HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: BAŞÖRTÜSÜ İLAHİ BİR BUYRUK MUDUR? Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
adilok
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 15 subat 2008
Gönderilenler: 3
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adilok

BAŞÖRTÜSÜ İLAHÎ BİR BUYRUK MUDUR?


ÖZET: Giyim konusu, Kur’an’da mü’minlere yetecek ölçüde açıklanmıştır. Allah’ın Elçisi de, Kur’an dışında inananları bağlayıcı bir vahiy almamıştır. Allah Resulü, Kur’an’ı inceleyerek bu konuda sonuçlara varmıştır. Rabb’imizin inanan erkek ve kadınlardan özetle şunu istemiştir: Toplumsal ilişkilerde cinsel kimlikle öne çıkma yerine, bu gerçeği reddetmeden, hiçe saymadan, göz ardı etmeden mümkün olduğu kadar insan kimliğiyle birlikte yaşayın, hayatı birlikte kucaklayın. Birbirinizi tahrik etmekten, taciz etmekten ve bir yerlerinizi teşhir etmekten uzak durun. A’raf suresi, 26-27. ayetlerde tüm Adem oğullardan apışaralarını örtmelerini istemiştir. Amaç fitnenin önüne geçmektir. Tek ilahî otorite olan Allah Nûr suresi, 30’da öncelikle erkeklere sonra kadınlara hitap ederek karşıt cinse karşı gözlerini (bakışlarını) dikip kalmamalarını istemiştir. Mü’min erkek ve kadınların toplumda bir arada yaşadıklarını taciz ve tahrik durumlardan sakınmalarını ifade etmiştir. Nur 31. ayetinde ise daha fazla cazibeli oldukları için konu kadınlar açısından ele alınarak onların teşhir ve tahrik etmekten kaçınmaları istenmiştir. Bu ayette vurgu konusu olan “humur” sözcüğü değil “zînet” sözcüğüdür. Amaç tahrik ve teşhir edici durumun önüne geçmektir. “Humur”un amacı da zînet konusunda en fazla öne çıkan göğüs dekoltesidir. Nitekim günümüzde kadınlar bununla daha fazla dikkat çekmektedirler. Nûr suresi, 60’da zînetin göreceli olduğunu kişiye, onun yaşına ve duruma göre değişebileceğini bildirmiştir. Ahzâb suresi, 59. ayette ise yabancı ortamlarda, kadının korunmasız olduğu durumlarda tacize karşı ekstra önlem olarak içinde bulunduğu topluma uygun bir dış giysi(ceket, kaban, palto veya pardesü vb.) alınmasının daha iyi olduğunu tavsiye etmiştir. Ancak bu giysi, bir ulusun başka bir ulusu taklidi olarak anlaşılmamalıdır.

 

Sami Hocaoğlu takma adlı Mustafa İslamoğlu’nun 01-08.02.2008 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki “Başörtüsünün farziyyeti” adlı köşe yazılarıyla ve 08-09.02.2008 tarihinde Hilal TV’de yayınlanan “Kur’an’da Başörtüsü” konulu bir programla ilgili bir değerlendirmedir.



Konuşmacı Mustafa İslamoğlu, program boyunca gösterdiği saygısız, alaycı ve saldırgan tavır sergilemekle ancak kendi güvenirliğini zedelemiştir.



Öncelikle konuşmacının tavrı diğer sohbetlere göre oldukça farklıydı. Diğer toplumsal gruplarla ve cemaatlerle ilgili değerlendirmesinde sık sık göze çarpan üslubu tamamen değişmişti. Cemaatlere şirin görünmek adına yüzünü ve ses tonunu eğip bükerek esnek olmaya çalışan konuşmacı; Allah odaklı ve Kur’an eksenli anlayışlara gelince genel tavrı hoşgörüsüz, saygısız ve saldırgan idi. Oysa geçmişte, üstadı Said-i Nursi’den söz ederken onun çok değerli eserler ortaya koyduğunu dile getirmiş, onu öve öve bitirememiş, ancak yalnızca bir yerdeki değerlendirmesine katılamayacağını söylerken inanılmaz bir şekilde moddan moda girmiş, alabildiğince sözleri gevelemiş, yetmiş dereden su getirerek, ona bağlılığını ve özrünü beyan etmiştir. Program sunucusu, genelde abartılı bir kişilik olmasına rağmen o gün daha sakin ve konuşmacıya göre daha saygılıydı.



Konuşmacı o gün sanki mutlak ve tek âlim havasına girmişti. Kendisine mektup gönderen 55 yaşındaki emekliyi hafife alması kendisine hiç yakışmadı. Hem de bunu birkaç kere diline doladı. Din işleri konusunda konuşmanın 55 yaşındaki emeklilerin işi olmadığını küçümser bir üslupla yineledi. Oysa bu 55 yaşındaki kişi Diyanet İşleri Başkanlığından ayrılmış bir emekli olabileceği gibi, bir İlahiyat profesörü, medrese mollası ya da kendini yetiştirmiş bir âlim de olabilirdi. Sormak lazım, bu konularda konuşmak için acaba kaç yaşında ve hangi niteliklere sahip olmak gerekir?



Dürüst insanlar abartılı davranmadıkları gibi yüzlerini ve ses tonlarını eğip bükmezler. Dürüst olmayan insanların sözleriyle özleri, sözleriyle davranışları uyumlu olmaz. Bol laf üretirler ama fiili uygulama onlarda ancak şova dönüşür. Şov yapanlar çevrelerine iyi izleyici toplayabilirler, ama güven veremezler. Şov yapanlar ahirete inanmazlar. Allah yokmuş, edilgenmiş veya devre dışıymış gibi konuşur ve davranırlar. Zaman zaman sözleri doğru olsa bile bu açıkları samimiyetlerini kuşkulu kılar.



Konu başörtüsü iken bu konuda ne kadar yetersiz olduğunu veya hazır olmadığını ortaya koydu. Konuşmacı vaktini konuyu cevaplamak yerine lüzumsuz polemiklerle harcadı. Mektup sahibi Latin harfleriyle yazdığı mektubunu “mikna’a” yerine “mikna” diye ifade etmiş olabilir. Ortada tiye alınacak bir durum yokken birkaç kez bunu alay konusu yaptı. Oysa izinden gittiği âlimlerin karşıt görüşlerini böyle dışlayıcı olmamıştı. Kendisi bir çırpıda Kur’an’ı merkeze alanları “kâfir” ilan etti. Bunu da defalarca tekrarladı. Oysa şimdiye kadar onca aykırı ve yadsıyıcı görüşleri böyle etiketleme cüretini gösterememişti.



Kur’an’da mealen, ahirete inananların kaliteli, tutarlı örnekler vereceğinden söz eder. Eğer ciddi laflar ediyorsanız verdiğiniz örnekler dengeli olmak zorundadır. Bu durum, aynı zamanda dürüst bir insan olmanın gereğidir. İnsan dürüst olmadığı zaman ahlakdışı bir yol izler, uçlardan, kenarlardan, dolambaçlı yollardan manevralar yapar, sözünü yeterince temsil etmeyen ve desteklemeyen örneklere sarılır. Bu yolla ahmakları aldatır, ama dürüst insanları zamanla kendisinden uzaklaştırır, cepheleşmeleri daha da keskinleştirir.



Kur’an’ı merkeze alan, geleneği ve hadisleri hüküm mercii olarak görmeyenlerin, Arapça bilmedikleri için bu sonuca vardıklarını söylemek iddia sahibinin basitliğini ortaya koyar. Biraz insaf ve izan gerekir.



Konuşmacının büyük üstad olarak nitelediği Said-i Nursi’nin ilginç bir sözü var: Risale-i Nur okuyan Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur’u anlamasalar bile, anlamadan okusalar bile zamanın büyük âlimidirler” der. Buradan yola çıkarak denilebilir ki, Türkçe okumasını bilen, evinde Kur’an, internet bulunduran ve oradan günde birkaç saat harcayarak araştırma yapan herkes bu zamanın âlimidir. Peki, bunu yapan, yapabilecek kaç kişi var? Belki milyonlar… Bu ifade konuşmacının hoşuna gitmez, evet. Milyon alim. 3 ayet, 3 konuda araştıran ve bilgisini netleştirenler 3 ayetin, 3 konunun âlimidirler. Arapça bilmeseler de… Kaldı ki bu toplumda milyonu aşacak ölçekte okuduğunu anlayacak, Arapça sözlükleri okuyacak ölçekte Arapça bilen insanlar var.



Konuşmacı, Kur’an’ı hüküm koyucu tek kaynak gören insanların namaz kılarken yalnızca, “Elhamdulillah” dediklerini veya birkaç sözcükle bu ibadeti ifa ettiklerini dile getirdi. Şimdi bu doğru mudur? Bu iddia, bu anlayışta olanların ortalama uygulamasını yansıtıyor mu? Hayır. Ortada hak yok, adalet de yok. Çünkü konuşmacı dürüst değil. İzleyicilerine keyfi bir tanıtım yapma gayretinde. Bir meczubun sözünü nasıl genel görüş diye yansıtırsınız. Benzer meczuplukların her tarafta örnekleri bulunamaz mı? Biraz internet kültürünüz varsa, Kur’an merkezli anlayışı savunanların keyfi namaz kılmadıklarını, Kur’an’dan pekala namazın nasıl kılınabileceğini çıkarılabildiğini görürsünüz. Örneğin bir arama motorundan “Kur’an’da namaz” veya “Kur’an’da salat” diye aratırsanız, elinize hem delilli-ispatlı çok sayıda araştırma bulursunuz. Hatta ciddi beyin jimnastiği yaparak. Namaz konusuyla beraber pek çok konuyu kafanızda sorgulayarak. Allah’ın Kitabındaki kanıtlarını bizzat görerek. Peki, konuşmacının savunduğu namazı milyonlar nereden öğrenmektedir? “Namaz Hocası” adlı kitaplardan. Bu kitaplar belirli mezhebe ait, konuyu delilsiz aktaran, namazı yalnızca şekle indirgeyen bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Kendi gözündeki merteği görmeyenler başkasındaki çöple alay etmektedirler.



Pardon konu neydi? Başörtü. Ancak konuşmacı bir türlü konuya gelemiyordu. Kur’an’ı dinin tek kaynağı görenlerin kafir olduklarını, cahil olduklarını, örtenler olduklarını, haddini bilmezlerden olduklarını, Arapça bilmediklerini, kitabına uydurduklarını, İslam’ı teslim aldıklarını iddia ediyordu. Hatta haddini aşıp daha büyük ithamlarda bulunuyordu. Onlara benzeyen Haricilerin hamile kadınları, bebekleriyle birlikte kestiklerini, dillerini doğradıklarını iddia ediyordu. Bunlar ahlakdışı benzetmelerdir.  Tüm bunlar haksız bir itham, koca bir iftiradır. Konuşmacının iddialarını yaşatan ve ayakta tutan Emeviler ve Abbasilerin insanları ne tür işkencelerle katlettiklerini neyle açıklayacaksınız? Oysa şu bilinen bir gerçektir ki Kur’an eksenli insanların genel ortalaması ne Haricileri ne Vehhabileri ne şu mezhebi ne de bu tarikatı referans alırlar. Kur’an eksenliler hadisleri dinin temel referans kaynağı kabul etmez iken Hariciler, Vehhabiler, Mutezile ve özellikle Sünniler konuşmacı gibi hadis ve sünneti de dinin temel referans kaynağı olarak görmektedirler. Şimdi kim kime benzemeye daha yakındır, acaba? Kur’an’ı dinin temel referans kaynağı görenler, Kur’an ve vahiy kontrollü bilgiyi aklın ve bilimin ışığında anlamaya ve yaşamaya çalışırlar. Birtakım cemaatlere şirin görünmek için konuşmacı gibi dillerini eğip bükmezler.



Konuşmacının iftiraları bitmiyordu. Bunların arkasında Batı’nın ve oryantalistlerin olduğuyla itham ediyordu. Belli ki mezhepçi, kuralcı gözünü kin bürümüştü. Postundan endişe içindeydi. Gençlik kendisi kadar, Kur’an eksenli insanlara da itibar etmeye başlamıştı. Çıldırması bundandı. Eğer Kur’an eksenli insanlarla tanışıklığınız varsa biraz gözlemlemeniz sonucunda, onların büyük çoğunluğunun ekonomik açıdan pek de varlıklı olmadığını görürsünüz. Oysa konuşmacıya destek veren grup ve cemaatler hem ülke içinde hem de ülke dışında büyük servetlere sahiptirler. Holdingleri, televizyonları, gazeteleri vardır. Batı’nın kimin arkasında olduğu açık değil midir?



Başörtüsü tartışmalarını gündeme taşıyanlar Türkiye’de konuşmacının iddia ettiği gibi Arapça bilmeyen sıradan halk olmamıştır. Bunlar, hem medrese hem akademik eğitim almış insanlardan oluşmaktadır. İşte bunların bir kısmı hem ilahiyat hem de medrese eğitimi almışlardır: Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Beyza Bilgin, Prof. Hüseyin Hatemi, Prof. Mualla Selçuk, Doç. Şahin Filiz, Amerikalı kadın alim Amine Vadud. Diğer taraftan Diyanet İşleri başkanı Prof. Ali Bardakoğlu, eski Diyanet İşleri Başkanları Prof. Süleyman Ateş ve Mehmet Nuri Yılmaz, Prof. Mehmet Aydın, Prof. Salih Akdemir, Prof. Hasan Onat, Prof. Zekeriyya Beyaz gibi şahsiyetler bunun bir gelenek veya görenek anlamında bir dinî gereklilik olduğunu vurgulamışlardır. Prof. Bayraktar Bayraklı başı açık namazın geçersiz olduğunun iddiasının doğru olmadığını dile getirmiştir. Prof. Hüseyin Atay başı açık namaz kılınabileceğini dile getirmiştir. Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu da benzer görüşte olduğunu beyan etmiştir.



Konuşmacı Nur suresi, 31. ayetinde geçen “humur” sözcüğünün “örtüler” değil, “başörtüler” anlamına geldiğinin tartışmasız kabul edildiğini iddia etmektedir. O yüzden “humur” sözcüğüne ek olarak “baş” anlamına gelen “re’s” sözcüğüyle birlikte kullanılmasının gereğini dile getirmenin alaycı üslubuyla cehalet ve haddini bilmezlik olduğunu iddia etmiştir. Şimdi “humur” sözcüğüne tek ve mutlak görüş gibi bir dogmayı dayatan ve aykırı olasılıkları kafirlik, cahillik ve haddini bilmezlikle suçlarken bunun bir hezeyan olduğunu Arap üniversitelerinde öğretim üyesi olarak ders veren, bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Prof. Süleyman Ateş’in Kur’an Ansiklopedisi’nin “Örtünme” bölümünden makaslanmış gibi bir saçmalığa yer vermemek için kendi görüşüyle birlikte alıntılıyorum:



“Humur himârın çoğuludur. Örtmek, anlamındaki hamr kökünden yapılmış isim olan himâr, aslında örtü demektir. Fakat örfte kadının başörtüsünün adı olmuştur. Acaba himâr kelimesi, Kur'ân indiği dönemde bu özel anlamı kazanmış mıydı, yoksa Kur'ân döneminden sonra mı kelimeye bu özel anlam verildi, bilemiyorum. Ceyb, gömleğin göğüs yırtmacıdır. Örtülerini yaka­larının üstüne koysunlar." cümlesinde eğer himâr kelimesi, özel anlamıyla değil de genel anlamı olan örtü mânâsında ise, âyette, kadınların, örtülerini yaka yırtmaçlarının üstüne koymaları emredilmektedir. Bu durumda saçtan ve saçın örtülmesinden söz edilmemiştir. Buna göre âyette saçların değil, göğsün örtülmesi emredilmiş olur. Ama eğer himâr'a, başörtüsü anlamı sonradan yüklenmemiş de Kur­'ân’da bu özel anlamda kullanılmış ise, -ki kanâatimiz böyledir- bu takdirde kadınların, baş örtülerini, yakalarının üstüne koyup gerdanlarını kapat­maları emredilmiştir. Bu takdirde himâr saçları kapatan başörtüsüdür. Zaten Kur'ân'ın indiği dönemde hür ve özellikle aristokrat kadınların, başlarını örttükleri muhakkaktır. Binaenaleyh kelimenin, Kur'ân'da bu anlamda kullanılmış olduğu ihtimali daha güçlüdür.”



İşte bu, ilmî yaklaşım. Konuşmacının tavrı ise, subjektif, tarafgir, cemaat bağnazlığı, ata kültüne olan bağımlılığını ortaya koymaktadır.



Yine Prof. Süleyman Ateş’in Vatan gazetesindeki yazısı, gerçi bazı alimlerin gazeteye yazdıkları ilmî değer taşırken nedense bazılarınınki taşımamaktadır:



“Hz. Ömer, baş örtülü gördüğü bir cariyenin başından örtüsünü çıkarttırmıştır. Eğer baş örtüsü takmak dinin temel görevi olsaydı, cariyeye de örtünme gereği getirilirdi. Oysa cariyenin örtmesi gereken yerler, aynen erkekler gibi göbekle diz kapağı arasıdır. Yani cariyenin göğüsleri dahi örtünme kapsamı dışında tutulmuştur. Neye göre? Geleneğe göre... Yoksa Kur’ân’da hür ve cariye ayırımı yoktur.  O halde bugün takılmasa da olur. Çünkü Kur’ân, “Sözü yani Kur’ân’ı dinleyip onun en güzeline uyanlar”ı övmektedir. “Demek ki Kur’ân’ın da bütün emirlerini uygulama gereği getirilmiyor, zamanın şartlarına en uygun olanına uymak da yeterlidir. Hepsini yapamıyorsak, hepsini terk etmemiz doğru olmaz. Yapabildiklerimizi yaparız” derseniz bu bir yorumdur. Ama “baş örtüsü diye bir şey yoktur” gibi sözler ciddiyetten uzaktır. Benden böyle bir şey beklemeyiniz. 70 yaşımdan sonra insanların hoşuna gitsin diye gerçeklere ters şeyler söylemem, söyleyemem.”



Evet, Süleyman Ateş doğru söylüyor. Başörtü diye bir şey var. Binlerce insan da takmaktadır. Bu da bir gerçektir. Ancak mutla doğru mudur? Onun cevabını veriyor mu? Hayır. Süleyman Ateş cahil midir? Bunu iddia etmek bir hezeyandır.



Bir de konuşmacının alkışlayacağı kaynaktan kanıt vermekte yarar vardır. Eski Diyanet İşleri başkanı Ömer Nasuhi Bilmen, Türkiye’de dinin temel kaynağı olarak görülen, yoğun şekilde okunan ve temel referans kabul edilen “Büyük İslam İlmihali” adlı eserinin “Namaz- Setr-i Avret (Ayıp Yerleri Örtmek)” adlı bölümünde şu bilgilere yer vermektedir:



“23-Cariyeler (köle olan kadınlar) için avret yeri, erkekler gibi, göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımla karın ve sırtlarıdır. Hür kadınların şeref ve durumları bakımından örtmek zorunda bulundukları organları daha çoktur. Köleler ise, hürriyet şerefinden yoksun ve efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için, bunlara daha fazla genişlik gösterilmiştir.



24- Avret sayılan yerlerden birinin tamamı veya dörtte biri kadarı açık bulunsa, namazı bozar; fakat dörtte birinden noksanı açık bulunsa, bozmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre, avret sayılan bir uzvun en az yarısı açık bulunmadıkça namazı bozmaz.

 

Örnek: Namazda baldırın dörtte birinden noksanı açık bulunsa namaz bozulmaz. Yine bazı alimlere göre, but ile diz kapağı bir uzuv sayılır. Yalnız diz kapağının açık bulunması ile namaz bozulmaz; çünkü diz kapağı, bir organın dörtte birinden azdır.



25- Bir uzvun namazı bozma bakımından avret olması, başkalarına göredir; sahibine göre değildir. Başkaları tarafından görülemeyecek bir halde bulunması yeterlidir. Bunun için bir kimse namaz kılarken geniş bulunan elbisenin yakasından avret yerini görecek olsa, başkaları göremeyeceği için, namazı bozulmaz. Fakat başkaları görebilecek bir durum olsa namaz bozulur.”



Örtünme, genel olarak fıkıh ve ilmihal kitaplarında “Namaz, setr-i avret(ayıp yerleri örtmek)” bölümünde ele alınmıştır. Namaz bir ibadet olduğundan en sıkı sınırlama ona getirilmiştir. Büyük İslam İlmihali’ne göre, mahrem erkeklerin yanında, namazda bile başın yarısı açık caiz olabilmektedir. Bu ilmihale göre tek başına kılarken başın veya başka bir uzvun açık olması namazı bozmamaktadır. Oysa apışarasının kapalı olması gerekir. Çünkü bu, Allah’ın tüm Adem oğullarına emrettiği bir buyruktur(A’raf suresi, 26-27. ayetler). Yine bu ilmihale göre cariyeler göğüsleri açık namaz kılabilirler ve cariyeler de Müslüman olabilir. Bunlar konuşmacının davasına ters düşmeyen görüşlerdir.



Türkiye Diyanet Vakfı İlmihali, c. IV. S.47, “NAMAZIN FARZLARI ve VÂCİPLERİ” bölümünden alıntı;



Avret, insan vücudunda başkası tarafından görülmesi ayıp ya da günah sayılan yerlerdir. Setr-i avret, avret sayılan yerleri örtmek demektir. Avret yerlerinin namazda olduğu gibi, namaz dışında da örtülmesi ve başkalarına gösterilmemesi gerekir.



Avret kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de terim anlamına yakın bir şekilde iki yerde geçmiş olmakla birlikte (en-Nûr 24/31, 58), avret yerlerinin sınır ve ölçüleri gösterilmemiştir. Kur'an'da geçen "sev'e" (el-A‘râf 7/20, 22, 26, 27; Tâhâ 20/121; el-Mâide 5/31) kelimesiyle de en dar anlamda avret yani erkek ve kadının cinsel organı kastedilmiştir. Bunun Kur'an'da "sev'e" diye anılması, onların örtülmesinin aklın ve fıtratın da gereği olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan buna galîz avret denilmektedir. Cinsel organların dışında nerelerin avret olduğu hususu büyük ölçüde hadislerle düzenlenmiştir. Hz. Peygamber'in bu düzenlemeyi yaparken, o dönemin giyim kuşam tarzını da dikkate aldığı açıktır. O dönemde bugünkü anlamda iç çamaşırının olmadığı, en azından iç çamaşırı giyme âdetinin bulunmadığı dikkate alınırsa, Hz. Peygamber'in erkekler için yaptığı bu düzenlemenin, gerek namazdaki hareketler gerekse namaz dışında oturup kalkmalar esnasında, esas avret yerlerinin (cinsel organ ve makat) görünmemesi açısından ne kadar yerinde olduğu görülür…



Kadın için avret, yüz, el ve ayak dışındaki bütün vücuttur. Onlar, yüzlerini namazda örtmedikleri gibi, ellerini ve ayaklarını da açık bulundurabilirler. Saçlarıyla beraber başları, bacakları ve kolları örtülü bulunur.



İMAM MÂLİK NAMAZDA BAŞÖRTMEYİ ZORUNLU GÖRMÜYOR!



İmam Mâlik, setr-i avretin (örtünme) namaza has olmayan genel bir farz olduğunu, namazda ve namaz dışında uyulması gereken dinî bir emir bulunduğunu dikkate alarak kadınların başlarını örtmelerini ayrıca namazın farzları arasında saymamıştır. Onun bu görüşün bir uzantısı olarak Mâlikî mezhebinde setr-i avret namazın sünnetlerinden sayılır. Diğer üç mezhep imamı ve Mâlikî mezhebindeki öteki görüşe göre, namazda setr-i avret, tıpkı kıbleye yönelmenin farz oluşu gibi farzdır…



BAZI HANEFÎ BİLGİNLER KADINLARIN KULAKLARI VE SALIVERİLMİŞ SAÇLARINI AÇIKLIK OLARAK GÖRMEZLER!



Kadının başının dörtte biri veya uyluğunun dörtte biri açık olarak namaz kılması durumunda, Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre namazı geçersiz olur. Ebû Yûsuf'a göre ise, başının yarıdan fazlası açık olmadıkça namaz geçerlidir. Çünkü bir şeyin yarıdan fazlası çok hükmündedir. Kadın, asgari bir başörtüsü, bir de ayaklara kadar uzanacak bir gömlek giymiş olmalıdır. Başörtüsüz namaz kılacak olursa bu namazını, vakit içinde veya vakit çıktıktan sonra iade eder. Mâlik'e göre ise vakit çıktıktan sonra iade etmesine gerek yoktur. Çünkü İmam Mâlik'e göre kadının başını örtmesi namaza has olmayan genel bir farzdır. Bu sebeple Mâlikîler namazda kadınların başını örtmesini namazın farzları arasında saymaz, âdeta onu namazın sünnet veya müstehaplarından biri olarak görürler. Bu itibarla başörtüsüz kılınan namaz, Mâlikîler'de ağırlıklı görüşe göre sahih olmakla birlikte vakti içinde iade edilmesi tavsiye edilmiştir. Kadının örtünmeyle ilgili genel farzı ihlâl etmiş olmasının dinî sorumluluğu ayrı bir husus olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçlarının avret olmadığını söyleyen Hanefî bilginler de bulunmaktadır.



İMAM MALİK BAŞI HAFİF AVRET(AÇIKLIK) OLARAK GÖRÜYOR!



Mâlikî mezhebinde erkek ve kadının avret yerleri “ağır avret” (avret-i mugallaza) ve hafif avret olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir. Erkek için galîz avret, cinsel organ ile makattır. Bu kısmın kesinlikle örtülmesi gerekir. Göbekle diz kapak arasının ağır avret(açıklık) sayılan bölgesinin dışında kalan kısımları ise hafif avrettir(açıklık). Örtülmesi gerekli olmakla birlikte birincisi kadar ağır değildir. Kadının göğsü, göğüs hizasında bulunan sırt kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avret olup, bunun dışında kalan yerleri galiz avrettir. Bu ayırımın pratik sonucu namazdaki örtünme hükümlerine etki eder. Buna göre, hafif avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimse genel dinî farzı ihlâl etmiş olmanın günahını yüklenmekle birlikte, bu kimsenin namazı bâtıl olmaz. Mâlikîler’in namazda baş örtmeyi sünnet, açmayı da mekruh saymasının anlamı budur.” ( http://www.diyanet.gov.tr/turkish/weboku.asp?sayfa=47&yi d=33 )



Evet, yukarıdaki satırlar Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir yayından. Saçının tek bir kılını gösterenlerin ahirette ağır cezalık olduklarını iddia edenlere göre Diyanet bir anlam ifade etmiyor. Ancak Diyanet onların düşüncesini destekleseydi o takdirde yetkili ağız olacaktı.



Bu ayetin açıklamasında Razî: “Câhiliyye kadınları, başörtülerini, arkadan bağlarlardı. Yakaları (elbiselerinin açılan kısımları) önde idi. Bundan dolayı onların boğazları, gerdanları ve döşleri açık oluyordu. Böylece onlar, boyunlarını, boğazlarını buraları kuşatan saçları, kulak ve gerdandaki takılar gibi zinetlerini ve bunların takıldıkları yerleri örtsünler diye, başörtülerinin uçlarını yakaları üzerine salıvermekle emrolundular.”



Kur’an çevirmeni Muhammed Esed aynı ayetin açıklasında, “Himâr (çoğulu humur), hem İslam'dan önce, hem de İslam'dan sonra Arap kadınlarının kullandıkları geleneksel başörtüsüdür. Klasik müfessirlere göre, bu başörtüsü kadınlar tarafından İslam öncesi dönemde az çok süs giysisi olarak kullanılır ve uçları örtünen kadının sırtına serbestçe bırakılırdı; o günün yaygın modasına göre, kadınların giydiği gömleğin ya da bluzun önünde genişçe bir açıklık bulunur ve böylece göğüsler örtülmezdi. Bunun içindir ki, göğsün himâr ile örtülmesinin emredilmesi bu iş için mutlaka himâr kullanılmasının gerektiğini ifade etmez; fakat, sadece kadınların göğüs kısmının, örfen açık bırakılmasında sakınca bulunmayan yerlerden olmadığını ve dolayısıyla örtülmesi, gösterilmemesi gerektiğini ifade eder.” ifade ederek başörtüsünün Arap geleneğinin bir uzantısı olduğuna işaret etmiştir.



Kur’an yorumcusu Seyyid Kutub, “Ayette geçen "Ceyb" elbisenin göğüs kısmındaki açıklıktır. "Khimar "ise; baş boyun ve göğüs örtüsüdür. Bu, kadınların baştan çıkarıcı yerlerini örtmeleri, aç bakışları sunmamaları içindir. Kasıtsız ve ani bakışlar da bunun içindedir. Şayet kadının baştan çıkarıcı ve uyarıcı yerleri açıkta olursa, Allah'tan korkanlar bu kasıtsız ve ani bakışın devam etmesinden veya tekrarlanmasından sakınsalar bile, meydana gelişinden sonra içlerinde gizli bir arzu kalır.”



Diğer bir Kur’an yorumcusu Kurtubî de, “ceyb”den amaç yakalar ve göğüs yırtmacı olduğunu, “humur”un ise hem başörtüsü hem de yaka örtüsü anlamına gelebileceğini ifade etmiştir.



Tüm bunlar, başörtüsünün cahiliyyeden gelen bir örtü olduğunu anlatmaktadır. Evet, uygulamada o örtü, o gelenek terk edilmemiştir, göğüs yırtmacının örtülmesi emredilmiştir. Geleneğin kaldırılmamış olması onun emredildiğini kanıtlamaz. Eğer başörtüsü geleneği olmayan bir ülkede olsaydı, yine göğüs yırtmacına atıfta bulunulacaktı.



Bugün bir televizyon kanalında Prof. Hayrettin Karaman aynı konuda başörtüsünün hükmü hakkındaki sorulara cevap veriyor. Verdiği cevap şu. Bana göre başörtüsü emredilmiştir. Ben İslam’ı böyle anlıyorum. Birisi de İslam’da başörtünün emredilmediğine inanıyorsa, o, onun tercihidir. Ben de onun kadar özgür olmak istiyorum. Sünni anlayışa uygun bir değerlendirme. Sünni görüşe göre açık ve somut bir Kur’anî hükmü reddeden ancak kâfir olabilir. Bu konuda isabetli bir görüş… Ya Mustafa İslamoğlu? Ama hemen basıyor kâfir damgasını, hem de birkaç kez. Her türlü paganlığa karşı lafını, yüzünü ve ses tonunu eğip bükerken sıra Kur’an eksenlilere gelince hırçınlaşıyor, o yapay yumuşak karakter bir anda ahlakî sınırları zorluyor.

 

Allah’ın Elçisi, Türkiye’de yaşıyor olsaydı acaba nasıl giyinirdi? Allah özel bir giyim çeşidi emretmediğine göre örfe göre giyinecek, içinde yaşadığı topluma bu konuda muhalefet etmeyecekti. Oysa sayın konuşmacının çoğu defa sözleriyle tavırları çelişmektedir. Devrimci tavır yerine giysileriyle, yakasız gömleğiyle hayranı olduğu kitleye nelere özlem duyduğunun mesajını vermektedir. Geleneğe daha fazla Arapça sözcük kullanarak, yüz ifadeleriyle, ses tonuyla, takkesiyle, sarığıyla sakalıyla, tercih ettiği renklerle, giyim tercihiyle sahip çıkmaya çalışanlar yine bir yerlere şirin görünme, bir yerlerden beslenme arzusunu akla getirmektedir. Bu ülkede ayrıntılarda yüzen bu kafalar yüzünden insanlar hala karanlık denizlerde yüzmektedirler. Vücudunda aman bir nokta kuru yer kalmasın, aman kadının saçının bir teli görünmesin, aman küçük su döktükten sonra bir damla daha kalmasın, aman ayakta çış yapmasın, aman abdest alırken ayakları iyice yıkansın, aman Kur’an’ı Arapça okurken harfler mahrecinden çok iyi çıksın, aman namaz kılarken parmaklar doğru yerde bulunsun ve aman namazda parmaklar doğru yerde kalkıp insin diye insanlar psikolojik ve fiziksel sorunlar yaşamaktadırlar.



Sayın İslamoğlu sık sık âlimlik moduna girip başkalarına yol gösterirken programın konusu olan başörtüsü hakkında kendi çevresi için onlara mavi boncuk dağıtma ve saldırganlık kopyaları verme dışında doyurucu bir açıklama getirememiştir. Eğer çevresi bu bilgiye gereksinim duymuyorsa ne diye 2-3 saat zaman bu konuya vakit ayırma gereği duymaktadır? Başörtüsünün emredildiğine inandığı ayetin ne anlatmak istediğini değil, ne anlatmak istemediğini söz dalaşıyla vermeye çalışmıştır. İşte açıkta kalan sorular:

 

1.      Örtüler anlamına gelen “humur” sözcüğü, “baş” sözcüğü ile bir tamlama yoluna gidilmemiştir. Başın bu denli kutsandığı çevreler göz önünde bulundurulursa Allah’ın kitabında onca detay varken bu konuya açık bir vurgu yapılmamıştır. Kur’an’da Yusuf ve Musa peygamberin hayat öykülerine bakarsanız o kadar detay vardır ki demek başörtüsü bu öyküler kadar anlamlı değildir. Saçını göstermemek için kılı kırk yaranlar için kadın saçının gösterilmemesine dair Kur’an’da bir gönderme yapılmaması Allah’ın gaybı(tüm zamanlarda olup bitecekleri) da bilmesindendir. Allah saç kapayıcıların eline sağlam bir kanıt vermemiştir.



2.      Bu konuşmayla göğüs yırtmaçları anlamına gelen “cuyûb” sözcüğüyle ne amaçlandığı anlaşılamamıştır.



3.      Süsleri anlamına gelen “zînet” sözcüğü de havada kalmıştır. Oysa konunun açığa kavuşması için o kadar sürede ne anladığını pekâlâ anlatabilirdi.



4.      Konuşmacı, “kendiliğinden görünenler” ifadesi konusunda kafa karışıklığı içindeydi. İddiaya göre bunlar, abdest alınan organlar idi. Kısa bir süre sonra ona bu gerçek sevimsiz gelmişti. Bir ara baş ile ayakları birbirine karıştırdı. Dili dolaştı. Baş ile ayağı kıyaslayacaktı. Abdest alırken baş gibi ayakların da meshedilmesini, abdest alırken ayakları yıkamanın emredilmediğini söyler gibi oldu. Ancak malum çevreleri ürkütürüm endişesiyle hemen geri adım attı. Tam günün adamı… Bir yerlere şirin görünmek için kendisine ve sözcüklere kaç takla attırdığını sık sık görmek mümkündür.



5.      “Ferclerini korusunlar” ifadesini “iffetlerini korusunlar” diye aktardı. Kitaba ve onun literatürüne aşina olmadığını derin(!) Arapça bilgisiyle ortaya koydu.



6.      Konuşmacının ikinci iddiası ise şuydu: “Eğer “humur” kelimesi göğüsleri örtme anlamında kullanıldıysa, bu ayet inmeden önce kadınlar göğüsleri açıkta mı dolaşıyorlardı?” Bu sözler konuşmacının bu toplumdan ve o günkü toplumdaki sorunlardan ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Şu çok açık bir gerçek ki, günümüzde de omuzları ve yakası açık bir şekilde dolaşan hatta bir de göğüs dekoltesi yapan pek çok kadın vardır. Hatta bu durum bazı çevrelerde çok normal görülmektedir. Yakası, omuzları, göğüsleri kapalı birçok kadın da dapdar kıyafetlerle göğüslerini belirgin hale getirmektedir. Hatta saçının telini göstermemeye özen gösteren pek çok bayan, dar kıyafetlerle göğüslerini ortaya koymaktan ve yırtmaç etekle dolaşmaktan çekinmemektedir. Tabii ne de olsa örtünme demek başı örtmektir, değil mi? Başörtüye ve saçın telini göstermemeye bu çevrelerde öylesine vurgu yapıldı ki diğer organların teşhiri anlamını yitirdi. Ortada bu kadar belirgin bir durum varken, hatta başörtülü kadınlar arasında bile böyle bir sorun varken konuyu göğüsleri açıp dolaşmaya indirgemek çok çirkindir. Saçları açık bir kadın mı daha dikkat çekicidir yoksa saçları kapalı ama göğüsleri dar bir kıyafetle ortada olan bir kadın mı? İşte Allah böyle belirgin bir soruna dikkati çekmiştir,



7.      Konuşmacının üçüncü iddiası ki bu iddia bir cehalet örneğidir: “Humur eğer başörtüsü değilse, bunu iddia edenlere göre humur göğüs örtüsüdür. Humurun başı nerde diye soruyorlar, o zaman humur’un göğsü nerde?” Ne kadar cahilce, ne çirkin bir kelime oyunu… Kimse “humur, göğüs örtüsüdür” diye iddia etmiyor, bunu savunmuyor. Ancak konuşmacı “humur, baş örtüsüdür” diye savunuyor. Humur örtüdür, ne baş örtüsüdür, ne göğüs örtüsü… Örtüyü nereye koyarsanız örtü, oranın örtüsü olur. Peki ayete göre örtü nereye konacakmış? Göğüslere, yakaya. İşte humur’un göğsü “cuyûb” oluyor.



8.      Konuşmacı Kur’an’ın gökten taş gibi yağmadığını söylüyor. Doğru söylüyor. Çünkü bu kitapta Allah, Elçisi’nin(a.s.) ve dostlarının, şeytan ve dostlarının hayatlarını inananlar için gerektiği ölçüde detaylandırmıştır. Bu kitapta, Peygamber’in ve karşıtlarının tepkileri, söz ve davranışları da anlatılmıştır.



9.      Giyim konusu, Kur’an’da mü’minlere yetecek ölçüde açıklanmıştır. Allah’ın Elçisi de, Kur’an dışında inananları bağlayıcı bir vahiy almamıştır. Allah Resulü, Kur’an’ı inceleyerek bu konuda sonuçlara varmıştır. Rabb’imizin inanan erkek ve kadınlardan özetle şunu istemiştir: Toplumsal ilişkilerde cinsel kimlikle öne çıkma yerine, bu gerçeği reddetmeden, hiçe saymadan, göz ardı etmeden mümkün olduğu kadar insan kimliğiyle birlikte yaşayın, hayatı birlikte kucaklayın. Birbirinizi tahrik etmekten, taciz etmekten ve bir yerlerinizi teşhir etmekten uzak durun. A’raf suresi, 26-27. ayetlerde tüm Adem oğullardan apışaralarını örtmelerini istemiştir. Amaç fitnenin önüne geçmektir. Tek ilahî otorite olan Allah Nûr suresi, 30’da öncelikle erkeklere sonra kadınlara hitap ederek karşıt cinse karşı gözlerini (bakışlarını) dikip kalmamalarını istemiştir. Mü’min erkek ve kadınların toplumda bir arada yaşadıklarını taciz ve tahrik durumlardan sakınmalarını ifade etmiştir. Nur 31. ayetinde ise daha fazla cazibeli oldukları için konu kadınlar açısından ele alınarak onların teşhir ve tahrik etmekten kaçınmaları istenmiştir. Bu ayette vurgu konusu olan “humur” sözcüğü değil “zînet” sözcüğüdür. Amaç tahrik ve teşhir edici durumun önüne geçmektir. “Humur”un amacı da zînet konusunda en fazla öne çıkan göğüs dekoltesidir. Nitekim günümüzde kadınlar bununla daha fazla dikkat çekmektedirler. Nûr suresi, 60’da zînetin göreceli olduğunu kişiye, onun yaşına ve duruma göre değişebileceğini bildirmiştir. Ahzâb suresi, 59. ayette ise yabancı ortamlarda, kadının korunmasız olduğu durumlarda tacize karşı ekstra önlem olarak içinde bulunduğu topluma uygun bir dış giysi(ceket, kaban, palto veya pardesü vb.) alınmasının daha iyi olduğunu tavsiye etmiştir. Ancak bu giysi, bir ulusun başka bir ulusu taklidi olarak anlaşılmamalıdır.



10.  Mecaz da olsa, elbiselerine bürünenleri, örtülerini başlarına çekenleri(bk. Süleyman Ateş çevirisinden) yüce Allah kınamıştır. Hud suresi, 5. ayet. Nuh suresi 7. ayet. Evet, mecazın anlatmak istediği konu farklıdır. Ancak mecazın gerçek anlamdaki karşılığını, uygulama olmasa da, yadsımak doğru değildir.

 

Adil Okur

 

Not: Türban veya baş örtüsü takanların hak ve adalet ilkesi gereği her ülkede özgürce bu giyim biçimini din adına da olsa kullanma hakları vardır. Ancak bundan endişe duyanların da kendilerine yasal güvence aramaları tabiidir.

Yukarı dön Göster adilok's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adilok
 
adilok
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 15 subat 2008
Gönderilenler: 3
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adilok

Not: Uzun yazılar bazılarına sıkıcı gelebilir. Oysa anlık cevaplarda kısa mesajlar anlamlı olabilir. Oysa konuyu bir bütün olarak ele almak bunun dışındadır. Bu konu sizin için çok önemliyse, hepsini okursunuz veya paragraf başlarına göz atarsınız. Nitekim İslamoğlu ve Eliaçık’tan aktarımda bulunurken yalnızca birkaç paragrafla yetinilmemiştir.

 

LÜTFEN ÖRTÜNÜZÜ DEĞİL AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN!

Evrensel düşünülemediği için bu sonuçlara varılıyor. Evrensel düşünmek zorundayız. Çünkü Allah herkesin rabbi, sadece Arapların değil, Türklerin, Avrupalıların, Japonların da rabbi… Lütfen bir Çin’liyi saçının telini göstermeye tıkamayın. Kabul edin ki bu sav evrensel değil. Saçın bütünü ilahî buyrukla beraber insanların koruduğu bir gelenek, 3-5 kıl hesabı da tam bir hurafe.

Peygamber bugün yaşasaydı acaba topluma veya güç sahiplerine hangi konularda muhalif bir tavır sergilerdi? O, içinde yaşadığı dünyaya inancıyla mı muhalif olurdu, yoksa giyimiyle mi? Olaya işin özü ekseninde mi yaklaşırdı, yoksa varolan gelenek üzerinde yapılan rotüşlarda, gelenek kısmını korumayı mı hedeflerdi?

Giyim konusunda gösterilen hassasiyet neden tevhid-şirk konusunda gösterilmiyor? Neden saç konusunda kılı kırk yararken, kadınlar alabildiğince süslü başörtüler içinde topluma katılırken, aynı hassasiyet giyim konusunda asıl hikmet olan taciz-tahrik ve teşhirin önüne geçmek konusu göz ardı ediliyor? İşte bu kalıpçılık, şekilcilik değil midir? Yaptığınız işin bir özü, bir de şekli olmaz mı? Bu işin özü nedir acaba? İşin özü esnetilirken şekilde neden bu kadar diretiliyor? Dindarlık katsayısı artarken neden aynı oranda ahlaklı olmaya önem verilmiyor? Namaz, oruç gibi pek çok konuda şekiller Kur’an kurslarında(! Orası ne yazık ki Kur’an kursu falan değil, beyin yıkama ve uyuma ve uyuşturma yağıyla yıkama yuvaları), mekteplerde, medreselerde adım adım öğretilirken neden bunların özü ıskalanıyor? Ahlaksızlığın kaynağı manavlar mı, kasaplar mı, terziler mi, yoksa din adamları mı, ruhban sınıfı mı?

Lütfen yapmayın! Evet, çok açıktır ki başörtüsü yasağı mağdur doğurmuştur. Evet, bugünlerde konuşmak, mağdur haklı olmasa da onu haklı kisvesine sokmaktadır. Bu işin simsarlarını tek haklı çıkaran nokta işte burası… Ancak bu konjonktürel bir yaklaşımdır. Oysa ilkeler ve değerleri hangi dönemde olursa olalım eğ(il)meden bük(ül)meden savunmak gerekir. Bu anlayış yasakçıların safında yer almak değildir. Eğer böyle öncülü saçma bir mantıkla hareket edilirse, kafaörtücüler de Talibanların ve rahibelerin safında yer almış olmaktadırlar.

Saçının kılını göstermeme konusunda inanılmaz hassasiyet gösterenler, bacaklarının ve göğüslerinin hatlarının görünmesinden sakınmamaktadırlar. Bunlar bireysel tek tük örnekler değil, yaygın örneklerdir. Bu telkinci sınıf neden aynı vurguyu bu konuya yapmamaktadır? İşte, kurbanda da aynı şekilcilik hâkimdir; asıl amaç yoksulları doyurmak değil, kanı akıtmaktır, deniyor. Ondan sonra da bu uydurmaya gerekçeler aranıyor.

Neden özü ıskalarken şekillerin ve kalıpların yılmaz savunucusu oluyoruz? Allah, namaz olsun oruç olsun pek çok konuda, duruma, konuma, güvene, fitneye göre bunlardaki bazı şekillerde hafifletme yapmamış mıdır? Gerçekten Kur’an inanırları, birtakım efendilere değil yalnızca Allah’a inananlar yalnızca inancın, işin özünün yılmaz savunucusu olurlar.

Deniliyor ki, Allah, “İşi ehline sorun” demiştir. Bu koca bir yalan ve Allah ‘a iftira. İnsanlar yanlış yollara sapınca Allah’ın sözünü kendi amaçlarına alet ediyorlar. Oysa bu konudaki ayetlerde verilen mesaj şudur: “Ey Yahudi ve Hristiyanlar! Sizler ilahî kitap, peygamber, vahiy ve iman gibi kavramlara yabancı değilsiniz. Eğer inanmıyorsanız, bu konudaki sıkıntılarınızı kendi kitabınızı bilenlere sorunuz.” Yoksa Allah, “Dini, işin ehli din bilginlerine sorarak öğreniniz” gibi bir söz söylememiştir. Bu anlayış ruhbanca kafaların işidir. Hatta eğer ilahî hitabı düz okursanız, bu durumda onların bilginlerine danışmadan söz edilmiştir. Tabii bu bütüncül bir okuma değildir. İşte o ayetler:

16/43-44-“Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun. Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey Peygamberim! Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.”

21/6-8-“Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler? Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz. Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.”

Dini anlamada, din bilginlerini mutlak kaynak görenler acaba benzer savlarla ortaya çıkan Hristiyanlara ne diyecekler? Onlar da dinde işin ehli olarak Kilise’yi görmektedirler.

İslamoğlu efendiniz bu konuya cevap verememiştir. Sadece polemiğe girmiş, demagoji yapmış, emeklinin yaşıyla alay etmiştir. “BAŞÖRTÜSÜ İLAHÎ BİR BUYRUK MUDUR?” adlı yazıda bu konu uzun uzadıya, adım adım işlenmiştir.

Yerleşik geleneğin tevatür sünnet olduğu dile getirilmiş. Her toplumun kendi yerleşik geleneğini ilahî delil olarak öne sürmesi “atalar dini”ni ortaya çıkarmamış mıdır? İşte bunlar bin dereden su getirme işi. Bir oraya bir buraya sarılmak.

43/22-24-“Hayır, onlar sadece: «Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz.» dediler. Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın şımarıkları: Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi. Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz (din)den daha doğrusunu getirmişsem (yine mi bana uymazsınız)? deyince, dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz.”

2/170-“Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?”

İslamoğlu ve Elaçık yorumları başörtüsüne destek getiriliyor. İkisinin de doğru söylediği iddia ediliyor. Oysa ikisi aynı şeyi söylemiyor. Eliaçık, bu başörtüsü işinin tarihte yaşanmış bir gerçek olduğunu, bugüne taşınılıp taşınamayacağının tartışılır olduğunu dile getirmeye çalışıyor. Demek istiyor ki olasıdır ki bugünkü çağda bu örtüyü belki de rafa kaldırabiliriz. Bazı konuların konjonktürel, o döneme veya o coğrafyaya özgü olabileceğini bu dönemde her konuda ısrarcı olunamayacağını anlatmaya çalışıyor. Başörtüyü de bu kapsama alıyor. Şimdi bu aktarım yanlış mı, yalan mı? Tabii gelenekçi kafalar için çelişkiler, mantıksal tutarsızlıklar önemli değildir. Biri, doğru diyor, diğeri, yanlış olabilir diyor. Gelenekçi kafa ikisinin de doğru olduğunu söylüyor. Çünkü gelenekçi kafa mezhep girdabından kurtulamıyor. Tarikat sarmalından kurtuluyor veya öyle düşünüyor. Ama bu kez mezhep girdabına düşüyor. Bir mezhebin haram dediğine diğer pekâlâ helal diyebiliyor. Birinin doğru dediğine diğeri yanlış diyebiliyor. Geleneklerin esaretinden kurtulamayanlar yolunu net belirleme konusunda yalpalıyor. Tasavvufa gösterdiği eleştirel tavrı mezheplere yöneltemiyor. Çünkü o efendileri ne kadar gösteriyorsa o kadarını görebiliyor.

Tarih boyunca örnekler arıyorsunuz… Kimliksiz-niteliksiz yazılabilen bu kadar özgür dünyada (internet’i kastediyorum) söz daha ağızda iken boğmaya kalkışılırsa, geçmişteki konuşma ve yazma özgürlüğünün oranını varın siz kestiriverin. Sistemin, en azından bu konuyu konuşma özgürlüğü tanıdığı bir dünyada bu görüşler karşılıklı konuşulmaya kalkışılsaydı başörtüyü dinleştirenler acaba bu konuyu tartışanlara yaşam hakkı mı tanırlardı? Tarih boyunca var olan tüm güçler acaba kimin yanında yer aldı? O zaman tarihte neyin dayanağını arıyorsunuz?

Bu örtünme konusu bu kadar anlaşılmaz bir konu mu? Açıktır ki Allah kadınlara keyfi sınırlama getirmek istemiyor, onların cinsel meta olarak görülmesinin önüne geçmek istiyor. Nedense siz savunmanızda samimi oluyorsunuz da “bu konunun doğru anlaşıldığından insanlar emin mi” diye sorgulayanları samimiyetsizlikle, dindışı gösterip aforoz ederek suçluyorsunuz. Siz Allah’a inanıyorsanız neden size gayp olan bir alandan saldırıya geçiyorsunuz. Karşı taraf da size aynı kirliliği püskürtemez mi? Bırakın onlar da öyle inansın. Bu konunun tartışılmasına sayın İslamoğlu neden çıldırıyor, din onun tekelinde mi? Güya yasakçılara laf atıyormuş gibi yaparak şark kurnazlığıyla yalnızca Rablerinin kitabını ilahî buyruk olarak görenlere olur olmaz suçlamalara girişiyor. Yasakçıların size karşı geliştirdikleri suçlamalarda siz özgürlük istemiyor muydunuz? Siz neden aynı özgürlüğe izin vermiyorsunuz? Yoksa bu insanlar size fiziki müdahalede mi bulunuyor, yoksa haklarınızı elinizden mi alıyor? Dininizi bozduğunu iddia ediyorsunuz. Din sizin tekelinizde mi? Nerden okuyorsunuz bunu? Elinizde bir kitap mı var size yetki verildiğine dair? Sizin her savunduğunuzun Allah katında geçerli ve tek doğru olduğuna dair kelle sayısı dışında deliliniz mi var? 68/36-40 Tarih boyunca toplu halde yaşanan ve yapılan her şeyin ilahî buyruk olduğu cüreti Allah’a iftira değil midir? Lütfen saygılı olun. Bilin ki bu konunun tartışmasını gündeme getirenler, Allah, Ahiret, Kur’an ve peygamberler konusunda ciddi, samimi, duyarlı ve sorumludurlar. Kimsenin samimiyetini sorgulamak da kimsenin haddine değildir. Herkesin hesabı Allah’a aittir. Siz yaptıklarının karşılığını O’nun katında göreceksiniz, onlar da görecekler. Merak etmeyin. Allah’ın yerine yargılamaya ve hesap görmeye kalkmayın. Çünkü O, ne unutur, ne de yanılır. 20/52 

Sizlere yine bildiğiniz alandan örnekler vereyim: Allah, namaz kılan, oruç tutan, hacceden bir toplumun yanlış olan noktalarına dokunmuş, o konuda rötuşlar yapmıştır diyoruz. Eliaçık da bu iddiada. Bunun yanlış bir tarafı da yok. Şimdi Arap toplumunun geleneğinde var olan bir uygulamayı Allah kaldırmadı diye onu ilahî bir buyruk olarak görebilir miyiz? Örneğin hac konusunda; a)Allah’ın emrettiği buyruklar var, b)İnsanların geçmişten beri sürdürdükleri uygulamalar var. Şu anda bile bunları tek tek sıralayabiliriz. 1)Allah’ın emrettikleri. 2)Toplumun geçmişinden kalan uygulamalar. Şu anda insanlar hacc yaparken bu uygulamaların ikisine(buyruk+gelenek) de uymaktadırlar. Şimdi soru şu: Toplumsal gelenek olarak sürdürülen hac uygulamaları ilahî bir buyruk mudur? Örneğin, sahabe bu geleneği taviz vermeden yerine getirmiş midir? Yoksa o konuda tolereli davranılmış mıdır? Üstelik bu insanların o toplumun bir bireyi olmalarına rağmen, açık emredilenlerin dışında kalanlar zaman zaman ıskalanmıştır. O toplumun geleneğinden gelmeyenler, neden o toplumun gelenekleri de din olarak bellemedirler? Aklı başında biri buna mantıklı bir açıklama getirebilir mi?

Görünen o ki başörtüsü yasakçıları birilerinin kuklalığını yapmaktadırlar. Arka plandaki insanlar toplumda başörtüsü putu yaratmak istemişlerdir. Bunda da büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Artık başörtüsü de Hinduların ineği gibi kutsal bir duruma gelmiştir. Bağlıları onun için pek çok şeyinden vazgeçebilir. Bu kutsalının tartışılmasına bile tahammül edemez. Hindistan’da ineği tartışamazsınız. Yasakçılar da bunun farkına varmışlar, alabildiğince konuyu kaşımayı sürdürmekte ve onu, dinin temel buyruğu haline getirerek ve böylece dinin özünün konuşulmasına, tartışılmasına ve anlaşılmasına engel olmayı hedeflemektedirler. Şimdi kim yasakçı zorbaların maşalığını yapmaktadır acaba? Kimlerin Batı’nın amaçlarına hizmet etmektedir? Tıpkı şapka devriminde, şapkayı giymemek için kelleyi verenler gibi. Oysa Allah’ın Elçisi’nin yaşamında semboller hiçbir zaman dindeki temel değerlerin önüne geçmemiştir. Sembol, ancak Müslümanlar güçlendiği zaman kendilerinin ayırt edici bir özelliği olabilir. Bu ise ya azınlık olan karşı toplumun sembol taşımasını veya Müslüman toplumun onlara benzememesi yönündeki geçici uygulamalardır. Mekke’de sembol yoktur, sembolik değerler için de konu hayat memat meselesi değildir. Sembollerle kendini tanımlama Medine’de güçlendikçe ortaya çıkmıştır. Ama asla bu semboller için pek çok şeyi feda etme yoluna gidilmemiştir.

Bir resmi kuruluş olan Diyanet bile hadislerdeki hurafeleri ayıklayacağını ilan etmiştir. Bu bile kendi başına cesur bir girişimdir. Başarılı olur veya olamaz. Neyi ne kadar ayıklayabilir. Çıkardığı yapıt ne derece kabul görür? Geçmişte hadisçilerin ittifak ettikleri hadisler, en seçme hadisler diye kitaplar derlendi de ne oldu? Kafalar değişti mi? Kaç cemaat, tarikat ve mezhep mensubu buna onay verir? Ayrıca yeni bir kitap çıkararak ayıklasanız bile kafalardakini kim nasıl ayıklayacak? Hayatında içinde uygulamadakileri kim ayıklayacak? Tüm bunlara rağmen Diyanet kutlanacak bir iş yapıyor. Ya güya geleneği eleştirir gibi yapıp geleneği korumaya çalışan İslamoğlu tiplere ne demeli? Bulduğu her hadise bir kılıf, bir mantık bulmaya çalışan kafa acaba Kitab’a mı uymaktadır, yoksa Kitab’ına mı uydurmaktadır? Evet, geleneği sanki eleştirir gibi yapıp uygulamada onların her şeyine dört elle sarıldığı gibi, yetmiyor günümüzdeki uzantıları olan Risale-i Nur’u kutsayan bu kafalar ne yazık ki sivil olmalarına rağmen Diyanet kadar cesur değillerdir. Çünkü onlar cemaatlerin resmi subaylarıdır. Onları alkışlayamayan bir cemaat var mıdır? Birbirlerine bidat ehli diye baktıkları bütün cemaatlerden alkış toplayan bir anlayış ne denli Allah’ın elçileriyle ortak bir amaç içinde olabilir? Bu kafalar, bu cemaatler sayesinde ayakta dururlar. Bu cemaatleri kutsamasalar, yazılarını kim okur, kitaplarını dergilerini, kasetlerini kim satın alır, televizyona kim çıkarır? İsterse aykırı bir duruş sergilesinler, bir günde biterler. Cemaatlerin ayaklı gazeteleri bir günde tüm ülkeye duyurur, onun her şeyine hayır derler.

Allah’ın kitabında dile getirilmeyen konular insanlar için özgür alandır. Bu içinde yaşadığı topluma göre şekil alır. Avrupa’da farklı, Japonya’da farklı, Türkiye’de farklı, S. Arabistan’da farklı olabilir:

5/101-“SİZ EY imana ermiş olanlar! [Kesin hukukî kurallar şeklinde] açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın;120 zira, Kur’an vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size [hukukî kurallar şeklinde] açıklanabilirlerdi.121 Allah, bu konuda [sizi her türlü yükümlülükten] azad etmiştir:122 Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir. 102 Sizden önceki insanlar da böyle sorular sormuş ve sonuçta hakikati inkara varmışlardı.123” Bu ayetler yorumlayan Muhammed Esed, dipnotta şu bilgilere yer vermiştir:

[ 120 Bu ayet, 99. ayet ile doğrudan bağlantılıdır: “Peygamber, [kendisine emanet edilen] mesajı tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü değildir”. Yukarıdaki ifade, “Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim” (bu surenin 3. ayetinde geçmiştir) cümlesi ile birlikte okunduğunda, müminlerin, Kur’an'ın ve Hz. Peygamber'in açık şekilde ortaya koydukları emirlerden “ilave” kurallar çıkarmaya çalışmamaları gerektiğine işaret eder, çünkü bu onlara “zorluk çıkarabilir” -yani, (yüzyılların akışı içinde ortaya çıktığı gibi), müminlere, Kur’an'da ve Hz. Peygamber'in mütevatir emirlerinde hukukî kurallar olarak vaz‘edilmiş olanların üstünde ve dışında ilave yükümlülükler getirir. Bazı büyük Müslüman alimler, bu ayete dayanarak şu sonuca varmışlardır: İslam Hukuku, bir bütün olarak, Kur’an'ın ve Hz. Peygamber'in emirlerinin zahirî anlamlarından çıkarılan açık kurallardan başka şeyleri kapsamaz. Bu nedenle, bu tür açık seçik buyrukların kapsamını sübjektif metodlar ile genişletmeye izin verilmemiştir. (Bu problemin en yararlı, aydınlatıcı bir değerlendirmesi, İbni Hazm'ın Muhallâ'sının girişinde görülebilir, cilt I, 56 vd.) Bu, elbette, Müslüman toplumu, gerekli olduğunda Kur’an'ın ve Hz. Peygamber'in öğretilerinin ruhu ile uyumlu, geçici her türlü düzenlemeyi yapmaktan alıkoymaz: ama açıkça anlaşılmalıdır ki bu tür ilave düzenlemeler, İslam Hukuku'nun (şerî‘at) aslî unsuru olarak görülemezler.

121 Yani, arzu edilmeyecek bazı sonuçlar ihtiva eder şekilde. Bu meselenin bir tasviri, Ebû Hureyre'den rivayeten Müslim'de nakledilen şu Hadis'te görülebilir: Hz. Peygamber, vaazlarından birinde şöyle dedi: “Ey ümmetim! Allah size haccı farz kıldı: öyleyse onu ifa edin.” Bunun üzerine birisi sordu: “Her yıl mı, ey Allah'ın Rasûlü?” Hz. Peygamber sesini çıkarmadı; adam soruyu iki defa daha tekrarladı. Sonra Hz. Peygamber şunları söyledi: “Eğer evet deseydim [haccı her yıl ifa etmek] üzerinize farz olurdu: ve bu da şüphesiz gücünüzün üzerinde bir şey olurdu. Değinmeden bıraktığım konular hakkında bana soru sormayın; nitekim sizden önce, peygamberlerine çok soru sordukları ve sonra da [onların öğretileri üzerinde] anlaşmazlığa düştükleri için helak olmaya kadar giden toplumlar vardır. O halde, size herhangi bir şeyi emredersem onu gücünüzün yettiği kadar yapın ve size bir şeyi de yasaklarsam ondan uzak durun.”

Bu Hadisi yorumlayan İbni Hazm şunları söyler: “Bu Hadis, dinin bütün kurallarını (ahkâmu'd-dîn) baştan sona içine alır -Hz. Peygamber'in ne emrederek ne de yasaklayarak hiç sözkonusu etmediği şeyler serbest bırakılmış (mübâh) demektir, yani, ne yasaktır, ne de zorunludur; emrettiği şeyler zorunludur (farz), yasakladığı şeyler ise gayrimeşrudur (harâm); ve bize yapılmasını emrettiği şeyler yalnızca gücümüz ölçüsünde bizi bağlayıcıdır” (Muhallâ I, 64). Ancak unutulmamalıdır ki “Peygamber” terimi, bu bağlamda Kur’an'ı ifade eder, çünkü Kur’an'ın mesajı Hz. Peygamber aracılığıyla insanlığa iletilmiştir.

122 Yani, Allah, bazı konuları değinmeden bırakmak suretiyle onları insanların ihtiyârına terk etmekte; böylece insanların kendi vicdanları ve toplumun menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerine imkan vermektedir.

123 İbni Hazm'ın geliştirdiği yasama prensiplerini esas alan Reşid Rıza yukarıdaki ayeti şöyle açıklar: “Birçok hukukçumuz (fukahâ’), kendi sübjektif kıyas yöntemleriyle insanların dinî yükümlülüklerini (tekâlîf) gereksiz yere genişletmişler, böylece, [Kur’an'ın] apaçık dilinin sona erdirdiği güçlüklere ve karmaşıklıklara yeniden hayatiyet kazandırmışlardır: Bu da, birçok Müslümanın ve yönetimlerinin İslam Hukuku'nun bütünlüğünden uzaklaşmalarına yol açmıştır” (Menâr VII, 138).]

 

Yukarı dön Göster adilok's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adilok
 
ender
Newbie
Newbie
Simge

Katılma Tarihi: 01 temmuz 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 8
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ender

Adilok kardeşimiz,

harika bir yazı olmuş ellerine sağlık 86 kişi görüntülemiş görünüyor ama cevap yazan yok bu da okuma alışkanlığımızın nekadar az olduğunu bir kere daha gösteriyor.Bu yazıya uğrayıp da uzun diye okumayan arkadaşlara tavsiyem biraz vakit ayırmaları ve yavaş yavaş dikkatlice okumalarıdır. selametle kal



__________________
ENDER
Yukarı dön Göster ender's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ender Ziyaret ender's Ana Sayfa
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Selam Adilok

Yazını sabırla okudum, yazının büyük bir bölümüne katılmakla birlikte, katılmadığım yönlerininde olduğunu belirtmek isterim.

Başörtüsü ilahi buyrukmudur diye sormuş ve yazının altınıda doldurmuşsun kardeş, işte asıl sorun burada çıkıyor kanımca. Baş kelimesini attığımız zaman ilahi bir buyruk oluyormu olmuyormu, inan arkadaşım yazından bu sonuçu çıkaramadım, islamoğlunu eleştirdiğin durumlara biraz düşer gibi olmuşsun.

Selam ve dua ile



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
medeni0002
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 15 kasim 2010
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 936
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı medeni0002

selamlar,ender kardeş,86 kişinin o yazıyı görüntülediğini nereden anladın?
selamlar,sevgiler.


__________________
medeniyet
Yukarı dön Göster medeni0002's Profil Diğer Mesajlarını Ara: medeni0002 Ziyaret medeni0002's Ana Sayfa
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats