HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: KELİME DÜNYAMIZ VE GÜNLÜK HAYAT Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

    DÜCANE CÜNDİOĞLU YAZILARI :  

Bir serçenin kanatları altınla kaplanırsa...

Paris'te bir Türk ailesinin evine davet edilmiştim. Yemek sırasında, babası, içeride annesine yardım eden 11-12 yaşlarındaki küçük kızını işaret ederek, biraz da gururla, “Amcası” dedi, “Kızım çok başarılı. Okulunun birincisi. Bütün derslerinden 10 alıyor. Fransızlar bile hayran kendisine!”

Ben hiç düşünmeden, “Eyvah!” dedim; “çocuğunuzun ne sorunu var?”

Masadakilerin tuhaf tuhaf baktıklarını görünce de ilâve ettim:

- “Bu yaşta bu denli başarılı olmaya ihtiyaç duyduğuna göre, muhakkak bu çocuğun kendisini başa çıkmak zorunda hissettiği ciddi bir sorunu olmalı!”

Masadaki sessizlik uzun sürmedi, baba, “Ne sorunu olsun beyefendi? Hiçbir sorunu yok, gayet normal bir çocuk!” diye cevap verdi.

Huysuzluğum tutmuş olmalı ki “Mümkün değil!” diye mukabele ettim: “Değil bir çocuk, bir yetişkin bile, normal olduğu takdirde, yüksek başarıların peşinden koşmak ihtiyacı hissetmez. Mutlaka fark etmediğiniz bir sorunu olmalı.”

“Meselâ” dedim; “arkadaşlarıyla arası nasıl? Çok arkadaşı var mı? Oyun oynamayı seviyor mu?”

Baba önce nasıl cevap vereceğini bilemedi, sonra “Var tabii ki” deyû bir şeyler söylemeye çalışırken, eskiden beri ailenin yakını olan doktor arkadaşım, “Hay Allah, nasıl da farketmemişim. Dücane Bey haklı. Gerçekten de '...'nın doğru dürüst arkadaşı yok. Pek oyun oynamayı da sevmez. Ben ne zaman çocukları lunaparka götürmek istesem, o gelmek istemez, odasına kapanır, televizyon seyretmeyi tercih ederdi” diye açıklamalar yapmaya başladı.

Hikâyenin devamı o kadar önemli değil. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki beni şaşırtacak farklı bir neticeyle karşılaşmadım.

Eskiden beri, göz alıcı başarıların öykülerini hep kuşkuyla karşılarım. Ne zaman başarıyla övünen biriyle karşılaşsam, “Acaba bu zavallının ne sorunu var ki bu denli başarılı olmaya ihtiyaç duymuş?” diye düşünürüm.

Başarının türü önemli değildir. Bedeli zor ödenmiş her başarı, her yükseliş, gerçekte bir kaçıştır. Kimsenin kuşkusu olmasın ki başarıların yegâne yararı, geride/içte saklı bir şeyleri örtmeye matuftur.

Başarmak kolay değildir! Başarı kazanmak zordur! Her başarının bir maliyeti vardır!

Bu cafcaflı açıklamaları duyunca sormak gerekmez mi: İnsan niçin bu maliyeti öder? Zorluklara katlanmayı gerekli kılan nedir? Kişi niçin durup dururken zorluklarla uğraşmak ister?

Cevap acaba şu mu: Başarılı olmak istiyorsan, bedelini ödemelisin!

Başarılı olmak için ne yapmak, hangi sıkıntılara katlanmak gerektiğini konuşuyor olsaydık, hiç değilse “kolay başarılar”dan söz etseydik, belki bu cevabın bir mânâsı olurdu. Oysa bizim cevabını merak ettiğimiz sorular şunlardı:

- “İnsan niçin başarılı olmaya ihtiyaç duyar?”

- “Başarı arzusunu ortaya çıkaran eksiklik duygusu acep ne ola ki?”

Başarıya ihtiyaç duymuş olan birinin, arzusuna ulaşmak için gerekli maliyeti ödemeye yanaşıp yanaşmaması farklı bir şey, bu maliyeti göze alabileceği başarılara talip olmak zorunda kalması ise başka bir şey!

Başarı, basitçe eksikliğin giderilmesi değil, eksik olanın ihtiyaç fazlası olacak kadar biriktirilmesidir. Bu bakımdan yeterince eksiklenmeyen insan yüksek başarılara ihtiyaç duymaz! (Tırmanmanın istikameti doğal olarak aşağıdan yukarıyadır. Aşağıda olmayan, niçin yukarıya tırmansın?)

Azim, irade, gayret, çaba, vb. faaliyetleri küçümsediğimi sanan akl-ı evveller, bu sözcüklerin yerini, hem de bir çırpıda “hırs, ihtiras, tamâ” gibi sözcüklerin alabileceğini de hesaba katmalıdırlar.

Bu yer değiştirme, eylemin türüyle değil, amacıyla ilgili olup kabaca “çok çalışma” olarak tanımlanabilir. Siyasî hırslar, sanatsal ihtiraslar, ticarî tamahkârlıklar, kolaylıkla azim ve gayret'le ilişkilendirilebilir.

“Başardım, başarılıyım” gibi boş lâfları bırak da söyle bakalım mutlu musun?

Ben başarılı ama mutsuz çok insan gördüm; keza bir o kadar da başarısız ama mutlu insan... Başarı insanı memnun eder, nefsine haz verir ama eğer aptal değilse aslâ mutlu olmasını sağlamaz!

Yanlış anlaşılmamak ümidiyle, yeri gelmişken Sezen Aksu'yu misâl olarak verebilirim. Kendisi zekî, başarılı ve iyi kötü hâlinden memnun bir sanatçı. Fakat göründüğü kadarıyla mutlu değil. Olsaydı, olabilseydi, başkaları nezdinde başarılı olmaz, aslâ bu denli başarılı olmaya ihtiyaç duymazdı.

İyi ama kişi hem başarılı, hem mutlu olamaz mı?

Olamaz, çünkü bir serçenin kanatları altınla kaplanırsa, o serçe artık semâlarda yükselemez!

Unutmayınız, başarı altın gibidir. Çökertir. Mutluluksa her halûkarda toprağa ihtiyaç duyar; bir vasata yani.




__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

      Baş olmayı bırak, adam olmaya bak!

Bir zamanlar 'muvaffakiyet' diye bir sözcük kullanılırdı Türkçemizde. Nedense, şimdilerde pek iltifat görmüyor; zira eskimiş sayılıyor. Onun yerine 'başarı' veya �başarılı olmak� ifadeleri daha revaçta. Her fırsatta karşımıza çıkan 'başarı' sözcüğünün kısa bir zaman diliminde 'muvaffakiyet'in veya �muvaffak olmak� tabirinin yerini alması aslâ bir tesadüf değil.

Zihinde değişmeler olunca, çaresiz dilde de değişmeler oluyor. Dünyaya, olaylara bakışımız, ister istemez kullandığımız 'simge'leri de dönüştürüyor; öyle ki, ya eldekilerin içini boşaltıp onları yeni anlamlarla dolduruyor, ya da çok daha kullanışlı, elverişli yepyeni 'simge'ler üretiyor.

Niçin 'muvaffakiyet' sözcüğünü ihmâl edip, yerine 'başarı' sözcüğünü ikame ettik dersiniz?

Sırf eskimiş olduğu için veya telâffuzu güç olduğundan mı?

Hayır! Bilâkis bu sözcük, kökü/kökeni itibariyle zihnimizle/zihniyetimizle uyuşmadığı için onu bir köşeye fırlattık. Eskiyen, gerçekte sözcüğün kendisi değil, ait olduğu dünya idi; 'muvaffakiyet'in o dünyada işgal ettiği mevkî idi.

Dilerseniz, şu eski dostun, 'muvaffakiyet'in anlam dairesine biraz yaklaşalım; yakınında başka hangi tanışlar varmış, göz ucuyla bir seyredelim.

Kökü: 'vefk'. Hemen yanına 'vifak'ı da ekleyelim, lâzım olacak çünkü.

Önce eski bir âşina: 'tevafuk-muvafık'... Bir şeyin bir şeye muvafık olması (tevafuk), gerçekte onların birbirleriyle münasib/mütenasib olması demekti; iki şey birbirine denk gelirse, tesadüf ederse, birbirleriyle uyum içerisinde olursa, sonucun 'muvafık' olduğu söylenirdi. ('Muvafakat'ı hatırlatmaya gerek var mı?)

Bir diğeri: 'ittifak'... Bu sözcük de aynı kökten gelir; �anlaşma, uyuşma�, hatta 'rastlantı' demektir; 'müttefik' de pek tabii ki �ittifak eden�...

Eh, bir de 'tevfik' (�başarıya ermek� değil, �başarıya erdirmek�) tabiri vardı ki o dünyanın insanları, ellerindeki bütün gayret ve çabayı gösterdikten sonra, inançlarının gereği �tevfik Allah'tandır!� demeyi bir âdet ve itiyad hâline getirmişlerdi. Çünkü 'tevfik' ve 'teveffuk', kişinin kendi elinde değildi; gayret ve çaba tek başına yetmezdi; aksine bu bir nasip işiydi. Talibin nasibi varsa, yani taleb ettiği ile kendi arasında bir nisbet mevcutsa, vücuda gelirse, ancak o zaman, istediğinin olacağına, maksadına ulaşabileceğine inanırdı. Gayret, bu nisbeti meydana getiremezdi. Nisbeti olmadığı hâlde gayret edene �kifayetsiz muhteris� denirdi.

O insanlar nasiblerinin ne olduğunu, kendilerine münasib ve muvafık olanı gerçek anlamıyla bilemeyeceklerini bilirler, öyle inanırlardı. İyi bildikleri kötü, kötü bildikleri iyi çıkabilirdi. Tüm nisbetleri bilmek imkânsızdı. Bütünüyle nisbeti bilmek, her şeyi bilmekti.

Eskiler, bir şeyi isterler ve gayret edip, istedikleri şey ile aralarındaki nisbetin gerçekleşmesini umarlardı sadece. Onca gayretlerine rağmen, olmazsa, gerçekleşmezse, 'nasip değilmiş!� derler ve kendilerini üzmezlerdi. Her işin bir sahibi vardı. Tevfik O'ndandı. Başarıya erdirmek O'nun elindeydi. Dilerse olurdu, dilemezse olmazdı. Nisbetlerin Rabbi, her şeye bir nisbet (isim) vermiş, kullarını bu nisbete riayet etmekle, o nisbete muvafık hareket etmekle mükellef kılmıştı. Kısacası, nisbetlerin (âlemlerin) Rabbi, her ismini, bir nisbet hâlinde kullarına birer �rabb-i has� (ayn-ı sabite) olmak üzere tayin etmiş; diğer nisbetleriyse, gayretleri nisbetinde lütuf ve ihsan edeceğini bildirmişti.

'Muvaffakiyet' demek, işte bu yüzden münasib olanın, yani nisbetin, tenasübün, münasebetin gerçekleşmesi (başarıya erdirilmek) demekti.

Peki ya başarı?

'Başarı' sözcüğünün geçmişi uzun değil, kadîm dünyayı terkedişimizle yaşıt. Köküyse 'başarmak'tan, yani �baş'a erme�ye, �baş'a varma�ya, �baş olma�ya dayanıyor. Kısacası, 'başarı' demek, �baş'a çıkmak�, �baş'a tırmanmak� demek.

Ey talib! Başarılı olma isteğinden ötürü seni kınadığımı düşünüp sukût-ı hayâle uğradığını yazıyorsun. �Baş(arılı) olmaya değmez� dediğim için üzülmüşsün.

Niçin? Ermediğin bir 'baş'a, çevrendekileri erdirmeyi bir marifet zannettiğin için.

Ey talib! Marifetin anahtarını, kaybettiğin yerde aramıyorsun; zira kendini aramıyorsun! Aradığın, sadece 'başarı'nın, 'baş'a ermenin, 'baş'a çıkmanın, 'baş' olmanın anahtarı.

Peşinden koştuğun dünyanın senden yüzçevirmesinden yakınıyorsun. Peki ya yüzünü sana çevirirse, söyle bakalım, hâlin nice olur sanıyorsun?

Sen baş olmayı bırak, benim yaptığımı yap, önce adam olmaya çalış!




__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

         İşiniz iyi maşaallah, peki içiniz?

“Zihnimiz, zihniyetimiz değişince, ister istemez dilimiz de değişiyor” demiş; bu nedenle de dünkü yazımızda 'muvaffakiyet' ile 'başarı' sözcükleri arasında bir karşılaştırma yapmıştık.

Muvaffakiyet “başarıya erdirilmiş olmak” demek, 'başarı' ise, “baş olmak, başa ermek, başa varmak” demek. Bir kişinin muvaffak olduğunu söylediğimizde, onun başarıya erdiğini değil, aksine başarıya erdirildiğini, başarılı kılındığını söylemiş oluruz; başarılı olduğunu söylediğimizdeyse, tam aksini.

Eskiden kitapların önsözleri, meâlen “Gayret ve çaba bizden, tevfik Allah'tan!” cümlesiyle sona ererdi. Yani müellif demek isterdi ki: “Ben doğruya ulaşmak için elimden geleni yaptım, ama beni bu konuda başarıya ulaştıracak, başarılı kılacak olan O'dur; başarıya ermek benim elimde değil; erdirecek olan O'dur!”

Sanırım burası açık.

Açık olmayan şurası: Mutluluk, nasıl oluyor da başarıya tercih edilebilecek bir mahiyet taşıyor?

Nedir şu mutluluk, ki kendisine yöneldiğimiz takdirde, siz, başarıyı, başarılı olmayı önemsemeyebileceğimizi söylüyorsunuz?

Şöyle düşünelim:

Derslerinde iyi notlar alan veya işinde çalışkanlığıyla, yeteneğiyle yukarılara tırmanmış olan ve fakat arkadaşları arasında şımarık, acımasız, kibirli davranışlarıyla sevilmeyen birini pekâlâ dışarıda 'başarılı' sayabiliriz. Çünkü yaptığı işlerde o işlerin tepesine (başa) çıkmayı başarmıştır. Çıkabileceğinin alâmetleri belirmiştir en azından.

Peki içeride? Sanırım, keyfi ne kadar yerinde olursa olsun, böyle birinin aynı 'kötü' davranışları tekrarladığı sürece, 'mutlu' olamayacağı tahmininde bulunabiliriz.

Acaba arkadaşlarını (çevresini) kaybedeceği için mi?

Hayır! Hilim, merhamet, tevazu gibi insana özgü 'iyi' vasıfları baştan kaybettiği/kaybedeceği için. Dahası, bu yoksunluk, o kişiyi, sadece arkadaşlarıyla değil, ailesiyle, eşiyle, çocuklarıyla olan münasebetlerinde de 'başarısız' kılacağı için.

“İyi bir çocuk” olmak ile “başarılı bir çocuk” olmak arasındaki farkı da düşününüz isterseniz.

Sizce, hangisi mutluluğun hüznüne lâyıktır, başarılı olan mı, iyi olan mı?

Başarının size vereceği mükâfat en nihayet hazdır; iyiliğin mükâfatı ise, mutluluğun hüznü.

Başarınızın keyfini çıkarabilir ve fakat aynı zamanda mutsuzluktan neredeyse nefes alamayacak raddeye gelebilirsiniz.

Önemsemeniz gereken, gerçekte iyi olmak, iyiye uygun davranmaktır. Eğer muhakkak bir başarıdan söz edeceksek, bu başarı, her şeyden evvel iyi olmayı başarmaktır. İyi olamazsak, iyi olmayı başaramazsak, hiç kuşkusuz ki mutlu da olamayız. Hüzün bizden uzak olsun o zaman!

İyi olmak, erdemli olmakla mümkün. Erdemli olmaksa, itidal sahibi olmakla, ortayı bulmakla. Demek ki önce itidali arayacak, itidali buldukça erdeme yaklaşacak, hatta erdemli olacak; erdemli oldukça iyiliğe ulaşacak, iyi olmayı başarınca da mutluluğun hüznüne erişeceğiz.

Misâllerimin ve analizin seviyesini düşürdüğüm için mazur görülmeyi bekleyerek soruyorum:

— Başarı, bir itidalin ifadesi midir?

Küçük yaşlardan itibaren başarılı olmak zorunda bıraktıkları (aptalcasına yarışa soktukları) çocuklarının mizac ve karakter olarak itidallerini kaybetmelerine neden olan anne ve babalar, sonuç itibariyle, çocuklarını nasıl bir keşmekeşin içine atmış oluyorlar acaba?

İp atlamak veya seksek oynamak yerine odasına kapanıp gece gündüz demeden çalışan ve sonunda da matematik dersinden 10 alan bir kız çocuğu, belki okul ve iş hayatında başarılı olabilir; peki ya özel hayatında, iç dünyasında?

Sivilceleriyle (!) başa çıkamayan bir delikanlı, okul birincisi gelip başa erse, başarılı olsa n'olur, olmasa n'olur? Anne babanın vazifesi, çocuğa sadece dersleriyle (dışıyla) değil, sivilceleriyle (içiyle) de başa çıkmanın yollarını öğretmek; çocuklarının işleri kadar, onların içlerini de önemsemektir.

Ey talib! İnan ki hayat, böylesi başarıları küçümseyecek kadar uzun, hayatın cilveleriyse insanın başarılarına kanmayacak denli acımasız. Bu nedenle, özel hayatlarında mutsuz olan yetişkinlerin, iş hayatlarındaki başarılarıyla gözlerinin kamaşması bir hata; bu kamaşmayı güya “kutsal bir dâvâ” adına katmerleştirmen ise çok daha büyük bir hata.

En iyisi, “Nasib ya HU!” de, yola revan ol! Başarının canı cehenneme, sen asıl seni mutlu edecek hüznü ara!




__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

                Sen hiç istemedin ki dostum!

“Çok istiyorum ama olmuyor” dedi delikanlı. “Ne yapsam olmuyor. İnanınız, elimden geleni yaptığım hâlde olmuyor.”

“Sen istemek nedir hiç bilmiyorsun ki!” diye cevap verdi yaşlı adam, hafifçe sesini kısarak. “Gerçekten isteseydin olurdu. Evet, hiç boşuna yorma kendini! İsteseydin, eğer gerçekten isteseydin, olmak istediğin, olmasını istediğin olurdu. Olmadığına göre sen henüz istememişsin demektir.”

“İstemek, birşeyin olmasını istemek, gerçekten istemek nedir o hâlde?” diye saf saf sordu genç.

VE suâlinin cevabı hemen geldi:

— “İstemek, olmayı istediğin, olmasını istediğin şey için ölmeyi göze almak, ölecek kadar istemek, hatta olmak için, olması için ölmek demek.”

İstemek, birşeyin olmasını istemek, onu dilemek, onu arzulamak: tutkuyla, hırsla, ihtirasla onun olması için yanıp tutuşmak demek.

Ah ne zordur istemek? İstek sahibi olmak... tutku sahibi olmak... tutmak için tutuşmak... tutmak uğruna tutuşmak... tutuşmak pahasına tutmak.... tutarken ve sırf tuttuğu için tutuşmak... yanmak yani... olmak için ölmek... ölmedikçe olmayacağına, olunamayacağına inanmak...

İstemek... birşeyin olmasını istemek... olmayı istemek...

Yani?

İstemek 'bedel ödemek' demek. Bedelini hesap etmeksizin istemek demek. Bedeli ne olursa olsun istemek demek. İsteğin şiddeti arttıkça ödenecek bedelin miktarının da artacağını bilmek demek. Bedeli büyük olduğu için olması istenenden kaçmak değil, bedeli büyük olduğu için olması istenene koşmak demek. O hâlde istemek demek, herşeyden evvel bedeli büyük olanın olmasını istemek demek. İstemek bedeli seve seve ödemek, bedeli göze alınan şeyin olmasını istemek demek.

Gönül cenneti istiyor imiş ammâ günahlar bırakmıyormuş.

Söylesene sevgili dostum, günahlar da kim oluyormuş? Gönlümüze ket vuracak, gönlümüzün isteklerini, istediklerini engelleyecek günah mı varmış bu dünyada?

Gönül bir kere istese, gönlün kendisi cennet olmaz mı? Bir kere, evet bir kere gönül cenneti istese dağlar tepeler düzlük, denizler yol olmaz mı insana?

Günah adam gibi istememenin, isteyememenin adı değil mi zâten? Günah istemesini bilmeyenlerin, istemek nedir bilmeyenlerin içine yuvarlandığı çukur değil mi?

Evet günah: olmayanlara, olmayı adam gibi istemeyenlere verilmiş bir ceza. Günah bir sebep değil, bilakis günah tamıtamına bir âkibet, bir sonuç, hem de istemeyi bilmemekten hâsıl olan bir sonuç. Günah, istemeyenlerin, istemesini bilmeyenlerin, istemek nedir bilmeyenlerin ağına düştükleri avcı... tutkusunu kaybetmişlerin kucağında uyumayı tercih ettikleri yosma... ölmeyi göze alamayanlara kurulan darağacı... çeşm-i siyahın ta kendisi günah. Ağlayan değil ağlatan, sızlayan değil sızlatan. Günah tutkusuzlara özgü bir ceza... tutmaktan vazgeçenlere... —ağzım kurusun— tutmaktan değil, tutulmaktan korkanlara musallat olan belâ. Evet, isteyenlerin değil, istemekten çekinenlerin belâsı hem de.

— “İsteseydin, eğer gerçekten isteseydin, olmak istediğin, olmasını istediğin olurdu. Olmadığına göre sen henüz istememişsin demektir.”

İsteseydin eğer, isteğinin şiddetinden, istemenin muhabbetinden yer yarılır, gök parçalanır, ma'dum mevcud'a, adem vücûd'a inkilâb ederdi. İsteseydin eğer, günahların yok olurdu. Bir kere isteseydin, evet bir kere gerçekten isteseydin olan olurdu; olacak olan olurdu. İsteseydin olmaz bile olurdu...

Sen hiç istemedin ki dostum! İstemek nedir bilmedin ki! Hiç tutulmadın sen! Tutkuların için ölmedin ki! İsteseydin ölürdün, ölseydin olurdun! Sen hiç olmadın ki! Evet, olmadın, çünkü sen hiç ölmedin! Ölecek kadar istemedin, ölümün pahasına istemedin, ölümüne istemedin! İsteseydin ölürdün. Ölseydin olurdun. Ne öldün ne oldun. Çünkü sen istemedin. İsteğini, istediğini aslında dile bile getirmedin. Öyle ya, bir kere dile getirseydin, olurdun. Bir kez adam gibi aklından geçirseydin hemen orada olmuş ve ölmüş idin.

Sen hiç istemedin ki dostum! İstemesini bilmedin. İstemek nedir bilmedin. Çünkü sen ol deyince olduranı hiç tanımadın.

Not: Bu yazı, 6 yaşındadır.



__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

                Yoklukta niçin var olur insan?

Muhabbet yoksuluyuz, yani muhabbete muhtacız, burası kesin. Yoksuluz, çünkü muhabbetten yoksunuz.

Bir şeyin yoksulu (fakir), o şeye ihtiyaç duyandır. Kim neye ihtiyaç (fakr) duyuyorsa, onun yoksuludur; yoksun olduğununun yoksuludur.

Peki bu, muhabbetten bütünüyle bir yoksunluk, tam anlamıyla bir muhabbet yoksulluğu mudur?

Hayır! Elbette muhabbetin de türleri var; yoksunu ve yoksulu olmadığımız muhabbet türleri...

İmdi, maksadımızı açık kılmak amacıyla biraz derinlere doğru kazalım:

İnsanoğlunun davranışlarına yön veren üç ilke var: 1) haz ilkesi, 2) fayda ilkesi, 3) iyi ilkesi. İnsan en az üç amacı gözeterek bir şeyi eyler, eylemeyi ister; yani bir şeyi ya vereceği hazzı elde etmek amacıyla yapar; ya yarar elde etmek amacıyla, ya da o şey iyi olduğu için...

Muhabbet (sevgi) duygusunu işte bu üç amaçla açıklamayı deneyebiliriz.

Muhabbeti, "bir şeyle birleşmek isteği" olarak tanımladığımız takdirde, insanın hazzı, faydayı, iyiyi veya üçünü de birden seviyor olmasını, muhabbetin dört biçimi olarak yorumlamış olmakla kalmayız, böylelikle eylemlerimizi yönlendiren daha üst bir ilkeye de atıf yapmak imkânını elde etmiş oluruz.

Bazıları hazzı, zevki, lezzeti sever; yaptıklarını sadece hazz elde etmek kasdıyla yapar.

Bazıları yararı, faydayı, menfaati sever; yaptıklarını sırf menfaat elde etmek kasdıyla yapar.

Bazılarıysa sadece iyiyi sever; haz ve menfaatten çok yapacakları işin iyi olmasını ister. Böyleleri bir şey iyi ise o şeyi yapmak isterler, hazz verdiği veya yarar sağladığı için değil.

Hiç kuşkusuz, bazıları da —azınlıkta kalsalar bile— üçünü birden sevecekler, üçünü de birden elde etmeyi isteyeceklerdir; yani hazz ve fayda veren şeyin aynı zamanda iyi olmasını da gözeteceklerdir.

Kim neye talipse, talep ettiği şeyin mahiyetini bilmeli. Çünkü tek başına hazza duyulan muhabbet, tez gelip tez gider. Buna mukabil menfaate yönelik muhabbet, geç gelip tez gider. İyiye düşkün kimsenin muhabbeti ise, özü gereği tez gelip geç gider.

Üçü de bir arada olursa, muhabbetin hâli nice olur?

Cevabı basit: Üçüne birden duyulan muhabbet, kimsenin kuşkusu olmasın ki geç gelip geç gidecektir.

Özetlersek, bazıları "tez gelip tez gidenlere" (haz), bazıları "geç gelip tez gidenlere" (menfaat), bazıları "tez gelip geç gidenlere" (iyi), bazıları da "geç gelip geç gidenlere" (haz+menfaat+iyi) talip olduklarından, muhabbetleri de ister istemez bu niteliklerle sınırlı olur.

Aralarında en kolay edilenin, "tez gelip tez giden" hazlar olduğu çok açık. Hazların yenilenmeye, tekrar tekrar talep edilmeye ihtiyacı vardır. Hazlar, bilhassa duyusal hazlar (lezzat-ı hissiye) süreklilik vasfından yoksundur. Hazza talip olan, hazzı seven kimselerin kolaylıkla "haz düşkünü" haline gelmelerinin temel nedeni de budur. Kolay elde edileni ve o oranda da kolay kaybedileni elde etmek isteyenin elde etmek istediğine muhabbeti uzun sürmeyecektir.

Hazzın elde edilmesi, haz düşkünü olanların kudret ve iktidarıyla bağıntılı olduğundan, hazza talip olan, kaçınılmaz olarak menfaate de talip olacak, haz muhabbeti, kendisini ister istemez bir süre sonra menfaat düşkünü hâline de getirecektir.

Peki ya iyi? Haz ve menfaat, insanı iyi karşısında pervasız hâle getirir; böyleleri iyiyi, güzeli (hayr u hasenat) önemsemezler; sürekli olanı değil, geçici olanı tercih etmekten kendilerini alamazlar.

Sözün özü, sayıp sıraladığımız muhabbet türlerinin tamamı da tez veya geç geliyor, tez veya geç gidiyor.

Ey talib, bana, "Muhabbetin kalıcı olanı, yani hiç gitmeyeni yok mu?" diye soruyorsun.

Ne diyebilirim ki? Sorunun cevabı, sonucu değiştirmeyecek.

Öyle ya, yoksa, yoksuluz. Burası kesin. Varsa, yine yoksuluz. Burası da kesin. Yani ilkinde yokun, ikincisinde varın yoksuluyuz. Demek ki biz her iki hâlde de hem yoksun, hem yoksuluz; hem de sadece muhabbetten değil, aşktan da yoksun ve yoksuluz.

Bu vesileyle ben de sana bir soru armağan edeyim: Yoksa yok, varsa var olabileceği bir hakikatin peşinde değilse, bu yokluk denizinde niçin var olmayı ister insan? (Dücane Cündioğlu- Yeni Şafak)



__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

                        Korkmaktan korkarsan eğer...

İştah ve şehvet... Her iki sözcük de hâlâ bugün Türkçe'de kullanılmakta. İkisinin de anlamı esasen aynı: 'şiddetli istek, arzu'...

Kullanımlarında küçük bir fark var: iştah (iştiha) umumiyetle 'midevî', şehvet ise 'cinsî' istek karşılığında kullanılıyor. Nitekim “iştahı açılmak” veya 'iştahsızlık' —kolaylıkla anlaşılacağı üzere— “yemek yeme”yle (midenin istekleriyle) ilgiliyken, “iştahın kabarması” tabiri, Türkçe'de daha genel bir mânâ taşır ve mala mülke düşkünlüğe de delâlet eder.

Şehvet her ne kadar yaygın olarak cinsel istek ve arzuları ifade ediyorsa da bu sözcük —tıpkı iştah gibi— farklı istek ve arzuları anlatmak için de kullanılır.

Gerek midevî, gerekse cinsî istek ve arzuların tamamının, canlılara özgü “kuvve-i şeheviyye”nin mahsulü olduğu nazar-ı itibara alınırsa, mezkur istek ve arzuları ifade etmek amacıyla niçin aynı kökten türeyen iştah-şehvet sözcüklerinin seçildiğini anlamak kolaylaşır sanırım. (İnsan nefsindeki üç temel yetiden biri olan kuvve-i şeheviye, kabaca, 'celb-i menfaat'i mümkün kılan, yani 'bir şeyin elde edilmesini sağlayan güç' olarak tanımlanabilir.)

Bir canlının nefsinin idamesi için iştahının, neslinin devamı içinse şehvetinin olması gerektiği kuşkusuzdur. Bu açıdan bakıldığı takdirde iştah da, şehvet de bedenîdir, yani maddîdir. Lâkin mecaz tarikiyle bedenî ve maddî olmayan (manevî, zihnî) nesnelere yönelik şiddetli arzu ve istekleri ifade etmek için de kullanılmıştır. (Nitekim yıllar önce yaşlı bir neyzen'in, kendisinden ders almak isteyen bir talebe hakkında, “Bu çocuğun şehveti eksik, imkânı yok, ney üfleyemez!” dediğini bizzat işitmiştim.)

“Lezzet ve Elem” bahsinde zikredildiği vechiyle lezzât-ı hissiye'ye (duyusal hazlara) verilen başlıca örnekler, yemek-içmekten ve cinsî münasebetten hasıl olan hazlardır. Kişiyi bu hazlara yönelten, dolayısıyla bu hazları ve bu hazların yokluğu hâlinde ortaya çıkan elemi idrak eden yeti de kişinin kuvve–i vahimesinden ibarettir.

Kuvve-i vahime (veya 'mütevehhime'), bir zamanlar Klasik Psikoloji'nin kullandığı en önemli terimlerinden biriydi ki işlevi, din dilinde 'Şeytan'ın fiilleriyle eşleşir. Hatırlanırsa, bugün bile “vehmin akla galebe çalması” bir tabir, hatta haklı bir tesbit olarak —hem de tüm canlılığıyla— mevcudiyetini sürdürmektedir; yani aklî yargılar genellikle vehmî yargılar karşısında güçsüzdür; akıl ne derse desin, kişi yine de aklından çok vehimlerinin peşinden gider; aklının gösterdiği gerçekleri ve doğruları umursamayıp vehminin aradığı arzu ve istekler için kendini tehlikeye atmaktan çekinmez.

Sözgelimi, kişinin, sıhhati gereği perhiz (diyet) yapabilmesi için aklına dayanması, hiç değilse öncelikle aklından yardım alması gerekir; fakat kuvve–i vahimesi, kendisinden kaçınması gereken yiyeceklerin lezzetini ısrarla talep etmesi hâlinde, aklın o ünlü idrak gücü (irade) bir işe yaramaz ve akıl, lezzetin yokluğundan hâsıl olan elemi tek başına gideremez. Keza, tüm zararlarını aklen idrak ettikleri hâlde, tiryakilerin, sigara içme alışkanlıklarından, oburlarınsa çok yeme huylarından kolay kolay vazgeçememeleri, aklın tek başına engelleme gücünün bulunmadığına iyi bir örnektir. Kısaca irade (akıl) yetmez, ayrıca kudret de gerekir.

Tam da yeri gelmişken bir ara-soru: Niçin sigarayı bırakan kimselerin iştahı açılır?

Cevabı çok basit: Kişi, sigaradan elde ettiği vehmî hazdan mahrum olunca, bu hazzın yokluğunu, yani elemi, ister istemez en kolay şekilde elde edeceği başka bir hazla telâfi etmeye çalışır. Aklının değil, vehminin buyruklarını dinler; zira kuvve-i vâhimesi, kendisini, fayda (sağlık) yerine hazza, dolayısıyla elem yerine zarara (hastalığa) yönlendirir.

Fayda yerine hazzı talep, elem yerine zarara tahammül eden kişi, aklı noksan veya iradesi zayıf olduğu için bu hatalı yolu seçmez. Sadece idrak etmesi değil, idrakinin gereğini yapması; daha doğrusu, yapmayı değil, yapmamayı istemesi gerekir; meselâ sigara içmemeyi, meselâ çok yemek yememeyi...

Soru şu: Arzuladığı bir şeyi elde edebilmesi (celb-i menfaat) için kişiye kuvve-i şeheviyesi yardımcı olurken, istemediği bir şeyi yapmaktan kaçınması (def-i mazarrat) için, kendisine, acaba, aklının dışında hangi kuvvesi, hangi yetisi yardımcı olacaktır?

Kuvve-i şeheviyenin etkisini azaltan, hatta yok eden en önemli duygunun 'korku' olduğunu farkeder ve korkan kişinin hem de bir çırpıda iştihanın da, şehvetinin de kesiliverdiğini hatırlarsak, sanırım, yukarıdaki sorunun cevabını bulmak bakımından önemli bir ipucu elde etmiş oluruz.

Nefsinin kemale ermesini istiyorsan ey talib, demek ki korkmaktan korkmayacaksın!                              (Dücane Cündioğlu)

__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

                     Her şey bahane

Eylemlerimizle istek ve amaçlarımız arasındaki mesafe hemen hemen hiç kapanmaz; zira elde ettiklerimiz kadar elde edemediklerimiz de vardır; ayrıca bir de elde ettiğimiz hâlde elde tutamadıklarımız.

Gerçekleştirmek isteğimiz şeylerin bir kısmını belki gerçekleştirebiliriz; fakat çoğunlukla isteklerimizin büyük bir kısmı gerçekleşmemiş olarak kalır. İsteriz ama olmaz.

Buna mukabil bazen de istemediğimiz şeyler olur; olması için hiçbir şey yapmadığımız, yapmayı istemediğimiz hâlde, bizim dışımızda gelişen hâdiselerin etkisi altında oradan oraya savruluruz. Sadece irademiz yoktur; iradeler vardır. Dahası bütün iradelerin üstünde bir başka irade! Öyle ki kendimizi etken değil edilgen, fail değil münfail hissederiz. Olup bitenlerin ardından âdeta rüzgârda uçan bir yaprak gibi sürüklendiğimizi duyumsarız. İstemediklerimizin gerçekleşmesine engel olamayız; engel olmayı istemediğimiz hâlde değil, istediğimiz hâlde engel olamayız.

Kader inancının devreye girdiği aralıktır burası. Kendi kişisel irademizin yetersizliğini, güçsüzlüğünü görüp işin içinde daha büyük iradenin olduğunu farkederiz. Nitekim küllî irade, cüzî irade ayrımı, yapıp ettiklerimizden bizzat kendimizin sorumlu olduğu bir alanın geçerliliğini isbat etmeyi amaçlar.

Yaptıklarımdan ben sorumluysam, sırf bu sorumluluk nedeniyle yaptıklarımın karşılığını (ceza ve mükâfatı) hak ederim. Bu yüzdendir ki iyi davranışlarımın iyilikle, kötü davranışlarımın kötülükle karşılık göreceğine inanırım.

Buraya kadar sorun yok gibi.

Peki ya iyi davranışlarım kötülükle, kötü davranışlarım iyilikle karşılık görüyorsa. İyilerin başına, iyi davranmalarına rağmen kötülük, kötülerin başına kötü davranmalarına rağmen iyilik geliyorsa? İnsanın niyet ve eylemleriyle, bu niyet ve eylemlerin sonucunda ortayan çıkan tablo arasında giderilemeyecek tezatlar varsa? Kısacası, hayır bildiklerimiz şerre, şerr bildiklerimiz hayra dönüşüyorsa?

Ne garip değil mi, hızlı akışı içinde yaşamımızı küçük tesadüflerin belirlediğini çokluk farketmeyiz bile. Yaptıklarımızı isteklerimizin belirlediğine inanırız. Olanların, biz onların öyle olmalarını istediğimiz için olduğunu zannederiz. Hele hele gençlik dönemlerinde.

Yeterli yaşam tecrübesine sahip olduğumuz yıllardaysa, iş tersine döner; bir bakarız ki tesadüflerin yaşam çizgimizdeki belirleyiciliği, kişisel irademize nisbetle çok daha baskın imiş.

Fatih türbedarı Amiş Efendi, küllî irade-cüzî irade ayrımının mecazen kabul edilebileceğini, hakikatte irade'yi cüzî ve küllî şeklinde ikiye bölmenin ise O'na ortak koşmak (şirk) olacağını söyler; zira O'ndan gayrı mevcud olmadığı için, haklı olarak O'nun iradesinden gayrı irade de olmayacağını kabul eder.

“Bir şeyin olup olmaması nezdinde müsavi değilse nakıssın evlâdım!” sözü ona aittir. Yani bir şeyin olup olmaması senin için aynı değilse, isteklerinin olup olmamasını eşit görmeyi beceremiyorsan henüz kemâline erememiş ve eksik kalmışsın demektir.

Rıza ve teslimiyet makamıdır burası. Söylemesi kolay, yapması zordur. Ne garip değil mi, tam da iradesizlikle, iradesizliği seçmekle, kendimizi suyun akışına bırakmakla suçlanacağımız makam. Hani Yunusumuzun, “ne varlığına sevinirim, ne yokluğuna erinirim” dediği şu makamların makamı: sırr'ul-esrar.

Gerçekleşmesini şiddetle istediğimiz arzu ve hayallerimiz varsa, ister hırs ve ihtiras denilsin, ister azim ve gayret, peşinden koşmaya değer bulduğumuz 'şeyler' (!) uğruna yanıp tutuşuyorsak, böylesi bilgece öğütleri onayacak gücü kendimizde nasıl bulabiliriz? Bulabilir miyiz? Üstelik bahanelerden, vesilelerden çok bizzat vehmimizce değer atfettiğimiz bahaları gerçek kabul ediyor, tesadüf olarak adlandırdığımız o mini mini nedencikleri görmeye tenezzül bile edemiyorsak? Kaybedeceğimiz için korku, kaybettiğimiz için üzüntü duyduğumuz şeylerin çokluğuyla büzüşmüşken ruhlarımız, sahip ve malik olduklarımızın ve olacaklarımızın yokluğunu nasıl içimize sindirebiliriz? Hâl böyleyken, hâlimiz böyleyken, Amiş Efendi'nin bilgece öğüdünden nasıl yararlanabiliriz?

Ey talib! Hakikaten talib-i hakikat isen eğer, henüz yolun başındayken, âlemde her ne olup bitiyorsa 'Kün!' (Ol!) emrinin tezahüründen ibaret olduğunu anlamaya çalış! Yapmayı değil sadece, yapmamayı da iste!

En nihayet ne olmuşsa, o olana razı ol; olduktan sonra değil, olmadan önce de razı ol! Çünkü isteyen veya istemeyen sen değilsin, sen sadece istiyor ve istemiyor görünensin!



__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats