HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an Çalışmaları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an Çalışmaları
Konu Konu: Hz. İsa’yı (as) Gökten İndiren Hadisler Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
radyoman
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 09 mart 2005
Yer: Antigua And Barbuda
Gönderilenler: 362
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı radyoman

Hz. İsa'yı (as) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi


 


M. HAYRİ KIRBAŞOĞLU


PROF. DR., ANKARA Ü. İLAHİYAT FAK.


 


Giriş     


 


Toplumsal taleplerini gerçekleştirmede başarısız olan kitleler, ya isyan veya sosyal patlamalar ya da başarının/zaferin ilahi yardim sayesinde gerçekleşmesini bekleme şeklinde tepki gösterirler; ki, bunlardan ikincisinin adı, kısaca, 'Mesihçiliktir. insanlık tarihi her iki şekildeki toplumsal tepkilerin sayısız örnekleriyle doludur. Bunlardan ikincisi, yani ilahi bir yardım ve bu yardım aracılığıyla gerçekleşecek ilahi kurtarıcıyı beklemek; İslam dünyasında  Emeviler döneminde başlayan genel toplumsal huzursuzluklardan itibaren günümüze kadar etkili olmuş, canlılığını korumuştur. İslam kültüründe beklenen bu kurtarıcının adı Mehdidir; ancak Mehdi kadar ön plana çıkmayan bir başka kurtarıcı daha vardır ki, o da Mesih, yani Hz. İsa’dır. Hz. İsa'nın ölmediğine, öldürülmediğine, bilakis onun Allah tarafından göğe yükseltildiğine inanan Müslümanlar; onun, Mehdinin zuhurunun akabinde, Şam'daki Umeyye Camii'nin doğusundaki beyaz minareye ineceğine ve Deccal'i öldüreceğine, sonra Mehdinin arkasında namaz kılacağına, Muhammedi Şeriata tabi olacağına, inişinden kırk gün sonra vefat edeceğine, cenaze namazının Müslümanlar tarafından kılınacağına ve Hz. Peygamberin kabrinin yanma defnedileceğine de inanırlar. Kitleleri yüzyıllarca etkisi altına almış olan bu inanç, gerek geçmişte, gerek son birkaç yüzyılda tartışma konusu yapılmış ve bazı kesimlerce reddedilmişse de, bu eleştirel yaklaşım hiçbir zaman toplumlara egemen olamamıştır.


 


Gerek Mehdi, gerekse Mesih konusunda, İslam tarihi boyunca çokça yazılıp çizilmiştir.1 Ayrıca bugün de Doğuda ve Batıda, Mehdi veya Mesih olduğunu iddia edenler çıkabilmektedir; dolayısıyla, konu canlılığını hala korumaktadır. Diğer yandan M.S. 2000 yılında bulunmamız münasebetiyle, özelde Mesih, genelde Hz. İsa ve Hıristiyanlık üzerine birtakım yayınlar da yapılmaktadır. Millenium gibi münasebetlerin toplumlardaki Mesih beklentilerini depreştirdiği de göz önüne alınınca, bu konunun ele alınmasının faydadan hali olmayacağı düşüncesiyle biz, burada üzerinde çok yazılıp çizilmiş olan Mesih’in nüzulü/inişi konusunu irdelemeye çalışacağız


 


İncelemeye çalışacağız dedik; çünkü, gerek klasik, gerek modern dönemde; gerek Batıda, gerek Doğuda bu konuda o kadar çok eser yazılmıştır ki, bu eserlerin konuyla ilgili malzemeyi tamamen ortaya koyduğu, malzeme olarak saklı-gizli pek fazla -belki de hiç- bir şey kalmadığı rahatlıkla ifade edilebilir. Bu noktada -irdeleme dışında- yapılacak her bilimsel 'inceleme, geçmişte söylenenlerin tekrar edildiği birçok esere, bir yenisini ilave etmekten fazla bir anlam ve değer taşımayacaktır. İslam dünyasının ise, içinde bulunduğu şartlarda böylesi bir zaman ve entelektüel enerji israfına tahammülü yoktur.


 


Hz. İsa'nın gökte olduğu ve kıyamete yakın yeryüzüne inip İslam'ın hakimiyetini sağlayacağı inancı, temelde Kuran’dan, birtakım hadislerden/rivayetlerden ve bu konudaki icma iddiasından beslenmektedir.


 


Konuyla ilgili ayetler incelendiğinde bizzat görüleceği üzere ve birçok ilim adamının da ifade ettiği gibi, Hz. İsa'nın göğe yükseltilip, bilahare yeryüzüne indirileceği inancı, Kuran’da, tartışmaya mahal bırakmayacak netlik ve kesinlikte ifade edilmiş, değildir. Bilakis, ortada olan, Hz. İsa'nın inişinin leh ve aleyhindeki birçok ayetle ilgili filolojik izahlardan ve çok farklı tevil, tefsir, yorum ve iddialardan başka bir şey değildir.2


 


Bu sebeple, Kuran açısından meselenin bir yorum ve dolayısıyla tercih meselesi olduğu söylenebilir. Bu, aynı zamanda Hz. İsa'nın nüzulü konusunda Kuran’ın belirleyici olmadığı anlamına da gelir; ki, geriye, belirleyici olarak rivayetler/hadislerden ve icma iddiasından başka bir şey kalmamaktadır. icma deliline de, ayet ve hadisler kadar yoğun ve vurgulu bir biçimde başvurulmadığı için, bu konuda asıl belirleyici olan unsurun rivayetler/hadisler olduğu söylenebilir. Aslında Hz. İsa'nın nüzulü meselesinde belirleyici olan rivayetler/hadisler konusunda da ihtilaflar ve tartışmalar yok de­ğildir. Genelde konuyla ilgili rivayetlerin mütevatir mi, ahad mi olduğu noktasında yoğunlaşan tartışmalarda, bugüne kadar taraflar arasında bir uzlaşma sağlanamadığı görülmektedir. Bu tür kısır tartışmaların uzayıp gitmesinin temel sebebiyse, konuyla ilgili hadislerin bilimsel bir titizlikle incelenmemiş olmasıdır. Hz. İsa'nın inişine dair bugüne kadar yazılmış olan müstakil eserlerde, sadece konuyla ilgili rivayetlerin elden geldiğince bir araya getirilmesine gayret edilmiş; fakat bunların sistematik bir analizine teşebbüs edilmemiştir. Bu konudaki hadislerin ahad olduğunu iddia edenler ise, sadece bu iddiayı ifade etmekle yetinmiş, ayrıca isabetli bir şekilde bu rivayetlerin birbirleriyle çelişki arz ettiğini belirtmişlerse de, bu iddialarını kapsamlı bir incelemeye dayanarak ortaya koyamamışlardır. İşte Hz. İsa'nın nüzulü konusunda bugüne kadar yazılıp çizilenlere gerçek anlamda bir katkı sağlayacak olan da, bu tür bir sistematik analiz olabilir; ki, biz de burada bunu gerçekleştirmeye çalışacağız.


 


Hz. İsa'nın inişiyle ilgili hadislerin sistematik analizine geçmeden önce, yönteme dair bazı açıklamaların yapılması son derece yararlı olacaktır. Aslında yönteme dair bu açıklamaların, sadece Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislere değil, bu ve benzeri her konudaki hadislere uygulanabilecek genel nitelikteki metodolojik esaslar olduğunu da burada belirtmekte yarar vardır.


 


Konuyla ilgili hadislerin incelenmesinde izlenecek yöntemin temel esasları şunlardır:


 


1. Kaynak metodolojisi.


2. Dış tenkit/isnad tenkidi.


3. İç tenkit/Metin tenkidi.


4. Epistemolojik Değerlendirme.


 


 1.      Kaynak Metodolojisi Açısından Hz. İsa'nın Nüzulüne Dair Hadisler


 


 Ebu Gudde, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislere dair en geniş derleme olduğunu söylediği, el-Keşmiri'nin, et-Tasrih bi-ma tevatera ft nuzuli'l-Mesih adlı eserine, kendisi de bulabildiği rivayetleri eklemiş bulunmaktadır.3 Dolayısıyla, eser bu haliyle, konuyla ilgili rivayetlere dair bugüne kadar yazılmış en kapsamlı eser niteliğinde olduğundan, değerlendirmelerimizde, bu eseri esas alacağız. Hz. İsa'nın nüzulüne dair hadislerin kaynak ravilerine (sahabe-tabiin) göre dağılımı şu şekildedir (Parantez içi rakamlar rivayet sayısını gösterir.


 


  1. Ebu Hureyre (21)                               


  2. Cabir b. Abdillah (7)                                  


  3. Huzeyfe b. el-Yeman (6)                                 


  4. Abdullah b. Abbas (5)                                     


  5. Abdullah b. Mes'ud (4)                                   


  6. Abdullah b. Omer (3)                                       


  7. Abdullah b. Amr (3)                                        


  8. Enes b. Malik (3)                                      


  9. Aişe (2)                                    


10. Huzeyfe b. Esid (2)                                        


11. Abdullah b. Selam (2)                                  


12. en-Nevvas b. Sem'an (1)                               


13. Sevban (1)                             


14. Mucemmi' b. Cariye (1)                                 


15. Ebu Umame (1)                                   


16. Seleme b. Nufeyl (1)                                    


17. Osman b. Ebi'l-As (1)                                  


18. Semura b. Cundeb (1)                                    


19. Abdurrahman b. Cubeyr b. Nufeyr (1)   


20. Vasile b. el-Eska' (1)


21. Amr b. Avf (1)


22. Nafi' b. Keysan (1)


23- Abdullah b. Selam (1)


24. Evs b. Evs (1)


25. Imran b. Husayn (1)


26. Ebu'd-Derda' (1)


27. Abdullah b. Mugaffel (1)


28. Abdurrahman b. Semura (1)


29. Ebu Sa'id el-Hudri (1)


30. Ammar b. Yasir (1)


31. Keysan b. Abdillah (1)


32. er-Rabi' b- Enes (1)


33. Sefine (1)


34. el-Hasen el-Basri (1)


35. Ka'bu'l-Ahbar (1)


36. Amr b. Sufyan (1)


37. Zeynu'l-Abidin Ali b. el-Huseyn b. Ali (1)


38. Urve b. Ruveym (1)


 


Kaynak ravilerin güvenilirliği açısından bu tabloya bakıldığında, Abdullah b. Mes'ud ve Enes b. Malik gibi birkaç sahabi hariç, rivayetleri nakledenlerin veya naklettiği rivayet edilenlerin- büyük ekseriyetinin Hz. Peygamberin yakın çevresindeki arkadaşları olmadıkları görülür. Şayet genel olarak iddia edildiği gi­bi, bu konu, sübutu kesin ve dinen inanılması zorunlu bir iman esası olup, inkar edilmesi de küfrü mucip ise; o takdirde, bu kadar önemli bir iman esasının, Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hz. Peygamber'in eşleri ve diğer pek çok önde gelen sahabe, özellikle de dini kavrayış bakımından temayüz eden fakih sahabiler tarafindan da sonraki nesillere tebliğ edilmiş olması beklenirdi. Buna bağlı olarak, onlardan da bu konuda bazı rivayetlerin bizlere ulaşması gerekirdi.


 


Hz. İsa'nın nüzulü ile ilgili hadisleri nakledenlerin başında gelen Ebu Hureyre, Cabir b. Abdillah, Huzeyfe b. el-Yeman, Ebu Sa'id el-Hudri, Abdullah b. Abbas vb. isimlere gelince; basta Ebu Hureyre ve Abdullah b. Abbas olmak üzere, bunların bazılarının geç Müslüman olmuş olması veya Hz, Peygamber zamanında yaşlarının küçük olması vb. sebeplerle, zapt açısında ciddi eleştirilere maruz kaldıkları ve isimlerinin bir takım İsrailiyat rivayetlerine karıştığı göz önüne alınacak olursa, bu gibi kaynak ravilerin zapt açısından güvenilirliği tartışmalı bir hal almaktadır. Konu, İslam'dan önce Yahudi ve Hıristiyan kültüründe mevcut olan, Mesih'in ikinci dönüşü olunca, bu nokta daha da önem arz etmektedir. Kısacası, kaynak ravilerin güvenilirliği bakımından durumun çok ikna edici olmadığını söylemek mümkündür.


 


Gelelim bu rivayetleri bize nakleden son ravilere, yani yazdıkları çeşitli eserlere bunları dercetmiş bulunan musanniflere. Bu kaynakların, ihtiva ettikleri rivayet sayısına göre sıralanması sonucunda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:


 


1. Ahmed b. Hanbel, el-Musned, (21)


2. el-Hakirn en-Neysaisuri, el-Müstedrak, (15)


3. ibn Asakir, Tarihu Dimeşk, (13)


4. et-Taberani, el-Mu'cemu'1-evsat, (11)


5. ibn Ebi Şeybe, el-Musannef, (10)


6. Muslim, es-Sahih, (10)


7. et-Taberi, Cami'u'l-beyan, (7)


8. ibn Mace, es-Sunen, (7)


9. et-TirmizT, es-Sunen, (5)


10. Ebu Davud, es-Sunen, (5)


11. Ebu Nu'aym, Ahbaru'l-mehdi, (5)


12. en-Nesa'i, es-Sunen, (4)


13. ibn Hibban, es-Sahih, (4)


14. Nu'aym b. Hammad, Kitabu'l-fiten, (4)


15.   el-Hakim   et-Tirmizi,   Nevadiru'l-usul, (3)


16. Ebu Ya'la, el-Musned, (3)


17. ibn Huzeyme, es-Sahih, (3)


18. ibn Merdeveyh, et-Tefsir, (3)


19. ez-Ziya el-Makdis?, el-Muhtara, (3)


20. Abd b. Humeyd, el-Musned, (2)


21. el-Buhari, es-Sahih, (2)


22. el-Buhari, ei-Tarihu'l-kebir, (2)


23. el-Buhari, Halku ef'ali'l-'ibad, (1)


24. el-Beyhaki, es-Sunen, (2)


25. Ebu Nu'aym, Hilyetu'l-evliya', (2)


26. ed-Darakutni, el-Efrad, (2)


27. ibn Ebi Hatim, et-Tefstr, (2)


28. ed-Deylemi, Firdevsu'l-ahbar, (2)


29. Ebu Amr ed-Dani, es-Sunen, (2)


30. el-Beyhaki, el-Esma" ve's-sifat, (1)


31. el-Beyhaki, el-Ba'su ve'n-nuşür, (1)


32. el-Hakim en-Neysaburi, Tarihu Neysa-bür, (1)


33. et-Taberani. Kitabu'z-zuhd, (1)


34. Ibnu'I-Münzir, el-Tefsir, (1)


35. et-Tahavi, Şerhu maani'1-asar, (1)


36. Sa'id b. Mansur, es-Sunen, (1)


37. el-Bezzar, el-Musned, (1)


38. et-Tayalisi, el-Musned, (1)


39. el-Hatib el-Bagdadi, Tarihu Bağdad, (1)


40. ibnu'n-Neccar, Tarihu Bağdad Zeyli, (1)


41. el-Mustağfiri, Dela'ilu'n-nubuwe, (1)


42. Ebu'ş-şeyh, Kitahu'l-fiten, (1)


43. el-Berzenci, el-İşa'a li esrati's-sa'a, (1)


44. Ebu Sa'id en-Nakkas, Feva'idu'l-'Irakiyyin,(1)


45. ibn Ebi Hatim, el-Cerhu ve't-ta'dil, (1)


46. el-Kalabazi, Ma'anil-ahbar, (1)


47. es-Suheyli, er-Ravdu'l-'unuf, (1)


48. İbn Kesir, et-Tefsir, (1)


49. Razin el-Abderi, (?), (1)


50. Ma'mer b. Raşid, el-Cami', (1)


51.   el-Mişkatt,   Kitabu'1-vefa,   Tahkiku'n nusra, el-Muntazam, (1)


52. ishak b. Bişr, (?), (1)


 


Bu tabloda yer alan, toplam yüz yetmiş sekiz rivayetten, tekrarlar çıkarıldığında, geriye seksen beş rivayet kalmaktadır. Bunlar içerisinde mürsel (tabiinin Hz. Peygamberden rivayeti) olanların da bulunduğunu burada hatırlatalım.


 


Toplam yüz yetmiş sekiz rivayetin en yoğun olarak (doksan dört rivayetin) yer aldığı eserler ise sunlardir. Ahmet b. Hanbel, el-Musned; el-Hakim en-Neysaburi, el-Mustedrak; ibn Asakir, Tarihu Dimesk; et-Taberani, el-Mu'cemu'l-evsat; ibn Ebi seybe, el-Musannef, Müslim, es-Sahih; et-Taberi, Cami'u'l-beyan; ibn Mace, es-Sünen bu kaynaklar ise, güvenilirlik bakımından önde gelen eserler olmayıp, sıhhati kuşkulu ve hatta zayıf ve mevzu rivayetleri bünyesinde barındıran eserlerdir.4 Kaldı ki, Ibn Asakir ve et-Taberi'nin eserleri, hadis kaynağı bile değildir. Muteber hadis kaynağı olarak bilinen Müslim ile, onun kadar itibara sahip olmayan ibn Mace'nin eserlerine gelince, bu iki eser de, aslında büyük ölçüde Ibn Ebi Şeybe'nin eI-Musannefine dayalı çalışmalardır. Muteber hadis kaynakları sıralamasında önde gelen el-Buharı, Ebu Davud ve et-Tirmizi gibi musanniflerin eserlerinin, konumuzla ilgili hadisler bakımından ilk sıralara girememiş olduğu da dikkatlerden kaçmamaktadır.


 


Öte yandan, konuyla ilgili hadislerin, ilk donem hadis kaynaklarında ya hiç yer almaması veya son derece az yer alması da manidardır. Mesela, Hemmam b. Münebbih'in Sahife'si, Ebu Yusuf un (ö. 182) eserleri, imam Muhammed'in (ö. 189) eserleri, Malik'in el-Muvattasi, Şafii’nin (ö. 204) eserleri, Abdurrazzak'ın (ö. 211) el-Muyannefi gibi ilk kaynaklarda konuyla ilgili rivayetlere hiç rastlanmazken; Sa'id b. Mansur'un (ö. 23), es-Sunen'inde, Ma'mer b. Rasid'in (ö. 150), el-Cami'inde, et-Tayalisi'nin (ö. 204) el-Musnedinde, el-Humeydi'nin (ö. 219) el-Müsnedinde (II. 364, no: 827) konuyla ilgili sadece bir veya birkaç rivayet bulunduğu görülmektedir. Bu durumu, bu ilk hadis kaynaklarinin musanniflerinin, eserlerinde rivayetleri yeterince bir araya getirememiş, dolayısıyla konuyla ilgili rivayetlere muttali olamamış olmaları ile de açıklamak mümkün görünmemektedir. Çünkü Mesih konusu, İslam'ın sair iman esasları gibi, bilinmesi dinen zorunlu ise, bu musanniflerin, dinin diğer temel esaslarına dair rivayetleri eserlerinde topladıkları gibi, bu konudaki rivayetleri de toplamış olmaları gerekirdi. Aksi takdirde, onların, dinin önemli bir iman esasi konusunda cahil kaldıklarını kabul etmek gerekir. Tabii bu gerekçeler, eserinde 20.000'den fazla rivayeti toplamayı başaran Abdurrazzak (ö. 211) ve yine binlerce, on binlerce rivayeti eserlerinde bir araya getiren es-Şafi’i (ö. 204) için tamamen geçersiz hale gelmektedir.


 


Kaynaklarla ilgili olarak işaret edilmesi gereken diğer bir husus ise, bu rivayetlerin yer aldığı, hadis kaynağı bile olmayan (tarih, tabakat, rical, cerh-tadil, tefsir, delail vb. türü) eserlerin, tablodaki toplam eserlerin yaklaşık yarısını oluşturmasıdır. Her türlü rivayeti -sağlam- çürük demeden- alan ve çoğunluğu problemli rivayetlerden oluşan bu tür eserlere bilimsel bir ihtiyat ile yaklaşmak gerektiğini burada vurgulamak gerekir. Nitekim, bu gibi eserlerde yer alan, konuyla ilgili rivayetlerin, isnad açısından kusurlarına el-Keşmirinin eserinde de zaman zaman işaret edilmiş olması, bu tespiti doğrular niteliktedir

 



__________________
43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
Yukarı dön Göster radyoman's Profil Diğer Mesajlarını Ara: radyoman Ziyaret radyoman's Ana Sayfa
 
radyoman
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 09 mart 2005
Yer: Antigua And Barbuda
Gönderilenler: 362
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı radyoman

Bu değerlendirmeler Hz. Peygamber'e atfedilen rivayetler/hadisler ile ilgiliydi. Ayrıca bazı sahabe ve tabiinin ve sonrakilerin kendi görüşlerini yansıtan asar da bu açıdan incelendiğinde, ortaya benzer bir tablonun çıktığı görülmektedir.


 


1. ibn Abbas, (7)


2. Abdullah b. Amr b. el-As, (4)


3. Katade, (4)


4 el-Hasen el-Basri, (4)


5. Ka'bu'l-Ahbar, (3)


6. Muhammed b. Zeyd, (2)


7. Şehr b. Havşeb (1)


8. Ebu Malik el-Gifari, (1)


9. Mucahid, (1)


10. Nufey' b. Rafi', (1)


11. Rufey' b. Mihran, (1)


12. Abdulcebbar b. Ubeyd, (!)


13. Velib b. Munebbih, (1)


14. ibn Sirin, (1)


15. Ibnu'l-Haneffyye, (1)


16. Ertat, (1)


17. el-Velid b. Muslim (ö. 194), (1)


 


Bu asarın yer aldığı kaynaklara gelince:


 


1.  ibn  Cerir et-Taberi,   Cami'ul-beyan (13)


2. Abd b. Humeyd, et-Tefstr, (10)


3. ibn Ebi Hatim, et-Tefsir, (5)


4. ibnu'l-Munzir, et-Tefsir, (5)


5. ibn Asakir, Tarihu Dimeşk, (5)


6. el-Firyabi, et-Tefsir (?), (2)


7. Ahmed b, Hanbel, Kitabu'z-zuhd, (2)


8. Abdurrazzak, et-Tefsir (?), (2)


9. es-Suyuti, ed-Durru'1-mensur, (2)


10.   el-Hakim   en-Neysaburi, el-Mustedrak, (1),


11. ibn Ebi Şeybe, el-Musannef, (1)


12. en-Nesai, es-Sunen (?), (1)


13. ibn Merdeveyh, et-Tefsir, (1)


14. Ebu Nu'aym, Hilyetu'l-evliya, (1)


15. Sa'id b. Mansur, es-Sunen, (1)


16. Musedded b. Musedded, el-Musned (?) (1)


17. et-Taberani, el-Mu'cem (?), (1)


 


Görüldüğü gibi, bu tabloda yer alan kaynakların da büyük çoğunluğu, tefsir ve tabakat türü eserler olup, gerçek anlamda hadis kaynağı değildir. Aralarında birkaç hadis kaynağı da olmakla beraber, bu kaynakların tamamı, eserlerine aldığı rivayetlerin mutlaka sahih olması gibi bir şart gözetmeyen, dolayısıyla, sağlam-çürük her türlü rivayeti derleyen musanniflere aittir. Dolayısıyla, bu kaynaklarda yer alan asara da ihtiyat ve temkinle yaklaşılması gerektiği sonucuna kolaylıkla varılabilir.


 


Sonuç itibarıyla, gerek kaynak ravilerin, gerekse son ravi olan musannif ve müelliflerin tamamının, rivayetleri nakilde, son derece sıkı bilimsel şartlara titizlikle riayeti prensip edinmiş kimseler olduklarını söylemek mümkün görülmemektedir. Bu ise, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetlerin yer aldığı kaynak­ların -özellikle de, yoğun olarak bu rivayetleri bünyesinde barındıranların kaynak metodolojisi açısından tamamen güvenilir olduklarını ileri sürmenin mümkün olmadığını göstermektedir.


 


2. Dış Tenkit/İsnad Tenkidi


 


İsa'nın (a.s) nüzulü ile ilgili hadisleri bize nakleden -kaynak raviler dışındaki diğer ravilerin güvenilirlikleri ve bu ravilerin oluşturdukları isnad zincirlerinin kesintisiz olup olmaması açısından incelendiğinde, görülmektedir ki, iddiaların aksine, ortada isnad açısından da birtakım problemler bulunmaktadır.


 


Ravilerin güvenilirlikleri açısından bakıldığında, konuyla ilgili hadisleri rivayet edenlerin tamamının sika raviler olmadıkları görülmektedir.Hatta bu rivayetler içerisinde mevzu olduğu açıkça ifade edilenler bile bulunmaktadır.


 


Yine el-Keşmiri'nin, ef-Tasrihini esas alarak bazı örnekler vermek gerekirse; mesela (s. 82 ve 24l-242'de) sahih olmadığı açıkça ifade edildiği halde, ba­zı rivayetler delil alarak öne sürülmüş; sayfa 182'de zayıf olduğu söylenen bir hadis, manası başka hadislerle sabit olduğu gerekçesiyle, es-Suyuti'nin el-Cami'u's-sağir'de bu hadisin hasen olduğuna dair bir rumuz koymuş olmasına bakılarak, hemen hasen seviyesine yükseltilivermiştir. Halbuki ilk gerekçe son derece tartışmalı olduğu gibi, es-Suyuti'nin adı geçen eserindeki rumuzlara güvenmek de mümkün değildir. Çünkü bu rumuzları müstensihlerin tahrif ve tebdil etlikleri ve bunlara asla güvenilemeyeceği, açıkça ifade edildiği gibi; bu rumuzlar güvenilir bile olsa, es-Suyuti'nin hadislere sahih, hasen hükmü vermede son derece gevşek, dolayısıyla güvenilmez olduğu da bilinen bir husustur.5


 


Keza aynı eserde (s. 205-206) geçen bir hadis, sırf ibn Hacer bu hadisi Fet-hu'1-bari adlı eserinde şahit/delil olarak kullandığı ve onun, bu eserinde zayıf-mevzu hadisleri delil olarak kullanmadığı öne sürülerek, hasen derecesine çıkarılabilmiştir. Halbuki ibn Hacer'in bu iddiasına körü körüne dayanmak son dere­ce yanlıştır; çünkü, onun da, hadislere uydurma dememek için elinden geleni yapan ve bu anlamda son derece gevşek biri olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.6


 


Bazen de el-Hakim et-Tirmizi ve Ebu Nu'aym gibi, eserlerine sağlam-çürük her rivayeti aldıkları bilinen müelliflerin naklettikleri bir rivayet, mesela el-Hakim'in el-Mustedrak’inde bir rivayete -ki onun da sıhhatinin tartışmalı olduğu, aynı yerde dipnotta ifade edilmektedir- benziyor diye, "Bu hadis de inşallah kavi bir hadistir." denmektedir (s. 213). Bu tür yaklaşımların, klasik ha­dis usulünün kurallarına aldırmamaktan başka bir anlamı olamaz. Bu mantıkla hareket edilecek olursa, o zaman ortada zayıf hadis diye bir şey kalmayacaktır. Kanaatimizce bu tür bir yaklaşım doğru değildir ve her şeyden önce hadis ilmine aykırıdır.


 


Sayfa 214'te ise, "Muhaddislerin Eserlerinde Naklettikleri ve [Sıhhatleri] Hakkında Herhangi Bir şey Söylemedikleri Diğer Hadisler" başlığı altında bir­takım rivayetler delil olarak sunulabilmiştir. Üstelik bunlar içerisinde zayıf ve mevzu hadislerin bulunduğu açıkça itiraf edildiği halde (mesela bkz. s. 214, 215, 216, 227, 228, 230, 242-243, 245, 246, 247, 251, 254, 267.) delil olarak da takdim edilmekten çekinilmemiştir. Halbuki bu rivayetlerin çoğu, mürsel. isnadında metruk ve meçhul raviler bulunan, muzdarib ve mevzu rivayetlerdir. İşin üzücü olan bir başka yanı ise, uydurma olduğu açık olan bazı rivayetlerin uydurma olduğunu belirtmeyip sükut eden es-Suyuti gibilerin anlaşılmaz tavırlarıdır (s. 243, dipnot: 1)


 


Bu başlık altında zikredilen rivayetlerin dışında da isnadı zayıf (s, 275, 276) ve meçhul kaynaklardan nakledilen (s. 295) rivayetlere rastlanmaktadır.


 


Konuyla ilgili rivayetler bir başka açıdan da irdelenebilir: et-Tasrih bi-ma tevatera fi nuzüli'l-Mesih adlı eserin müellifi el-Keşmiri, onun bu eserini teorik olarak besleyen öğrencisi, Pakistan Müftüsü Muhammed şefi' ve bu ikisini tamamen destekleyici notlar ve ekler ilave eden Abdulfettah Ebu Gudde, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu iddia etmekte ve bu iddialarını ispat etmek için, sözü edilen yüz yetmiş sekiz rivayete dayanmaktadırlar. Bu suretle de, sanki adı geçen eserdeki bütün rivayetlerin Hz. Peygamber 'e ait gerçek hadislerden oluştuğu intibaı uyandırılmakta veya en azından böyle bir intiba kendiliğinden doğmaktadır. Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz husus, bu eserdeki rivayetlerin tamamının Hz. Peygamber 'e nispet edilen (merfu) hadisler olmadığıdır. Bilakis toplam yüz yetmiş sekiz rivayetin yaklaşık atmışı mürsel, mevkuf ve maktu rivayetlerden oluşmaktadır ki, bu azımsanmayacak bir sayıdır. Bir başka ifadeyle, delil olarak kullanılan rivayetlerin 1/3'ü Hz. Pey­gamber 'e izafe edilen rivayetler değildir; başkalarının (sahabi, tabii vd.) şahsi kanaatlerini yansıtan ve dini açıdan bağlayıcı olmayan nakillerden ibarettir.


 


İsnad tenkidine ayırdığımız bu bölümde asıl üzerinde durmak istediğimiz bir başka konu daha vardır: Hz. İsa'nın ikinci dönüşüyle ilgili hadislerin mütevatir olduğu iddiası!


 


Tevatür iddiası


 


İslam düşünce tarihinde hadisler etrafında ortaya çıkan tartışmalara vakıf olanlar da pekala bilirler ki, herhangi bir inancı, düşünceyi veya kanaati hadislere dayanarak savunmak ve buna karşı çıkanları ilzam edip susturmak için en sık başvurulan yol, konuyla ilgili hadislerin mütevatir olduğunu ileri sürmek olmuştur.7 Bunun için de, sağlam-çürük, mümkün olan en fazla sayıda rivayetin elden geldiğince bir araya getirilmesine çalışılmış ve isnadların çokluğu gerekçe gösterilerek, ilgili hadislerin mütevatir olduğu iddia edilmiştir. Bunu yapmak mümkün olmayıp da, konuyla ilgili hadislerin ahad olduklarını kabullenme durumunda kalındığında ise, ahad haberlerin kesin bilgi değil zann-i galip ifade ettiği iddiasının önünü alabilmek için, karinelerle kuşatılmış ahad haberlerin kesin bilgi ifade ettiklerini ileri sürme yoluna gidilmiştir.


 


Pek çok konuda olduğu gibi, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler konusunda da yukarıdaki adımlar atılmış, ve sık sık konuyla ilgili hadislerin mütevatir olduğu ileri sürülmüştür. Bu iddianın en son örnekleri ise, bu incelememizde esas aldığımız el-Kevseri ile el-Keşmiri’nin eserlerinde yer almaktadır. Şimdi bu iddianın, gerçekleri ne derece yansıttığını görelim:


 


Klasik hadis usulünün, hadisleri, isnadda yer alan ravilerin sayısına, bir başka ifadeyle, yaygınlık durumuna göre iki ana bölüme ayırdığı malumdur: Mütevatir ve ahad... Ahad haberlerin, lügat bakımından, "tek kişi/kişilerin naklettiği haber", anlamına geldiği ve hadis ilmindeki terim anlamının "mütevatir düzeyine ulaşmayan" hadis", olduğu bilinmektedir. Mütevatirin klasik tanımı ise şudur: "Yalan üzerinde birleşmeleri pratik bakımdan imkansız olan kalabalık bir topluluğun, yine bu nitelikleri haiz bir topluluktan naklettiği haberdir."8 Mü­tevatirin temel bir özelliği, hadis ilminin kapsamı dışında kalmasıdır. (Çünkü mütevatir haberin doğruluğu kesindir ve herhangi bir incelemeye gerek duyulmaz. Mütevatir haberlerin hadis ilminin kapsamı dışında kalmasının diğer bir sebebi de, mütevatirde belli bir ravi(ler) ve ravilerden oluşan isnadların söz konusu olmamasıdır. Bilakis bu tür haberler o kadar kalabalık sayıda insan tarafından nakledilir ki, onların tek tek güvenilirliklerini incelemek, ne mümkündür, ne de buna gerek vardır.


 


Mütevatir haberlere dair genel olarak verilen örnekler, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Mesela Kur'an-i Kerim'in metni, Hz. Peygamber'in Mekke'de H. 570-571 yılında Abdullah ve Amine'den olduğu, ana hatlarıyla Hz. Peygamber'in hayatı, ezan tatbikatı, beş vakit namaz, bayram namazları, haccın yapılışı vb. gibi, Müslümanların günlük hayatlarında devamlı uygulaya geldikleri ve şea'ir de denilen hususlar, burada örnek olarak verilebilir. Bu ve benzeri konular, Hz. Peygamber'den bugüne kadar her gün, hafta, ay ve yıl kesintisiz uygulana geldiğinden, bunların doğruluğundan herhangi bir kuşku yoktur; bu hususlann doğruluğu tartışma konusu da yapılmamıştır. Bu tür uygulamalar, ilk olarak, nufusu 20.000 civanndaki Medine-i Münevvere'de ve sayıları 100.000'i geçtiği kabul edilen ilk müslüman nesil tarafından gerçekleştirilmiş; daha sonra sayıları giderek artan tabiin tabakasına bu uygulamalar aktarılmış, sonra da nesilden nesle -yine her neslin sayısı giderek artmak suretiyle- bugüne kadar aktarılmaya devam etmiştir. Bu uygulamalar o kadar çok sayıda insan tarafından nesilden nesle aktarılmıştır ki, onların tek tek isimlerini tespit mümkün değildir ve hiç kimse de böyle bir şeye gerek duymamıştır, duymamaktadır. Keza, görmeyenlerin, görmedikleri çeşitli kıtaların ve o kıtalardaki ülkelerin, dağların, nehirlerin, göllerin, denizlerin, hayvan ve bitkilerin, tarihi eserlerin varlığını kabul etmeleri de, aynı şekilde tevatüren gelen haberlerden dolayıdır ve hiç kimse bu sayıların varlığından şüphe duymamaktadır.


 


Şimdi, mütevatir haberlere dair bu aktarılanların ışığında, Hz. İsa'nın nüzulüne dair hadislerin mütevatir olduğu iddiasına bir göz atalım:


 


Daha önceki tablolarda görüldüğü gibi, konuyla ilgili hadisleri nakletmiş görünen birinci tabakadaki kaynak ravilerin sayısı otuz üçtür. Bu otuz üç kişinin gerçekten Hz. Peygamber 'den bu hadisleri işittiklerini varsaysak bile, bu sayı acaba "yalan üzere ittifak etmeleri imkansız olan bir kalabalık" anlamına gelir mi? Kanaatimizce bu sayıdaki bir insan topluluğunun, bir konuda yalan söylemek üzere ittifak etmeleri imkansız değildir. Hele hele yukarıda zikredilen tevatür örneklerinde rol alanların, on binlerden başlayıp giderek artan sayılara ulaşmış, olduğu göz önüne alınacak olursa, otuz üç kişinin rivayetinin, yukarı­da anılan mütevatir örnekleriyle kıyaslanmasının dahi söz konusu olamayacağı kolayca görülür. Binaenaleyh, otuz üç, kişi tarafından nakledilen bu rivayetlerin mütevatir olması, hayli söz götürür niteliktedir. Kaldı ki, bu otuz üç kişinin, bu hadisleri Hz, Peygamber 'den duyduklarını matematik bir kesinlikle id­dia etmek de mümkün değildir.


 


Muhtemelen bu durum, konuyla ilgili hadislerin mütevatir olduğunu iddia edenler tarafından da fark edilmiş olmalıdır ki, bu iddia sahipleri, konuyla ilgili hadislerin gerçek anlamda mütevatir olmadığı yolundaki itirazlar karşısında geri adım atarak, bu hadislerin lafzi mütevatir —yani gerçek mütevatir- değil, manevi mütevatir oldukları iddiasına başvurmak zorunda kalmışlardır; ancak bu iddia da hayli tartışma götürür niteliktedir. Çünkü isnad açısından durumlarına temas ettiğimiz ve içlerinde güvenilmez nitelikte pek çok rivayetin bulunduğu bu malzemenin, muhteva bakımından da birbirleriyle çelişkiler arz ettiği göz önüne alınacak olursa, sırf bunların, çok genel anlamda ortak paydaları olan 'Hz. İsa’nın nüzulü noktasında birleşmelerine bakarak mütevatir olduklarını ileri sürmek ikna edici görünmemektedir. Tek tek bu hadislerin her birinin Hz. Peygamber'e aidiyeti kesin olarak ortaya konmadan, bunların or­tak paydadan dolayı, mütevatir olduklarını iddia etmek doğru olmaz. Üstelik, tevatüre dair daha önce verilen örneklerde de görüleceği üzere, tevatürde asıl olan, kesinlik ve netliktir. Halbuki Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetler, detaylarda birbirini tutmamakta, çoğu zaman birbirleriyle çelişmektedir; ki, bu hususlara ileride rivayetlerin iç tenkidi esnasında işaret edilecektir.


 


Öte yandan, klasik hadis usulünde, "Tevatür için sened aranmaz." denmektedir.9 Bu, son derece isabetli bir tespit olmakla birlikte, uygulamada bu esasa sadık kalınmamış ve isnadlarla nakledilen pek çok rivayetin bir arada değerlendirilmesinden başka bir şey olmayan, garip bir tevatür çeşidi ortaya atılmıştır. Halbuki bu ilkenin mantıki bir gereği olarak, isnad ile gelen rivayetle­rin mütevatir olamayacağı sonucuna varmak icap eder. Çünkü madem ki tevatürde sened aranmaz, o zaman senedin aranıp bulunabildiği, ravilerinin tek tek cerh ve ta'dile tabi tutulabildiği, haklarında sahih, hasen, zayıf veya mevzu hükümlerinin verilebildiği rivayetlerin -sayıları ne kadar çok olursa olsun- ahad hadis kategorisine girdiklerini kabul etmek kaçınılmaz olur. Bu ahad hadislerin sayısının çok olması, onları hiçbir zaman mütevatir derecesine çıkarmaz, olsa olsa meşhur veya müstefiz derecesine yükseltebilir.


 


Bu şekilde isnadların çokluğuna bakılarak mütevatir olduğuna hükmedilen hadislerin tamamı, aslında ahad hadislerdir; hatta bunlar içerisinde uydurma olanlara bile rastlamak mümkün olabilmektedir.10


 


Ahad hadislerin bir araya gelmesinin -sayıları ne kadar çok olursa olsun- onları mütevatir derecesine çıkarması bir başka açıdan da mümkün görünmemektedir. Bilindiği gibi, ahad hadis, Hz. Peygamber 'e ait olduğu matematik bir kesinlik arz etmeyen; ancak Hz. Peygamber 'e ait olabileceğine dair bizde bir kanaat hasıl eden rivayetlerdir; fakat bu kanaate rağmen, bunların Hz. Peygamber'e ait olmama ihtimali de daima mevcuttur. Bu durumda, her biri ke­sinlik değil bir ihtimal ifade eden bu rivayetlerin bir araya gelmesiyle, ortadaki bu ihtimallerin, nasıl olup da ortadan kalkarak bir kesinliğe dönüşebildiğini izah etmek de mümkün değildir. Böyle olunca, ahad olan, isnadlarla nakledilen, isnadlarındaki ravileri cerh ve ta'dile tabi tutulan, sonuçta oda sahih, hasen, zayıf ve bazen mevzu olma ihtimali söz konusu olan tek tek rivayetlerin, sayıları ne olursa olsun, mütevatir derecesine ulaşması mümkün değildir.


 


Bu değerlendirmelerin ışığında Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislerin de, sayıları sadece on'larla ifade edilen bir takım ahad hadislerden ibaret oldukları ve gerekli şartları taşımadıkları için de mütevatir olamayacakları rahatlıkla ifade edilebilir.


 


3. İç Tenkit/Metin Tenkidi


 


Aslında şu ana kadar yaptığımız değerlendirmeler sadece isnadlar ve raviler açısındandır; ancak bir hadisin güvenilir olup olmadığını belirlemek için sade­ce isnadın güvenilir olması yeterli değildir. İsnad tek başına bir hadisin güvenilirliğini garanti edemez; çünkü, insanların ve ravilerin de uydurulması, mevkuf haberlerin merfu hale getirilmesi, tedlis, telkin vb. zapt kusurları -ki bunlardan ne sahabe, tabiin, ne meşhur hadis imamları ve muhaddisler, ne de sair raviler kurtulabilmiştir.11 İsnadın tek başına yeterli olamayacağının en açık  delilleridir. Bu durumda, hadisin bir başka unsuruna, yani metne de yönelmek ve metin açısından da hadisi değerlendirmek yerinde olacaktır. işin aslına bakılacak olursa, isnad ve metinden oluşan hadisin, esas hadis adını almaya layık olan kısmı metindir. Çünkü asıl amaç, metnin nakledilmesidir, isnad ise bu metni nakletmeye yarayan bir araçtan ibarettir. Durum bu olunca, asıl amaç olan ve hadis adını almaya asıl layık olan metne bakmadan, sadece isnad tetkikiyle yetinmek, son derece yanlış, ve tehlikeli bir yaklaşımdır; ama ne yazık ki, hadis tetkikleri, yüzyıllarca isnad ve raviye hasredilmiş, iç tenkit/metin tenkidi uygulamasına nadiren başvurulmuştur. Biz metin tenkidinin rivayetlerin güvenilirliğini belirlemede en az isnad tenkidi kadar önemli olduğu kanaatindeyiz. Burada Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislere bu önemli yöntemi uygulamaya çalışacağız.


 


Metin tenkidine geçmeden önce, önemli gördüğümüz bir noktayı dikkatlere sunmak istiyoruz: Genelde hadislerle ilgili değerlendirme, araştırma ve inceleme yapılırken, sanki hadislerin lafızları Hz. Peygamber 'in ağzından çıkan lafızların aynısı imiş gibi davranılmakta; tam aksine, bunların Hz. Peygam­ber 'in değil, ravilerin kendi lafızları olduğu unutulmaktadır.12 Halbuki şu anda elimizdeki kaynaklarda mevcut hadislerin hepsi mana ile rivayet edilmiş olup Hz. Peygamber 'in ağzından çıkan lafızlarla aynen nakledilmiş, tek bir hadis dahi yoktur. Böyle olunca, ister istemez, aynı konudaki rivayetler arasında bile -her bir ravi anladığı kadarıyla ve farklı kelime ve üsluplarla aktardığı için  tutarsızlıklar, çelişkiler ve farklılıklar kaçınılmaz olmaktadır. Hz. İsa'nın ikinci dönüşü ile ilgili rivayetler de böyledir. Şimdi bu rivayetlerin metinlerini daha yakından incelemeye çalışalım.


 


Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler dikkatlice incelendiğinde, insanın üzerinde, anlatılanların tamamen Ortaçağa, o çağın şartlarına ve o cağın zihniyetine hitap ettiği ve rivayetlerdeki çeşitli unsurların, motiflerin ve olayların, o çağdan seçildiği şeklinde güçlü bir etki bırakmaktadır. Öyle ki, bu rivayetlerde anlatılanların çoğu, bugünün insanına hitap etmemekte; gelecekteki nesillere hitap etmesinin ise tamamen imkansızlaşacağı kolaylıkla görülmektedir.


 


Mesela, Hz. İsa'nın ikinci dönüşüyle ilgili rivayetlere hakim olan fikir, onun bu dönüşünde icraat olarak domuzu öldüreceği, haçı kıracağı ve cizye/haracı kaldıracağı hususudur.13 Bu durumda insan, Hz. İsa gibi bir şahsiyetin yapacağı en önemli icraatın niçin domuz katliamı veya haçların kırılmasından ibaret olduğunu, yapacak daha önemli işlerin olup olmadığını sormadan edememektedir. Daha ilginci ise, bugün mevcut olmayan, dolayısıyla, zaten kaldırılmış bulunan cizye ve haracı, Hz. İsa'nın nasıl kaldıracağı meselesidir.


 


Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber ve ashabı, Hz. İsa'nın nüzulünü o kadar yakın görmektedirler ki, bazıları ona selam bile gönderebilmektedir.14 Bu ise, Hz. İsa'nın inişinin kıyamete yakın gerçekleşecek bir kıyamet alameti olduğu düşüncesiyle çelişmektedir. Bu durum, söz konusu rivayetlerin, ravilerin kendi tarihsel perspektiflerini yansıttığına dair kuşkuları gündeme getirmektedir.


 


Hz. İsa'nın nereye ineceği konusu da problem arz etmektedir. Çünkü rivayetlere bakılırsa, Dimeşk'in doğusundaki beyaz minareye veya beyaz köprüye, Kudüs'e, Şam'a, Ürdün'e veya Müslümanların karargahına inecektir.15 Onun nereye ineceğine dair bu çelişkili ifadelerin, Hz. Peygamber 'den kaynaklanması mümkün müdür? Bize göre bu durumu, bu hadisleri piyasaya sürenlerin farkında olmadan içine düştükleri bir çelişki olarak yorumlamak, Hz. Peygamber'i çelişkili bir konuma düşürmekten hem aklen hem de vicdanen daha evladır. Hz. Peygamber zamanında beyaz minare diye bir şeyin olmayışı da, nasılsa (!) dikkatlerden kaçmıştır.


Bazı rivayetlere göre, Hz. İsa'nın nefesi, gözünün gördüğü son noktaya kadar erişmekte ve eriştiği insanı öldürmektedir.16 Bu anlatımın da mucize kavramıyla bile izah edilemeyecek kadar 'mitolojik' bir nitelik taşıdığı ortadadır.




__________________
43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
Yukarı dön Göster radyoman's Profil Diğer Mesajlarını Ara: radyoman Ziyaret radyoman's Ana Sayfa
 
radyoman
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 09 mart 2005
Yer: Antigua And Barbuda
Gönderilenler: 362
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı radyoman

Hz. İsa'dan sonra ortaya çıkacak olan Yecüc ve Mecüc ile ilgili bir rivayette, Hz. Adem'in her 1000 çocuğundan 999'unun cehennemlik olduğunu 17 söyleyen, Hz. Peygamber olabilir mi? Bırakın bir peygamberi, birazcık aklı başında olan biri dahi bunu söyler mi? Yine Yecüc-Mecuc ile ilgili olarak, onların Taberiye gölünün suyunu içip bitirecekleri ve insanların, "Bir zamanlar burada bir göl vardı." diyecekleri de, rivayetlerde ileri sürülmektedir;18 ki, bunun da, Ortaçağ mitolojik zihniyetinin ürünü olduğu ortadadır.


 


Hz. İsa indikten sonra yaşanacak bolluk döneminin bir göstergesi olarak deve ve bitki (sebze, tahıl?) bolluğundan bahsedilmesi de 19, bu hadislerin piyasaya sürüldüğü dönemin gözde mallarının deve ve yeşillik olmasından kaynaklanmış görünmektedir. Yoksa bugün Hz. İsa inse ve her yer deve dolsa, her yeri yeşillik kaplasa bile, bunlar, bu çağın -veya gelecek çağların- insanı açısından ne anlam ifade edebilir ki?


 


Hz. İsa'nın iniş dönemi olayları arasında, Rumların A'mak veya Dabık'a gelecekleri 20 ileri sürülmektedir. Bu rivayet, olsa olsa, dönemin süper güçlerinden biri olan Bizans imparatorluğunu nazarı itibara alan ravilerin kendi tarihselliklerini yansıttıkları bir rivayet olabilir.


 


Yine Medine veya Halep'ten bir ordu çıkacağı, Rumların (Bizanslıların) üzerine yürüyeceği, sonra İstanbul'u fethedeceği ve akabinde Hz. İsa'nın ineceği de rivayetlerde ileri sürülmektedir.21 Bugün ortada ne Bizans var, ne de üzerine yürüyecek bir ordu! Medine veya Halep'ten çıkacak bir ordunun bugün ne önemi olabilir ki? Medine veya Halep halkının tamamından bir ordu oluşturulsa bile, bunun bugünkü siyasi-askeri gelişmeler karşısında ne anlamı olabilir? Sonra Hz. İsa, İstanbul'un fethinden hemen sonra inecek idiyse, Fatih'in İstanbul'u fethinden sonra hemen niye inmemiştir? Yok eğer hadislerde kastedilen fetih bu değil de Arap dünyasının bazı alimlerinin(!) iddia ettikleri gibi kıyamete yakın gerçekleşecek başka bir fetih ise, o zaman da İstanbul'umuzun başına gelecekler var demektir. Bütün bunların, ravilerin muhayyilelerinin ürünü olup, Hz. Peygamber 'le bir ilişkisinin bulunmadığı aşikardır. Nitekim, geçmişteki bazı tarihi olayların veya gelişmelerin, bilahare hadis haline getirildiği bilinen bir gerçektir.


 


Hadramevt'ten çıkan bir ateşin Müslümanları önüne katarak, onları Şam'a (Suriye topraklarına) sürüp toplayacağı, insanların yaya veya deve üzerinde oraya gidecekleri de rivayetlerde ileri sürülmektedir.22 insan ister istemez  niye Suriye, diye sormadan edemiyor? İlle Müslümanlar bir yerde toplanacaksa, ni­ye Mekke-Medine'de toplanmıyor? Burada Şam (Suriye) bölgesini kutsallaştırmak isteyen Emevi taraftarı bir hilenin sezilmesi hiç de zor olmasa gerektir. Ayrıca, böyle bir şey bugün veya gelecekte olacak olsa bile, niye insanlar otomobil, otobüs, tren veya uçak ile değil de, yaya veya deve ile Suriye'ye gitsinler? Bütün bu sorular, söz konusu rivayetlerin bugünün insanı açısından anlamsızlığını gözler önüne sermektedir. Hz. İsa, sonraki yüzyıllarda —bilfarz— inecek olsa, içinde bulunulacak şartlar gereği, bu rivayetlerin tamamen anlamsız, hatta komik bir hal alacağı ortada değil mi?


 


Diğer yandan Hz. İsa indiğinde Arapların azınlık olacağına ve çoğunun Beytu'1-Makdis 'te bulunacağına dair rivayetlerde Deccal'in ordusuyla savaşacak olan Müslümanlardan sadece 'Araplar' şeklinde söz edilmesinde de, Arap merkezli bir söylemin etkilerini sezmemek mümkün değildir. Zira bazılarının iddia ettiği üzere, Hz. Peygamber gaybı bilip de, azınlığı değil ekseriyeti oluşturan Acemleri (Türk, İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya vd.) merkeze alarak söylemini niye buna göre kurmadı, diye sormadan edemiyor in­san! Burada tarihteki Arapçılık faaliyetlerinin izlerini aramak yanlış mı olur? Araplar bu sırada Beytu'l-Makdis'te iken, Deccal'in beraberinde hepsi de kılıçlı 70.000 Yahudi ile geleceği de belirtilmektedir.23 Diyelim, bu gerçek olsun; fakat 70.000 kişilik bir ordunun bugün ne önemi olabilir ki? Kaldı ki, bugün elinde nükleer silahlar olduğu söylenen yaklaşık altı milyonluk bir İsrail toplumu olduğunu da burada hatırlamakta fayda vardır. Üstelik artık nükleer silahlar başta olmak üzere, son derece gelişmiş silahların kullanıldığı bir dönemde -veya daha gelişmiş silahların kullanılacağı gelecek çağlarda- bile kullanmak çok komik kaçmaz mı? Belli ki bu hadisleri piyasaya sürenler, kendi dönemlerinin gelişmelerini göz önüne almış; ama gelecekteki gelişmeleri kestirememiştir.


 


Hz. İsa'nın iniş dönemi olayları arasında Kureyş'in kaybettiği mülkünü (saltanat, iktidar ve otoritesini) geri alacağı da söylenmektedir.24 Allah aşkına,  bugün Kureyş mi kaldı, Kureyş 'in geri alacağı iktidar mı? Bu rivayetler, tarihin derinliklerinde yaşamış olan insanlar için geçmişte belki anlamlı olabilirdi; ama bugünün ve geleceğin insanı için hiçbir anlam ifade etmediği kesindir. Bu ise, bu rivayetlerin geçersiz ve hükümsüz olması anlamına gelir.


 


O dönemde inek ve öküzün pahalı, atın ise ucuz olacağı; çünkü öküz ve ineğin tarlaları sürmekte kullanılacağı da rivayetlerde ileri sürülmektedir.25


 


Henüz Hz. İsa'nın inmediği günümüzde bile öküz-inek yerine traktör kullanımı yaygınlaşmış iken, gelecek çağlarda acaba, öküz-inek ve attan -önemli şeylermişçesine— bahseden rivayetlerin ne kadar komik kalacağı aşikar değil mi? Bu da, bu rivayetlerin, onları piyasaya sürenlerin tarihselliklerinin ürünü olduğunu açıkça gözler önüne sermiyor mu?


 


Rivayetlerin tarih dışı, dolayısıyla bugün bizim için gerçek dışı olduğunu gösteren ipuçları o kadar çok ki, saymakla bitmemektedir. Bunlardan birisi de, o dönemde kişinin yayının deriden yapılmış ipini pişirip yiyeceğine dair açıklamalardır.26 Bugün Hz. İsa inse, acaba kaçımızın deriden yapılmış ipini pişirip yiyeceği bir yay bulabileceğini sormak, sanırım rivayetleri körü körüne kabullenmenin bizi nerelere götürebileceği konusunda yeterince uyarıcı olacaktır.


 


Daha önce işaret ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber ve ashabının Hz. İsa'nın çok yakında ineceğine inandığını gösteren rivayetlere mukabil, Hz. Peygamber 'in Hz. İsa'nın nüzulü esnasında olmuş olacağına dair rivayetler de vardır.27 Söz konusu rivayetler arasındaki çelişki bir yana, Hz. Peygamber 'in, gaybı, yani ne zaman öleceğini nasıl bilebildiği, bunun mümkün olup olmadığı sorusu da ortada durmaktadır.


 


Hz. İsa'nın nüzulü kadar öne çıkan diğer bir unsur da, kuşkusuz, Deccal motifidir. Metin tenkidi açısından şimdiye kadar gördüğümüz problemler, Deccal konusunda da aynen geçerliliğini korumaktadır.


 


Mesela birçok rivayette, Deccal'in Medine'ye giremeyeceği ifade edilirken, Hz. Peygamber 'in Medine'de doğan ve bir gözü olmayan bir çocuğu (İbn Sayyad) Deccal zannettiği de aynı şekilde birtakım rivayetlerde ifadesini bulmuştur.28


 


Şimdi eğer ilk gruptaki. rivayetler doğru ise, Hz. Peygamber Medine'deki bir çocuğun Deccal olamayacağını bilemedi de, nasıl olup onu Deccal zannetti, sorusu ister istemez zihinlerde belirmektedir; ama bize göre bu çelişki Hz. Peygamber 'den değil, bu çelişkili rivayetleri piyasaya sürenlerden ve bunları eserlerine muteber rivayetler diyerek alan hadis imamlarımızın ve diğer ulemanın rivayet düşkünlüklerinden kaynaklanmaktadır. Tabii, bu gibi ulemayı körü körüne taklit edenlere de, bu çelişkileri gidermek için zorlama tevillere sığınmaktan başka çare kalmamaktadır.29


 


en-Nevevi, bu problemlere aldırmaksızın ve hiçbir delil göstermeksizin, Deccal'in sıfatlarının Hz. Peygamber 'e vahyedildiğini söylemektedir”30 ki, bu durumda Deccal'in eşeğinin kulaklarının arasının yirmi metre genişlikte olduğu 31 da ona Allah (c.c) tarafından vahyedilmiş olmaktadır. Bu durumun değerlendirilmesini ve takdirini okuyuculara bırakıyor ve yorum yapmaya gerek görmüyoruz.


 


Yine Müslümanların Deccal'e karşı Şam'daki Duhan dağına sığınacakları rivayeti 32 karşısında, bugün bir milyarı aşan, gelecekte ise sayılarını Allah'ın bilebileceği Müslümanların -şayet böyle bir dağ varsa- bu dağa nasıl sığacakları bizce merak konusudur. Belli ki, ravilerin bu rivayeti piyasaya sürdüğü dönemde, Müslümanların bir dağa sığabilecek sayıda olduğu kabul edilmekteydi; zira o zaman bu rivayet bir problem doğurmamış görünmektedir; ama bugün bu rivayetin gerçek yüzü tamamen ortaya çıkmış durumdadır. Keza Deccal'in, Isfahan Yahudilerinden olacağına dair rivayet de 33 Hz. Peygamber'in Medineli bir çocuğu Deccal zannetmesiyle çelişmektedir. Bu durumda, "Hz. Peygamber Deccal'in İsfahan Yahudilerinden olacağını bildiği halde, o çocuğu nasıl Deccal zannedebilir?" sorusu da kaçınılmaz olmaktadır.


 


Allah'ın, Deccal'in adamlarına musallat edeceği hastalık konusundaki rivayetlerde de tutarsızlık görüldüğündendir ki, bu durum bazı tevillerle görmezlikten gelinmeye çalışılmıştır.34


 


Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili bazı rivayetlerin başında yer alan, "Daima ümmetten hak üzere olan bir taife (grup) olacaktır." şeklindeki ifadede yer alan, 'taife'den maksadın Şam (Suriye) ehli olduğuna dair, el-Evzai'nin Katade'den yaptığı bir nakil de,35 hayli sıhhati kuşkulu görünmektedir. Bunun Emevileri desteklemek için piyasaya sürülmüş olduğunu görmek hiç de zor değildir. Bunu nakleden el-Evzainin de bu bölgenin insani olması, rivayetin Dimeşk ule-masının biyografilerini yazan ibn Asakir'in Tarihu Dimeşk adlı eserinde yer alması da manidar görünmektedir.


 


Hz. İsa'nın nüzulüne dair rivayetleri okuyunca, bunların bizim çağımızın insanıyla hiç alakası olmadığı, dolayısıyla gerek dışı olduğu intibaına kapılmamak için insanın zaman bilincini kaybetmiş olması gerekir. O kadar ki, Hz. İsa'nın ölünce Benu Temim kabilesinden el-Muk'ad adlı birinin kendisinden sonra halife/reis seçilmesini emredeceğine dair rivayeti 36 okuyan bir insan, bu­gün Benu Temim kabilesi var mıdır, bunlar kaç kişidir, ayrıcalıkları nedir ki, Hz. İsa, kendisinden sonra yöneticinin bu kabileden seçilmesini istemiştir, el-Muk'ad nasıl birisidir ve ne gibi üstün özellikleri vardır, gibi sorulan sormadan edememektedir. Hz. İsa'nın gelecekte ineceği varsayımına göre, gelecek yüzyıllarda bu soruların insana daha da şaşırtıcı, belki de komik geleceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.


 


Bütün bunlar Hz. İsa'nın nüzulü konusundaki rivayetlerin metin tenkidi açısından nasıl bir manzara arz ettiğini gözler önüne sermeye yetecek nicelik ve nitelikte değerlendirmelerdir. Aslında bu metin tenkidi uygulamasında ölçüleri pek sıkı tuttuğumuz da söylenemez. Eldeki malzeme çok daha ince ve ayrıntılı bir biçimde incelendiği takdirde, başka birtakım problemlere dair ipuçları içeren yeni örneklerin ortaya çıkacağında hiç kuşku yoktur.


 


Burada konumuz olmamakla birlikte, önemine binaen bir hususa temas etmekte büyük yarar görüyoruz ki, o da yüzyıllarca kaynaklarda yer alan ve Müslümanların düşünce ve inanç dünyasını etkisi altında bulunduran bu rivayetlerin, bugüne kadar niçin metin tenkidi açısından kapsamlı bir incelemeye tabi tutulmadığıdır. Ortaçağ İslam uleması, bu hadisleri piyasaya sürenlerle aynı veya yakın tarihsel şartlarda yaşadıkları ve o çağda dogmatik ve mitolojik zihniyet egemen olduğu için, bunu gerçekleştirememiş olabilirler. Peki Hz.İsa'nın nüzulüne adeta dinini savunurcasına, tutkuyla ve Hz. İsa'nın nüzulüne inanmayanlara kafir diyecek kadar hırsla savunan el-Keşmiri, Muhammed Şefi ve el-Kevseri gibi çağdaş ulemaya ne demeli? Hasımlarının her vesileyle, hem de uzun bir dille eleştirmekten, hatta bununla yetinmeyip yargılamaktan ayrı bir zevk duyan el-Kevseri, bu eleştirel tavrını niye Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler karşısında sergileyememiştir? Bunun cevabı açık ve nettir: Dogmatik, taklitçi ve kati gelenekçi zihniyet!


 


Öte yandan, bu vesileyle, İslam dünyasında etkili olan bu gibi ulemanın, gerçekte ne ölçüde ilmi tutum sahibi olduklarının sorgulanmasının ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış olmaktadır. Çünkü İslam dünyasında hala baş tacı edilen bu gibi ulemanın, en basit bir muhakemeyle dahi teşhis edilebilecek problemleri görmekten aciz kalmış olmaları, ilim ve alim (ulema) tanımlarımızı da gözden geçirmemiz gerektiğini göstermektedir. Ayrıca, klasik yöntemlerle yapılacak hadis tetkikleriyle bir yere varılamayacağı ve yeni yöntemlere ihtiyaç bulunduğu da bu vesileyle bir defa daha ortaya çıkmış olmaktadır.


 


Yabancı Kaynaklar


 


Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislerin son derece problemli, hatta Hz. Peygamber 'e aidiyeti kuşkulu oldukları, bunların büyük ihtimalle, Yahudi ve Hıristiyan kültürü başta olmak üzere, çevre kültürlerden etkilenerek ortaya atıldıkları da söylenebilir.37 Nitekim Hz. İsa'nın Deccal'i öldürmesi, Yecüc-Mecüc ile savaşması ve duası üzerine kuşların onların cesetlerini yeryüzünden temizlemesi ile ilgili hadislerdeki detayların, Eski Ahit'te, özellikle İşaya kitabında geçen     hususlarla paralellik arz ettiğine dikkat çekilmiş olması,38 hatta birçok rivayette de geçtiği üzere, Hz. İsa'nın yeryüzünde kırk sene kalacağını anlatan Velid b. Muslim'in bunu Daniel kitabından aldığını açıkça ifade ederek, "Daniel'de böyle okudum." demiş olması,39 böyle bir etkileşimin bir varsayım olmaktan öte bir anlam ifade ettiğini göstermektedir.


 


Yine konuyla ilgili bazı hadislerde Mesih'in Deccal'i öldüreceği, adaletle hükmedeceği, yeryüzüne güvenliğin hakim olacağı, dolayısıyla aslanların develerle, kaplanların ineklerle, kurtların koyunlarla bir arada yaşayacağı, bebeklerin ellerini yılanların ağzına sokacakları, ama yılanların onları sokmayacakları anlatılmaktadır.40


 


M.Ö. VIII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Beni İsrail peygamberlerinden İşaya'nın kitabında kurtarıcı Mesih hakkında anlatılanlar da neredeyse aynıdır:


 


(...) fakat fakirlere adaletle hükmedecek ve memleketin fakirleri için doğrulukla karar verecek ve dünyaya azığının değneğiyle vuracak ve kötülüğü dudaklarının soluğuyla öldürecek ve belinin kuşağını adalet, kalçasının kuşağı da sadakat olacaktır.


 


Ve kurt kuzu ile beraber oturacak ve kaplan oğlakla beraber yatacak ve buzağı ve gene aslan ve besili sığır bir arada olacak ve onları küçük bir çocuk güdecek ve inekle ayı otlanacak, onların yavrulan birlikte yatacak ve aslan sığır gibi saman yiyecek ve emzikteki çocuk kara yılanın deliği üzerinde oynayacak ve sütten kesilmiş çocuk elini engerek kovuğu üzerine koyacak. Bütün bunlar mukaddes dağımda zarar vermeyecekler ve helak etmeyecekler.41


 


Görüldüğü gibi, hadis ile Kitab-ı Mukaddes ifadeleri arasındaki benzerlik çarpıcıdır ve bu benzerlik, söz konusu hadislerin İşaya kitabının ifadelerinin Hz. Peygamber 'e izafe edilmesinden başka bir şey olmadığını açıkça gözler önüne sermektedir.


 


Hz. İsa'nın gökten inerken ellerini iki meleğin kanatlan üzerine koyarak geleceği ve onun nefesini hisseden bütün kafirlerin öleceği de hadislerde ifade edilmekte olup,42 aynı anlatım, hadislerden çok önce Daniel ve İşaya kitaplarında da geçmektedir. Hz. İsa'nın nefesiyle kafirleri öldürmesi, İşaya kitabının yukarıda zikredilen "Ve kötülüğü dudaklarının soluğuyla öldürecek." ifadesindeki kötülük yerine kafir kelimesinin konmasından başka bir şey değildir.


 


Daniel kitabında Mesih'in göklerin bulutlarıyla geleceği:43 Matta'da ise. göğün bulutlan üzerinde kudretle ve büyük bir izzetle geleceği-44 ifade edilmek­te ve İncil yorumcuları tarafından göğün bulutlan melekler olarak yorumlan-makta ve Mesih'in, meleklerin kanatlan arasında nazil olacağı ifade edilmektedir.45 Mamafih bu yoruma gerek duymaksızın, Hz. İsa'nın bir bulut üzerinde geleceği şeklindeki tasvir, Ka'bu'l-Ahbar aracılığıyla İslam ’i literatüre de girmiş görünmektedir.46


 


Bu örnekler, Hz. İsa'nın ikinci gelişine dair hadislerin birçoğunun İslam öncesi kaynaklardan beslenerek piyasaya sürüldüğünü tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.


 


Bütün bu değerlendirmeler şunu açıkça göstermektedir: Hz. İsa'nın ikinci gelişine dair İslami rivayetler, gerek isnad, gerek muhteva açısından son derece problemli, dolayısıyla kabulü mümkün olmayan bir nitelik arz etmekte; ayrıca bu rivayetlerin bir kısmı da, İslam öncesi kaynakların verdikleri bazı bilgilerin hadisleştirilmesinden öteye geçememektedir. Bu ise, söz konusu rivayetle­rin dini alanda bir delil olarak kullanılmasının imkansız ve geçersiz kılmaktadır. Burada şu soruyu tekrar sormadan geçmemek gerekir: Hz. İsa'nın nüzulüne dair hadislerin beslendiği kaynakların başında gelen Daniel ve İşaya kitabı başta olmak üzere, İslam öncesi din ve kültürlerin literatürü, ta İslam öncesi dönemlerden beri var olduğu halde, muhaddislerimiz ve sair ulemamız, bizim burada gerçekleştirmeye çalıştığımız mukayesenin bir benzerini bugüne kadar niçin yapamamışlardır? Bunun sebebi, malzeme yokluğu olamayacağına göre -çünkü bizim kullandığımız kaynaklar onların zamanında da mevcuttu-, geriye, zihniyet ve metod açısından ortada sağlıklı olmayan bir durumun varlığını kabul etmekten başka bir sebep kalmamaktadır. Bu da, bize, klasik hadis usulü formasyonunun, hadisleri değerlendirmede yeterli olmadığını, bu usule metin tenkidinin de eklenmesi gerektiğini; metin tenkidinin ise, dinler tarihi, sosyoloji, antropoloji, tarih, arkeoloji vb. disiplinleri kuşatan disiplinlerarası bir yaklaşımı zorunlu kıldığını göstermektedir.


 


4. Bilgi Teorisi Açısından Konuyla ilgili Hadislerin Değeri


 


Klasik hadis usulünün en temel eksikliklerinden birisi, rivayetlerin bilgisel değeri üzerinde hemen hiç durmamasıdır. Halbuki klasik fıkıh usulü, haberlerle ilgili bölümlerde, ağırlığı, —isabetli olarak- rivayetlerin bilgi değerine dair derin epistemolojik tartışmalara ayırmış bulunmaktadır.47 Klasik hadis usulünde mütevatir haberlerin sadece kesin bilgi ifade ettikleri belirtilerek, son derece cılız açıklamalarla yetinilir. Ahad haberlerin bilgisel değerine dair verilen bilgiler ise son derece kısa ve yetersiz olup, sadece genelde hadis ehlinin tercihini yansıtır niteliktedir. Halbuki, kanaatimizce, hadislerle ilgili birçok problemin çözümü, her şeyden çok, meselenin epistemolojik açıdan ele alınmasıyla mümkündür. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler için de aynı şeylerin geçerli olduğunu belirtmeye gerek bile yoktur.


 


Bütün haberler gibi, Hz. İsa'nın ikinci gelişine dair rivayetlerin bilgi değeriyle ilgili olarak mantıken üç, ihtimal söz konusudur: Bu rivayetler; ya kesinlikle doğrudur/sağlamdır ya kesinlikle uydurmadır/yanlıştır ya da her iki ihtimal de geçerlidir.


 


Bir konudaki rivayetlerin kesinlikle doğru ve gerçeğe mutabık olabilmesi için mütevatir olması gerektiği, genel kabul görmüş olan bir görüştür ve İslam ulemasının da büyük çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir; fakat hakim kanaat bu olsa da, mütevatir haberlerin zorunlu bir bilgi (el-'ilm ed-darüri) veya matematik bir kesinlik (el-'ilm el-yakini) değil de, istidlale dayalı bir bilgi (el-'ilm en-nazari) ifade edebileceğini savunan pek çok İslam alimi de vardır. Hatta mütevatir bile olsa haber/rivayetlerin hiçbir zaman matematik bir kesinlik ifa­de edemeyeceğini; olsa olsa insanda haberlerin doğruluğuna dair bir tatmin duygusu ('ilmu tuma'nine) oluşturabileceğini ileri süren İslam alimleri de -görüşleri pek fazla revaç bulmuş olmasa da- var olmuştur. Bunların dışında, sınırlı da olsa, haberin hiçbir şekilde bir bilgi ifade etmesinin söz konusu olamayacağını savunanlar da çıkmıştır.48


 


Mütevatir haber/rivayetlerin kesin bilgi ifade edip etmeyeceği konusundaki bu farklı yaklaşımlar göz önüne alındığında, meselenin bir tercih meselesi olduğu anlaşılmaktadır. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetlerin -mütevatir olduğu varsayılsa bile- kesin ve inanılması zorunlu bir bilgi ifade ettiği iddiası, ancak belli bir kesimin tercihleri doğrultusunda savunulabilecek bir iddia olmak durumundadır.


 


Mamafih, biz yine de hakim geleneksel yaklaşımı benimseyerek, mütevatirin kesin veya ona yakın bir bilgi ('ilmu tu'manine) ifade ettiğini kabul edelim; ancak, bu takdirde bile, Hz. İsa'nın nüzulü ile ilgili hadisleri bu kategoriye sokmak imkansızdır; çünkü, söz konusu olan tevatür, gerçek anlamdaki bir tevatürdür. Hadisler söz konusu olduğunda bunun adı 'lafzi tevatür'dür; ki, tevatür denilen budur. Yoksa birçok konuda birbirinden tamamen farklı olan; ancak sadece bir noktada müşterek olan ve sahih, hasen, zayıf ve hatta mevzu hadisle­rin bir araya toplanmasından öte anlamı olmayan rivayetlerin, tevatürle şu ve­ya bu şekilde ilgisi yoktur. Bunlar, olsa olsa pek çok ahadın bir araya getirildiği ve en iyimser ifadeyle, meşhur denilebilecek rivayetler olabilir. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetlerin de ahad haberlerin bir araya getirilmesinden başka bir şey olmayıp, tevatürle ilgisinin bulunmadığına zaten daha önce temas etmiş idik. Bu durumda, bu rivayetlerin, kesin olarak Hz. Peygamber in ağzından çıktığını ileri sürmenin mümkün olmadığı açıklık kazanmış olmaktadır.


 


Konuyla ilgili hadislerin ahad olduklarında hiçbir şüphe yoktur. Böyle olunca, tanım gereği ahad hadislerin, "doğru/yanlış veya gerçek/uydurma olma ihtimali bulunan rivayetler" şeklinde değerlendirilmesi gerektiği de kesinlik kazanmaktadır; ancak bu rivayetlerin yaklaşık üçte birinin mevkuf, mürsel ve maktu rivayetler olduğu, başka bir ifadeyle, Peygamber sözü olmadıkları, geriye kalan rivayetler içerisinde de pek çok zayıf ve hatta uydurma rivayetlerin bulunduğu tekrar hatırlanacak olursa, bu yüz yetmiş sekiz rivayetten ciddiye alınabilecek olanların sayısının oldukça azalacağı kolayca anlaşılır. Bu durumda, geriye kalan hadislerin tamamı sahih bile olsa, bunların inkarı küfrü gerektiren bir inanç ve iman esasına vazetmek için yeterli olamayacağı ortadadır.


 


Geriye bir ihtimal daha kalmaktadır; o da, bu rivayetlerin kesinlikle mevzu veya merdud olmasıdır. Bugüne kadar üzerinde durulmayan bu ihtimalin, en az ilk iki ihtimal kadar, hatta daha da fazla geçerli olması pekala mümkündür. Çünkü beklenen ilahi kurtarıcı fikrinin İslam öncesi hemen hemen bütün dinlerde mevcut olması, bu dinlerin çoğunun İslam'ın yayıldığı bölgelerde de bilinmesi, ortada bir etkileşimin bulunabileceği ihtimalini güçlendirmekte ve bu rivayetlerin İsrailiyat-Mesihiyat denilen kategoride değerlendirilmesine imkan vermektedir. Hatta Hz. İsa'nın inişini ispat için delil olarak kullanılan bazı hadislerin, Daniel ve İşaya kitaplarının aynen kopyalanmasından başka bir şey olmadığının ortaya çıkmış olması, bu ihtimali ciddi bir biçimde güçlendirmektedir. Bu rivayetlerin birbirleriyle son derece çelişkili olması, pek çok tutarsızlıkları bünyesinde barındırması ve tamamen ravilerin içinde yaşadıkları tarihi şartları yansıtması, bugünün insanına hitap etmemesi, hitap etmek şöyle dursun anlamsız ve komik görünmesi de, bu rivayetlerin sıhhatini ciddi olarak şüpheli bir hale getirmektedir. Bırakın bir peygamberi, aklı başında bir insanın bile, bir konuda bu kadar çelişkili ve tutarsız beyanlarda bulunmasının mümkün olmadığı göz önüne alınacak olursa, bunların, Hz. Peygamber'in sözleri olmaktan ziyade, tedavüle konulduğu dönemin insanlarının zihniyetini, bakış açısını ve yabancı kültürlerin etkilerini yansıtan, sahte hadisler olarak nitelendirilmesi pek de yanlış olmayacaktır.


 


Özetlemek gerekirse, Hz. İsa'nın ikinci gelişi inancını bu konudaki rivayetlere dayanarak savunmak mümkün görünmemektedir; Çünkü ne bu rivayetlerin yer aldıkları kaynaklar tamamen güvenilirdir, ne isnadlarının tamamı sağlamdır, ne de metin tenkidi açısından tutulacak bir durumları vardır. Böyle olunca, bunun, inkarı küfrü gerektiren bir inanç esası olarak kabul edilmesi -ve tabii dayatılması- imkansız bir hale gelmektedir. Hele işin içine, bilimselliğin gereği olan temkin ve ihtiyat da girince, artık bu konunun bir inanç, meselesi olmaktan ta­mamen çıkarılması gerekeceğinde şüphe kalmaz. Yüzyıllarca Hz. İsa'nın inebileceğini kabul eden, bu beklenti içine giren, bu konuyu ciddiye alarak pek çok eser yazan İslam ulemasının, bu incelememizde işaret edilen problemlere bakarak, konuyla ilgili rivayetleri artık ciddi bir delilmişçesine sunmaktan da vazgeçmeleri gerekliğine inanıyoruz. Elbette bu konu bilimsel bir mesele olarak her zaman tartışılabilir. Ancak konuyla ilgili rivayetlerin durumunu görmezlikten gelerek, hala Hz. İsa'nın ineceğini savunup bunu bir iman meselesi yapmak; ancak cehalet, kör taklit ve dogmatizm ile mümkün olabilir. Hatta bu zihniyet, Allah'ın Kadir-i Mutlak olduğunu ve isterse bir insanı göğe çıkarıp, binlerce yıl gökte yaşattıktan sonra yeryüzüne indirebileceğini; bunun, Onun için hiç de zor olmayacağını söyleyerek Hz. İsa'nın ineceği inancını hala ısrarla savunmaya devam da edebilir; ama şunu unutmamak gerekir ki, bir şeyin imkanı ile vukuu farklı şeylerdir. Hz. İsa'yı Allah'ın -isterse- göğe çıkarıp tekrar in­direbileceğini kabul etmekle iş bitmemektedir; bunun gerçekten vuku bulacağına dair elimizde 'kesin bilginin de bulunması gerekir. Bu rivayetlerin ise, bu kesin bilgiyi bize vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Ayrıca, Allah Kadir-i Mutlak olduğu gibi, Hakim'dir de... Dolayısıyla, O'nun (c.c) Hz. İsa'yı göğe çıkarıp tekrar indirmesinin -kevni ve ictimai alandaki sünnetullah da nazarı itibara alındığında- ne gibi bir hikmetinin olabileceğini de izah etmek icap eder. Bütün bu hususları görmezlikten gelip, hala inatla imkanı değil; ama sübutu şüpheli bir hususu iman esası gibi savunmak, tekrar belirtelim ki, ancak dogmatizmle mümkün olabilir. Bu tür bir zihniyetin sürdürülmesi ise, her şeyden fazla, bizzat İslam'a, Hz. Peygamber'e ve hadislere zarar verecektir. Bu incelemenin sonuçları bizlere icma iddiasının da pek o kadar sağlam ve yeterli olmadığını göstermektedir. Çünkü Hz. İsa'nın nüzulünü savunanların dayanaklarından birisi de, sahabe, tabiin ve fıkıh, hadis, tefsir ve kelam ulemasının bu konuda hemfikir oldukları,49 yani bu konuda icma olduğu iddiasıdır. Bu iddia doğru bile olsa, bu incelemede ortaya çıkan problemler karşısında bunun herhangi bir değeri olamayacağı açıktır. Çünkü icma iddiasıyla, bu konudaki problemler ve bunların yıl açtığı ciddi şüpheler ortadan kalkmış olmamaktadır. Dolayısıyla, bu icma iddiası, mücerret bir iddia olmak dışında, herhangi bir değer taşımamaktadır. Bu durum bir inanç ve düşüncenin yüzyıllarca benimsenmiş olmasının, onun doğruluğunu göstermeye yetmediğini de gözler önüne sermektedir. Bu ise, icmaın dayanağını oluşturan, ümmetin hata üzere birleşmeyeceği iddiasının, yeniden gözden geçirilmesini de zorunlu kılmaktadır.


 


 


1  Mesih konusunda yazılanlar için bkz. Zeki Sarı toprak, İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, İzmir 1997; Mehdi konusunda yazılanlar için bkz. M. Ali Durmuş, Mehdi Hadislerinin Tetkiki, A.Ü.İ.F., Ankara 1999  (basılmamış yüksek lisans tezi)..


2  Bu konuda bkz. el-Keşmir’inin et-Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l-Mesih adlı eserine, Beyrut 1981 (3. baskı); tilmizi Pakistan Müftüsü Muhammed Şefi'nin yazdığı Mukaddime; el-Kevser’inin Nazra 'abira fi men yunkiru nuzu/e 'İsa (a.s) kable'l-ahira adlı eseri, Kahire 1987 (2, baskı) ve Zeki Sarı toprak' ın adı geçen eseri ve özellikle s. -43-75.


3  el-Keşmiri, age., s. 272.


4  Bu konuda  geniş bilgi için bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis  Metodolojisi,  Ankara 1999. II. Bölüm


5  es-Suyuti ve el-Camiü's-sağir ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Kırbaşoğlu, age., syf. 332-336.


6  ibn Hacer ile ilgili olarak bkz. age., s. 331-332.


7  Önüne geleni eleştirmekten geri durmayan münekkit el-Kevseri bile, Nüzul-i İsa hadislerinin  mütevatir olduğunu bilimsel bir incelemeyle kendisi ortaya koyacağına, sadece et-Taberi, el-Aburi, ibn Atiyye, ibn Ruşd el-Kebir, el-Kurtubi, Ebu Hayyan, (İbn Kesir, İbn Hacer, eş-Şevkani, Sıddık Han  ve el-Keşmiri gibilerin ileri sürdükleri mücerret tevatür iddiasıyla yetinmiş. yani onların otoritelerine  sığınmaktan başka bir şey yapamamıştır.Bkz. el-Kevseri, age., s. 69


8  Age., s. 93-94


9  Babanzade Ahmed Naim, Tecrid-Sarih Tercemesi, I, 104.


10 Bkz. Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, s. 105.


11 Age., s. 180-261.


12 Bkz. et-Tasrih, s. 76, 83, 84.


13 et-Tasrih, s. 92, 96.


14 et-Tasrih, s. 95, 102, 179, 191.


15 et-Tasrih, s. 115-116, 296.


16 et-Tasrih,  s.   116-117.


17 et-Tasrih, s. 119.


18 et-Tasrih  s.   119.


19 et-Tasrih, s.   124-125.


20 et-Tasrih, s.   129.


21 et-Tasrih, s.  130-131.


22 et-Tasrih, s 136-139.


23  et-Tasrih, s. 150.


24 et-Tasrih, s.  154.


25 et-Tasrih, s.  155.


26 et-Tasrih, s. 164.


27 et-Tasrih s. 180.


28 et-Tasrih. s. 183-184


29  et-Tasrih. 184.


30  et-Tasrih, s. 185.


31 et-Tasrih s. 193, 274.


32 et-Tasrih, s. 194


33 et-Tasrih s. 196


34 et-Tasrih s. 204


35 et-Tasrih s. 220


36 et-Tasrih s. 231


37 İslam öncesi din ve kültürlerdeki mesih düşüncesi hakkında bkz. Zeki Sarıtoptak .age.s.3-40


38 Sarıtoprak, age, s.81 (Bell, The Origin of Islam s.206’dan naklen)


39 Sarıtoprak, age, s.98 (Nu’aym b.Hammad, Kitabu’l-fiten, s.335’ten naklen)


40 El-Keşmiri, et-Tasrih, s.96, 153-154, 161


41 Zeki Sarıtoprak, age., s. 13-14 (İşaya 11: 1-9'dan naklen).


42 el-Keşmiri, age., s. 116-117.


43 Zeki Sarıtoprak, age., s. 15 (Daniel 7: 13-14'len naklen).


44 Sarıtoprak, age., s. 23 (Matta 24: 29-30'dan naklen).


45 Sarıtoprak, age., s. 24 (KM Cemiyeti, Hz. isa tekrar gelecek mi?, s. 4'ten naklen).


46 Sarıtoprak, age., s. 87 (es-Suyuti, Nuzulu İsa, s. 86'dan naklen).


47 Bu konuda verilebilecek en mükemmel klasik usul-i fıkıh kitabı kuşkusuz, Ebu'l-Huseyn el-Basri'nin, el-Mu'temed fi usuli'd-din adlı eseridir. Ayrıca el-Ca*sas'ın el-Füsul fi'1-usul’ü de burada zikredilmelidir.


48 Bu anlatılanlarla ilgili geniş bilgi ve tartışmalar pek çok usul-i fıkıh kitabının ahbar'a (haberler)  tahsis edilmiş bölümlerinde yer almaktadır


49 el-Kevseri, age., s.65

http://www.kurannesli.org/bilgibankasi/yazi.asp?id=987



__________________
43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
Yukarı dön Göster radyoman's Profil Diğer Mesajlarını Ara: radyoman Ziyaret radyoman's Ana Sayfa
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

Hadislerin kutsallığını savunan arkadaşlara bir konuda sorum var.

Size göre Mütevatir hadisleri inkar etmek küfürdür. Yanılıyorsam lütfen düzeltin. Peki bu mütevatir hadislerin sayısı kaçtır? 100 mü? 200 mü? 500 mü? Ehli Sünnet vel Cemaat alimleri arasında bu mütevatir hadislerin sayısı hakkında bir uzlaşı var mı?

Uzlaşı yoksa;  örneğin sayı 300'dür diyenlere göre hayır mütevatir hadislerin sayısı 100'dür diyenlerin hükmü nedir?

Saygılar

ALINTI

Mütevatir: Yalan üzerine birlesmesi aklen imkansiz olan bir grup insanin rivayet ettigi hadisdir. Bu sart her tabakada tahakkuk etmelidir. Mütevatir hadise "kesin" gözü ile bakildigindan inkari tehlikeli görülmüstür. Mamafih mütevatirlerin sayilari pek azdir.

http://www.wakeup.org/anadolu/02/4/hadis_ilim.html#mutevatir

 



__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
atuna58
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 14 eylul 2005
Yer: Turks and Caicos Islands
Gönderilenler: 20
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı atuna58

Bende kuran kaynaklı bir islam anlayışına ve buna dönüş olması gerektiğine inanıyorum. islamiyetin dünyada bulunduğu bu kötü durumdan kurtulmasının tek yolu dinimizin içindeki uydurma yalan ve iftiraların ayıklanıp saf islam anlayışnın oluşturulması gerekiyor.islamiyetin ilk yıllarında peygamber döneminde kitleler halinde islamiyete geçiş vardı bunun sebebi resulmüzün kuranı yaşaması  ve onu anlatmasıydı. kuran dışında bir kaynağı yoktu.allahın gönderdiği kusursuz ve eksiksiz dini birebir yaşadıkları için ondan başka bir yol doğru bir yol aramıyorlardı çünkü aradıkları her şey kuranda vardı ne zaman peygamberimiz vefat etti o zaman bozulmalar başlayıp hilafet çekişmeleri, menfaat, yahudi ve hıristiyan kaynaklı uydurmalar işin içine girdi .bunun sonucunda yalan ve uydurmaların doğruluğunu ispat veya insanları inandırmak için kuran dışı kaynaklar ortaya çıkmaya başladı.bunlarıda peygambere iftira ve yalan atarak yaptılar.biraz araştırma yapan bir müslüman bunu çok net görebilir.öyle arapça bilmesinede gerek yoktur.yani kendi dilinden çok rahat dinini ve yanlışları öğrene bilir

   aşağıda hadis kaynaklı  hz.isanın gelişi uydurmasına benzeyen hadis kaynaklı bir uydurmayı vereceğim kurandakidin.com da okudum sizde bakabilirsiniz.

   

24. BÖLÜM

BİR REZALETNAME: MARİFETNAME VE BİLİMSEL GERİLİĞİN KÖKENİ

Kuran evde bohçalar içinde sarılı, okunmadan dururken dini yayınlar adı altında öyle kitaplar satılmakta ve okunmaktadır ki buna akıl erdirmek hiç mümkün değildir. Bu bölümde 250 yılı aşkın bir süredir rekor düzeyde satan, hala sadeleştirilip farklı yaynevleri tarafından tekrar tekrar basılan Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnamesi’ni inceleyeceğiz.

İLİM, İRFAN OKYANUSUNUN KİTABI

Erzurumlu İbrahim Hakkı, gelenekçi dini savunanlar tarafından büyük alim, ilim ve irfan okyanusu olarak takdim edilir. İbrahim Hakkı’nın Marifetname’deki izahlarına geçmeden, bu kitabı öven açıklamalara bir iki örnek vereceğiz. Bu övücü açıklamaları aklınızda iyi tutarsanız İbrahim Hakkı’nın değerli (!) açıklamalarını okuduğunuzda daha iyi değerlendirebilirsiniz. Kitsan tarafından 1984 yılında basılan Marifetname’nin 2. sayfasında İstanbul Müftüsü Selahattin Kaya’nın takdimi şöyledir. “Yazıldığı asırlara ışık tutan, günümüze kadar değerinden bir şey kaybetmeksizin dini eserler arasında müstesna bir yer işgal eden Marifetname’nin tekrar irfan hayatımızda yer alması sevindirici bir olaydır.”

Bedir Yayınevi ise Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı tanıtırken, bizim gibi mezhepleri eleştirenleri ve sonuç olarak da Marifetname’yi de eleştirenleri kınayarak ve İbrahim Hakkı’yı överek okuyucularnı bu muazzam (!) esere hazırlar: “Bu kitabın müellifi Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri zahir batın ilimlerinde son derece yüksek bir mevkiye sahip olup, hem ulemai amilinden, hem de meşayihi kiramdan bir zatı celilül kadirdir. Kendisini rahmetle anar, onun ve diğer piranın ruhaniyetlerinin bizimle beraber olmasını Hak Teala’dan niyaz ederiz. Müellif hazretleri Ehli Sünnet Vel Cemaat mezhebindedir. Zaten hem itikad ve hem amelde tek yol Sünniliktir. Zamanımızda İslâm dünyasında ve bu arada memleketimizde türeyen bazı gafil ve cahiller Ehli Sünnet yolundan saparak yüce dinimizin safiyetini bozmak istemektedirler. Reformcular, Vehhabiler, Selefiye cereyanı salikleri, mezhepleri inkar edenler, mezhepleri birbirine karıştırmak isteyenler, İran Rafizilerinin peşine düşenler, din perdesi altında hizipçilik, anarşi ve terör kundakçılığı yapanlar ortalığı ifsad etmektedirler. Tüm mü’min kardeşlerimizin bu zararlı bidat cereyanlarına karşı son derece uyanık bulunmaları, onların aldatıcı propagandalarına kanmamaları ve Ehli Sünnet mezhebine sımsıkı sarılmaları lazımdır. Ta ki dinimiz yücelsin, ümmetimiz selamet bulsun. Marifetname’nin bu baskısı büyük emeklerle hazırlanmış gerektiği zaman selahiyet sahiplerine danışılmış ve elden geldiği kadar eksiksiz bir eser vermek için gayret sarf edilmiştir. Türkiye’mizin yetiştirmiş olduğu büyük İslâm alimi ve arifi olan Şeyh İbrahim Hakkı Erzurumi hazretlerinin Marifetname’si eski tabirle bir muhital maariftir yani bir ilim ve irfan okyanusudur. Baştan sona kadar inceliklerle, hikmetlerle dolu bir hazinedir. Böyle bir eseri milletimize sunmaktan bahtiyarlık duyuyoruz ve bizi buna muvaffak kıldığı için Halıkımıza hamdu senalar ediyoruz.” Bedir Yayınevinin kitabı takdimi bu şekildedir.

BİR REZALETNAME: MARİFETNAME

Birazdan vereceğimiz örnekleri incelemeniz Ehli Sünnet alimi diye gösterilenlerin seviyelerini anlamanızı, dini yücelttiklerini sanırken neler yaptıklarını, bunun yanında bunları öven mezhepçi zihniyeti eleştirmekte isabetli veya isabetsiz olduğumuzu belirlemenizi sağlayacaktır.(Eğer bu kitabı almak isterseniz İbrahim Hakkı’nın yaptığı Cennet haritasını da kapsayan bir kitabı alın. Ne yazık ki Marifetname’nin bazı baskıları bu çok değerli(!) haritayı kitaptan çıkarmış bulunuyorlar.) Değerlendirmelerinizi daha rahat yapabilmeniz için Marifetname’den (Başlıklar bize aittir) örneklere geçiyoruz:

MELEKLERİ KORKUTAN YAKUT GÖZLÜ YILAN

Bütün bu saf saf olan meleklerin ötesinde bir büyük yılan vardır. Arşı azamı başı kuyruğunun üzerine gelmek üzere çevrelemiştir. Başı beyaz inciden, bedeni sarı altından ve gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Her bir tüyünün dibinde bir meleğin tespih ettiği yüz bin kanadı vardır. Bu sarı yılanın tespihinin sesi diğer bütün meleklerin tespih seslerini bastırarak onlara korku verir. Ağznı açtığı zaman gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür. Eğer o büyük yılana ilham olunmasa idi, onun sesinin heybetinden bütün mahluklar helak olurdu.

ALTI YÜZ KANATLI, ALTMIŞ BİN TELEKLİ MELEK

Birisi Cebrail aleyhisselamdır ki altı yüz kanadı vardır. Her birinin yüz teleği vardır ki her teleğin uzunluğu Batı ile Doğu’nun arası kadardır. Tüm kanatları renkli nurlarla olmakla beraber, büyük cüssesi kardan beyazdır. Ayakları yerin altına kadar uzanır. Kanadının bir tüyü ile dağları devirecek kadar kuvvetlidir.
YEDİ GÖK

.... Bunun altında dördüncü gök vardır ki beyaz gümüştendir. Bunun ismi Erkalun’dur. Buranın melekleri at suretindedir. Reislerinin ismi Kabail’dir. Bu dördüncü göğün bekçisidir. Bunun altında üçüncü gök vardır ki sarı yakuttandır. Bunun ismi Maun’dur. Buranın melekleri kartal suretindedir. Reislerinin ismi Saftail’dir. Bu üçüncü göğün bekçisidir.

KULPLU GÜNEŞ VE KILIFLI AY ARABALARI

Allah sözü edilen derya içinde Güneş için üç yüz altmış kulplu elmastan bir araba yaratıp, üzerine Güneş koymuştur. Güneş’i arabası ile doğudan batıya doğru çekip götürmeleri için her kulpundan tutacak bir melek tayin etmiştir. Ay içinde Hak Teala üç yüz kulplu sarı yakuttan bir araba yaratarak, üzerine Ay’ı yerleştirmiştir. Ay’ı arabası ile doğudan batıya çekip götürmeleri için her kulpu tutacak bir melek tayin edilmiştir. Ayrıca Ay için cevherden altmış kulplu bir kılıf yaratmış, her kulptan tutacak altmış melek tayin etmiştir. Ay’ın arabasını götüren melekler onu her gün Güneş’ten uzaklaştırdıkça, kılıfını tutan melekler de kılıfı her gün Ay’dan biraz daha sıyırarak Güneş ile Ay karşı karşıya geldiğinde kılıfından tamamen çıkıp dolunay halinde görülür. Sonra Ay’ı Güneş’e melekler yavaş yavaş yaklaştırdıkça kılıfını da diğer taraftan her gün biraz daha yaklaştırıp Ay Güneş’e iyice yaklaştığında kılıfını Ay’a tamamen giydirirler. Kıyamete kadar bu şekilde devam eder. Bu sebepten Ay bazen hilal, bazen yarım ay, bazen dolunay şeklinde görülür.

KIRK BİN BAŞLI, KIRK BİN AYAKLI, KIRK BİN BOYNUZLU KIRMIZI BOĞA LİYUNAN

Hak Teala yedi göğün her birisini balıklar gibi binlerce çeşit yaratıkla dopdolu etmiştir. Yedi göğün duvarı olan Kaf Dağının ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Yılan büyük dağı halka gibi kuşatıp başını kuyruğu üzerine koymuştur. Kıyamete kadar Hak Teala’yı yüksek şanıyla tespih eder. Bu denizler ortasında yedi yer bir gemi gibi hareketli ve huzursuz iken, Hak Teala bir büyük melek tayin etmiştir ki; yerlerin etrafını kavrayıp, bir omuzu üzerinde sakin kılmıştır. Sonra Hak Teala, o meleğin ayağı sağlam dursun diye yeşil yakuttan büyük bir kare biçiminde kaya yaratmıştır ki, onun en üst düzeyinde bin vadi yaratıp, her birini bir deniz ile ve her denizi binlerce çeşit yaratıkla doldurmuştur. Daha sonra Hak Teala o kayayı sabit tutmak için bir büyük kırmızı öküz yaratmıştır ki onun kırk bin başı, kırk bin boynuzu, kırk bin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Kayayı boynuzları ve sırtı üzerine yerleştirmiştir. Bu öküzün adı Liyunan’dır. Sonra Hak Teala onun ayaklarını sabitleştirmek için bir büyük balık yaratmıştır ki yedi deniz onun ağzında bir damla gibidir. Sonra Hak Teala o balığın altında bir büyük deniz yaratmıştır ki bu büyük balık, bu büyük denizde sukun ve karar etmiştir. Sonra Hak Teala o denizin altında yedi tabaka cehennem yaratmıştır. O büyük deniz cehennem üzerinde sakin olmuştur. Sonra Hak Teala yedi cehennemin altında sert rüzgar yaratmıştır ki cehennemin iki tabakası onun üzerinde karar kılmıştır...

HANIMLAR İÇİN ÖNERİLER

Hanımını insanların kalabalık olduğu yerlere bakan eyvanlarda oturtmamak. Ta ki namahreme bakıp, halka meyli akmasın. Hanmına değerli ve süslü elbise giydirmemektir. Ta ki ziynet satmak için dışarı çıkmayıp evine bağlı olsun.

FAKİRLİĞİN SEBEPLERİ

Günah işlemek

Yalan söylemek

Sabah vakti uyumak

Bir gün bir gecede sekiz saatten çok uyumak

Soyunup çıplak yatmak

Çıplak iken abdest bozmak

Bir yanı üzerine yaslanıp ekmek yemek

Ekmek kırıntılarını yere dökmek

Cenabet iken ağzını yıkamadan yemek

Soğan ve sarımsak kabuklarını yakmak

Geceleyin evi süpürmek

Çöpleri evin içinde biriktirmek

Yaşından büyüklerin önünde yürümek

Anne ve babasını isimleri ile çağırmak

Eline geçen çer çöple dişlerini kurcalamak

Toprak ve çamur ile ellerini ovalamak

Eşik üzerinde oturmak

Kapının bir kanadına dayanmak

Helada abdest almak

Elbisesini üzerinde dikmek

Yüzünü yıkayınca yeniyle ya da eteği ile silmek

Evde örümcek yuvasını saklamak

Namazı kılmada gevşek davranmak

Sabah namazını kıldıktan sonra camiden erken çıkmak

Her sabah çarşıya erken gitmek

Çarşıdan eve geç dönmek

Dilencilerden ekmek kırıntılarını satın almak

Kendi evladına beddua etmek

Biti ateşe atmak

Gece kapların ağzını açık bırakmak

Mumu, kandili nefesle söndürmek

Boğumlu kalemle yazmak

Dişi kırık tarakla taranmak

Anne, baba ve üstadına duayı unutmak

Sarığını otururken sarmak

Ayak donunu ayakta giymek

Dilenciye kızıp boş çevirmek

Kısıp ihtiyacından az harcamak

İsraf edip haddinden çok harcamak

Geçim işlerinde gevşek davranmak

Kapısız evde yalnız yatmaktır.

UNUTMANIN SEBEPLERİ

Çok günah işlemek

Çok düşünmek ve üzülmek

İş ve meşguliyeti çok ve dağınık olmak

Taze çeşniş yemek

Ekşi elma yemek

Ense çukurundan kan aldırmak

Deve katarı arasından geçip gitmek

Mezar taşındaki yazıları okumak

Asılan adamın yüzüne bakmak

Canlı biti yere atmak

İŞTE SÜNNİLERİN SATIŞ REKORU KIRAN KİTABI BUDUR

Verdiğimiz bu örnekler, mezhepçi İslam’ın koyu savunucularından olan ve mezhepçilerin hararetli takdirlerini, övgülerini kazanan Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın iki yüz elli yılı aşkın bir süredir rekor sayılarda satan kitabından alıntılardır. Bu kitapta yazılanlar din adına yazılmış ve bu kitap İslami kitaplardan biri sayılmıştır. Bu kitaptaki bilgiler dini bir bilgiymiş gibi takdim edilmiştir. Kuran Müslümanı ile kendine Ehli Sünnet diyenler arasındaki fark bu kitapta da ortaya çıkmaktadır. Kuran’ı tek kaynak gören biri bu kitabı şiddetle yererken, “Ehli Sünnetim” diyenler ısrarla kitabı temize çıkarmaya çalışmaktadırlar. Uyuşturucu ile beyni yıkanmış bir adamın hayal dünyasında bile canlandıramayacağı manzaralar, Kuran’a, akla ve bilime ters olmasına rağmen savunulmuş ve üstelik müftüler, İslami yayınevleri bu izahları yapan kitaba ve yazarına övgüler yağdırmışlardır. Bu bilimsel(!) açıklamaları yapan İbrahim Hakkı hazretleri (!) ise tüm bu izahların “Tecrübe ile sabit” izahlar olduğunu yine marifetli kitabı Marifetname’de söylemektedir. Bu izahların nasıl bir tecrübe ile sabit olabildiğini kitabın yazarına sormak isterdik ama hayatta değil. Vardır herhalde bir açıklaması !

İBRAHİM HAKKI’NIN ÖNDERİ, BÜYÜK ALİM ETİKETLİ TABERİ

İbrahim Hakkı bu izahlarının bir çoğunu uydurma hadislere dayandırır ve kendisinden önceki Sunni alimleri kaynak olarak kullanır. İbrahim Hakkı’dan 900 yıl kadar önce yaşamış Taberi de İbrahim Hakkı’nın kaynaklarından biridir. Sunnilere göre büyük alim (!) olan Taberi’nin kitaplarını okuyanlar, Cebrail’in kanadı ile Ay’ın ateşini söndürdüğünü, Güneş ve Ay’ın kulplu arabalarda seyahatini, Güneş ve Ay’ın gökteki bir denizde yüzdüklerini, meleklerin kanatlarını kapatmalarıyla gece olduğunu, Ay’ın ve Güneş’in çekilerek batıya getirildiğini, meleklerin arabadan düşen Güneş’i yerine koyduklarını öğrenebilirler. Taberi de İbrahim Hakkı gibi dinsel motiflerle süslü bilimsel(!) izahlarını din dersi havasında uzun uzadıya anlatır. Bazı insanlar Kuran’ın bilimsel mucizelerine, akılla, bilimle çelişmeyen, aklı kullanmayı, bilimin temeli olan araştırıcılığı teşvik eden izahlarına rağmen Müslümanlar’ın özellikle son yedi yüz yılda nasıl bilim platformunda geri kaldıklarını merak ederler. Ne yazık ki İslam aleminin rehberi Kuran olmamıştır! Kuran ölülerin arkasından okunan okuma kitabıdır. Kuran tercümesi yasaklanan kitaptır. Kuran rehberlikte kenara konmuş, Taberiler, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnameler’i rehber olmuştur. Rehberleri yukarıdaki izahlarla dolu kitaplar olanların bilimsel alanda ilerlemesi, toplumun refahına, mutluluğuna varılacak yolda katkı yapmaları mümkün olabilir mi?

Kanaatimizce dinsizlik adına yapılan saldırılar bile bu tarz kitaplar kadar dine zarar vermemiştir. Bu tarz kitaplar; ya dinsizlerin saldırmaları için malzeme oluştururlar, ya da Kuran’ın yeterliliğini bilmeden dini kaynak diye bu kitapları okuyanların aklını karıştırırlar. Dini; bir mitoloji, mantığa aykırı izahların kabulü, bilimin reddi gbi gösterecek olan bu kitapları basan, yazan, savunan din dostları oldukça (!) tahminimiz dinin düşmana hiç ihtiyacı kalmayacaktır.

BİLİMDE GERİ KALMIŞLIĞIN KÖKENİ

Peygamberimiz’in vefatından sonraki ilk birkaç yüzyılda hurafeler, uydurmalar çıkmış olsa da Sünniliğin, Şiiliğin, hadisçi İslam öğretisinin bu yüzyıllarda tam bir hakimiyetini göremiyoruz. Hadislerin dinin kaynağı kabul edilmesine ve aklın bir kenara bırakılmasına karşı çıkan Mutezile gibi ekollerin bu yüzyıllardaki varlığı, hatta Abbasi halifelerinin kimisinin Mutezile ekolünü benimsemesi bunun delilidir.

İşte İslam’ın bu ilk asırlarında dünyanın en ileri, en medeni toplumu İslam toplumuydu. Aşağı yukarı her bilim tarihi kitabı, bugünkü Avrupa medeniyetinin, Rönesansının, sanayi toplumunun, kapitalizminin ve bunlarla ilintili olarak bilimsel ilerlemesinin kökeninde İslam ülkelerinden alınan düşünsel ve bilimsel mirası kabul eder. Hıristiyan toplumların doğru dürüst kitaplığının olmadığı dönemde İspanya’ya yerleşmiş Müslümanlar, İspanya’da yetmiş büyük halk kitaplığı yapmışlardı ve sırf Kurtuba’daki kütüphanede 600.000’lere ulaşan kitap sayısıyla düşünce hayatı aydınlatılıyordu. Astronomi, kimya, tıp, botanik, matematik ilimlerinde büyük atılımlar hep Müslüman bilim adamlarınca yapılıyordu. Müslümanlar’ın çeviri alanında da bu yüzyıllarda büyük uğraşları vardı. Çevirisi yapılan kitaplarla geçmişteki bilgi birikimi kullanılıyor ve mevcut bilgilerle birleştirilip atılımlar yapılıyordu. Hatta Avrupa, kendi medeniyetinin tarihsel kökeni diye övündüğü Eski Yunan’ın ünlü düşünürleri Aristo, Platon ve diğerleriyle de Müslümanlar’ın yaptığı çeviriler sayesinde tanıştı. İşte ilk yüzyıllarında İslam toplumunda böylesi bir bilimsel merak ve bunun sonucu olan ilerleme vardı. Müslümanlar çok kısa sürede topraklarını İspanya’ya kadar genişletmekle kalmamış, bilimsel, düşünsel birikimler oluşturup, bu birikimlerini de bu topraklara yayıp insanlığın hizmetine sunmuşlardır.

İNSANLAR KENDİLERİNİ BOZMADIĞI SÜRECE TOPLULUKLAR BOZULMAZ

Peki ilk yüzyıllarında dünyanın en ileri medeniyeti olduğu kabul edilen İslam medeniyeti, sonradan ne olmuştur da bugünkü acnacak durumuna düşmüştür.

Gerçek şu ki Allah kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe bir toplulukta olanı değiştirmez. Allah bir topluma perişanlık dileyince de artık onu geri çevirebilecek bir güç yoktur.

13 Rad Suresi 11

Allah eğer İslam ülkelerine verdiği bilimsel üstünlük gibi bir nimeti değiştirmişse, biz, Müslümanlar’ı incelemeli, onlarda ne şekilde değişiklikler olduğunu anlamalıyız ki bugünkü duruma niye düşüldüğünü kavrayalım. İlk yüzyıllarda insanların zihniyetini şekillendiren Kuran’dı. Aklı işletmeyi, araştırmayı, delil üzerinde olmayı öğütleyen Kuran’ın şekillendirdiği zihinler, bilimsel düşünmeye, bilim yapmaya da müsaittiler. Fakat daha sonra hadislerin İslam’ı hakim olunca, taklitçilik ve akılcı düşünce düşmanlığı egemen oldu. Çünkü kitabın bu bölümlerinde ve daha evvelki bölümlerinde görüldüğü gibi hadislerle anlatılan dinde mantığın, aklın yeri olamazdı. Aynı şekilde tarikatçılığın temeli olan şeyhe kayıtsız, şartsız, akıl süzgecinden geçirmeksizin itaat de rasyonel düşünceyle bağdaşamazdı. (15. bölümü okuyun) Bu uydurulan dinin mensupları hadisleri inkar etmemek, tarikatlarını temize çıkarmak için akılcı düşüncenin gerekliliğini inkar etmişlerdir. Akıl ve akılcı düşünceyle bir arada olan araştırma faaliyeti olmayınca ise bilim adına bir şeylerin oluşmasını beklemek boştu. Akılcı İslam’ın yerine hadisçi, mezhepçi, tasavvufçu, tarikatçı, aklı dışlayan İslam’ın yerleşmesinin en büyük sorumlularından İmamı Gazali “Arifler Yolu” kitabı sayfa 83’te şöyle öğütler vermektedir: “Ey oğul! Elinden geldiğince hiç kimse ile herhangi bir konuda düşünsel tartışmaya girişme. Çünkü düşünsel tartışma bir çok yıkımlara neden olur. Zararı yararından büyüktür. Çünkü düşünsel tartışma ikiyüzlülük, kıskançlık, büyüklenme, düşmanlık, böbürlenme gibi bir çok kötü huyların kaynağıdır.” Gazali’nin yaşadığı dönemde Gazali’nin de katkılarıyla işte bu düşünme faaliyetini kötü gören, tekkelerdeki semalardan, tarikat faaliyetlerinden medet uman zihniyet galip geldi. Bu hakimiyetle ise İslam dünyası bir daha hiçbir zaman bilim platformunda galip gelemedi, hep yenik ve ezilmiş kaldı.

HADİS ETİĞİ

Max Weber “Protestan Ethic” kitabında Protestan mezhebinin insanların zihinlerini nasıl şekillendirdiğini ve bu şekillendirmenin nasıl kapitalizm sistemini meyve verdiğini anlatır. Bir fikrin, bir inancın, bir mezhebin ve bir sistemin oluşumu sonucunu veren zihinlerdeki alt yapıyı nasıl oluşturduğuna bir dünya klasiği olan “Protestan Ethic” kitabı örnektir. Eğer aynı tarz bir araştırmayla hadislerin, hadisçi mezheplerin, tarikatların oluşturduğu zihinsel alt yapının nelere sebep olduğu incelenirse; günümüzdeki İslam adına bilimsel, zihinsel ve kültürel alandaki geri kalınmışlığın kökeninde hep bu hadislerin, tarikatların oluşturduğu yapının yattığı anlaşılır. Aynı şekilde eğer İslam’ın ilk asırlarda sıfırdan, çöl bedevilğinden dünyanın en gelişmiş medeniyet seviyesine yükselmesinin kökeninde hangi sebeplerin olduğu araştırılırsa; Kuran’ın verdiği akılcı, araştırıcı zihniyetin bunun baş sebebi olduğu anlaşılır. Kuran’ın izahlarının yoğurduğu zihinler bilimsel ilerlemeyi gerçekleştirmeye müsait hale gelmişler ve gerçekleştirmişlerdir.

DÜNYA DÖNSEYDİ NE FELAKETLER OLURDU

Marifetnameler, Taberiler... hep Kuran’ı dinin kaynağı olarak yeterli görmeyenlerin, Kuran dışı izahlarla dolu eserleridir. Bu eserler hadisçi İslam’ın meyvesidir. Bu meyvelerin meyvesi ise aklı kullanmadan şeyhlere teslim olan, mezhep imamlarının insiyatifine bırakılan dini, Allah’ın dini diye kabul eden sürü psikolojili yığınlardır.

Bu acı meyvelerden Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin Baz, “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller” isimli resmi makamlarca basılan risalesinde şunları söylemektedir: “Kim bunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır... Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl (bunların hiçbiri görülmediğine göre) bu iddia (dünyanın hareketli olduğu iddiası) sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.”

Bu risaleye göre Dünya’nın hareket ettiğini söyleyenlerin öldürülmeleri gerekir. Kısacası Marifetname, Taberi, Buhari, Müslim ve diğerlerinin bilim ve akıl dışı izahları dinin bir parçası yapıldığı gibi, bunları inkar edenlerin öldürülmesine de fetva verilmiştir. Eserin yazım tarihini size sorsalar tahmininiz ne olurdu? Bu eser bundan bin yıl önce değil, 1975’te yazılmıştır, hem de resmi makamlarca! İşte şeriat diye insanlara yutturulan budur! Bilim dışı, akıl dışı hadis başlıklı uydurmaların yol açtığı budur! Kişi Kuran ile yetinmeyince sonucu budur!

Allah’tan ve ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanyorlar.

45 Casiye Suresi 6

 

alahın rahmeti tüm inananlar üzerine olsun

 



__________________
selam
Yukarı dön Göster atuna58's Profil Diğer Mesajlarını Ara: atuna58
 
hanif
Yasaklı
Yasaklı


Katılma Tarihi: 31 mart 2005
Yer: Germany
Gönderilenler: 380
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hanif

Selam

Bir yanlışı düzelteyim derken beraberinde diğer bir yanlışı insanlara kakalamanın hiç bir anlamı yoktur.

Hayri kırbaşoğlunun atıığı başlığa bir bakarmısınız

Hz İsayı gökten indiren hadiselerin tenkidi

Bu ne anlama gelir. Hz isa gökten yere inmeyecek.Şu komediye gülermisiniz ağlarmısınız bilmiyorum.

Hz İsa ne zaman göğe kaldırıldiki,gökten ineceğini bildiren hadisler tenkid edilemeye gerek duyulsun.

Bakmayın siz Hayri kırbaşoğlunun bazi hadisleri eleştirdiğine. Aslında o koyu bir hadiscidir, İşte isbatı

 

Merhaba…

"Fikirlerin çatışmasından apaçık hakikat doğar" sözü doğrultusunda, kapsamlı bir çalışma olan "Hadisin serüveni"ni hakkında birkaç hususa değinmek istiyorum.
Deniliyor ki:

“Buhari, es-Sahih’i 600.000 Hadîs içinden seçtiğini söyler. Ve der ki: “Sahih’e sahih olduğunu gerçekten bildikten sonra, iki rekat namaz kılıp bir de Allah'a istihare etmedikçe hiçbir Hadîs koymadım.” Dediği rivayet edilmektedir. Eğer bu iddia doğruysa Sahih-i Buhari’de 7275 Hadîs vardır. Tekrarları çıkardığımızda 4000 kalır. Şimdi İbn-i Hacer’in Fethul Bari’de ifade ettiği [1][2] 600.000 Rivayetin Buhari tarafından ezberlendiği iddiasını ele alalım: Ravileri ile beraber 10 adet Hadîsin bir kitap sayfası tuttuğunu varsayalım. Bu durumda 600.000 Hadîsten her bir cildi 500 sayfa olmak üzere (600.000/10) 500=120 ciltlik bir kitap elde edilir. Bir insan 120 ciltlik bir kitabı ezberinde tutabilir mi?”

“Rivayetlere göre Hadîs derleyicileri Hadîsleri derlerken çok titiz davranmışlardır. Örneğin, bu iş için at, deve veya eşek sırtında (Mekke-Medine arası uzaklığın 18 gün olduğunu unutmayın) uzun seyehatlere çıkmışlar. Hadîs silsilesinde yer alan her raviyi titizlikle araştırmışlar, hatta uzaktan yaptıklarını gözlemlemişler, ravileri çevrelerinden soruşturmuşlar, vs...
Acaba gerçekten öyle mi? Şimdi Buhari’ye her Hadîsin sahihliğini test etmesi için minimum yarım saatlik zaman verdiğimizde Bu durumda Buhari’nin 600.000 Hadîsin güvenirliğini test edebilmesi için tam olarak [ (600. 000x1/2) /24 ]/365=34 yıla ihtiyacı vardır. Yani Buhari günlük ihtiyaçları dahil (yeme, içme, uyuma, dinlenme vs...) hiçbir şey ile meşgul olmaksızın bu test işlemini ancak 34 yılda bitirebilir (Buhari Hadîs derlemeye 30 yaşlarında başlamıştır). Eğer her bir Hadîsin güvenirliği için bile 30 dakika harcanmadıysa,o zaman ikinci maddenin başında sıraladığımız titizliğin pekde doğru olmadığı ortaya çıkar.”
… (Muvahhidin biri)


"Lütfen biraz daha dikkat"
Lütfen biraz daha dikkat diyorum. Çünkü, yaptığımız/yaptığınız iş basit bir iş değil. Geçmişte söylemiştim. Hadis ilmi hakkında her şeyi söyleyebilirsiniz. Ama bunu iyi bir araştırma yapmadan yaparsanız, sadece yapmış olursunuz. Yazının alt başlığındaki “kapsamlı” sözcüğü dikkatimi çekti. Yazının içeriği ile bu sözcük birbirine uymamış. Yazı kapsamdan yoksundur. Ayrıca, Geçmişte söylenenler tekrardan ısıtılarak önümüze sunulmuştur.
Matematik ilmindeki ustalığın beni cezbetti. Gerçekten de çok ince bir hesap yapmışsın. 40 yıl düşünseydim bu hesap aklıma gelmezdi doğrusu. Bundan dolayı sizi tebrik eder, matematik ilminizdeki başarılarınızın devamını dilerim.

Ama aynı şeyleri hadis ilminiz için söyleyemeyeceğim. Evet, Buhari 600 bin hadis ezberlemiştir. bu rivayet doğrudur. Ama bunların hepsi, zan ettiğiniz gibi, ayrı ayrı hadisler değil. Hadisçiler, eğer bir hadisin farklı tarikleri, farklı vecihleri var ise bunların her birini ayrı hadis olarak kabul etmişlerdir. Buhari de muhtemelen, eserinin hacmini düşünerek, bu hadisleri eserine almamıştır.

Hadis ilmindeki bir bilgi eksikliğiniz, dolaylı olarak ikinci hesabınızı da boşa çıkarmıştır. Bu bir yana, tanıdığı, yıllarca beraber olduğu insanlar içinde, ayrı bir araştırmaya girecek değil ya. Güvendiği, yıllarca beraber olduğu insanları neden mercek altına alsın ki? Ben şunu demiyorum: “Buharinin eserindeki hadislerin hepsi sahihdir. Ravilerinin hepsi de sikadır.” Aksine, Buhari de ilmindeki üstünlüğüne rağmen, insan olması hasebiyle hata yapması, yanılması muhtemeldir.

“Nasıl olur da Resulullah’ın şahsi/insani sözleri Kur’an’la karışır?” Evet, anlaşılır şey değil di mi? Ama bir de şöyle düşünün: Bazı sahabeler Mushaflarının kenarlarına, ayetleri açıklama mahiyetinde hadisler yazıyorlardı. Bu hadisler zamanla, istemeyerek de olsa, birileri tarafından ayet olarak anlaşılır oldu. Bunu zanna dayanarak söylemiyorum. Yıllar önce kehf suresinin 25. ayetinin farklı çevirilerini okudum. Sonunda bu sonuçla karşılaştım.

Hadis yazımının yasaklanması, yada bazı alimlerin eserlerini yok etmesi, yakması hadislerin korunmadığı, hadislere değer verilmediği anlamına gelmiyor.Hadis ilminde, hadislerin yazılmış olması, güvenilirlikte pek de bir etkiye sahip değildir. Daha da önemli olan hadisi rivayet eden kişinin hadisi ezberlemesidir. Çünkü Araplar, yazılarıyla değil ezberlemedeki üstünlükleriyle meşhurdurlar...

“Hadis eserlerini hatasız bir şekilde iletme arzusunun en üzücü tezahürlerinden birisi onların imha edilmesidir. Hadiste tesebbütün ilk örneğini veren zat olan Hz. Ebu Bekr’in aynı zamanda, yazmış olduğu bazı hadisleri bu endişeyle yakmış olması manidardır. Daha sonraları da bir çok alim, kitaplarının tahrif edilebileceği endişesiyle imha yoluna gitmiştir…” (Abdullah AYDINLI, “Hadis Kitaplarının Güvenilirliği- Sorunlar, Çözümler-“ Usul Dergisi, c.1 s.1 sf. 69-90)

“Sünnetin de kur’an gibi korunup korunmadığı meselesiyle ilgili olarak bir de ‘sünnet delil olsaydı Rasulullah hadislerin yazılmasını emreder ve böylece onların karışıklık ve tahriften, hatalardan ve unutulmaya maruz kalmaktan korunmuş olurdu.’ Görüşü ileri sürülmektedir.
Öncelikle bu görüşte olanlar, Hz. Peygamber’in sözlerinin yazılmasını yasaklayan hadisleri iddialarına dayanak olarak almakla farkında olmadan bir çelişkiye düşmektedirler. Zira, Hz. Peygamber tarafından resmen yazılmadığı için hadislerin delil olamayacağını ileri sürerken, aynı şekilde Hz. Peygamber’in resmen yazdırmadığını söyledikleri bir takım rivayetleri doğru kabul ederek, delil olarak kullanmak açık bir çelişki, hatta çifte standart uygulamaktadır. Tutarlı olunmak isteniyorsa, Hz. Peygamber Kur’an gibi yazılmasını emretmediği için hiçbir hadisi delil olarak kullanmamak icabeder.
Diğer yandan hadisin sahih olabilmesi için, onun yazılmış olmasını şart koşmak da anlaşılır bir şey değildir. Çünkü Sünnetin delil olması, sadece onun yazılmış olmasına bağlı değildir. Nitekim sözlü rivayetlerin uydurma ve yalan olma ihtimalleri kadar, yazılı dökümanların da sahte ve düzmece olma ihtimali söz konusudur. Bu sebeple bugün elimizde mevcut yazılı tarihi belgelerin tamamının hakiki olduğunu ileri sürmek de mümkün değildir. Bu belgelerin de bir kısmının sahte veya tahrife uğramış olma ihtimali daima mevcuttur. O halde rivayetlerin yazılı olarak nakledildiğinde güvenilir, sözlü nakledildiğinde ise güvenilmez olduğunu ileri sürmek ne derece doğru olabilir?
Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur:
Hz. Peygamber yazılmasını emrettiği için Kur’an’ın güvenilir olduğunu, ama hadisleri yazdırtmadığı için onlara güvenilemeyeceğini ileri sürmenin bizi bir takım tehlikeli sonuçlara sevkedebileceği dikkatlerden kaçmış görünmektedir. Güvenilir olmayı, yazılı olma şartına bağladığımız takdirde, Kur’an ile ilgili olarak bir takım sorunların zihinlerde belirmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu sorunların başında ise, “Madem Hz. Peygamber Kur’an’ı yazdırttı, bu orijinal Kur’an nerededir?” sorusu gelecektir ki, buna olumlu bir cevap vermek mümkün değildir. Orijinal metin mevcut olmadığına göre, Kur’an’ın yazıya geçirilmiş olmasının bugün bizim açımızdan ne anlamı olabilir? Kur’an’ın güvenilirliğini, sadece onun Hz. Peygamber tarafından yazılmış olmasına bağlamak, çok büyük mahzurlar doğurabilecek bir yaklaşımdır. Halbuki Kur’an’ın güvenilirliği, onun asırlar boyunca sadece yazılarak değil, aynı zamanda on binlerce Müslüman tarafından ezberlenmek suretiyle, kitlesel bir rivayet halinde bize ulaşmasında, yani tevatüren gelmesinde yatmaktadır…

” (M.Hayri KIRBAŞOĞLU, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu, sf. 135-137)
Esenkalın…



İşte bakın cahilinden etiketli proflalara varıncaya kadar hadis sapkınlarının hezeyanlarını görüyorsunuz değilmi

Hadisler hakkında en ufak bir olumusuz yazı gördüklerinde Allahtan korkmadan kurana saldırıyorlar

İnsan sözleriyle Allahın sözlerini eşitleyen bu kitap yüklü eşeklere yuh olsun

Yukarı dön Göster hanif's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hanif
 
atuna58
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 14 eylul 2005
Yer: Turks and Caicos Islands
Gönderilenler: 20
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı atuna58

  Hanif  kardeş yazında hadisler konusunda çok iyimser konuşmuşsun. Tabiki içlerinde kuran ruhuna %100 uyan az sayıda olanlarda var. Onların doğru olma olasılığı çok ama bunun dışındakiler dinimize çok zarar veriyor, bizi parçalıyor, yanlış insanların elinde dini parçalıyor.Kuranda olmayan hükümler  helal ,haramlar çıkıyor. Bir düşünelim bazı arkadaşlar kuranda bulamayacağımız hükümleri hadislerde bulabiliriz diyorlar bu kadar yanlış düşünce var. Hadislerin güzellerini yaşantımıza katacağız. Bu güzel ve doğru. Benim düşüncem alim ve ilim sahibi insanların artık islamı bu ve buna benzer yanlışlıkardan ayıklamalılar yeni bir yapılanma olmalı müslümanları bu cehaletten kurtarmalılar.Biraz daha cesur olmalılar olmalıyız.Hataları yanlışları insanlardan saklamamalılar.   

ALLAH A EMANET OL 



__________________
selam
Yukarı dön Göster atuna58's Profil Diğer Mesajlarını Ara: atuna58
 
ferdiayan
Ozel Grup
Ozel Grup


Katılma Tarihi: 28 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 80
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ferdiayan

Selam radyoman.
Mehdi ve mesih hakkında-dediğiniz gibi-o kadar iddia vardır ki adeta imanın şartlarından biri olarak kabul edilmiş.Said Nursi (Bediuz zeman), kapısının girişine
ne sorarsanız cevabını veririm yazmış ancak eserleri ne kadar muceddid-i din özelliği taşır,bilmem.Serkan Tekin'e (Ebced hesabıyla olayları tarihliyen ve Kuran'da Gizlenen Tarihler-Nokta yayınlarının müellifine)
göre kıyamet ahir zaman şöyle yaşanır.
 Mehdi 1385/03.05.1965-21.04.1966'da doğar.1425=21.02.2004-09.02.2005'te zuhur eder.40 yıl hükmeder.1425+40=1465=14.12.2042-02.12.2043'de vefat eder.
 Mesih 1459'da gökten iner.1459+40=1499'da vefat eder.
 Kimisi 1425'in yerine 1422 der.
 turkyasam Mehdi'nin 09.02.1986 itibarıyla doğduğunu ve 2015'te çıkacağını söyler.
 www.harunyahya. sitesinin Ahir zaman ve kıyamet bölümü: Mehdi'nin zuhuru 1440=11.09.2018-30.08.2019'dur.
 Mehdi'nin aşura günü çıkacağı söylenir.
Yukarı dön Göster ferdiayan's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ferdiayan
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats