadır.

BİR MÜCAHİT GRUBU İSRAİL ORDUSUNU YENDİ

İsrail askeri sanayisinin gururu olan Merkava tanklarının, helikopterlerinin hiçbir işe yaramaması ve bu rejimin iyi eğitimli tugaylarının yenilgisi, Lübnan İslami Direnişi’nin mücadelesinin bir sonucuydu.

Bugün Lübnan ordusu ve Direniş ülkenin sınırlarını koruyabilir ve Siyonist düşmanın buraya saldırısına izin vermez. Mücahitlerin küçücük bir grubu, ancak Allah’ın yardımı sayesinde bu orduyu yendi. Bu direniş, tüm dünyaya intikal ettirilmesi gereken bir tecrübedir.

İŞTE BİZİM ÖZELLİKLERİMİZ

Bu zaferin sebepleri akılla, planlamayla, koordinasyonla, eğitimle, silahla izah edilebilir. Biz dağınık ve düzensiz bir direniş değiliz ki çakılıp kalalım. Biz karman çorman bir direniş değiliz. Takvası, aşkı, irfanı, bilinci ve adaleti olan eğitimli bir direnişiz ve zaferimizin sırrı budur.

Bu kutlama alanındaki varlığınız, Lübnanlılara, Araplara ve tüm dünyaya, son derece güçlü siyasi ve manevi bir mesaj vermektedir. Siz düşmanı şaşkına çevirdiniz ve muzaffer bir bilet oldunuz. Siz onurlu halk, tüm dünyanın hayretinin sebebi oldunuz. Direnişe verilen halk desteği çok düşüktür diyen Amerika’ya Direniş işte budur dediniz.

AMERİKA'YA YANLIŞ İSTİHBARAT RAPORLARI GİDİYOR

Amerikalılara en iyisi şu uydurma raporları ve yazıları bir tarafa bırakın, doğru olmayan istihbaratlar vermeyin diyoruz. Zira doğru olmayan bu istihbaratlarla yanlış planlar yapıyorsunuz. Bu savaş, kararıyla, silahıyla, planlamasıyla ve Siyonistlere verilmiş mühletiyle Washington’un iradesine dayanan bir ABD savaşıydı.

Bu savaşa son veren sebep, savaşı sürdürmeleri durumunda rezil olacaklarını anlayan Siyonistlerin güçsüzlüğüydü. Bu noktada ABD savaşı durdurmaya mecbur oldu.

İSRAİL'İN KAZANACAĞINA BAHSE GİRMİŞLERDİ

Onlar, yalnızca İsrail için bu savaşı durdurdular. İsrail’in bu savaşı kazanacağına bahse girmişlerdi. Hatta Hizbullah’ı ayaklarının altına alacaklarını ifade etmiş ve bu kararı vermişlerdi; ama yapamadılar.

Direniş ve sizin güçlü duruşunuz, ABD’nin tüm yalancı politikalarını ifşa etti. İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi diye bahsettikleri politikalarıyla ABD, sizin direnişiniz sayesinde rezil oldu ve tüm dünyada uyanışa vesile oldu.

YENİ ORTADOĞU PLANINA BÜYÜK BİR DARBE

Haftalar, aylar ve yıllar geçtikçe şu gerçek ortaya çıkacak: Sizin direnişiniz ve güçlü duruşunuz, düşmanın tüm hedeflerini yenilgiye uğratmıştır. Bu direniş ve güçlü duruş Yeni Ortadoğu Planına çok korkunç bir darbe vurmuştur.

Hizbullah’ı ayaklar altına aldıktan sonra Direniş’in tüm dostlarıyla ve müttefikleriyle hesaplaşacaklardı. Hizbullah’ın dostlarını Lübnan’dan silmek istiyorlardı. Fakat siz kahraman halkın ve evlatlarınızın direnişi savaşın sona ermesini sağladı.

BU BİR PARTİNİN ZAFERİ DEĞİL

Hizbullah’ın zaferi, yalnızca belli bir partinin, belli bir grubun veya şahsın zaferi değildir. Lübnan’ın ve dünyadaki tüm özgürlükçülerin zaferidir. Bu büyük zaferin ilan edilmesi, bunun belli bir hizbin, grubun veya taifenin saklanmaması gerekiyor.

Bu zafer bizim aklımızın alabileceğinden çok daha büyüktür.

ABD Dışişleri Bakanı’nın ilan ettiği plan, Washington’un bu savaştaki hedefi ve uygulamak istediği şeydi; ama onlar şunu bilmelidir ki bu plan onların gayri meşru çocuklarına aittir ve bu asla kabul edilemez.

BİR EFSANE YARATTINIZ

Bugün Direniş’in gerçekleştirdiği şey, dünyadaki tüm direnişler, onurlu ve yüce insanlar için bir mesajdır. Sizin zaferiniz, tıpkı 2000 yılındaki gibi son derece şaşırtıcıydı. 2006 yılında da bir efsane yarattınız. Bu, tüm Araplar, belki daha doğru bir ifadeyle tüm Arap ülkeleri, onların yöneticileri ve tüm Müslümanlar için açık bir ispattır.

Dün Arap ülkeleri, Güvenlik Konseyi’ne gidip, oradan barış dilenme peşindeydi. Sizin o peşinde olduğunuz barıştan bahsedeyim. Nasıl onurlu bir barış kazanmak istiyorsunuz? Lübnan, Gazze, Batı Şeria ve hatta Kudüs için savaşmaya niyetinizin olmadığını söylüyorsunuz.

Nasıl makul bir barış elde etmek istiyorsunuz? Her gün petrolü silah olarak kullanmayacağınızı söylüyorsunuz. Birisi size petrolü silah olarak kullanmanızı söylediği zaman onunla alay ediyorsunuz ve bu alçaklıktır diyorsunuz.

YALNIZ RICE'IN SÖZLERİNE KULAK VERENLER

Silah kullanmak istemiyorsunuz, petrolü bir silah olarak kullanmak istemiyorsunuz, Direniş’in direnmesine izin vermek istemiyorsunuz, Filistin halkının kendi bildiğini yapmasını istemiyorsunuz. Siz yalnızca Rice’ın sözlerine kulak veriyorsunuz. Peki nasıl adil ve onurlu bir barış elde edeceksiniz?

Acaba İsrailliler sizi tanıyor mu? Ben size söyleyeyim, İsrailliler, bugün Direniş’e ve Lübnan’a saygıyla bakıyor. Onlar bundan sonra bize saygı duyuyor, siz ise onlar için bir hiçsiniz.

Hatta Beyrut’ta anlaşmaya vardığınız Arap ülkelerinin Lübnan’a destek planı konusunda bile hiçbir sonuca varamadınız. Bu erkek işidir, erkekçe davranmayı gerektirir. Size şunu söyleyeyim ki Lübnan halkı, tüm dünya halklarına her şeyi açıkça ortaya koymuştur.

YENİLMEZ İSRAİL DEVLETİ VE ORDUSU NEREDE?

Sizin direnişiniz bugün İsrail’i sarsıntıya uğratmıştır. Yenilmez devlet ve ordu şimdi nerede? Ben slogan atmıyorum Filistin’de yaşananlara ve Siyonistlerin neler yaptığına bakın yeter.

Direniş’in tüm ülkeleri uyandırması gerekiyor. Arap ve İslam Ülkeleri, Kudüs’ü ve Gazze’yi özgürleştirebilir. Yalnızca ciddi bir karar Filistin’i tamamen kurtarabilir. Fakat insan kendini halkla yönetim gücü arasında bir tercih yapmak durumunda görürse, bellidir ki gücü seçiyor. Kudüs’ü korumakla koltuğu korumak arasında kalırsa Kudüs’ü bırakıp koltuğa yapışıyor.

Lübnan halkının ve Direniş’in meziyeti, mukaddesatı ve halkın ideallerini her şeyin üstünde tutmasıdır. Liderler, kendilerini millete feda ederler işte bizim farkımız budur.

Yediot Ahronot gazetesinin bugün yazdığına göre Olmert, Siyonist rejimin başbakanlığına uygun olup olmadığı konusunda yapılan bir ankette yüzde 7 oy almış, sözde güçlü Savaş Bakanı ise yüzde 1 oy almış. İşte bu da Siyonist rejimdir.

Bu, siyasi, askeri ve istihbari alanda yenilmiş olan Siyonist rejimdir. Bu rejimin şekli ve çehresi değişmiştir. Hiçbir Arap yönetimi ve yöneticisi, zillet şartlarını kabul edemez ve bizim karşımıza geçip İsrail’e karşı bir şey yapamıyoruz diyemez.

ARTIK KENDİ ŞARTLARIMIZI KOYABİLİRİZ

Şu söz meşhurdur: “Her Müslüman bir kova su dökse İsrail yok olur.” Bugün 300-400 milyon insan birleşse İsrail’i yok edebilir. Yalnızca birkaç bin kişi İsrail’i yenmeyi başardı, bugün artık bütün bahaneler suya düşmüştür.

Biz yeni bir aşamaya girmiş bulunuyoruz. Artık kendi şartlarımızı gerçekleştirebilir, onurumuzu, özgürlüğümüzü ve egemenliğimizi kendi elimize alabiliriz. Bugün bu ilahi zaferin kutlamasına katılanların çoğu Lübnan’ın iç meseleleri konusunda bir şeyler söylenmesini bekliyor. Birazdan buna değineceğim.

Filistin, Cenin, Gazze, Nablus ve Kudüs konusunda yüreğimi ve duygularımı inciten iki meseleye değinmek istiyorum. Tüm şehirler ve mülteci kampları her gün saldırıya uğruyor. Filistinliler her gün öldürülüyor; ama dünya susuyor.

FİLİSTİNLİLER ÖLÜRKEN ARAP ÜLKELERİ DAHA ÇOK SUSUYOR

Arap ülkeleri diğer ülkelerden çok daha fazla susuyor. Daha ne zamana kadar susmak ve utancı ve zilleti kabul etmek istiyorsunuz? Ordularınızı Filistin’i korumak için ne zaman harekete geçireceksiniz? Siyasi, manevi ve mali gücünüzle Filistin’i ne zaman destekleyeceksiniz?

Lübnanlı gruplar, öğrenciler, gençler, yaşlılar, çocuklar ve diğer İslam ülkeleri, Filistin’de bu İslami mucizeyi tekrar etmeye kadirdir.

İSRAİL BAŞARILI OLSA, LÜBNAN DA IRAK OLMUŞTU

İkinci olarak Irakla ilgili mesaj vermek istiyorum. Bugün bir Lübnanlı olarak oraya bakıp ibret almamız gerekiyor. Eğer İsrail Lübnan’a saldırısında başarılı olsaydı, biz de bugün Irak’ın içinde bulunduğu duruma düşecektik.

Onlar Lübnan’ı da Irak’ın durumuna düşürmeyi istediler. Bu savaşta, birer Lübnanlı olarak sivil savunmadan, Direniş’ten, ordudan, partiden ve Lübnan halkından şehitler verdik. Peki bu şehitlerin sayısı ne kadar?

1200 şehit mi? Ama Irak’ta her ay 10-15 bin kişi şehit oluyor. ABD’nin desteklediği ve planlamasını yaptığı bu savaşta…

İÇ SAVAŞA MÜSAADE ETMEDİK

Biz, Direniş olarak Lübnan’da iç savaş çıkmasına müsaade etmedik. Lübnan’daki bir grup, bizim iç savaşı yaymak istediğimizi düşünüyor ki bu doğru değildir. Bugün Irak’ta olduğu gibi Lübnan’da da federalizm ve Lübnan’ın taksimi gibi sesler kulağa geliyorsa Lübnan için nasıl planlar yapıldığını anlayabilirsiniz.

Lübnanlıların şuna dikkat etmesi gerekiyor: Vahdetin sağlanması, ihtilaflar karşısında susma ve fitnelerden uzak durma bizim mesajımızdır. Bugün görevimiz şudur: Diyoruz ki herkes gelsin, herkesi istiyoruz, herkesi görüyoruz. Zaferin ve sorunlarımızı çözmenin tek yolu, güçlü bir ülke ve güçlü, adil, aziz ve temiz bir hükümet kurmaktır. Bizim arzumuz ve ümidimiz budur.

BÖLÜNMEDEN BAHSEDEN İSRAİL'İN SÖZCÜSÜ

Her şeyden önce şunu belirtiyorum Lübnan’da ayrılıktan, ayrılmadan ve bölünmeden bahseden herkesin sözü İsrail’in sözüdür.

Kim Lübnan’da federalizmden söz ediyorsa İsrail’in sözünü söylüyor demektir. Kim Lübnan’ın menfaati için bölünmeden bahsediyorsa İsrail’in sözünü söylüyor demektir.

Biz bir Lübnanlı olarak kararımızı açıklıyoruz. Bizim kararımız ve kaderimiz bir devlet içinde bir arada yaşamaktır. Ülkenin parçalanmasına izin vermemeliyiz. Böylesi bir şey gerçekleşmemelidir.

Lübnan’ın bütünlüğünü sağlayacak temel şey, adil ve birleşik bir hükümetin ve ülkenin kurulmasıdır. Ülkemize Siyonistlerin göz dikmesini engelleyecek tek şey Lübnan’da temiz bir hükümetin kurulmasıdır. Lübnan’ın birliğini sağlayacak şey, ülkede temiz bir yönetimin kurulmasıdır ki biz bunu istiyoruz ve bunu umuyoruz.

BATILI ŞEMSİYEYİ KABUL ETMEYEN BİR HÜKÜMET

Güçlü bir hükümet, izzetle tüm Lübnan topraklarını geri alabilecek, ülkenin her tarafını koruyabilecek ve düşmanın bir daha ülkemize saldırmasına izin vermeyecek bir hükümettir.

Hükümet, halka güven verebilir. Silahla, güçle, akılla, birlik ve beraberlikle, planlamayla halkın ulusal iradesini koruyabilir; zira gözyaşları kimseyi koruyamaz.

Biz hiçbir Batılı şemsiyeyi kabul etmeyen, güçlü, bağımsız ve temiz bir hükümetin kurulmasını istiyoruz. Zillet içeren hiçbir şartı kabul etmeyen izzetli, güçlü ve onurlu bir hükümet istiyoruz. Hırsızın olmadığı bir hükümet istiyoruz. Bu, bugünkü sorunlarımızın tek çözüm yolu ve Direniş’in de gündemidir.

Silah meselesini söz konusu edenler, gelsinler bunun sebeplerini ortadan kaldıralım. Gelsinler mantıklı bir şekilde müzakere edelim, biz mantıklı bir halkız.

Direniş bir sonuç mudur, yoksa işgalin sebebi mi? Lübnan halkının esir edilmesi, suyunun çalınması, topraklarının saldırıya uğraması, sebeplerdir. Bu sebepleri siz ortaya koyun, biz de gerisini halledelim.

İSRAİL YERİNE DİRENİŞ'E YÜKLENİYORLAR

Güçlü, adil ve temiz bir hükümet kurulduğu ve Lübnanlıları koruyabildiği zaman, Direniş konusuna da onun silahına da kolaylıkla çözüm yolu bulabiliriz. Bu silahların sonsuza kadar kalacağını söylemiyoruz. Böyle olması mantıklı da değildir. Bu silahın bir gün sona ermesi gerekiyor; fakat bu noktaya ulaşabilmenin tek yolu hastalığın teşhis edilip tedavi edilmesidir.

Gelin halkla birlikte olabilecek, Lübnan halkının onurunu koruyabilecek güçlü bir hükümet kurun, Direniş’in silahının hatta Direniş’in kendisinin müzakere masasına bile ihtiyaç göstermediğini göreceksiniz.

İsraillileri Şeba Çiftliklerinden çıkarmak yerine gelip Direniş’e şartlar tayin ediyorlar. Vazuvani nehrinin sularından yararlanmak şeklindeki yasal haklarını korumak yerine gelip birini dikelim ve bu nehirden kimsenin yararlanmasına izin vermeyelim diyoruz. Milletin hakkını ve nehrin suyunu bu şekilde mi korumak istiyorsunuz?

Binaenaleyh biz diyoruz ki mevcut düzen ve durum çerçevesinde Direniş’in silahsızlandırılması ya da daha yerinde bir ifadeyle Direniş’in silahlarının teslim edilmesi konusunda söz söylemek Lübnan’ı Siyonist rejimin saldırılarına açık bir alan haline getirmektir. Böylelikle siz bu rejime canının istediği adamı öldürmesi, canının istediği yere saldırması ve Lübnan’ın içinde canının istediğini yapması için izin vermiş oluyorsunuz.

İSRAİL GELSİN DİYE Mİ 25 YIL DİRENDİK

Siz Direniş’i çok iyi tanıyorsunuz. Direniş’in gençleri, ömürlerinin en güzel yıllarını Direniş içerisinde geçirdiler ve huzur yüzü görmediler. Onlar, bugün İsrail gelip Lübnan topraklarını işgal etsin ve her şeyi yok etsin diye mi 25 yıl direndiler ki silahsızlandırmadan söz ediliyor.

Kur’an’a yemin ederim ki biz bunu kabul etmiyoruz. Bu meseleyi doğal ve milli bir mesele olarak görmüyoruz. Siz aziz Lübnanlıların huzurunda, bu kutlama alanında tüm Lübnanlılara şunu söylüyorum. Direniş’in sona ermesi için şart koşmak, Direniş’e baskı yapıp onu sınırlamaya çalışmak başarısızlığı kanıtlanmış adımlardır.

DÜNYADAKİ HİÇBİR ORDU DİRENİŞ'İ SİLAHSIZLANDIRAMAZ

Sorununuzu çözmek için Orduyla Direniş arasına fitne düşüremezsiniz. Ordu ve Direniş iki sevgili kardeştir. Bunların ikisini birbirinden ayıramazsınız.

Bize inanan bu halkı gördüğünüz sürece dünyanın hiçbir ordusu silahı bizden alamaz. Silahla tehdit etmiyorum, bu halkın varlığıyla tehdit ediyorum.

Siyonist rejimin savaş bakanı ile dışişleri bakanı itiraf ettiler. Dünyadaki hiçbir ordu Hizbullah’ı silahsızlandıramaz. Onlar, Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılmasını istiyorlar. İsrailliler aracılığıyla veya İsrail dışındaki güçler aracılığıyla Direniş’ten silahı almak isteyenleri Siyonist rejimin bu iki bakanına teslim ederiz.

Burada duran şu yaşlı hanım, Beyrut’taki evinin yıkıntıları arasında durup “Direniş’in yanındayım” dedi. Bazıları da “Seyyid Hasan Nasrullah silahları teslim ederse haindir” dedi. Size söylüyorum, söz veriyorum, ey payidar millet, hayatımı ihanetle tamamlamaya hiç niyetim yok, ben yalnızca şehadeti istiyorum.

Binaenaleyh, tüm bu gündeme getirilen şeyler başarısız olmuş şeylerdir. Zira Lübnan’ın işgale, zillete, istibdada, hakarete ve aşağılanmaya karşı olan bir halkı ve Direniş’i vardır ve ülkesi için canını, sevdiklerini ve tüm halkı feda etmeye hazırdır.

BU SİLAH, BÜTÜN MÜSLÜMANLARIN SİLAHI

Lübnan halkı Ortadoğu’da küçük değildir, büyük bir millettir. Bırakın ABD, Batı ve İsrailliler tüm hesaplarını yapsınlar. Bırakın mustazaf halkın nasıl saygıya muhatap olacağını görsünler.

Bu meseleyi kapatırken şunu da söylemek istiyorum. Sonsuza kadar silah sahibi olmak istemiyoruz. Geçen 25 yıl içinde iç meselelerde silaha başvurmadık. Bu, Şiilerin silahı değildir. Bu, Müslüman’ın, Hıristiyan’ın, Şii’nin, Sünni’nin, Dürzi’nin, tüm Lübnanlıların silahıdır.

Tüm millet bu silahla Lübnan’ın ve ülkenin bağımsızlığının korunmasını beklemektedir. Size söz veriyorum bu silahın kimliği bu şekilde kalmaya devam edecektir. Bu ahit Allah’la, sizinle ve şehitlerle yapılmıştır. Binaenaleyh gelin hedef çok büyük olsa da aziz, güçlü ve temiz bir hükümet kurmaya çalışalım.

Gerçi bu sınavda birçok kişi başarısız, birçok kişi de başarılı oldu. Herkese söylüyorum gelin aramızdaki siyasi meselelerden kaynaklanan tüm sorunları, rekabetleri ve ihtilafları halledelim. Çoğunluktayız ve her şey bizim elimizdedir demek istemiyorum. Gelin ve Lübnan’ın ciddi sorunlarının olduğunu özellikle de savaştan sonra ulusal ayrılıkların baş gösterdiğini görün.

MEZHEP SORUNUMUZ YOK

Bizim Müslüman, Hıristiyan veya Şii, Sünni, Dürzi, gibi mezhebi sorunumuz yok. Bizim ulusal siyasi ihtilaflarımız var. Önümüzde stratejik seçenekler bulunuyor. Şiiler, Sünniler, Hıristiyanlar ve Dürziler arasında mevcut bütünsel meseleleri bulmamız gerekiyor. Bütünsel neticelere ulaşmamız gerekiyor. Şiilerden birileri gelip Hizbullah’ın veya Emel Hareketinin sözlerinin dışında şeyler söylediğinde bizi rahatsız ettiğini hissediyordu. Biz, bize muhalif olan bu kardeşlerimizin sözlerinden rahatsız olmadık. Zira bu da göstermektedir ki bizim ihtilaflarımız mezhebi değil, siyasidir. Bakın bize darbe vurmak istediklerinde bile bu bizim faydamıza oldu.

Binaenaleyh ulusal ayrılıklara düştük bu büyük kutlama gününde diyorum ki kimsenin bu ulusal ayrılığı mezhebi veya taifeci ayrılığa dönüştürmesine izin vermeyin. Bu ayrılıkların mezhebi sorunlara dönüşmesine izin vermemek gerekiyor. Bu ateşle oynamaktır ve ülkenin yıkımıdır.

Böyle bir şeyin gerçekleşmesine izin vermemeliyiz. Birbirimizle rekabet ederiz, ihtilaflarımız olur, mücadele ederiz, medyada veya seçim alanlarında eleştiririz, bunların tümü demokrasidir. Bunlar sorun değildir, mezhebi sorun olmaması gereken bir sorundur. Birçok tehlikeli sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunlarla baş edebilmek için diyoruz ki Lübnan’daki bugünkü hükümet, ihtilafları çözemez. Sorunun tek çözüm yolu ulusal birlik hükümeti kurmaktır.

Ulusal birlik hükümeti derken kimsenin hükümetini devirmekten bahsetmiyorum. Kimseyi sorgulamak istemiyorum. Tekrar söylüyorum gelin el ele verip Lübnan’ı koruyalım ve savunalım. Lübnan’ı yeninden inşa etmemiz ve onarmamız gerekiyor. Ülkeyi korumamız gerekiyor. Lübnan’ın birliğini sağlamamız gerekiyor. Bugünkü hükümet Lübnan’ı koruyamaz. Lübnan’ın onarımını ve birliğini gerçekleştiremez. Hükümet yapamaz derken birilerini silelim demiyorum. Dediğim şey gelin bir kez daha ülkeyi koruyalım ve onu savunalım.

HİÇBİR GRUP YENİLDİĞİ HİSSİNE KAPILMAMALI

Ulusal birlik hükümeti kurulması bir medya sloganı değildir. Vakit harcamak veya müttefiklerimi razı etmek gibi bir niyetim yok. Böylesi bir hükümetin kurulması planı ciddidir, bu konuda tüm gücümüzle çalışmalıyız.

Güçlü ve temiz bir hükümetin kurulması meselesi ele alınırken insaflı bir seçim kanunu konmalıdır. Bu kanunla tüm siyasi ve mezhebi gruplar gerçekten hükümette pay sahibi olduğunu hissetmelidir. Hiçbir grup veya taife yenildiğini düşünmemelidir. Meselenin tek çözüm yolu budur.

Bize ambargo koyarak Lübnan’ı korumak mı istiyorlar? Alman Başbakanı İsrail’in korunması gerekiyor dedi. Onlar denizden geliyor, havadan ve karadan muhasara ediyorlar. Onlara şunu söylüyorum denizden, havadan, karadan muhasara edin; ama bu Lübnan’ı ve Direniş’in silahını zayıflatamayacak.

BİNT CUBEYL'E 12 BİN FÜZE ATTIKLARINI KENDİLERİ AÇIKLADI

33 günlük savaşta biz çok daha uzun süreli savaşa hazırdık. O savaşta gösterdiğimiz, kapasitemizin küçük bir bölümüydü. Bint Cubeyl’de 12 bin füze saydılar. 12 bin füze fırlattık diye istatistik verdiler. Lübnan’ı denizden, havadan ve karadan muhasara etmek isteyenlerin tümüne söylüyorum: Şu an Direniş sizin sandığınızdan çok daha güçlüdür.

20 binden fazla füzemiz var. Direniş, bu büyük savaşın bitmesinden çok kısa bir süre sonra tüm gücünü yeniden yapılandırdı ve silah gücünü takviye etti. Direniş, savaş zamanından çok daha güçlüdür. Çünkü bir savaş tecrübesini geride bıraktık, yeni iradeye ve yeni güce sahibiz. Direniş’in zayıfladığını ifade edenlere bir kez daha söylüyorum: Yanılıyorsunuz, Direniş bugün her zamankinden daha güçlüdür.

Direniş’in gücü ve silahı konusunda herkese şunu söylüyorum, kendinizi soğuk suyla sakinleştirin, rahat olun biz çok güçlüyüz.

DÜNYA GELSE İKİ İSRAİL ASKERİNİ ALAMAZ

(Lübnan Halkı) Emin olun ki tüm esirler ve evlatlarını size geri döndürülecek. Direniş adına size vaatte bulunuyorum. Tüm dünya toplanıp gelse ve şu iki İsrail askerinin serbest bırakılmasını istese de bunu yapamayacak, çünkü bu konu yalnızca müzakere ile çözülecek.

Tüm dünya toplanıp geldi ve iki esirin serbest bırakılmasını istedi; ama yapamadılar, çünkü bizim tüm esirlerimiz serbest bırakılmadıkça bu iki esir de serbest bırakılmayacak.

İkinci mesele olarak Şeba Çiftlikleri, Kefer Şuba Tepeleri ve bu bölgenin etrafındaki tüm köyler konusunda ortaya konan endişeler karşısında şunu söylüyorum: Bu bölgelerden, hatta Lübnan’a ait bir karış topraktan vazgeçmeyeceğiz.

O dönemde siyasi müzakerelerde Şeba Çiftliklerinin kurtarılması konusunda çok uygun bir fırsatın olduğunu belirttik, Amerikalılar da buna olumlu baktılar. Fakat daha sonra tersine hareket ettiler ve bugün Şeba Çiftliklerini Lübnan’a geri veremeyiz dediler. Niçin? Çünkü zaferi Hizbullah’a takdim etmek istemiyoruz. Onlara şunu söylüyorum: Şeba Çiftliklerini kime istiyorsanız verin, zaferin kime ait olduğunu söylüyorsanız söyleyin; fakat Şeba Çiftliklerini bize geri vereceksiniz. Her ne şekilde olursa olsun bunu yapacaksınız.

Siyasi birlik, ulusal birlik ve direniş birliği, Şeba Çiftliklerinin geri verilmesine sebep olur. Şunu ilan ediyorum bu çiftlikler şu an kurtarılmak üzeredir. Şimdiye kadar yapılan tüm ihlallere rağmen Lübnan ordusu ve ulusal ordumuz şu an güney Lübnan’dadır.

Şu an UNIFIL güçlerinin sayısı 5 bine ulaştı. Her Lübnan tankı ve her Lübnan aracı güneyde hedef alınıyor. Bugün artık bizim için sınır kalmadı, kim isterse güneyden içeri girebiliyor. Şunu söylemeliyim ki bu mesele Lübnan ordusunu ilgilendirmiyor. Ordumuz güçlü ve kahraman bir ordudur, ordunun subayları da Direniş’in kardeşleridir. Mesele, siyasi kararla ilgili bir meseledir.

Lübnan hükümeti ülkenin ordusunu sadece ateşkes ihlallerini sayan değersiz bir birliğe mi çevirecek. Bu durumu ordu ve Direniş asla kabul etmeyecek. Bizim ordumuz, hükümet tarafından görevlendirilmiş ateşkes ihlallerini saymakla görevli birer asker değildir. Ordu, ülkeyi ve milleti korumakla görevlidir. Bugün ülkenin güneyi saldırıya uğramakta ve sınırlar saygın görülmemektedir.

ÇOK FAZLA SABRETMEYECEĞİZ

Bugün hükümetin siyasi kararı nedir? Şimdiye kadar 1701’i ihlal etmemiş olmak için bütün bunlara sabrettik. Çünkü eğer ihlal edecek olursak tüm dünyada velveleler kopacak feryatlar yükselecekti.

Emin olun ki çok fazla sabretmeyeceğiz. Bizi iyi dinleyin eğer Lübnan devleti ve hükümeti ülkeyi ve milleti koruma görevinde kusur gösterirse, halk tıpkı 1982’de olduğu gibi kendi görevini yerine getirecek ve ikinci defa sorumluluğu üstlenecektir.

Siyonistlere de söylüyorum: Eğer güvenlik garantileri almışsanız bundan haberdar değilim. El altından veya masa başında bir şeyler aldıysanız bundan habersizim; ama size şunu söyleyeyim bu garantiler Lübnan milletini ve Direniş’ini bağlamaz.

Binaenaleyh, milleti orduya destekçi kılmalıyız. Orduyu korumalı ve en iyi askeri teçhizatlarla ülkenin güneyinin korunması için donatmalıyız. Ordu ülkenin güneyinin koruyucusu olmalıdır. Güneydeki camilerimizin, kiliselerimizin ve çiftliklerimizin bekçisi olmalıdır. Sanki UNIFIL güçleri güneyde bunların hepsinden daha azizdir.

ONLAR BİZDEN UTANIYOR

Size hoş geldiniz dedik, bugün de diyoruz. Sizin (UNIFIL) açık bir göreviniz var ve Lübnan ordusuna yardım etmelisiniz. Hizbullah aleyhine casusluk yapmak veya onun silahını almak gibi bir göreviniz yok. Kofi Annan da bu meseleyi söyledi, tüm yetkililer de bu meseleye değindi. Şimdiye kadar UNIFIL’e katılan hiçbir ülkeden güçlerini Lübnan’ı korumak için gönderdiklerini söylediklerini duymadım. Onlar bizden utanıyor. Onlar gerçekten bizden utanıyor. Zira İsrail’i korumak için geldiler. Onların görevi var ve bu görevi yapacaklar.

Lübnanlı liderlerin şunu dikkatle dinlemesini istiyorum. Bazı istihbaratlar aldım bu uluslar arası gücü Direniş’le çatıştırmak istiyorlar. Bazı toplantılar duydum, uluslar arası gücün varlığı Lübnan’daki güç dengesinin yeniden kurulmasına sebep olacak denmiş. Bu sözler son derece tehlikelidir.

Uluslar arası güçler belli bir görevle geldiler ve başka bir işe karışmamalıdır.

Kimseyle siyasi polemiğe girmek istemiyoruz. Savaş sırasında hepinizden birçok incitici sözler duyduk. Savaştan sonra da Direniş’e ve bana karşı siyasi saldırılar ve medya hücumları devam etti; ama son açıklamayla mesele artık tahammül edilmez bir hale geldi. Direniş’e yönelik istihbarat saldırıları son derece arttı ve kabul edilemez bir hal aldı.

TAHAMMÜL EDEMEYECEĞİMİZ BİR KONU

Her şeyi anlayabilir ve kabul edebiliriz; ama siyasi grupların toplanıp temsilcileriyle, liderleriyle ve büro yetkilileriyle bize karşı harekete geçmelerine tahammül edemeyiz. Daha sonra da gelip Lübnanlılara şunu söylüyorlar: “Bu savaş İran için, İran’ın nükleer meselesi için yapıldı. Bu savaş Suriye için yapıldı, Refik Hariri ile ilgili uluslar arası mahkemeyi bitirmek için yapıldı.” Gerçekten artık bunlara tahammül etmeyiz.

İran İslam Cumhuriyeti’ne ve onun rehberi İmam Hameney’e yönelik sevgimizi ve kardeşliğimizi, ilan ediyorum; Suriye Lideri ile kardeşliğim var, Suriye halkına saygı duyuyorum, bütün bunlarla birlikte biz bağımsızlık yanlısıyız ve tarafsızız.

Geçmiş, bizim doğru söylediğimize tanıklık ediyor, araştırın görün. ABD ve İsrail’in başlattığı bu savaş, Rice’ın ifadesiyle Yeni Ortadoğu üretmek içindi. Diğer yetkililer de bu savaşın iddiasındaydılar. Gerçekten hangi akıllı adam bu savaşa bizim sebep olduğumuza inanır.

Bu meseleyi nasıl da tersine çevirip yansıtıyor ve “bu savaş İran’ın nükleer meselesi için ve uluslar arası mahkemenin bitirilmesi içindi” diyorlar. Bu sözler gerçekten çok çirkin ve aşağılayıcıdır. Benim giydiğim elbiseme ve sahip olduğum konumuma saygı duyan ve bana bu polemiklere girmememi söyleyenlere sabrın da bir sınırı vardır; benim elbisem ve konumum bu milletten daha şerefli değildir diyorum. Herkesten polemiklere son vermesini istiyorum. Çirkin ve aşağılayıcı ifadeleri görmezden gelsinler ve makul ölçülere çeksinler; zira hepimizin yazgısı ortaktır.

KİMSENİN DİRENİŞ'E HAKARETİNE İZİN VERMEM

Millete ve Direniş’e hakaret karşısında sessiz kalmıyorum. Birkaç gün önce içerideki büyük liderlerden biri dedi ki “bu sözleri söylemeyin, kimsenin Lübnan halkı Direniş’i düşünmüyor demesine izin vermeyiz” dedi. Bu hakareti kabul etmeye kim razı olur, hiç kimse. Ben onların taraftarlarının oyu milliyetçi olsa buna saygı duyacağım; ama kimsenin millete ve Direniş’e hakaret etmesine izin vermem. Hakaret edilmişse de özür dilenmelidir.

Biz kitle partisi değiliz, özel bir grup değiliz, benim babam ağa değildi, büyükbabam da ağa değildi. Bizden hiç kimse ağa değildi. Siyasi polemik peşinde değiliz. Bu sorunun çözümü için her türlü kanaldan getirilecek diyalog önerisine açığım. Hükümet oluşturabilecek kişiler arasındayız; ama onurumuz ve değerimiz var. Onur bizim için her şeyden üstündür. Kimsenin onurumuzu ve değerimizi sorgulamasına izin vermeyiz. Onurumuz için yıkılan evlerimizin onurumuzun heder edilerek yapılmasına izin vermeyiz. Midelerimizin onurumuz bahanesiyle dolmasına izin vermeyiz. Bu bizim kaderimizdir. Bu çerçevede herkesten doğru bir şekilde ıslah edici olmasını, yanlış planlamalar içerisine girmemesini istiyorum.

Bir kez daha şehitlere selam gönderiyorum.

Size vaat ediyorum 2002 yılında Bint Cubeyl’deki buluşmamızda söylediğim gibi diyorum ki Lübnan halkı, Filistin halkı, Arap ve Müslüman halkları, 2000 yılından bu yana zaferler başlamış, yenilgiler sona ermiştir, yenilginin yaşanması artık imkansızdır.

Çeviri: Rota Haber

(Haksöz-Haber - Pazar, Ekim 01, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

İsrailli Bakan: “Nasrallah'ı Öldürün!”

  

Siyonist İsrail Bayındırlık Bakanı Binyamin Ben Eliezer, İsrail'in, Hizbullah Lideri Şeyh Hasan Nasrallah'ı, bir fırsat çıkar çıkmaz, öldürmesi gerektiğini söyledi.

Ben Eliezer, İsrail Ordu Radyosu’na yaptığı açıklamada, "Nasrallah'ın hayatı bitti artık" derken, Nasrallah'ın herkes için tehlike arz ettiğini; Hizbullah liderinin Araplar için de Yahudiler için de Hristiyanlar için de kötü bir insan olduğunu söyledi.

İsrail'in onu sağ bırakmaması gerektiğini ifade eden Ben Eliezer, bunun için doğru anın beklenmesi gerektiğini belirtti. Eliezer, "Evet, O'nu (Nasrallah) ortadan kaldırmalıyız. Ama binlerce kişinin zarar görmemesini de garanti altına almalıyız" diye konuştu.

İsrail ordusunun Lübnan'dan çekilmesiyle ilgili bir soruyu yanıtlayan Ben Eliezer, ordunun, mümkün olduğu kadar kısa süre içinde çekilme sürecini tamamlayacağını ifade etti; ancak bir taraftan da bir kaç ay içinde yeni bir savaş çıkma olasılığına ilişkin endişelerini dile getirdi. İsrail Bayındırlık Bakanı, Lübnan ordusunun ve uluslararası gücün Lübnan'da konuşlanmasıyla İsrail'in güven altında olacağına güvenmenin, "yanılgı" olduğunu belirterek, “İsrail vatandaşlarının güvenlik garantisi İsrail ordusudur" dedi.

Ben Eliezer, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın İsrail'le görüşmelerin yeniden başlamasına yönelik çağrılarınınsa kendisini etkilemediğini ifade etti.

Bu arada İsrail toplumu içinde ise Nasrallah’ın sözlerine İsrailli yetkililerin sözlerinden daha fazla güven duyulduğu bildirilirken, Arap ve İslam dünyasında ise Nasrullah’a olan ilgi giderek artıyor. ABD ve Batı yanlısı Arap rejimlerinin liderleri ise halklarının Nasrullah’a olan ilgiden dolayı derin bir kaygı taşıyorlar.

(Haksöz-Haber - Pzartesi, Ekim 02, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

ibrahim Karagül: Ve bir söz de İslamcılara!..

  
Büyük Ortadoğu Projesi her alanda dökülüyor. Askeri projeler başarısız oldu. Demokrasi paketleri ve model ülke arayışları başarısız oldu. Silahsızlandırma çalışmaları ters tepki verdi. Devletler zayıflatıldı ama ABD'nin karşısına çok daha zor düşmanlar çıktı, çıkıyor. Büyük Ortadoğu coğrafyasında ABD'nin hiçbir kredisi kalmadı. Bu krediye dayanan iktidarlar, geniş kitlelerin tarafından yalnız bırakılıyor.

Irak'ta başarısız oldular. Ülke bölünse ve iç savaş yaşansa da, ekonomik, siyasi ve askeri açıdan bir ABD başarısı görmek neredeyse imkansız. Başarısızlık artık resmi ifadelerle teyid ediliyor. Direnişi kıramadılar. Dahası giderek güç kazanmasının önüne geçemediler. Son olarak Kadiri tarikatı toptan direnişe katılma kararı aldı. Dünya genelinde sufileri yanına çekmek için “Sufi Müslüman Konseyi” kurdular, neoconlarla bazı tarikatler arasında güçlü ilişkiler tesis etmeye çalıştılar, Türkiye'de de iyi bilinen bazı isimler üzerinden bu projeyi İslam dünyasına pazarladılar. Ama başarısız oldular.

Lübnan'da da başarısız oldu ABD. Yoğun saldırılara, suikastlere, entrikalara, bombalı saldırılara ve “renkli devrim” panayırlarına kadar denenmedik yol kalmadı. Sonuç bir hiç.

İran ve Suriye'ye yönelik baskı ve tecrit süreci başarısız oldu. Dahası, İran krizi dünyayı iki ayrı kampa ayırdı. Krizden şu ana kadar Tahran yararlandı. Daha güçlendi, etkinlik alanını genişletti, ABD'yi karşı kartlarını güçlendirdi, ABD karşısında küresel blok oluşturmayı başardı.

Bu yazının konusu olan Afganistan, yepyeni bir başarısızlık anıtı olarak öne çıkıyor şimdi. 11 Eylül'den hemen sonra saldırıya uğrayan, Taliban ve El Kaide nedeniyle dünyanın alkışları ve kitlesel kıyımlar arasında işgal edilen, “terörle mücadele”nin en güçlü kalesi haline getirilen, gizli işkence merkezlerinin ilk modellerine ev sahipliği yapan, masum insanların kanı üzerinden bir demokrasi abidesi olarak dünyaya sunulan Afganistan'da her şey ABD ve müttefiklerinin aleyhine gelişiyor.

Irak'ta ABD kaybediyor, Afganistan'da NATO ve Avrupa ülkeleri. Son aylarda tırmanan direniş, hem ABD'yi korkutuyor hem de NATO'yu çok ciddi bir başarısızlık sınavına tâbi tutuyor. ABD ve NATO'nun işgali altındaki ülkenin başkentinde kurulan ve diğer hedef ülkelere model olarak gösterilen kukla yönetimin, ABD ve NATO'nun askeri desteğine rağmen Kabil dışında hiçbir etkinliği yoktu. Askeri karargahların dışında Afganistan'ı kontrol edemiyorlardı. Şimdi ise, ABD, Hamid Karzai yönetimi ve NATO güçlerine karşı çok şiddetli bir mücadele başladı. Sovyetler'e karşı verilen direnişin bir benzeri. Ama bu sefer, geleneksel Afgan taktiklerinin yanında Irak'taki gerilla savaşının örneklerini de görüyoruz. Her ne kadar kabul edilmese de öngörülemeyen bir direniş dalgası bu.

NATO Operasyonlar Komutanı James Jones, ittifakın bir sürprizle karşı karşıya olduğunu söylerken Afganistan'daki İngiliz komutanlar ise, direnişin yoğunluk ve şiddet bakımından Irak'tan daha şiddetli olduğunu söylüyor.

Afganistan; 100 bin Sovyet askerine ve onun kontrolündeki Afgan ordusuna, Sovyet komandolarına karşı verdiği mücadeleyi şimdi ABD ve müttefiklerine karşı başlatıyor. Ülkedeki 20 bin ABD askeri, hemen bir o kadar NATO askeri, 42 bin Afganistan askeri, direniş karşısında çaresiz. Sadece ağır silahlar ve hava saldırılarıyla ölçüsüz saldırılar düzenliyor, çok sayıda sivilin ölümüne neden oluyorlar. Ama giderek yayılan direniş karşısında daha fazla asker istemekte başka yapacak hiçbir şeyleri yok. Nitekim bu çağrıya, Türkiye, Fransa, Almanya ve İtalya olumsuz cevap verdi. Olumsuz bakışın nedeni asker sıkıntısı değil, Afganistan'da bambaşka bir gerçeğin ortaya çıkması ve hiçbir ülkenin bu gerçekle yüzleşmek istememesi.

Pakistan Taliban'la anlaşma yapmak zorunda kaldı. Afganistan'da Pakistan istihbaratının etkisi yeniden yayılıyor. Devlet Başkanı Perviz Müşerref'in son ABD ziyareti, Pakistan liderinin siyasi geleceğinin o kadar da güvende olmadığını, ABD-Pakistan ilişkilerinin o kadar da yolunda gitmediğini, kayıtsız şartsız teslimiyetin Pakistan içinde ciddi sıkıntılara neden olduğunu, ülkenin siyasi bütünlüğünün tehdit altında olduğunu ayyuka çıkardı.

ABD Temsilciler Meclisi çoğunluk lideri Bill Frist, Afganistan ziyareti sonrası özetli şunu söyledi: “Gerillalar askeri olarak kesinlikle yenilgiye uğratılamaz. Bu nedenle bir an önce kendilerini Taliban olarak tanımlayan insanları iktidara getirmek gerekiyor.”

Büyük Ortadoğu Projesi yepyeni bir aşamaya girdi. Artık yerel direnişin gücünü göreceğiz. ABD ve proje ortakları bundan sonra her cephede son derece sert bir direnişle yüzleşecek.

Ve bir söz de İslamcılara!..

Afganistan'da ABD değil de Rusya ya da Çin olsaydı böyle susar mıydınız! Taliban dediniz, El Kaide dediniz. Bir ülke işgalini içinize sindirdiniz. Hâlâ susuyorsunuz. Bugünkü direniş Rusya ya da başka bir ülkeye karşı olsaydı ayağa kalkmayacak mıydınız? Peki şimdi neden susuyorsunuz! Zihinlerimizi yoklayalım. Aslında neye inandığımıza ibretle bakalım!...

Yeni Şafak Gazetesi

(Haksöz-Haber - Çarşamba, Ekim 04, 2006)

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Abbas'ın bulduğu 'çözüm' Filistin'e yaramayacak

Abdulbari Atwan / İktibas Makaleler
Açık Eki 09, 2006 - 05:21 AM



İsrail ve ABD yüzünden maaşların ödenemediği Filistin'de, Abbas'ın El Fetih yandaşlarını Hamas'a karşı kışkırtmasının nedeni seçime gitmek. Fakat, sonuçları yine tanınmayacak bir seçim yapmanın anlamı yok

Filistin topraklarının şu günlerde yaşadığı işgal masum insanların canını ayrım yapmaksızın alıyor ve yaşanan kanlı çatışmalar utanç verici. Bu çatışmaların 'delilik'le nitelenmesi hafif kalıyor. Çünkü, bu derece uzun bir direniş deneyimine sahip ve yıllardır şehit veren bir halkın birkaç saat içinde aklın zirvesinden cinnetin zirvesine inmesi mümkün değil.
Aslında, bu boş çatışma adı 'yönetim' olan ve uğruna bir damla kanın bile akıtılmasını hak etmeyen 'leş'in kazanması için yapılıyor. Filistinliler, 'özerk yönetim' adlı büyük bir yalanla yaşıyor ve kendilerine ait bakanlıklar, parlamento ve kurumlar
olduğuna inanıyor. Halbuki gerçek tümüyle farklı. Zira işgal altındaki topraklarının 'kurtarılan' parçaları, yani şu an çatışmaların yaşandığı Gazze, anahtarlarını İsrail iç güvenlik teşkilatı Şinbet'in elinde tuttuğu büyük bir cezaevi.
İşgal topraklarında yaşananların İsraillilerin titizlikle hazırladığı, benzeri görülmemiş bir iç savaşın başlangıcı olduğunu itiraf edelim. Sonunda, maaş sıkıntısını kullanarak Filistinlileri ağa düşürmeyi başardılar. Bu büyük kuyuya düşmenin sorumlusunu belirlemek de şu an önemli değil.
Asıl önemlisi, en az hasarla ve en erken zamanda bu kuyudan çıkmak. Bunun sorumlusu herkes. Gecikme sebebini bilmelerine rağmen maaşlarını istemek için Filistin güvenlik güçlerine karşı silahlarıyla gösteri yapanlar, Gazze, Nablus ve Ramallah'ta akan her damla kanın sorumlusu. Sonuçları önceden bilindiği halde Hamas milislerine karşı koymaları için sokağa dökülme emri verenler de aynı sorumluluğu taşıyor ve onlar da yargılanmalı.
Abbas iç savaşa sadece Filistin halkını değil, 40 yılı aşkın süredir
ulusal değişmezlerden vazgeçmeyerek onurlu bir tarihe sahip olmuş
El Fetih'i de sokuyor.
Maaş krizinin ve halkın aç bırakılmasının sorumlusu Hamas hükümeti değil.
Fakat Abbas etrafındaki göstericileri Hamas'a karşı kışkırtıyor. Filistinli bir çocuk bile maaşların dağıtılmasını engelleyenlerin ABD ve İsrail olduğunu bilir. Hamas seçime katılmakla hata etti. Hamas'ın kabul etmediği anlaşmalar üzerine kurulu bir yönetimle, İsrail'i tanımayan ve tüm Filistin topraklarının kurtarılmasında ısrar eden silahlı direnişi buluşturma girişimi hataydı.

Abbas istifaya hazırlanıyor
Mahmud Abbas'a neler olduğunu, neden hükümeti devirme planına destek verdiğini, iç savaş kıvılcımını ateşleme kararını nasıl aldığını bilemiyoruz. Öte yandan, bu adamın sürgündeki bir grup danışmanından kendisi için bir istifa mektubu yazmalarını ve bu mektubu dünya televizyonlarında okumak istediğini, mektupta da şartların kötüleşmesinin ve bölgede barışın ölmesinin sorumluluğunu İsrail ve ABD'ye yükleyeceğini güvenilir kaynaklardan biliyoruz.
Abbas'la başbakan İsmail Haniye'nin bulabileceği tek çözüm Filistin yönetiminin feshedildiğini açıklamak. Filistin halkı görülmemiş bir kışkırtmayla karşı karşıya; tüm değişmezlerini ve haklarını kurban etmeleri, ABD ve Avrupa'dan yardım dilenen bir halka dönüşmeleri isteniyor. Bu yüzden de, seçimleri yenileme çağrısı umutsuz şartları derinleştirecek, açlık halini ABD-İsrail projesinin gerçekleştirilmesi adına kullanacaktır. Sonuçlarına saygı gösterilmeyen, oy verenlerin aç bırakıldığı, ablukaya alındığı ve ölümle cezalandırıldığı seçimlerin ne faydası var ki! (Londra'da yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 4 Ekim 2006)



Radikal Gazetesi

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 

<< Önceki Sayfa 23 Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats