HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: Taassub Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
elmuh
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 07 eylul 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 435
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı elmuh

İktibas Dergisi, Sayı 259, Temmuz 2000

Bir şeye körü körüne inanmak, bağlanmak; kendi fikrinden başka doğru kabul etmemek demek olan 'ta­assup', Arapça a-sa-be fiilinden türeme bir kelime olup, sözlük itibariyle birine taraftarlık ve gayretkeşlik etmek anlamına gelmektedir. Batılılar buna fanatizm demişlerdir.

Arapça'da 'el-Asabu' sözü, insanın ve diğer canlıla­rın zürriyetini ifade etmektedir. Vücuttaki sinir ağına da 'el-Asabu' denir. 'Asabetu'r-Racul', kişinin oğulları ve baba tarafından yakın akrabaları, yani kavmi demektir.

Taassup ile 'asabiyye' anlam olarak birbirine çok yakın iki kelimedir. Asabiyye, kişinin kendi kabilesi­ni/kavmini -ister zalim olsunlar, ister mazlum-, yardıma çağırmasıdır. Kişinin, çağrıya uyan kabilesi veya kavmi ile birlikte düşmanlarına karşı bir araya gelmesi taassub sözcüğüyle ifade edilir.

Bir hadiste, "Asabi, zulüm üzere kavmine yardım eden kişidir" denmiştir. Şu halde mutaassıp, kavminin zulmüne ortak olan kişidir. Muta­assıp, sırf asabiyyet duygusundan dolayı öfkelenir (ta­salanır), aynı duygudan dolayı sevinir (kıvanç duyar) ve kavmini her ne olursa olsun korur, himaye eder. Ona göre, kavmi hatadan münezzehdir.

Kısacası asabiyyet ve taassup, bir koruma ve savunma refleksidir. Bu bakımdan tutuculukla anlam ak­rabalığına sahiptir.

Taassup Türkçe sözlüklerde, kendi din ve milliyeti­ne son derece sıkı yapışıp, diğer din ve milliyette olan­lara buğz, kin ve husumet göstermek; doğru veya yan­lışlığına bakmaksızın bir fikrin savunmasını yapmak; kendi mensup olduğu din, düşünce veya ekolü her tür­lü düşünce ve inançtan üstün görmek şeklinde tanımlanmıştır. Taassupta körü körüne bir tarafgirlik ve doğruluğu hiç araştırılmadan karşıt düşünceyi inkar vardır.

İnsanda herhangi bir konudaki aşırı sevgi ve heyecan bilgiye değil de, cehalete dayanıyorsa, bundan taas­sup doğacaktır. Buradan şöyle bir netice kendiliğinden doğmaktadır: Nasıl ki bir din ya da düşünceye, doğruluğunu-yanlışlığını araştırmadan karşı çıkmak taassup ise, kendi dini ve düşüncesine, ideolojisine, doğrulu­ğunu, yanlışlığını araştırmadan sahip çıkmak da taas­subun bir başka boyutudur.

Asabiyyet ya da taassup, kabilecilik esasına dayalı, kabilecilik anlayışıyla yoğrulmuş cahiliyye dönemi Arap dili ve kültürünün doğurduğu bir kavramdır. Bu kav­ramda, hayatı, Allah'a iman esasına dayalı bir gözle değil, çok tanrıcı cahiliyye gözüyle değerlendirmenin izleri bulunmaktadır. Cahiliyye Arabı'nin bütün değer yargıları ya kabile anlayışı, yahut da dünyevi (seküler) bir ilgiyle sınırlıdır. Varolması da bir bakıma kabilesinin güçlü olmasına bağlıdır.

Bununla beraber, taassubun taassup olması için mutlaka kavim ve kabile tarafgirliği bağlamında olması şart değildir. Kavim ve kabile yerine, din, devlet, ide­oloji, siyaset, bilim, kültür, gelenekler ve spor gibi bir başka ilgi alanı da pekala taassubun nesnesi olabilir.

Örneğin Kur'an'ın "hamiyyetu'l-cahiliyye" olarak ad­landırdığı (48/26) taassup, dini-siyasi anlamdaki bir ta­rafgirliği çağrıştırmaktadır. 'Hamiyyet' kelimesi şiddetli taraftarlık, yani taassup demektir. Cahiliyye ise bilindi­ği üzere, basit anlamda "bilmemezlik", yani bir konuda bilgi eksikliği demek değildir. Bu deyim, İslam öncesi Araplar'ın şirk eksenli düşünüş ve davranışlarını kapsa­yan genel bir adlandırmadan ibarettir. Taassupla cahi­liyye kavramları arasında oldukça sıkı bir alaka vardır. Çünkü cahiliyye, Allah'ın terbiyesi ile terbiye olmamış bir toplumun değer yargılarıdır, kadın-erkek ilişkileridir; insana biçtiği değerdir; ölümden sonrasına ilişkin ta­savvurları (ya da tasavvursuzlukları)dır. Taassubun te­melinde yatan, cahiliyye anlayışıdır.

Zemahşeri'nin, Fetih suresinin 26. ayetindeki "hamiyyetu'l-cahiliyye" deyimini izah ederken, Hudeybiye'de Rasûlullah (sav) ile Mekke temsilcisi Süheyl ara­sında geçen dialoğa dikkat çeken yorumu ilginçtir. Orada anlaşma metni yazılırken Peygamber (sav)'in Hz. Ali'ye, "Yaz: Bismillahirrahmanirrahiim..." demesi üzerine Süheyl itiraz etmiş ve, "biz böyle (Rahman) di­ye bir şey bilmiyoruz;. 'Adınla, ey Allah'ım!' diye yaz demiştir. Rasûlullah diretmeyip istediği gibi yazdırmış; bi­raz sonra da Süheyl, "Allah'ın Rasûlü Muhammed..." ifadesine takılmış, "Rasûlullah"ı sansürleyerek, sadece "Abdullah oğlu Muhammed" yazılmasını dikte etmiştir. Burada Zemahşeri, Süheyl'in tutumunun tam bir cahiliyye taassubu olduğunu vurgulamak istemektedir.

Hamiyyet, insanın gazaplanması, öfkenin bütün duygula­rına, aklına ve düşüncesine egemen olması demektir. Mekke müşrikleri Muhammed'in getirdiği mesaja karşı öfke doluydular. Muhammed ve mü'minler ise, Allah'ın kendilerine indirdiği sekinetle, kendilerinden emin, tepkisellikten uzak ve hamiyyete kapılmadan olayları de­ğerlendirme azminde idiler. Dinleri bunu gerektiriyor­du.

Kur'an'da cahiliyye taassubuna ilişkin çok daha açık örnekler verilmektedir. Örneğin müşriklere, yeri-göğü yaratanın; güneşi ve ayı buyruğu altına alanın; gökten su indirip onunla, ölmüş olan yeryüzünü dirilte­nin; kendilerini yaratanın kim olduğu v.b. sorulacak ol­sa, alınacak cevabın mutlaka "Allah!" olacağına dikkat çekilmektedir. (29/61, 63; 39/38; 43/87). Fakat, bütün bu sorulara verilen "Allah'dır" cevabından sonra, taas­supları gereği yine de Allah'ın Muhammed'e indirdiği vahyi kabul etmemekte; yine de, değerler yükledikleri taşlara prestij etmekten vaz geçmemektedirler.

Hz. İbrahim'in putları kırması da, putperest kavmi­nin taassubunu ortaya çıkaran önemli bir hadisedir, İb­rahim (as) çok akıllıca düşünmüş, putları kırdığı balta­yı, en büyük putun boynuna asmıştı. Bu davranış, ken­dilerini zeki sanan putperestlerin, "bu ilahlarımıza bunu kim yaptı?" sorularına verilecek mükemmel bir cevabın ön hazırlığı idi. Putları, boynunda balta asılı olan o bü­yük put kırmıştı(!). Bu cevap karşısında iyice çılgına dönen, İbrahim'in putperest hemşehrileri, böyle bir şok karşısında başlarını öne eğip, içinde bulundukları sefihlikten dolayı pişman olup tevbe edecekleri yerde, tam bir cahiliyye taassubu ile karşılık veriyorlardı: Öyleyse yakın İbrahim'i!

Nemrut'tan devralınan bu kafirce taassup sonraki asırlarda ve başka coğrafyalarda "söyletmeyin vurun"; "söyletmeyin hapsedin"; "söyletmeyin kovun" sözleriyle ifade edilmiştir. Söyletmeyip vurmaya, hapsetmeye ve kovmaya hala devam etmektedirler.

Öte yandan pek çok peygamberin, taşlanma, sür­gün ya da öldürülme tehdidi ile karşı karşıya kaldığını ve nitekim öldürüldüğünü Kur'an haber vermektedir.Taşa tutulan, ya da öldürülen Peygamberlerden hiçbirisi, putperestlerle giriştikleri münazarada delilsiz, ilmi açıdan kifayetsiz kaldıkları için böyle bir cezaya maruz kalmış değillerdir. Bırakın münazarayı, onları dinlemeye bile tahammül edememişler; Peygamberle­rin çağrısına kulaklarını tıkamışlardır. Peygamberlerin -deyim yerindeyse- olanca medeni cesaretlerine, onları her türlü tartışmaya davet etmelerine rağmen, inkarcı­lar sadece cahiliyye taassubu ile mukavemet etmişler; tartışmak yerine kılıçla, mızrakla, ateşle, darağacıyla, kısacası, kaba kuvvetle cevap vermişlerdir.

Taassubun öznesi sadece kafir kavimler değildir el­bette. Dinli kesimlerin kimi grupları da yekdiğerine ha­yat hakkı tanımayacak kadar ileri gitmiştir. Hristiyan Avrupa'nın engizisyon mahkemeleri bunun en canlı ör­neğidir. Ortaçağ'ın belli bir kesitinde Avrupa'da 300 bin kişi yargılanıp değişik cezalara çarptırılmış; otuz iki bin kişi ateşte yakılmıştır. Kimisi kaynayan suya batırılarak haşlanmıştır. Ateşte yakılarak haddi bildirilenler­den biri de, İtalyan filozof Giardano Bruno idi. Bruno'nun, sonsuz ve sınırsız bir evren tezi kilisenin temel kabullerine aykırı düştüğü için yakılarak tecziye edil­mesi sağlanmıştı! Gerek Hristiyanlarla Yahudiler arasında gerekse Hristiyan mezhepleri arasında cereyan eden din/mezhep savaşlarında nice onbinler katledil­miştir.

İslam düşünce tarihindeki mezhepler gibi, fikir ve ictihad gibi en erdemli insan emeğinin ürünü olan de­ğerler bile, zamanla taassup konusu olabilmişlerdir. Kendileri birer mü'min olarak, Allah'ın dinini doğru an­layıp doğru anlatabilme gayreti güden kimi alimler, on­ların bağnaz takipçileri tarafından la-yuhti, la-yüs'el ka­bul edilerek tabulaştırılmışlardır.

Mezhep, meşrep, klik, cemaat, tarikat fanatizmi varlığını artırarak sürdürmektedir. Her insanın kendi ak­lını kullanmasını isteyen bir dinin salikleri, bir şeyhi, bir üstadı, bir hocaefendiyi veya ağabeyi, doğrunun tek referansı görebilmektedirler. Üstelik de bu insanlar ço­ğu zaman sözkonusu şeyhi, üstadı, hocaefendiyi ya da ağabeyi hasbelkader bulmuşlardır!

Şeyh, üstad, hoca-efendi ya da ağabeyler olmadan da din vardı. Bunlar olmasa idi acaba mutaassıp taraftarların dini durumu ne olacaktı? Bu grupların kahir ekseriyeti, kendi üstadları varken, başka hiçbir kaynağı okuma gereği duyma­dıkları gibi, inandıklarını iddia ettikleri Kur'an'ı bile oku(ya)mamaktadırlar. Çünkü hakim paradigmaya göre, üstadları, Kur'an'ı en iyi anlayan insandır. Kimse on­dan daha iyi anlayamadığına göre, "Kur'an'ı anlamak" gibi zahmetli(!) bir işle oyalanmaya hacet yoktur! Dola­yısıyla üstadlarının yorumları baz alındığı için, başka doğru da yoktur.

Öyle ki bu gruplar kendi şeyhlerine, "bir şeyi hiç yokken var eden; emsalsiz, benzersiz" anlamına gelen ('bedii' gibi), tanrısal sıfatları bile kullanmakta beis gör­memektedirler.

Halbuki Kur'an'ın, ataların yolunu takip edenleri tenkid ederken vermek istediği mesaj tam da budur. Allah'ın indirdiği vahye uymaya davet edilen insanlar, atalarını üzerinde buldukları yolu, bu vahye tercih ettik­lerini açıkça beyan etmektedirler. Bu beyan ediş, ikibinli yıllar da olsa; sözkonusu olanlar, kendilerini İs­lam'a nispet eden insanlar da olsa, durum değişmemektedir. Çünkü, atalarının yolunu; yani üstadlarının düşünce ve yorumlarını, şerhlerini sorgulama gereği duymayacak kadar ona bağlanmaktır taassup.

Bu ta­assup görme, işitme, akletme ve idrak hassalarını kör etmektedir. Fanatizmin en koyusu budur. Atomu patlat­maktan daha zor olan işte bu taassubu yıkmaktır. Bu gruplar, Ebu Hanife gibi imamlara bağlı görünmelerine rağmen, onlara atfedilen, "bu benim görüşüm bana gö­re doğrudur; muhatabımınki ise doğru olması muhte­mel bir yanlıştır" şeklindeki ilkeli tavırdan da hiçbir na­sip almamışlardır. Tıpkı, ruhbanlığı (Allah'ın yasakla­masına rağmen) uydurup da, ona da bağlı kalmayan ehli kitap misali...

Taassup, bir siyasi düşüncenin (ideolojinin) körü körüne takip edilmesi olarak da tezahür etmektedir. Bu anlamda siyasi iktidarlar kelimenin tam anlamıyla, belli ideolojileri zorla dayatan fanatizmin tipik örnekleridir. Mutaassıp yönetimler, muayyen ideolojilerini zorla benimsetmek için iktidar olmanın sağladığı bütün tazyik­leri kullanmaktadırlar. Sorgulanmaya müsait açıklarını "sorgulanamazlar" listesine dahil etmeleri ise, rejimleri­nin adının "demokrasi" olmasıyla hiçbir tenakuz doğurmamaktadır! 

Siyasi partiler fanatizmin sanki karakollarıdır. Siyasi teşekküller gerçek bir cahiliyye taassubu ile, kendileri­nin mutlak surette doğrunun, iyinin temsilcisi olduğunu topluma lanse etmek yarışına girmektedirler. Bu uğur­da rakiplerini elimine etmek için çiğnemeyecekleri hiçbir kural yoktur.

Siyasi fanatizmin yalnızca demokratik sistemlere özgü olduğu gibi bir yanlışa kesinlikle düşmemeliyiz. Aksi takdirde bu da taassupkar bir iddia olur. İslam ta­rihindeki Emevi-Abbasi çekişmesi; Emeviler'in Şia'ya karşı zalimce tutumları; Abbasiler'in, Emevi krallarının kabirlerini açıp, çürümekte olan bedenlere işkence edecek kadar haddi aşmaları, demokratik düzenlerde­ki siyasi fanatizmden geri kalır nitelikte değildir.

İslam dini her türlü ırk taassubuna da tamamen kar­şıdır, İslam "erdemin sadece takvada olduğunu" esas alarak, ırkların üstünlüğü fikrini bir kalemde silip atmış­tır. Kur'an bütün varlığı Allah'ın boyası ile boyamakta­dır. Allah'ın boyasından daha iyi kimin boyası vardır?! Bu demektir ki, Allah'ın mutlak hükümranlığı yanında herhangi bir ırkın, kavmin, kabilenin bir üstünlüğü yok­tur. Kur'an insanların kabileler ve kavimler halinde ya­ratılmış olmasının nedenini tearuf olarak açıklamakta­dır. Yani aslolan, birbirleriyle tanışmak; bilgi, görgü, ahlak ve fazilette, yeryüzünün imarında yarışmaktır.

Hz. Peygamber'den "asabiyyeye çağıran; ya da asabiyye uğruna savaşan ve asabiyye uğrunda ölen bizden değildir" şeklinde bir hadis rivayet edilmiştir. Zaten Peygamber'in bütün risalet hayatı da bunun en berrak delilidir. O, asabiyyeti bir an bile dininin önüne geçirmemiştir.

İnsanın kabilesini, akrabalarını ve milletini, hak üze­re olduğu, gidişatı şer'e uygun olduğu sürece sevmesi meşrudur, İslam buna aykırı bir kural da koymamıştır. Fakat, kavim ve kabilenin yanlışlarını, haksızlık ve taş­kınlıklarını sırf kabilecilik, kavmiyetçilik hisleriyle savun­mak, zulümdür.

İbni Haldun'un asabiyete getirdiği tanım oldukça il­ginçtir. Ona göre, asabiyet bilinci badiyede (kırsal alanda) canlıdır, şehirlerde ise yok olmaktadır. Çünkü badiyede, henüz neseplerin birbirine çok karışmadığı kabileler, kuvvetli bir asabiyet duygusu sayesinde da­ha güçlüdürler. Burası onların şehirlilerden de üstün yanlarıdır. Şehirde ise nesep iyice karışmıştır, dolayı­sıyla asabiyet de kaybolmuştur.

İbni Haldun'a göre, siyasi hadiselerin ve devletin esasını asabiye teşkil eder. Toplumsal hadiseler bu mihverde cereyan eder. Sözkonusu kabilelerden asa­biyesi güçlü olan biri devlet ve medeniyetler kurar. Di­ni davet de, hitap ettiği toplumun asabiyesine dayan­mak zorundadır. Ama peygamberlerin çoğunluğunun tebliğ mücadelesi İbni Haldun'un bu tezini boşa çıkarır niteliktedir. İbni Haldun, din nasıl ki insandaki gazap duygusunu tamamen yok etmek istemiyor, onun doğru yerde doğru hedefler için kullanılmasını istiyorsa, asa­biyenin de bir şekilde, iyi hedeflere yönlendirilebilece­ğini savunmaktadır. Hz. Peygamber'e atfedilen, asabiyenin aleyhindeki hadisleri bu şekilde telif etmektedir.

İbni Haldun, kendisine kadar kavim ve kabilecilik, ırkçılık anlamıyla yüklü olan asabiye kavramına yeni bir içerik kazandırmış görünmektedir. O, nesebe dayanan asabiyeti, sebebe dayanan asabiyete dönüştürmüştür. "Sebebe dayalı asabiyet", asabiyeti medeniyetle bağıntılandırmaktadır. Dinler, mezhepler, tarikatler ve ideolojilerin, çok değişik ırklardan insanları bir çatı al­tında toplamasını, onlara güçlü bir bağlılık ve birliktelik ruhu vermesini sebebe bağlı asabiye olarak almakta­dır. Şia, Haricilik, Mutezile, Nakşilik gibi fırkaları yaşa­tan, yayılmasını sağlayan bu asabiyedir demektedir.

Cahiliyyenin kabile asabiyyeti ise günümüzde ırkçı­lık olarak kendini göstermiştir. Irkçı ideolojiler eliyle mil­letler uluslara bölünmüştür, İslam ümmeti yerinde artık, Batı'ya göbekten bağlı çok miktarda ulus-devlet bulun­maktadır.

Modernizmin taassupları da tam kendine özgüdür. Tepeden bakıcı, küçümseyici, kutsalı tamamen dışla­yan, kendine haddinden çok güvenen bir taassup. Mo­dernizmin bağnazlıklarından biri, "bilimcilik" (scienticism)dir. Bilim her şeyin ölçüsüdür; laboratuvarda test edilemeyen, rakamlarla ifade edilemeyen; kısaca, 'bi­limsel' etiketini taşımayan her şey rahatlıkla hurafe kapsamına dahil edilebilmektedir.

Modernizm, put üretmeye devam etmektedir, Cin­sellikten futbola; tüketimden zayıflamaya; reklamdan imaja birçok konu, çağdaş/modern bir put olarak yüceltilmektedir. Örneğin futbol fanatizmi artık, tıpkı antik mitolojideki tanrılara kurban sunulması gibi, kurbanları­nı da alarak, kitlelerin yeni dini olmaya aday olduğunu kanıtlamıştır: Çünkü hiçbir dini motifin, kendi mü'minlerini, futbolun seyircisini heyecanlandırdığı kadar heyecanlandırdığı (din felsefesindeki adıyla, "nihai ilgi"nin odağı olduğu) görülmemiştir.

Şüphesiz bütün fanatizmlerin tedavisi İslam ile mümkündür, İslam'la fanatizm birbirinden yüzde yüz uzaktır, İslam, kendisini dayatmamaktadır. Kur'an, dine davette zorlama olmadığını çok açık bir şekilde açıkla­mıştır (2/256). Üstelik de Kur'an, hiçbir amentü esası­nın dogmatik olarak, dayatmacı bir eda ile zorla kabu­lünü talep etmemektedir. Kur'an bütünlüğü gözönünde bulundurulduğunda, insanların, "iman ediniz; çünkü şundan dolayı..." şeklinde düşündürme, akletme çağrı­sıyla imana davet edildiği görülecektir. O, mütemadi­yen tefekkür etmeyi, akletmeyi, tedebbürü, yer yüzün­de gezip dolaşıp ibret almayı salık vermektedir. "Dinde zorlama yoktur"un gerekçesi bile bunu doğrulamakta­dır: Çünkü artık hak ile batıl, doğru ile yanlış birbirinden iyice seçilip ayrıştırılmıştır!

İşte bütün bu çağrılar, "ken­dine güven" diye bir sorunu olmayan bir yüce makamın sesidir. Bu ses, insanoğlunun, tefekkür ve ta'akkul çağ­rısına uyduğu taktirde, mutlaka Allah'ın gücünü keşfe­deceğine olan güvenden neş'et eden tok bir sesdir.

Dolayısıyla böyle bir dinde taassubun yeri olmadığı açıktır. Öyle ki Kur'an, imanın ana konusu olan Allah'ın varlığını bile tartışmaya açmakta; sadece "inanın" de­mekle yetinmemektedir. Örneğin, "birden fazla ilah ol­saydı, evrende nasıl bir sonuç doğardı?" sorusunu or­taya atmakta, peşinden, kendine ait cevabı da vermek­tedir. Ayrıca, sivri sinekten deveye; arının bal yapma­sından, rüzgarın sürüklediği bulutlardan yağan yağmu­ra; ayın, dünyanın ve güneşin hareketlerine varıncaya kadar yığınlarca örneğe dikkat çekilerek, Allah'a ima­nın bunları düşündükten sonra olmasını talep etmekte­dir. Eğer, peygamber'e indirilen vahiyden kuşku duyulmaktaysa, onun getirdiği vahyin bir benzerini getirme­ye davet etmektedir. Bütün bunlar, fanatizmi kökünden sarsan bir ilahi Kitab'ın çağrılarıdır, işte fanatizm, bu çağrının tam tersi bir tutum olarak görülmelidir.

Her şeye rağmen burada önemli bir noktanın altını da çizmekte yarar vardır. "Dinde zorlama yoktur" diyen bir dinin mensupları zaman içerisinde, mürtedin öldü­rüleceğine dair bir kanaate sahip olabilmişlerdir. Emevi-Abbasi hanedanlarının çokça işine yarayan böyle bir hüküm Kur'an'a ait değildir. Kur'an dine zorla inandır­mayı talep etmediği gibi, imandan çıkanı öldürmeyi de emretmemektedir. Ancak Kur'an, meşru İslami otorite­ye isyan edenlerin cezalandırılmasını emreder ki, bu da tamamen başka bir bağlama aittir.

Bununla beraber, İslam imanının, düşmanları tara­fından bilinçli bir şekilde "taassup" olarak adlandırıl­ması sözkonusudur. Oysa bu çağdaş inkarcıların suç­lamalarına cevabı Kur'an, bin dörtyüz sene önce vermişti: Onların, kendileri hiçbir şey yaratamayan, taştan ya da ağaçtan yonttukları tanrı tasarımlarına inanmaları taassup olmuyor da, alemleri yaratan Allah'a iman etmek mi taassup olacak?

İslam düşmanlarının bu tür psikolojik savaş teknik­lerinden etkilenen kimi gayretkeşler, İslam'ın taassup olmadığını kanıtlamak için birtakım konsiller tertip ede­rek, oralarda, mutaassıp müşriklerin sözcülüğünü yap­maktadırlar. Mutaassıp müşrikler, İslam'ın ahmak dostlarının boyunlarına astıkları davulu kendi ellerindeki ço­makla çalmaktadırlar, İslam'ın, taassup olmadığını is­pat etmek için, artık, İslam akidesi ile, muharref dinle­rin akideleri aynı kefeye konmaktadır. Yine aynı saiklerle İslam çoktan, siyasi içeriğinden soyutlanıp, sadece bir manastır dini seviyesine tenzil edilmiştir.

Laikleştirme politikaları sonucunda dil bilgisini de yitiren, anormal derece kavram kargaşasına maruz bı­rakılan garpzede Türk toplumunun belli bir kesimi ne acıdır ki, taassup sözcüğünü dindarlık anlamında kul­lanmaktadır. Müslüman ailelerin ahlak, edep, iffet ve namus kurallarına sadakatleri mutaassıp yaftasıyla ifa­de edilmektedir.

Elbette insanların yüzde yüz benimsedikleri, uğrun­da ölmeyi bile göze aldıkları değerleri olmalıdır. Bu, ta­assupla karıştırılmamalıdır. Taassup, inanç ya da kana­atleri, dü'şünceleri körü körüne sürdürmektir. Taassup­ta kavim, kabile, ırk, ülke, takım, grup ya da üstad, ağabey, önder gibi "değerlerin, doğrunun, adil olanın, hayırlı olanın, ilmi olanın, ahlaki olanın önüne geçmesi sözkonusudur. insanın doğru, adil, hayırlı, ilmi, ahlaki gibi kriterlerin süzgecinden geçtikten sonra "değişme­si teklif bile edilemez" kimi değerleri bulunmalıdır.

Kur'an, çok sevdikleri ülkelerini imanlarına feda eden Rasûller'in hicretlerine şahitlik etmektedir. En ya­kın ana-baba, eş ve kardeşin bile, iman karşısında ra­hatlıkla feda edilebilecekleri, bu örnekte vardır. Kur'an, üstad, ağabey, şeyh, önder, lider gibi insanları doğru­nun tartışmasız kaynağı kabul etmeyi, Allah'ın dışında rabler edinmek telakki eder. Mü'minler mü'minlerin velisidirler ama rableri değildirler. "Allah'dan başka ilah yoktur" kelime-i tayyibesindeki "ilah" kalıp sözcüğünün "tahtında müstetir" listesi içerisinde vatan, ırk, kabile, devlet, takım, milli şef gibi kavramlar da pekala bulun­maktadır.

Kısacası, Allah'a iman, asla taassup bağlamında ele alınamaz. Çünkü Allah gerçektir; Allah'a iman da doğrudur. Allah'ın afaktaki ve enfüsteki ayetlerini doğ­ru okuyabilen herkes, Allah'ın varlığının kainatın her zerresine damgasını vurduğunu görecektir. Özellikle bu konuda, muarızlarına sayılamayacak kadar işaretten, ayetten bahseden iman sahipleri, nasıl taassupla suçlanabilirler? Bilakis, imanın anlamsız olduğunu, iman etmemek gerektiğini dayatmacı bir üslupla insan­lara anlatan, diretenler taassupkar görünmeye daha la­yıktırlar.

"Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum; ben gaybı da bilmem; bir melek olduğumu da söylemi­yorum!" diyen elçiler mi mutaassıptırlar, yoksa, onları cinlenmiş olmakla, meczuplukla suçlayan, "söyletme­yin yakın" diyenler mi mutaassıptırlar?! Elçiler ne kadar kendine güvenen, tartışmaya açık, delillerle konuşan; muhatabını tefekküre, kurallı tartışmaya çağıran kişiler ise, düşmanları da o kadar zorba, baskıcı ve zalimdir.

"Taassup temeddün ve terakkiye manidir" sözü bir özdeyiş haline gelmiştir. Gerçekten de taassubun ol­duğu yerde müzakere ve münakaşa yoktur. Orada kav­ga vardır. Tıpkı Kabil'in tavrı gibi silahların çekilmesi vardır. Mutaassıplar tartışamadıkları için silahlara sarıl­makta, buna da "töre" adını vermektedirler, insanların düşüncelerine prangalar vurmak istemektedirler. Mo­dern şehirler, düşünen insanları cezalandırmak için in­şa edilmiş modern hasiphanelere meşbudur. Düşünce­nin kuduz köpek gibi kovalandığı vasatlarda elbette ki "temeddün ve terakki"den bahsetmek imkansızdır. Çünkü orada toplumsal insicamdan, kardeşlikten bah­setmek mümkün değildir. Gerçek kardeşlik de sadece İslam'la kurulabilir.



__________________
O, odur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kulu üzerine, gerçeği apaçık gösteren ayetler indiriyor. Allah size karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir.
Yukarı dön Göster elmuh's Profil Diğer Mesajlarını Ara: elmuh
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats