HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: Muhammed(A.S.)’ın Ümmiliği Meselesi Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
toprak-su
Newbie
Newbie
Simge

Katılma Tarihi: 31 mayis 2007
Gönderilenler: 23
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı toprak-su

Muhammed(A.S.)’ın Ümmiliği Meselesi

Mehmed Durmuş

Rasûlullah Muhammed (sav)in okuma yazma bilmediği, Müslüman ilim adamları ve düşünürlerin büyük ekseriyeti tarafından genel kabul görmüş bir konudur. Biz bu yazıda, Peygamber (a.s)ın ümmîliği meselesini iki yönden ele alacağız. İlkin, içinde ümmî kelimesi bulunan ayetleri tahlil edip, 'ümmî' kavramının Kur'an dilinde ne anlama geldiğini tespit etmeye çalışacağız. İkinci olarak ise, Muhammed (a.s)ın okuma yazma bilmediğine dair öne sürülen delillerin sıhhatini tartışacağız. Bu yazının asıl amacı, ümmî kavramının okuma yazma bilmeyen anlamına gelmediğini ortaya koymaktır. Bunu yaparken, Peygamber (a.s)ın okuma yazma bilmediği yönündeki geleneksel ısrarın tutarsızlığına da dikkat çekmek istiyoruz. Ümmî kelimesinin geçtiği her yerde, vahyin ilahî menşeli olduğunun kanıtı olması adına, Muhammed (a.s)ın okuma yazma bilmediğini söylemek adet haline gelmiştir. Kur'an üzerine kitaplar yazmış bir ilim adamı, "…Muhammed'in okuma yazma bilmediği hususu kesinlik kazanmış bulunmaktadır. Aksini ispata matuf bütün gayretler, bu gerçeği sarsamayacak kadar zayıftır."(1) demektedir. Acaba bu kalıp yargı ne derece doğrudur? Hiç sarsılmaması istenen bu 'gerçek' nedir? Bu sorunun cevabını bu yazıda bulmayı ümit ediyoruz. Hiç şüphesiz ki, gayret bizden, muvaffak kılmak Allah'tandır…


KUR'AN'DA ÜMMÎ KAVRAMI

Kur'an'da 'ümmî' kelimesi şu ayetlerde geçmektedir: Bakara, 78; Al-i İmran, 20, 75; A'raf, 157-158; Ankebut, 48 ve Cuma, 2. Biz bu ayetleri teker teker gözden geçirerek bir sonuca varmaya çalışacağız. İlk önce ayetlerin mealini vereceğiz, ardından müfessirler tarafından ayetlerin nasıl anlaşıldığını ortaya koymaya çalışacağız ve en sonunda da kendi görüşümüzü belirteceğiz.

1. Bakara, 78
"Onlardan ümmîler vardır ki, Kitab'ı [Tevrat'ı] bilmezler. Bütün bildikleri, birtakım kuruntulardan ibarettir. Onların bilgileri zan ve tahminden ibarettir."

Bakara suresinin 40-75. ayetleri kesintisiz olarak İsrailoğulları'nı kritik etmektedir. Bu pasajda İsrailoğulları eleştirilmekte, Musâ'ya olan itaatsizlikleri, Allah'ın ihsan ettiği nimetlere nankörlük etmeleri, Allah'ın emrettiği sığırı kesmemeleri, mü'minlerin inandığı dine inanmamaları ve bilinen kibirleri konu edilmektedir. 78. Ayetten sonra da, Yahudilik eleştirileri, neredeyse bütün sureye damgasını vurmaktadır. 75-78. ayetlerde şöyle denmektedir:

75: "Şimdi siz bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan öyle bir grup var ki, Allah'ın kelamını dinler ve iyice anladıktan sonra onu, bile bile tahrif ederler."
76: "Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında 'biz iman ettik' derler; birbirleriyle baş başa kaldıklarında ise 'yoksa siz, Allah'ın size açtığı bilgileri Rabbinizin katında size karşı delil getirsinler diye onlara söylüyor musunuz, sizin aklınız ermiyor mu?' derler."
77: "Peki onlar, gizlediklerini de, açıkladıklarını da Allah'ın kesinlikle bildiğini bilmiyorlar mı?"
78: "Onlardan bir kısmı ümmîdir; Kitab'ı bilmezler, ancak birtakım kuruntulara sahiptirler ve sadece zanda bulunurlar."

Okuduğumuz bu ayetlere dikkat edilirse, Yahudiler içindeki, İslam'a kalplerini tamamen kapatmış, önyargılı bir gruptan bahsedilmektedir. Bunlar, Allah'ın sözünü tahrif eden, mü'minlere ikiyüzlü davranan, kendi bazı hıyanetlerini mü'minlerden gizlemeye çalışan bir zümredir. Gerçi onların bu temkinleri bir işe yaramamaktadır. Çünkü Allah onların bütün gizli veya açık oyunlarını bilmektedir. İşte 78. ayetteki 'ümmîlik' meselesi böyle bir vasatta gündeme gelmektedir.

Burada 'ümmî' tabiriyle İsrailoğulları kastedilmektedir.(2) Taberî'ye göre ümmîler, Allahu Teala'nın bu ayetlerde kıssalarını anlattığı ve Rasûlullah ashabının, iman etmelerinden ümitlerini kestiği, Yahudiler içinden bir gruptur. Ayetler, söz konusu bu Yahudi zümresinin iman etmelerini beklemenin beyhude olduğunu ortaya koymaktadır.(3)
Taberî, Araplar arasında ümmî teriminin "y azı yazmayan kimse" anlamına geldiğini kabul etmekte, en-Nehaî'nin kelimeye bu şekilde anlam vermesini de yerinde bulmaktadır.(4) Taberîye göre, ümmî kelimesi okuma yazma bilmeyenin yanı sıra, "Kitab'ı (Tevrat'ı) okumayanlar" anlamlarına da gelir.(5) Müfessir ümmî anlamını biraz daha açıyor ve şöyle diyor: Allah'ın gönderdiği hiçbir rasûlü, indirdiği hiçbir kitabı tasdik etmeyip kendileri bir kitap yazıp, sonra da cahil, aşağılık kavimlerine: "Bu Allah katındandır" diyen kimselere de ümmîler denir.(6)

El-Ferra'ya göre, bu ayetteki 'ümmîler', kitapları olmayan Araplardır,(7) fakat bu yorum, ayetin muhatabının Yahudiler olduğu iddiasıyla tezat teşkil eder. Zemahşerî'ye göre ise bunlar, kitapları yazamayan kimselerdir ve bu ayette, Tevrat'ı okuyup mütalea ve içindekileri tahkik edemeyen kimseler kastedilmiştir.(8)

Fahreddin Râzî, bu ayette zikredilen ümmîlerin, okuma ve yazmayı bilmeyen, kendilerine söylenenleri kabul etmekten başka bir özelliği olmayan mukallit tabakası olduğu kanaatini taşımaktadır.(9) Razî'nin görüşüne şöyle itiraz edilebilir: taklitçilik o gün de, bugün de, okuma-yazma bilmemekle alakalı değildir. Okuma-yazma bilen insanlar da en az bilmeyenler kadar taklitçi olabilirler. Râzî, âlimler arasında ümmî kelimesine iki anlam verildiğini, birincisinin, bir Peygamberi ya da bir kitabı benimsememiş kişi, ikincisinin de, okuma-yazma bilmeyen kimse demek olduğunu belirttikten sonra, doğru olanın ikincisi olduğunu ileri sürmektedir. Kanıt olarak ise Buhari'nin Abdullah İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadise dayanmaktadır:

"Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu(10): Biz ümmî bir toplumuz. Yazı ve hesap nedir bilmeyiz. Ay şöyle şöyledir… Yani bir defasında 29, diğerinde 30'dur."(11)

Ümniyye: Ayette İsrailoğulları'ndan bir grubun Kitab'ı [Tevrat'ı] bilmedikleri, bildiklerinin sadece 'emaniyye' olduğu ifade edilmektedir. Bu kelimenin ne anlama geldiğine kısaca değinelim.

'Ümniyye' insanın kendi içinde taşıdığı temenniler, arzu ettiği şeyler demektir. Zemahşerî, "onlardan ümmîler var" sözünü, "onlar kitapları bilmezler, Tevrat'ı mütalea edemezler, içindekileri inceleyemezler" şeklinde açıklamaktadır. Bilmedikleri söylenen Kitap, kuşkusuz Tevrat'tır. Din hususunda bildikleri ise şunun gibi kuruntulardır: Allah onları affedecek, onlara merhamet edecek, işledikleri hatalar yüzünden onları hesaba çekmeyecek; Peygamber babaları onlara şefaat edecek. Ruhbanları onlara, kendilerine sayılı birkaç günün dışında ateş dokunmayacağı safsatasını telkin ettiler. Yalancı âlimlerinden buna benzer yalanları işitip kabul ettiler ve taklitçi oldular.(12) Kısacası bu ayette, Tevrat'ı kabul ettikleri halde, gereği gibi amel etmeyenleri Kur'an'ın 'kitap yüklü eşekler'e benzetmesi (Cuma, 5) misali bir eleştiri söz konusudur.(13)

Râzî, Hac suresinin 52. ayetindeki 'ümniyye' kelimesiyle Bakara suresi 78. ayetteki 'emaniyye' kelimesinin kıraat anlamına geldiğini belirtiyor ve diyor ki, "ümmî Kur'an'ı mushaftan okumayı bilmez, o sadece okunduğu zaman, onun kıraat edildiğini anlar."(14) Buharî'nin bir rivayetine göre, okumayı bilip, yazmayı bilmeyenlere 'emâniyye' denmektedir.(15) Razi'nin açıklamasına göre, Peygamber (a.s)ın 'ümmîliği' şu anlama gelmektedir: bizzat kendisinin yazdırdığı Kur'an ayetlerini okuyamamakta, ancak okunduğunda bunun Kur'an olduğunu anlayabilmektedir!

Müfessir Alûsî, İbni Abbas ve Mücahid'in Bakara suresi, 78. ayetteki 'emânî' kelimesini 'ekâzîb' yani 'birtakım yalanlar' olarak tercüme ettiklerine değinmektedir. Yahudiler, tahrifci şeytanlarından taklit yoluyla aldıkları yalanlara uyuyorlar, peygamber babalarının kendilerine şefaat edeceğine inanıyorlardı.(16) İşte bunlar, Yahudilerin kuruntuları ve yalanlarıdır, bunlara 'emânî' adı verilmiştir.

Kurtubî'nin bir yaklaşımına göre 'Ümmül Kitab'ı tasdik etmeyenlere 'ümmî' adı verilmiştir. Fakat yine de o, Bakara, 78. ayetteki 'ümmîler'in, "yazamayan ve okuyamayan" kimseler anlamına geldiği kanaatindedir.(17) Ebu Ubeyde de 'ümmîler'i 'ümmül kitap'la alakalandırır. Buna göre, kendilerine Ümmül Kitap (Kitabın anası) inmiş olan kimselere 'ümmîler' denmiştir. Ebu Ubeyde, İkrime ve Dahhak'ın, ümmîlerin, Arap Hristiyanlar olduğuna ilişkin yorumuna da yer verir.(18)

Mevdudî'ye göre ise bu ayette, "kendi kutsal kitaplarının öğretilerinden habersiz olan sıradan Yahudiler kastediliyor. Onlar ne dinin temel kuralları, ne ahlakla ve günlük hayatla ilgili düzenlemeleri ve ne de ebedi kurtuluş veya azaba neden olan prensipleri biliyorlardı. Ve ne yazık ki bu bilgiye sahip olmaksızın kendileri bir din uydurmuşlar ve boş ümitler besliyorlardı."(19) Mevdudî'nin bu izahlarının, ayetin mesajını en iyi yansıtan yaklaşım olduğuna inanmaktayız.

Özetlemek gerekirse, Bakara suresi, 78. ayetindeki 'ümmî' kelimesi okuma yazma bilmeyen anlamına gelmemektedir. Bu anlam ayetin genel dokusuna uygun düşmemektedir. 'Ümmî' kelimesine 'okuma-yazma bilmeyen' anlamını vererek ayetin mealini yeniden yazmak suretiyle, bu uygunsuzluğu test edebiliriz:

"Onlardan [İsrailoğulları'ndan] bir kısmı okuma-yazma bilmeyendir; Kitab'ı bilmezler, ancak birtakım kuruntulara sahiptirler ve sadece zanda bulunurlar."

Bu meale göre, İsrailoğulları'nın okuma-yazma bilmemeleriyle Tevrat'ı bilmeleri arasında ters bir orantı kurulmuş olmaktadır. Bu demektir ki, okuma-yazma bilenler Tevrat'ı bilirler, dolayısıyla birtakım kuruntulara ve zanna tabi olmazlar. Okuma yazma bilmeyenler ise -Tevrat'ı bilmeleri mümkün olmadığı için- kuruntulara ve zanna tabi olurlar! Kısacası, İsrailoğulları'nın, (burada zikredilen) bütün kabahatlerinin temelinde, okuma yazma bilmemeleri yatmaktadır!

Böyle bir yorumun ciddiyetsizliği bir tarafa, ilk başta Muhammed (as)ın ümmî oluşuna yüklenen anlamla çelişmeye hazırdır. Eğer ümmî terimi Kur'an'ın her yerinde aynı anlamda kullanılmış ise -ki, nüans farkları dışında öyle olması gerekir,- Muhammed (a.s) için 'iyi' ve övgüye değer olan okuma-yazma bilmemek, İsrailoğulları için 'kötü' olmaktadır! Atalardan devralınan kuruntulara tabi olmak, zanna uymak, dini tahrif etmek okuma yazma bilip bilmemekle alakalı değildir. İsrailoğulları'na inen kitap, okuma yazma bilmeyenler değil, bilakis bilenler eliyle tahrif edildi, birtakım kuruntular uyduruldu ve halk onlara tabi kılındı.

Eğer 'ümmî' okuma-yazma bilmeyen demekse bu, Bakara suresini, 78. ayetinin okuma-yazma bilmemeyi şiddetli bir şekilde kınadığı anlamına gelecektir. Bu durumda, okuma-yazma bilmemenin kınanmasını, Muhammed (a.s)ın okuma-yazma bilmediği teziyle nasıl bağdaştırabiliriz? Şu halde, 'ümmî' kelimesinin başka bir anlamı olması gerektiği üzerinde kafa yormamız icap etmektedir. Bunu da, diğer ayetleri de tedkik ettikten sonra yapabiliriz.

2. Âl-i İmran, 20
“Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim. Ehli Kitab'a ve Ümmilere de de ki: Siz de Allah'a teslim oldunuz mu? Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görür."

Ayetin muhatapları genel olarak Medîne'deki müşrikler ve ehli kitaptır. 19. Ayette "Allah katında Din İslam'dır" denmekle, Yahudilerin ve Hristiyanların hak dine mensup oldukları iddiaları geçersiz kılınmakta; aralarındaki azgınlık ve taşkınlık sebebiyle ihtilafa düştükleri, Allah'ın ise bu hesabı hemencecik göreceği, tehdit üslubuyla bildirilmektedir. 20. Ayette ise, Muhammed (sav)in peygamberliğini kabul etmeyen ehli kitaba, onun ve ona uyanların Allah'a teslim olmaktan başka bir iş yapmadıkları, eğer hakikati elde etme iddiasındaysalar, ehli kitabın da Allah'a teslim olmaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Eğer teslim olsaydılar zaten Muhammed (a.s)ın peygamberliğine iman edeceklerdi, aksi takdirde, Peygamber'in görevi sadece duyurmaktır. 21. Ayette, Allah'ın ayetlerini inkâr etmenin yanı sıra, peygamberleri ve adaletten yana olan nice (salih) kimseleri öldürmüş bulunan azgın kimselere atıf yapılmakta ki, bunlar ehli kitaptan başkası değildir.

Al-i İmran suresinin ilk 80 ya da 89 ayetinin, Rasûlullah'ın, Medine'ye gelen Necran Hristiyanları ile yaptığı münazara münasebetiyle indiği zannedilmektedir.(20) Biraz sonra inceleyeceğimiz 75. ayetin de bu ayetlerden biri olduğu unutulmalıdır.

Bazı müşrik Arap kabileleri, İslam'a tavır koyma bakımından Yahudiler ve Hristilyanlarla siyasî bir dayanışma içindeydiler. 20. Ayet, hem Yahudileri, hem Hristiyanları ve hem de söz konusu putperest Arap kabilelerini hedef seçerek, Rasûlullah Muhammed'le tartışmalarının tutarsızlığını sorguluyor ve 'Müslüman olma' manasında teslim olmadıkları sürece, bu tartışmalara girişmelerinin anlamsızlığını yüzlerine vuruyor.

Ayetteki 'ümmîler'in (ümmiyyûn) kimler olduğu, Bakara suresi, 78. ayetteki kadar müşkil değildir. En azından müfessirlerin bunu tespitte, Bakara, 78. ayetteki kadar zorlanmadıkları gözlenmektedir. Pek çok müfessir ümmilerin, 'kitapsız Arap müşrikleri' olduğunu söylemekte bir sakınca görmemektedir.(21) Zeki Duman'ın tanımı daha da açıklayıcıdır: "Kur'an'dan önce atalarına ve kendilerine ilahi/semavi bir kitap indirilmemiş olan Araplardır."(22)

Geleneksel tefsirciliğin çelişkilerinden bir türlü kurtulamayan Fahreddin Râzî, ümmilerin, belli bir kitabı olmayan Arap müşrikleri olduğunu teslim ettikten sonra, bunların özelliklerinin okuma-yazma bilmemeleri olduğunu belirterek,(23) sanki, ne olursa olsun, ümmî kavramı içinde bir yerde, okuma yazma bilmeme anlamı baki kalsın der gibi telifçi bir yol izlemektedir. Ebu Ubeyde Razi'den daha erken davranarak, ümmileri, "Peygamberlerin kendilerine kitap getirmediği kimseler" olarak tanımlamakta, 'ümmî nebî' deyince ise, yazma bilmeyen Peygamber anlamamız gerektiğini ihsas ettirmektedir.

Şu halde, Al-i İmran suresinin 20. ayetinde bahsi geçen 'ümmîler', okuma yazma bilmeyen insanlar değil, herhangi bir ilahi kitaba sahip olmayan, kitapsız Araplar'dır. İlk ayette yaptığımız gibi burada da, ümmî kelimesi yerine 'okuma yazma bilmeyen' sözleri yerleştirilerek okunursa, anlatmak istediğimizin isabetliliği teslim edilir.

3. Âl-i İmran, 75
"Ehli Kitap'tan öylesi var ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat öylesi de var ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, 'ümmilere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize bir vebal yoktur' demelerinden dolayıdır. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar."

Bu ayette eleştiri konusu edilenlerin Ehli kitap olduğunu, ayetin kendisi zaten söylemektedir. Üstelik surenin başından beri ehli kitabın eleştirisi yapılmaktadır. Bilhassa 64. ayetten itibaren, Yahudiler ve Hristiyanlar ciddi şekilde tenkid edilmekte, hatta 61. ayette, Rasûlullah'a (sav) gelen 'İlim'den sonra hala, kendi sapık itikadlarının doğruluğunu ispatlamak maksadıyla cidâl yapmaya devam ederlerse Peygamber'in onlara (Necran heyetine), lanetleşme teklifini götürmesi istenmektedir. Bu nedenle ayete 'mübâhale' ayeti denmiştir.

Ayette "ehli kitaptan öyleleri var ki" denirken muhtemelen, Yahudi toplumundaki belli bir zümre kastedilmiştir. Yahudilerin bu gayrı ahlakî tutumu Hristiyanları da etkilemiş olmalıdır.

Ehli Kitab'ın Küçümsediği Ümmiler

Acaba ehli kitabın (Yahudilerin) küçümsediği ümmîler kimlerdi? Onlar, kavim ve kabilesi kim olursa olsun, okuma azma bilmeyen insanları mı hakir görüyorlardı, yoksa bu terimle bir toplum mu kastediliyordu?
Taberî'ye göre buradaki ümmîler, Kitap ehli olmayan Araplar'dır.

Yahudiler, Araplar'a ihanet etmeyi ve onların hakkını yemeyi mübah sayıyorlardı. Kendilerine emanet bırakan bir Arab'ın emanetini, gidip gelip istemedikçe vermezlerdi. "Arab'ın malından dolayı bize isabet edenlerden bir günah terettüb etmez; çünkü (Arab'ın) hakkı diye bir şey söz konusu olmaz!" diye inanıyorlardı. Çünkü Araplar müşrikti…(24) Zemahşerî'nin yorumu da bu doğrultudadır. O da, Yahudilerin, kendilerine muhalif olanlara zulüm yapmayı mübah saymalarına, "onlar hakkında kitabımızda bir yasak konmamıştır" kanaatlerine dikkat çekmektedir.(25)

Fahreddin Râzî'ye göre, Yahudilerin, alacaklarını inkâr edip vermeyi reddettikleri kimseler muhtemelen, yeni Müslüman olmuş Araplar'dır. Zira bu kimselerin Yahudilerde, cahiliyye döneminden kalma bazı alacakları vardı ve Müslüman oldular diye Yahudiler zorluk çıkartıyorlardı.(26) Fakat Razi bu açık ve anlaşılır bilgilere rağmen yine de, "ümmî kelimesinin manası 'ümm'e (ana, asıl, kök, anne…) mensup olan" demektir girişinden sonra, Peygamber (a.s)la ilgili şöyle bir yorum yapmaktadır: "Hz. Peygamber (sas)in yazı yazmadığı için 'ümmî' diye adlandırıldığı söylenmiştir. Bu böyledir, çünkü el-Ümm bir şeyin aslı ve temeli demektir. Binaenaleyh, yazı yazamayan birisi, aslolan yazı yazamama işini sürdürmüştür demektir."(27) Fahreddin Razi'nin bu cümlesine göre, kendisi de 'aslolan hali' sürdürmemiş, yazmayı ve okumayı öğrenmek suretiyle 'aslolan hal'den uzaklaşmıştır. Acaba bu uzaklaşma doğru bir karar mıdır?...

Bu ayetteki ümmîlerin, ehli kitabın dışındaki milletler (Arap müşrikleri) olduğu fikrine birçok müfessir iştirak etmektedir.(28) Bununla beraber, konuyu en iyi açıklayan, Mevdudî'nin izahlarıdır. Mevdudi şöyle diyor: "Onlardan sadece Yahudi olanlarla ilişkilerinde adaletli olmaları isteniyor ve Yahudi olmayan birinin mülkünü gaspetmekte bir beis görülmüyordu. Bu inanç sadece cahil Yahudi yığınları arasında yaygın değildi. Bilakis bütün dinî sistem, İsrailliler ve İsrailli olmayanlarla kurulan ilişkilerde tamamen farklı davranmaya müsaade edecek bir şekilde yoğrulmuştu. Onların ahlakî değerleri belli bir tür davranışı İsrailoğulları'ndan birine karşı yapmayı yasaklıyor, fakat Yahudi olmayan birine karşı o şekilde davranmaya izin veriyordu. Aynı şey bir İsrailli için doğru oluyor, fakat İsrailli olmayan biri için ise yanlış kabul ediliyordu. Örneğin Kitab-ı Mukaddes şöyle der: 'Her yedi yılın sonunda… komşusuna bir şey ödünç veren kişi onu bağışlasın…', fakat 'eğer bir yabancı(ya borç vermiş) iseniz onu geri isteyebilirsiniz."(29)
Mevdudî devam ederek, Kitabı Mukaddesin, bir yabancıya faizle borç vermeyi mübah, kendi kardeşine ise yasaklayan sözlerine dikkat çekmektedir.(30) Talmud'da yazdığına göre, bir İsrailli'nin boğasını İsrailli olmayan birinin boğası yaralarsa, İsrailliye tazminat vermek zorundadır; tersi olursa, İsrailli tazminat vermek zorunda değildir! "İsmail'in rabbi diyor ki: Eğer bir ümmî ile bir İsrailli arasında anlaşmazlık çıkmışsa, mahkemedeki hâkim, kardeşinin lehine bitmesi için uğraşsın. Mümkün değilse ümmilerin kanunlarına göre, kardeşinin lehine bir sonuç almaya çalışsın. Ve bu sizin kanununuza göredir desin. Her iki kanundan da yararlanamıyorsa, hangi yolla olursa olsun, İsrailli kardeşini kazandırsın. İsmail'in Rabbi, İsrailli olmayanların zaaflarından yararlanın diyor."(31)

Yahudiler kendilerini Allah'ın oğulları ve sevgilileri (ebnâullah ve ehıbbâuh) sayıyor (5/Maide, 18) ve kendileri dışında kalanları kendilerinin kölesi kabul ediyorlardı. Kölelerin mallarını yemekten hesaba çekileceklerine ise inanmıyorlardı.(32)

Yahudilerin, kendi soydaşları dışında, 'gentile' olarak adlandırdıkları, kendilerinden olmayanlara karşı acımasız, çifte standartlı ve düşmanca tutum ve davranışları, (şu anki) Tevrat'tan esinlendiği doğrudur.(33) Fakat eldeki Tevrat'ın muharref olduğu, gerçeğine uymadığı da doğrudur. Reşid Rıza da buna dikkat çekiyor ve diyor ki, Yahudiler Tevrat'ın, insanların malını bâtıl yollarla yemekten men eden hükümlerini tahrif ettiler, Kitab'ın sadece kendi Yahudi kardeşlerine hıyaneti yasakladığına inandılar. Bu bâtıl kanaate, Yahudi kavminin kibiri ve dindeki taşkınlıkları yol açtı. Rıza, bu konuda üstadı Muhammed Abduh'un görüşlerine de yer vermekte onları şöyle özetlemektedir: Yahudiler'e göre, kim ki Allah'ın bu seçkin halkından ve onun dinine mensup olanlardan değilse o, Allahın nazarından sâkıt olmuş, O'nun nazarında gazaba uğramıştır. Ne o kimselerin bir hukuku olur, ne de hürmeti kalmıştır! İmkân bulunca onların malını yemek helaldir! Yahudiler, bu 'ümmilere hıyânet' fikrini kendi kitaplarından (Tevrat) değil, ruhban sınıfının görüşlerinden almışlardır. (34)

Bu inceliğe M. İzzet Derveze de katılmaktadır. Derveze'ye göre Tevrat, düşmanlarına dahi ihtiyaçları olduğu zaman, yardım etmelerini emretmiştir. Aksi yönde bir muamelenin tavsiye edildiği sözler sonradan uydurulmuş olup, tahrifatlar cümlesindendir.(35)

Yahudilerin, adeta Allah'a meydan okuyan çıkarcı, bencil ve çifte standartlı ahlakı insanilikten tamamen uzaktır. Geçtiğimiz çeyrek yüzyıl içinde, bazı 'müslüman' kesimler, yanlış bir dârul harp(36) yorumunu esas alarak, harbî olduğuna hükmettikleri kimselerin mallarını yemeyi, onlardan faiz almayı, kumar oynamayı mübah saydılar, kadınlarının da cariye hükmünde olduğuna hükmettiler. Hâlbuki Müslümanlar, Nahl suresinin 116. ayetini okuyorlar(!) ve bunun Allah'ın bir emri olduğuna da inanıyorlardı. Yahudi geleneğine dayanan bu batıl (haram yiyici) inanış kısa sürede, otobüslere biletsiz binmek, elektrik, su ve telefonu kaçak kullanmak gibi 'cihadî eylem'lerle kendini göstermeye başladı. Bu tür sapmaların, geçtiğimiz yüzyılda Mısır gibi 'İslamî' ülkelerde de görüldüğünü, Reşid Rıza'nın eleştirilerinden anlamaktayız. Rıza, Müslüman olmayanların ve hatta dârul harpteki Müslümanların bile mallarını yemeyi mübah sayan 'müslüman' tiplerden bahsetmekte ve Al-i İmran suresinin 75. ayetinde, Yahudi bilginlerine yapılan ilahi tehdidin onlar için de geçerli olduğunu ifade etmektedir.(37)

Şu halde bu ayetteki 'ümmîler', Yahudiler ve Hristiyanlar dışında kalan müşrik Araplardır. Yahudiler, herhangi bir ilahi kitaba mensup olmadıkları için onları 'ümmî' (gentile) diye adlandırıyorlardı. 'Kitapsız' Arapları değersiz gördükleri için, onlara karşı her türlü yolsuzluğu yapmayı mübah sayıyorlardı. Demek ki, Âl-i İmran suresinin 75. ayetinde okuma yazma bilmeyenlerin bahsi geçmemektedir.

4. A'raf, 157-158
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara mârufu emreder, onları münkerden meneder; onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nûr'a [Kur'an'a] uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır."

"De ki, ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin mülkü tamamen kendisine ait olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise, Allah'a ve O'nun ümmî Nebî olan Rasulü'ne iman edin. O da, Allah'a ve O'nun kelimelerine inanmaktadır. Ona tabi olun ki, hidayete eresiniz."

Ümmî Nebî Rasûl Ne Demektir?

Bu iki ayette Muhammed (sav) için hem nebî hem de rasûl isimleri birlikte kullanılmış ve onun 'ümmî nebî rasûl' (er-Rasûl en-Nebî el-Ümmî) olduğu vurgulanmıştır. Bu ayetle birlikte müfessirler, Peygamberimiz Muhammed (sav)in okuma-yazma bilmediği kanaatine yeniden dönmüşlerdir. Müfessir Beyzavî, 'ümmî nebi'nin akabinde 'yani' dedikten sonra, "okuması ve yazması olmayan" notunu eklemekte ve Peygamber'in okuma-yazma bilmemesine rağmen, ilminin (getirdiği vahyin) kemalinin, mucizelerinden birisi olduğuna değinmektedir.(38

Fahreddin Râzî, Zeccac'ın "ümmî kelimesi, Arap milletinin özelliklerini taşıyan kimse" demektir görüşünü, Hz. Peygamber'e atfedilen "Biz yazı ve hesap bilmeyen ümmî bir toplumuz." sözüyle desteklemektedir. Razi de tıpkı Zeccac gibi düşünmekte ve "Arapların çoğu okuma ve yazma bilmiyorlardı. Hz. Peygamber (sas)in kendisi de böyle idi." demektedir.(39)

Râzî'ye göre, okuma-yazma bilmeyen Muhammed (a.s)ın, kendisine vahyedilmiş olan Kur'an'ı manzum olarak, hiçbir kelimesini değiştirip bozmadan, hiçbir ziyade ve eksiltme yapmadan tekrar tekrar okuması bir mucizedir. Râzî devam ediyor ve diyor ki, eğer Peygamber (a.s) okuma-yazma biliyor olsaydı, ara sıra da olsa önceki ümmetlerin kitaplarını okuduğu için, Kur'an ayetlerinin o okumalar neticesinde meydana geldiği hususunda itham edilirdi. Ama hiçbir öğretim ve okumada bulunmaksızın, bu yüce Kur'an'ı getirmesi onun mucizesidir. (Burada Ankebut, 48'e atıf yapmaktadır). Râzî diyor ki, en az zeki olanlar bile yazıyı kolayca öğrenebilmektedirler. Peygamber (a.s), Allah kendisine hiçbir insanın ulaşamadığı bilgiler verilmiş olmasına rağmen, yazıyı öğrenmemiş, öğrenmesine ihtiyacı olmamıştır. Bu da onun mucizesidir.(40) Hz. Peygamber herhangi bir hocadan ders görmemiş, hiçbir kitabı okumamış ve hiçbir ilim sahibinin meclisinde de bulunmamış olan ümmî bir kimse idi. Böyleyken büyük ilimlerin kendisinde görülmesi, mucizelerin en büyüklerindendir.(41)

Müfessir Hâzin, Peygamber'e atfedilen "biz (Araplar) ümmî bir toplumuz, yazı yazmayız, hesap bilmeyiz" hadisine yer veriyor ve Nebînin ümmî oluşunun, onun en büyük mucizesi olduğunu, Peygamber'in yazmayı bilmesi halinde, Kur'an'ı başkasından yazarak nakletmiş olmakla itham edilmesinin kaçınılmaz olacağını ileri sürüyor. (42)

Rivayet tefsirlerinin Kur'an'la bizim aramızda bir perde oluşturduğunu söyleme cesaretini gösteren Muhammed Abduh,(43) her ne kadar "Allah'ın ümmîlere yani Arab'a gönderdiği Ümmi Nebî" sözüyle, İslam öncesi Araplar'ın 'ümmi' olarak adlandırılması gerektiğine parmak basıyorsa da, yine de sonuçta Peygamber (a.s)ın okuma-yazma bilmediğini söyleyenler kervanına katılmaktadır. O da klişeleşmiş gerekçeyi benimsemiştir: Ümmî oluşu, Peygamber (a.s)ın davasının sahih olduğuna delalet eder!(44)

Muhammed İzzet Derveze, Peygamber'in okuma-yazma bilmediğine inananlardan biri olmakla birlikte, Peygamber'in okuma-yazma bilmediğini, A'raf suresinin bu iki ayetinden çıkarmanın mümkün olmadığını kabul etmektedir. Derveze, ümmî kavramının Kur'an ayetlerinin tamamında "Ehl-i kitap olmayanlar" anlamında kullanıldığını teslim etmekte, ümmiliğin, "kitap ehli olmayan Arapların bir niteliği olarak kullanıldığını;"(45) ümmî teriminin "yazılı eseri olmayan topluma nisbet edildiğini" (46) ifade etmektedir.

Öyle görünüyor ki, 'ümmî nebî rasûl' terimini en iyi çözümleyen, olayın künhüne vakıf olmuş olan Mevdudî'dir. Mevdudî şöyle diyor: "Burada Hz. Peygamber (s.a) için ümmî kelimesinin kullanılmış olması oldukça anlamlıdır. Bu lakap burada, kendilerinin dışındakilere 'ümmîler' (gentile) diyen Yahudilerin bu kavmî gurur ve küstahlıklarını kırmak için kullanılmıştır. Bu konuda o kadar küstah idiler ki, bir ümmîyi kendilerine lider olarak tanımak şöyle dursun, bir millet olarak kendilerinden olmayan kimselere en temel insan haklarını bile tanımaya hazır değildiler. 'Ümmîlere karşı bizim herhangi bir sorumluluğumuz yoktur…' (3/75) diye iddiada bulundular. Bundan dolayı 'Nebî' sözcüğünden önce 'ümmî' kelimesini kullanmış olmakla sanki Allah şöyle demek istemiştir: Şimdi sizin kurtuluş ve selametiniz ancak bu ümmî Peygamber'e uymanıza bağlıdır. Eğer siz ona uyarsanız, rahmetimden nasibinizi alırsınız, aksi halde, içinde bulunduğunuz dalaletten ötürü asırlar boyunca müstehak olduğunuz gazap sürer gider."(47)

Mevdudi'nin bu izahı, ümmî kavramının tarihi arka planını açıklamaktadır. Buradan anlaşılmaktadır ki, Kur'an'ın Muhammed (a.s)ı ümmî olarak nitelemesi tamamen siyasi amaçlıdır. Yahudilerin, 'ümmî' diye küçümsedikleri, hor ve hakir gördükleri bir toplum (Araplar) içinden, kendilerinin de dâhil olduğu, bütün insanlığa bir Peygamber gönderilmiş, bu ümmî, yani 'gentile' içinden seçilmiş Peygamber'e tabi olmaları emredilmiştir. Üstelik de kendilerini Allah'ın sevgilileri ve oğulları sayan bu kibirli kavmin değer kazanmasını da o ümmî Peygamber'e tabi olmaları şartına bağlamıştır.

Kısacası, A'raf suresi, 157-158. ayetlerde geçen ümmî nebi rasûl, "okuma-yazma bilmeyen Peygamber Muhammed" (a.s) değil, kendilerine herhangi bir ilahi kitap gelmemiş ve Yahudilerin 'gentile' manasında 'ümmî' diye küçümsediği bir toplumdan çıkmış Nebî-Rasûl-Muhammed (sav) demektir. Bu anlam aşağıda gelecek olan Cum'a suresinin 2. ayetinde daha da netleşmektedir. Bir kez daha, geleneksel yaklaşımın tutarsızlığını anlamak için, bu iki ayetteki 'ümmî' kelimesi yerine 'okuma yazma bilmeyen' sözlerini getirerek okumamız kâfi gelecektir.

5. Cum'a, 2
"Ümmîler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O'dur. Bundan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler."

Cum'a suresinin 2. ayeti, yukarıda işlediğimiz A'raf suresinin 157-158. ayetlerinin oldukça açık ve seçik bir tefsiri mahiyetindedir. Bu ayet açıkça, Muhammed (a.s)ın içinden çıktığı toplumu 'ümmî' olarak nitelemektedir. Bu ümmî toplum, Muhammed (a.s) kendilerine elçi gelmeden önce apaçık bir sapıklık içindeydiler. A'raf, 157-158'de açıklandığı üzere, Muhammed (a.s) onlara Allah'ın ayetlerini okudu, onları arındırdı (tezkiye etti), onlara kitabı ve hikmeti öğretti.

Bu ayetle Yahudiler dinî-siyasî açıdan adeta kuşatma altına alınmıştır. Üçüncü ayette Hz. Muhammed'in, ümmîler dışındaki insanlara da Peygamber gönderildiği belirtilmektedir ki, Yahudiler bu toplumların başında gelmektedir. 4. Ayette risaletin, Allah'ın bir lütfu olduğu ve Allah'ın, lütfunu dilediğine vereceği ifade edilmiştir. 5 ve 6. Ayetlerde eleştirinin dozu daha artırılarak, Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyen Yahudiler 'kitap yüklü eşeğe' benzetilmiş; diğer insanların değil de yalnız kendilerinin Allah'ın has kulları (evliyâullah) oldukları iddialarını, ölümü temenni etmek suretiyle ispatlamaları istenmiştir.

Eğer ümmî kelimesi, okuma-yazma bilmeyen demek olsaydı, bu ayete, "okuma-yazma bilmeyenler arasından bir Peygamber gönderen…" anlamını vermemiz gerekirdi. Bunun ise isabetsizliği ortadadır. Çünkü 'okuma-yazma bilmeyen bir kavim içinden seçilen Peygamber' vurgusunun, herhangi bir hikmeti görünmemektedir. 'Kitapsız Araplar' içinden Peygamber gönderildiğine dikkat çekilmesi ise oldukça anlamlıdır. Kaldı ki, Mekke halkının tamamı okuma yazma bilmiyor da değildi.

İzzet Derveze buradaki ümmîlerin, Allah katından gelmiş bir kitaba sahip olmayan Araplar olduğunu kabul eder.(48) Mevdudî'nin ümmî terimine getirdiği yorum bu ayette bir kez daha muhkemliğini göstermekte ve şüpheleri gidermektedir. Mevdudî şöyle diyor:

"Ümmî ifadesi burada, Yahudi literatürüne göre kullanılmıştır ve bu kullanımda gizli bir alay söz konusudur. Yani Yahudilere şöyle denilmektedir: Sizler Araplara hakaret amacıyla ümmî diyor ve güya kendinizle mukayese ederek onları hakir görüyorsunuz. Ancak azîz ve hakîm olan Allah, onlar arasından bir Peygamber çıkarmıştır. O Peygamber kendiliğinden gelmemiş, bilakis kâinatın sahibi Allah tarafından gönderilmiştir…"(49) Mevdudî, ümmî kelimesinin İbranice'deki 'goyim' kelimesinin müteradifi olduğunu, Kitab-ı Mukaddes'in İngilizce çevirilerinde 'goyim'in 'gentile' (centile) ile karşılandığını belirtmektedir.(50) Goyim, 'goy' kelimesinin çoğuludur ve İbranicede millet anlamına gelmektedir. Kültürel anlamda, Yahudi olmayanları tanımlamada kullanılır. Nohri kelimesinin ise 'yabancı' demek olup, İngilizcede 'gentile' olarak ifade edildiği belirtilmektedir.(51) Gentile kelimesi yerine zaman zaman putperest kelimesi de kullanılmıştır.(52)

Mevdudî'nin verdiği bilgilere göre, 'goyim' kelimesi aslında 'kavimler' anlamına geliyordu, Yahudiler bu kelimeyi zamanla kendileri dışındaki kavimler için kullanmaya başladılar ve bununla o kavimlerin gayri medeni, dinsiz, soysuz ve zelil olduklarını anlatmak istediler. Yunanlıların 'barbar' kelimesine yükledikleri anlamın daha ağırını Yahudiler 'goyim'le ifade ediyorlardı. "Yahudi literatüründe 'goyim' kelimesinin vasfettiği kitle, o derece nefret edilecek bir şeydir ki, Yahudiler onların insan yerine bile konmayacağı, onlarla yolculuk yapılmayacağı, hatta 'goyim'e mensup birinin boğulması durumunda, onun kurtarılmaya dahi değmeyeceği düşüncesindedirler. Ayrıca Yahudiler, gelmesi beklenen Mesih'in Goyim'e mensup herkesi helak edeceğine inanırlar."(53) Babil Talmudu'na dayanan, Halacha adındaki klasik dönemdeki Yahudi hukuk sistemi, gentile kadınlarını, önüne gelen herkesle yatıp kalkan (fahişe) saymaktaydı ve bu kadınların bedenini eşek bedeni kabul etmekteydi. (54)

Kur'an'ın Yahudi seçkinciliğine ilişkin kimi haberleri, onların goyim/gentile yaftasıyla kendilerinden olmayanları aşağıladıklarını doğrulamaktadır. Yahudiler Ahiret yurdunun sadece kendilerine ait olduğunu, başkalarına ait olmadığını iddia ediyorlardı. (2/Bakara, 94).

Muhammed (a.s) Kitap Ehli denilen Yahudiler içinden seçilmiş bir Peygamber değildi; Hristiyanlardan seçilmiş bir Peygamber de değildi. O, bilhassa Yahudilerin küçümsediği, 'goyim' (gentile) diye aşağıladığı bir kavmin, putperest/kitapsız Arap toplumunun içinden gönderilmiş bir peygamberdi. Cum'a suresi bilhassa şunu vurgulamaktadır, Yahudilerin küçümsediği bir toplumdan seçilmiş olan, onlara göre, ırk ve sınıf itibariyle imtiyaz sahibi olmayan bu 'ümmî' / sıradan Peygamber, kendilerini de hidayete çağırıyordu. Arındırıp tezkiye etmesi, kitabı ve hikmeti öğretmesi gereken kavimler listesine Yahudiler de dâhildi. Bir başka deyişle, bir hiç olarak gördükleri Muhammed, tutmuş onlara din öğretmeye kalkışıyordu! Kendilerini dev aynasında gören kibirli bir kavmin ise bunu kabul etmesi ne kadar da zordu...

Arabistan Araplarının Ümmî Oluşu

Kur'an'da, Mekke Arapları ve onların şahsında belki bütün Arabistan halkı, Muhammed (a.s)'dan önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş (28/Kasas, 46; 32/Secde, 3); "ataları uyarılmamış, kendileri de gaflet içinde kalmış" (36/Yasin, 6); kendilerine, okuyacakları bir kitap verilmemiş, Muhammed (a.s)'dan önce kendilerine bir peygamber gönderilmemiş (34/Sebe, 44) bir kavim olarak anılır.

Mevdudî, Hz. İsmail ve Hz. Şuayb'dan (a.s) sonraki iki bin yıl içinde Arabistan'da hiçbir peygamber çıkmadığını belirtmektedir.(55) Bununla beraber, diğer birçok peygamberin mesajının Arabistan'a ulaştığı da bir gerçektir. Fakat onların, Tevrat ve İncil gibi bir kitapları yoktu ve bu yüzden 'ümmî' olarak anılmışlardı.

C) ÜMMÎ KELİMESİNİN GEÇMEDİĞİ AYETLERDEN GETİRİLEN DELİLLER

Ümmî kelimesinin geçtiği altı ayetin dışında, konuyla alakalı bazı ayetler, geleneksel yorumcular tarafından, Peygamber'in okuma-yazma bilmediği tezini güçlendirici deliller olarak ele alınmaktadır. Hâlbuki bu ayetler de tıpkı 'ümmî' ayetleri gibi, ya tam tersine, Rasûlullah'ın okuma-yazma bildiğine dair bir delil içermekte, ya da hiç değilse, okuma-yazma bilip bilmediğini konu etmemektedir. Bu cümleden olarak en fazla, Peygamber (a.s)ın daha önce bir kitap okumadığını ve yazmadığını açıklayan Ankebut suresinin 48. ayeti üzerinde durulmaktadır.

1. Peygamber (a.s) Daha Önce Bir Kitap Okumamış ve Yazmamıştır

Ankebut suresinin 48. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

"Sen bundan önce ne bir kitap okuyor, ne de onu elinle yazıyordun. Öyle olsaydı, iptal ediciler (batıl kılıcılar) kuşku duyarlardı." (29/Ankebut, 48)(56)

Mekke devrinde ve muhtemelen Müslümanların en şiddetli işkencelere maruz kaldıkları bir dönemde inen Ankebut suresi genel olarak, mü'minlere, kâfirlerin yaptıklarına karşı dayanıklı ve cesur olmak gerektiğini telkin etmektedir.(57) Bilhassa İbrahim (a.s)ı, kendi kâfir kavminin yakmak istemesinin örnek verilmesi (24. ayet) çok güçlü bir mesaj içermektedir. Çünkü hem Araplar İbrahîm'e sahipleniyorlar, hem de Yahudi ve Hristiyanlar kendilerini ona nisbet ediyorlardı. Bu örnekle bir taraftan Muhammed (a.s)a metanetli olması, atası İbrahim'i örnek alması öğretiliyor, diğer taraftan da, o günkü müşriklere ve Yahudilere İbrahim'e kendi kavmi ne yaptıysa siz de Muhammed'e onu yapmaktasınız, fakat sizin de sonunuz onlar gibi hüsran olacaktır mesajı veriliyordu.

Ankebut suresinin 46-51. ayetlerinden oluşan pasaj, Ehli Kitab'ın Muhammed (sav)'in peygamberliğini kabul etmemesinin hiçbir haklı sebebe dayanmadığını açıklamakta ve onları Kur'an vahyine iman etmeye davet etmektedir. Mevdudî'nin dediği gibi, bu ayetlerin, Habeşistan hicreti sırasında nazil olmuş olması kuvvetle muhtemeldir ve bunun için 46. ayet, ehli kitapla en güzel bir biçimde mücadele etmeyi öğütlemektedir. Müslümanlara, Kur'an'ın yanı sıra, Tevrat ve İncil'e de inandıklarını, Müslümanların Allah'ı ile onların inandığı Allah'ın aynı olduğunu söylemeleri emredilmektedir. 47. Ayette, Ehli Kitabın hepsi değilse de, sağduyu sahibi bir kısmının(58) Kur'an'a iman ettiği belirtilmektedir. Bu ifadeden, Ehli Kitabın Kur'an'a birtakım ön kabulleri ve siyasî şartlanmaları nedeniyle iman etmedikleri anlaşılmaktadır.

İşte tam bu noktada 48. ayet, Kur'an'a iman etmeyen 'kafirler'e, onları ilzam edici bazı deliller sunmakta ve şöyle demektedir: Muhammed, bundan (risaletten) önce herhangi bir kitap okumadı, bir kitap da yazmadı! Eğer o, kitap okumuş ya da yazmış olsaydı, Muhammed (a.s)'ın peygamber olduğunu inkar edenler, -yine de tamamen asılsız ve haksız olmakla birlikte- ileri sürebilecekleri bir gerekçe edinmiş olurlar ve derlerdi ki: Sen bu bilgileri, başka kaynaklardan edindin! Bunları sana Allah vahyetmedi!

Ayette müşriklerin, bu doğrultudaki muhtemel akıl yürütmeleri çürütülüyor, onların önü alınıyor. Kur'an'ın kitap tedkik etmekle, yazmakla oluşturulacak bir kitap olmadığı anlatılmak isteniyor.

Bu ayetin, Hz. Muhammed'in okuma-yazma bilmediğini açıkladığı zannedilmekte ve ayetle ilgili açıklamalar tamamen bu doğrultuda yapılmaktadır. Peygamber'in okuma yazma bilmediği önkabulünü sürdürmek adına, ayetin gerçek anlamı göz ardı edilerek öyle aşırı yorumlar yapılmaktadır ki, mesela Taberî, İbni Abbas'dan rivayet edilen, Katade ve Mücahid gibi âlimlerin de paylaştığı anlaşılan şu rivayete yer vermektedir: "Rasulullah ümmî idi. Hiçbir şey okumadı ve hiçbir şey yazmadı."(59) Zemahşerî, Rasulullahın bir kitap okuduğunu ve bir satır olsun yazı yazdığını hiç kimsenin bilmediğini ileri sürmektedir.(60) Halbuki, peygamberliğinin herhangi bir safhasında, bir satır olsun yazı yazmak ve bir sayfa olsun okumak, onun peygamberliğine halel getirici değildir.

Elmalılı M. Hamdi Yazır, tam olarak öyle denmediği halde, ayetin ilgili kısmını "hâlâ da elinde yazı yazmazsın" diye tercüme etmektedir. Yukarıda değindiğimiz gibi, ümmî terimiyle ilgili en ufuk açıcı açıklamaları yapmış olan Mevdudî bile, Rasûlullah (sav)'ın hiç okumadığını ve yazmadığını ileri sürme ihtiyacı hissetmektedir: "Onun doğumundan yaşlılığına dek tüm hayatını oralarda geçirdiği çağdaşları ve akrabaları, onun hiç kitap okumadığını, hatta eline kalem dahi almadığını çok iyi biliyorlardı." (61)

Acaba Ankebut suresinin 48. ayeti tam olarak neden bahsetmektedir?

Kanaatimizce, bu ayet Peygamber'in o an fiilen yazı yazma işini beceremediğini değil, nübüvvetten önce, Kur'an'a kaynaklık ettiği iddiasına yol açabilecek bir kitap okuma ve yazma işiyle uğraşmadığını bahis konusu etmektedir. Konu, Rasûllah'ın okuma-yazma bilip bilmediği değil, herhangi bir kitap okumadığı ve kitap yazmak gibi bir işle uğraşmadığı(62) meselesidir. Yani o, böyle bir tedrisat yapmamıştı. Bu kanaatimizi paylaşan ilim adamları da yok değil. M. İzzet Derveze, peygamberimizin semavî kitapları okuyup-yazmak gibi bir alışkanlığının olmadığının vurgulandığını teslim etmektedir.(63) Derveze, ümmî kavramının okuma-yazma bilmeyen anlamına geldiğine katılmamakla birlikte, Ankebut suresinin 48. ayetinin "Peygamberimizin okur yazar olmadığının açık ve kesin kanıtı" olduğuna da inanmaktadır. (64)

Peygamber'in okuma yazma bilmediğini söylemekle, bir kitap okuma ve yazma işiyle uğraşmadığını söylemek, birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Her okur yazarın kitap okuma ve yazma zorunluluğu yoktur. Günümüzde, okuma-yazma bildiği halde kitap okumayan, hele de kitap yazma işiyle hiç ilgisi olmayan yığınlarca insan bulunmaktadır.

Aslında bu ayet bilakis, Peygamber'in okuma-yazma bildiğine ışık tutmaktadır. Şöyle ki, ayet, Peygamberimize, "Sen bundan önce (yani bir ömür boyu: 10/Yunus, 16) ne bir kitap okuyor, ne de yazıyordun" dediğine göre, okumak ve yazmak Peygamber (a.s)da mevcut olan bir yetenekti. Yani o, potansiyel olarak okuma-yazmayı biliyor olmalıydı. Peygamber'in okuma yazma pratiğinin olmaması, okuyacak bir kitabın ya da yazmayı gerektirecek bir işin bulunmaması, okuma yazmayı bilmediğini iddia etmeyi gerektirmez. Eğer Rasûlullah (sav) okuma-yazmayı hiç bilmiyor olsaydı, doğrudan o şekilde ifade edilebilirdi. Mesela, bir cinayetle suçlanan zanlının, "benim hiç silahım olmadı ve elime hiç silah almadım" türü savunması ile, "o silahı ben kullanmadım" demesi, çok farklı durumları anlatır.

İleride geleceği gibi, bazı müfessirler (mesela Kurtubî) Rasûlullah'ın en azından Hudeybiye'de birkaç kelime de olsa yazdığını kabul etmekteler, fakat bunun 'öğrenmek yoluyla elde edilen yazı' değil de, harikulade bir yazı olduğunu, Allah tarafından Hz. Peygamber'in (sav) parmaklarının uçlarına gönderildiğini ileri sürmektedirler. Bu müfessirlere göre Rasûlullah, öğrenme yoluyla elde edilmiş yazıyı iyi yazamaz durumda kalmıştır. Bu da onun peygamberliğinin gerçek oluşunun fazladan bir delildir! (65)

2. 'Ümmî' Peygamber, Kur'an ve 'Ders Almışsın' Suçlaması

"Okuması yazması olmayan bir Peygamber'in tilavet ettiği Kur'an'ın mucize olduğundan kimse kuşku duyamaz!" Müslüman ilim adamlarının, Peygamber'in okuma-yazma bilmediği hususundaki ısrarlarının temelinde bu sav yatmaktadır. Ankebut, 48 gibi ayetler, bu önkabulü destekleyen kanıt niyetine okunmaktadır. Bir şey okuyamayan ve bir şey yazamayan bir Peygamber'in getirdiği ayetlere hiç kimsenin, "bunları sen yazdın" ya da "uydurdun" demesinin mümkün olamayacağı zannedilmektedir. Acaba gerçek durum böyle midir?

Geleneksel yaklaşımın iddia ettiği gibi, Peygamber (a.s)ın okuma-yazma bilmediğini bir an için kabul edelim. Bu durumda, Mekke müşriklerinin ya da Medine'de başta ehli kitap olmak üzere diğer inanç gruplarının, Kur'an'ın ilahi kaynaklı oluşuna hiçbir itirazda bulunmamaları gerekmez miydi? Hâlbuki vâkıa böyle değildir.

Mekke kâfirleri, Peygamber (a.s)ı ders almakla suçlamışlardır. Onlara göre Hz. Muhammed, bir insandan ders alıyordu. Kur'an, o insandan aldığı derslerin bir neticesi idi, yani Kur'an beşerî kaynaklıydı:
"Böylece biz ayetleri evire çevire açıklıyoruz ki, 'sen ders almışsın' desinler de, biz de, anlayan bir toplum için onları iyice açıklayalım." (6/En'am, 105).

Bu ayette kullanılan "dereste" kelimesi ders yaptın, ders aldın, ders çalıştın anlamlarına gelmektedir. Kur'an'ın başka ayetlerinde (6/En'am, 156; 34/Sebe, 44; 68/Kalem, 37) 'ders' fiili farklı kiplerle kullanılmıştır. Bu ayetlerde sözü edilen, mahiyeti belirsiz bir 'ders alma' değil, İlahi bir kitaptan ders öğrenme, tedrisât anlamında kullanılmıştır. Mesela En'am suresi, 156. ayette, 'kitapsız' [ümmî] Mekke Araplarının, "Kitap yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumalarından (an-dirâsetihim) gerçekten habersizdik" diye bir mazeret ileri sürmelerine meydan vermemek için kendilerine Kur'an'ın inzal edildiği açıklanmaktadır. Buradaki dirâse/tedrisât, ilahî bir kitabın okunması anlamındadır. Sebe suresinin 44. ayetinde, Kur'an için "uydurulmuş bir iftiradır (ifk)", "açık bir sihirdir" diyerek inkâr eden aynı Araplara, Allah'ın, Muhammed'den önce okuyacakları bir kitap vermediği (min kutübin yedrusûnehâ) beyan edilmektedir. Kalem suresinde ise, aynı Araplar, Kur'an'a niçin inanmadıkları bağlamında sorgulanırken, "Yoksa size ait bir kitap var da, onda okuyor / tedrisat mı yapıyorsunuz?" (em lekum kitâbun fîhi tedrusûn?) denilmektedir.

Şu halde Mekke Arapları Peygamber (a.s)a "sen ders almışsın" derken, Tevrat ve İncil gibi semavî bir kitaptan dinî bilgiler edindiği ve bunları yeni bir vahiy (Kur'an) diye kendilerine okuduğu, onları kandırdığı şeklinde suçlamış oluyorlardı. Fakat müşriklerin zannına göre Peygamber (a.s), söz konusu kitapları tek başına okumuyordu. O kitapları bilen bir 'din adamı'ndan yardım alıyordu. Kısacası Peygamber, ehli kitaptan ders alıyordu.(66) Müşrikler, Peygamber (a.s)ın Kur'an'ı Allah'dan vahiy yoluyla almadığı hususunda daha da ileri gidiyorlar ve şöyle diyorlardı:

"İnkâr edenler: Bu (Kur'an), olsa olsa onun (Muhammed'in) uydurduğu bir yalandır. Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir, dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır. Yine onlar dediler ki: (Bu âyetler), onun, başkasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır." (25/Furkan, 4-5).

Furkan suresinin bu iki ayetinde, Kur'an hakkında kullandıkları 'iftira (ifk)'; 'başka bir kavim ona yardım etti'; 'onu yazdırdı'; 'sabah akşam kendisine okunmaktadır' gibi suçlamalar öne çıkmaktadır. Bunlar, Kur'an'ın Muhammed (a.s)a Allah tarafından vahiy yoluyla geldiğine, yani Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna inanmayan kâfirlerin kuruntularıdır. Bu ayetlerde Kur'an'ı öğrettiği ve yazdırdığı iddia edilen kimseler hakkında çoğul eki kullanılmıştır. Başka bir ayette ise, mevhum 'kaynak' tekil olarak ifade edilmektedir:

"Şüphesiz biz onların: 'Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancı [a'cemî]dir. Hâlbuki bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır." (16/Nahl, 103).

"Ona bir beşer öğretiyor" (innemâ yuallimuhû beşerun) sözüyle, Mekke'de yaşayan bazı kölelerin kastedildiği rivayet edilmekte ve bu cümleden olarak Yaîş,(67) Addas, Yesâr ve Cebr gibi kölelerin adları zikredilmektedir.(68) Fakat bu hususta verilen isimlerin hemen hepsi spekülâsyondan öte bir anlam taşımamaktadır.(69) Esasen, bu ismin kim olduğu önemli de değildir. Önemli olan, Muhammed (sav)in bir kişiden Kur'an'ı öğrendiğinin iddia edilmesidir.

Müslüman müelliflerin siyer kitaplarında, Peygamber (a.s)ın henüz çocuk yaşta iken amcası Ebu Talip'le gittiği bir ticari yolculukta Rahip Bahira ile görüşmesi anlatılmaktadır. Müslüman müellifler, bir taraftan Peygamberi okuma yazma bilmekten şiddetle sarfı nazar ettirirken, diğer taraftan son dönemlerde Bahira olayını kullanıp, Kur'an'ın Hristiyan kaynaklı oluşu yönünde kuşkular uyandıran müsteşriklerin ideolojik yorumlarını savuşturmaya çalışmaları, trajikomik bir hal almaktadır. Fakat şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, Mekke müşriklerinin gerek Furkan suresi, 4-5. ve gerekse Nahl suresinin 103. ayetinde yer verilen, 'Peygamber (a.s)a Kur'an'ı öğreten insan' iddiası, Rahip Bahira olayını kapsamamaktadır. Onların bâtıl iddiaları, vahyin indiği döneme tekabül ediyordu, Muhammed (a.s)ın çocukluğunu kastetmiyorlardı.(70)

Kur'an, indiği toplumun diliyle, apaçık Arapça olarak indiği halde onu inkâr ettiler. Eğer o, arapça bilmeyen (a'cemîlerden) birine indirilseydi de, onlara okusaydı yine inanmazlardı. (26/Şuara, 198-199). Müşriklerin itirazları, Kur'an'ın Arap diliyle nazil olmasına değildi. Kur'an başka bir dilde inseydi yine itiraz ederler, "Hiç Arab'a a'cemî Kur'an olur mu?!" (41/Fussilet, 44) derlerdi.

alıntı: http://www.iktibas.info/dergi/2007/temmuz/dusunce.htm

Yukarı dön Göster toprak-su's Profil Diğer Mesajlarını Ara: toprak-su
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet


                    Muhammed Okuma-yazma Biliyormuydu?

http://www.hanifdostlar.com/forum_posts.asp?TID=1239




__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats