HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: farklı dini söylemlerin oluşumu üzerine.. Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 

bu uzun makalenin sadece sonuç bölümünü alıntıladım...tamamı içinbakınız

http://www.sonmezkutlu.com/index.php?option=com_content& task=view&id=28&Itemid=39
 SONUÇ

             İnsanlar, hal, tavır, tutum, davranış, duygu ve  düşünceleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Tabiatlarından kaynaklanan bu durum onların dini hayatlarının farklı biçimlenmesine sebep olmuştur. Aynı kültürel, siyasi, ekonomik ve dini ortamlarda yetişen iki kişi arasında dahi, dini anlama ve yaşayış biçimlerinde farklılıklar görülür. İnsanların dini anlama, açıklama, yorumlama ve yaşama tecrübelerinde görülen farklılıklar ve dini tipolojiler, temelde insanın tabiatında bulunan tipolojilerle yakından ilişkilidir. Bununla birlikte insan tabiatında bulunan tepkisel, akılcı, gelenekçi, mehdici/radical, sezgici tipolojiler, sosyal ve dini hayata da yansıyarak, daha üst düzeyde, belli fikirler veya şahıslar etrafında toplanılmasına, fırka, mezhep, tarikat ve cemaatlerin oluşmasına sebep olabilmiştir. Yalnız insanların içinde yaşadıkları dini, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yapı, bu tipolojilerden birisinin veya bir kaçının  dini hayatta ve din söylemlerinde daha fazla ön plana çıkmasını, birbiriyle mücadele sonucu yer değiştirmesini doğurabilir.  Hatta birkaç zihniyetin tesirinde, yukarıda ele almadığımız tamamen eklektik söylemler de geliştirilmiş olabilir.

             Evrensellik iddiasında bulunan dinlerin tarihinde ortaya çıkan fırka, mezhep, tarikat ve cemaatler, bu psiko-sosyal gerçeklikten nasibini almıştır. İnsan tabiatındaki tepkiselliğin ve sertliğin bedevilerin sosyal hayatında yaşam biçimi olarak tezahür etmesi,  Osman döneminden itibaren yaşanan sosyal bunalımlar neticesinde,  İslam düşüncesinde yerleşik hayatın kurum ve kurallarına ayak uyduramayan ve Haricilik adıyla bilinen isyancı tipleri ortaya çıkarmıştır. Diğer taraftan, yerleşik hayata geçiş,  kent olgusuyla ve devlet geleneği ile tanışma, İslamı evrensel, hadari ve devlet dini olarak yorumlayan değişime açık akılcı zihniyeti doğurmutur. İslam'ın farklı bölgelerde yayılmasıyla birlikte farklı din ve felsefelerle karşı karşıya gelmesi, Mürcie, Rey Taraftarları ve Mutezile gibi akılcı ekollerin ortaya çıkması ve hadisin suistimali sonucunda, bütün mesaisini Peygamber ve hemen sonraki nesillerin geleneklerini tespite yönelen, sünnet ve asar merkezli bir din ve dünya görüşünü savunan gelenekçi zihniyeti doğurdu. İslam öncesi Arap toplumunun siyasi iktidar yarışının tekrar belirmeye başlamasıyla birlikte Emevi zulmü ve baskısı altında yaşamak zorunda kalan bazı çevreler, kurtuluşu  ve iyi bir gelecek kurma ümidini Haşimi soyundan ya da Peygamber soyundan gelen karizma atfettikleri bir kişiye bağladılar. Böylece "kişiye veya kişilere itaati esas alan" mehdici ve Karizmatik liderci bir din söylemi doğdu.  İslam toplumunda aşırı sekülerleşme, akılcılık ve gelenekcilik anlayışlarına bir tepki olarak ve de sosyo-politik bunalımların yaşandığı dönemlerde geleneksel yapının bozulmasıyla yanlızlaşan insanları kurtarmaya yönelik sezgici/keşifci bir zihniyet teşekkül etti. Geçmişte ve günümüzde  ortaya çıkan  din söylemleri üzerinde, farklı biçimlerde de olsa, bu zihniyetlerin yansımalarını görmek mümkündür. Ancak onların çağdaş tezahürleri bir başka makale konusudur.

             İnsanlar arasındaki görüş farklılıkları ve ayrılıkları, tabii, psikolojik, tarihsel, dini ve sosyoljik bir vakıadır. Her bir din, felsefe ve ideoloji, bu gerçekten nasibini almıştır. Bu farklılılklar, mutlaklık iddiasında bulunmadıkça, kendisini İslam'ın temsilcisi görmedikçe, başkalarını öteki olarak algılamadıkça birer zenginlik olarak kabul edilebilir. Bu yüzden farklı mezhepleri, tarikatları, cemaatları, doğru-yanlış, sapık-bidat ve benzeri sınıflandırmalar yapmak yerine, insan doğasından kaynaklanan ve  toplumsal yapıyla kurumlaşan farklı bilgi sistemleri veya zihniyetler olarak analiz etmenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.  

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


Bu konudaki bazı görüşlerimi ifade etmekte yarar görüyorum. Bunların birincisi ve belki de en önemli olanı ise, İslami çoğulculuğun önemi. Bir başka deyişle birbirinden farklı İslam yorumları olabileceğinin baştan kabul edilmesinin ehemmiyeti.
Farklı İslam yorumları, İslam’ın ilk dönemlerinden beri var oldu. Ümmet içinde ilk başta siyasi nedenlerle başlayan ayrılıklar, zamanla farklı mezhepleri doğurdu. Sünni-Şii ayrımı böyle ortaya çıktı. Öte yandan vahiy-akıl ilişkisi, kaderin mahiyeti, hadislerin rolü gibi pek çok konuda farklı görüşler gelişti. Bunlar arasında kimi zaman sağlıklı tartışmalar, kimi zaman kanlı kavgalar yaşandı. İlk bir kaç yüzyıldan sonra klasik mezhepler şekillendi, Sünni fıkhı İmam Şafi’nin kurduğu sistematik üzerine oturdu. Şiiler ise İmam Cafer’in metodolojisini izlediler.

Geçtiğimiz iki yüzyılda ise temel kaynakların (Kur’an ve hadislerin) yeniden okunması ve yorumlanmasını savunan reformist görüşler gelişti. İslam’ın ikinci veya üçüncü yüzyılında formüle edilmiş mezheplerin çağın ihtiyacını karşılamadığını, dahası pek çok geleneğin din zannedilerek korunduğunu savunan söz konusu reformist Müslümanlar, geleneği eleştirmekte ortak bir nokta bulsalar da, birbirinden çok farklı alternatifler önerdiler.
Sonuçta bugün İslam dünyasında çok farklı din anlayışları varlığını sürdürüyor. Klasik mezheplerin arasındaki farkların yanında, ayet ve hadislerin yeni yorumlarına ihtiyaç olduğunu savunan “modernistler”, “tek kaynak Kur’an’dır” diyen redd-i hadisçiler, ya da Kur’an dahil tüm kaynakların belirli ölçüde “tarihsel” olduğunu savunanlar var. Bu farklı akımların içinde de farklı görüşler yer alıyor. “Tek kaynak Kur’an’dır” diyenlerin arasında, örneğin, namazın vakitleri, hatta şekli bir namazın varlığı konusunda bile ihtilaf var. Müslümanlar arasındaki dini olmayan ayrımlar — dil, kültür, siyasi görüş veya yaşam biçimi farkları — da cabası.
Bu tablo karşısında da pek çok Müslüman, “nasıl olup da ortak bir zemin bulacağız, tek bir anlayışta uzlaşacağız” diye soruyor. Bu sorunun cevabını da, bazıları, “herkes benim anlayışımı kabul ederse doğru yolda birleşmiş oluruz” diye veriyor. Yani kendi İslam anlayışının tek doğru İslam anlayışı olduğuna emin bir şekilde, diğerlerini bu “doğru yol”a davet ediyor. Bu görüşe sahip olan bazı Müslümanların iyice ileri giderek diğer Müslümanları sapmışlıkla suçladığı, hatta tekfir ettiğini (”kafir” saydığını) biliyoruz. Tarihteki Harici vahşeti ve çağımızda gördüğümüz Vahhabi taassubu — ve en son Irak’ta yaşanan Müslümanlar içi savaş ve terör — bu tekfirci anlayışın ne kadar tehlikeli sonuçlar verebileceğinin önemli ve acı göstergeleri.
Kısacası, denebilir ki, tüm Müslümanları tek bir “doğru İslam anlayışı” üzerinde birleşmeye zorlamak, aslında onları daha fazla bölüyor, aralarındaki gerilimi daha da artırıyor.

Peki çözüm ne?

Bir Müslüman olarak benim buna cevabım, İslami çoğulculuktur. Müslümanlar, ancak, İslam’ın farklı yorumları olabileceğini, kendileri bunlardan birine mensup olsalar da, diğerlerine hoşgörüyle bakmaları gerektiğini kabul ederlerse uzlaşabilirler. Bunu yaparlarsa, Frenklerin dediği gibi “anlaşmamakta anlaşabilir” ve Sufi’lerin dediği gibi “çoklukta birlik” sağlayabilirler.

Tevhid’de Uzlaşmak

Sözkonusu çoğulculuk anlayışı, sadece pragmatik bir çözüm değildir; doğrudan Kur’an’dan kaynak bulmaktadır.
Kur’an vahyolunurken elbette tek bir doğru İslam anlayışı vardı: Peygamberin (s.a.v.) uyguladığı ve öğrettiği İslam. Ayetler de inananları peygambere itaate çağırıyordu. Ancak o dönemde geçerli olan “Resul’e itaat” ve onun emri altında birlik olma yönündeki ayetlerin, sonraki dönemde bire-bir uygulanması imkansızlaştı; çünkü Resul artık yoktu ve “bugün olsa ne yapardı” sorusuna verilen cevaplar çok farklıydı. Bugün de hala öyle.
İşte, bu resul-sonrası durumda ne yapılması gerektiği sorusuna, Kur’an’ın daha önceki İlahi dinlerin mensupları (yani “Kitab Ehli”; Yahudiler ve Hıristiyanlar) hakkındaki ayetleri yol gösterici olabilir. Bu ayetlerden özellikle biri çok önemlidir; çünkü Müslümanlara Kitap Ehli ile tek bir ilke — Allah’ın varlığı ve birliği ilkesi — üzerinde uzlaşmayı emretmektedir:
De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız.” (Ali İmran, 64)
Dikkat edilirse ayet Kitap Ehli’ni (Yahudi ve Hıristiyanları) Müslüman olmaya değil, sadece Allah’ın varlığını ve birliğini kabul edip bu temel üzerine Müslümanlarla uzlaşmaya çağırmaktadır. (Buradan hareketle, bir insanın kurtuluşu için Kur’an’a tabiyetinin zorunlu olmadığı sonucu çıkarılabilir. Nitekim bir ayette farklı dinler içinde her kim “Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa” kurtuluşa ereceği bildirilmekte [Bakara, 62]; bir diğer ayette ise “İncil sahipleri Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler” denmektedir. [Maide, 47] Kur’an’ın Hıristiyanları terk etmeye çağırdığı şey, İncil değil, Teslis [Üçleme] doktrinidir.{Tanrı,Oğul,Kutsal Ruh})
Burada önemli olan nokta, Kur’an’a göre, dinler arasında aranması gereken tek dini uzlaşma zemininin Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik oluşudur.
Bu durumda, Kur’an’ın Allah’ın vahyi olduğunda ittifak eden — Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle ” peygamberi bir, dini bir, kıblesi bir, kitabı bir” olan — Müslümanlar da pek ala “ortak bir kelime” olan tevhidde uzlaşabilirler. Bu kritik konuda anlaşırken, anlaşamadıkları konuları da Allah’ın “dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim” (Ali İmran, 56) hükmüne dayanarak ahirete havale edebilirler. Allah’ın farklı ümmetler için uygun gördüğü çoğulculuğu ve “hayırlarda yarışma” ilkesini İslam ümmeti içinde de hayata geçirebilirler, aşağıdaki ayette emredildiği gibi:
“… Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (Maide, 48)

Hadis Eleştirisi

Sözkonusu çoğulculuk ilkesinin Müslümanlar arası çatışmaların ve gerilimlerin aşılması için çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Ancak bu çoğulculuk, Müslümanların kendi İslam anlayışlarını savunmamaları, din hakkındaki yorum ve görüşlerini ifade etmemeleri gerektiği anlamına gelmiyor elbette. Aksine, bunun yapılması gerek.
Bu nedenle ben de sitenin yorum bölümünde süregiden “hadis tartışması” hakkında görüşlerimi ifade edeyim. Elbette dini bir otorite hatta bir ilahiyatçı dahi değilim, ama İslami literatürü incelemekten oluşmuş bir kanaatim var. Bu kanaatimi de iki cümleyle açıkça ifade edeyim: Bence Kur’an’ı doğru anlamak ve tefsir etmek için hadislere ihtiyacımız vardır. Ancak mevcut hadis literatürünün yeniden ve eleştirel bir gözle ele alınması, bu yapılırken de Kur’an’a uygunluğun temel kriter olarak belirlenmesi gerekir.
Önce neden hadis literatürünün yeniden incelenmesi gerektiğini düşündüğümü açıklayayım: “Kütüb-ü Sitte” olarak da bilinen 6 temel hadis külliyatının tümüyle “sahih” olduğuna geleneksel bir anlayış olsa da, bu kitapları inceleyen ve Kur’an’a göre tartan her objektif yorumcu, bu külliyat içindeki bazı hadisleri kabul etmekte zorlanır. Öte yandan bazı hadisler de çağımızda ulaştığımız bilim ve kültür düzeyi açısından rahatsız edici durmaktadır. Zaten İslam’a karşı propaganda yürüten anti-İslami kalemler de (İlhan Arsel, Turan Dursun vs.) en geniş malzemeyi hadis literatüründen derlemişlerdir.
Peki söz konusu “rahatsız edici hadisler”, aslında Peygamberimizin sözleri ve eylemlerinin çarpıtılması, yanlış anlaşılması, nesilden nesile bozulmaya uğraması veya doğrudan uydurma sözlerin ona atfedilmesi yoluyla ortaya çıkmış olamazlar mı? Kritik soru budur. Elimizdeki hadis kaynakları peygamberin vefatından yaklaşık iki yüzyıl sonra yazıldığına göre, bu pekala mümkündür. Buna karşı çıkan geleneksel anlayış, hadis külliyatını toplayan İmam Buhari, İmam Müslim gibi “muhaddislerin” ne kadar titiz ve ihlaslı olduğuna vurgu yaparlar. Ancak söz konusu muhaddislerin ihlasına ve titizliğine saygı duymakla birlikte, yanılmış olabileceklerini düşünmek de mümkündür. Sonuçta din, insanların iyi niyetlerine değil, doğruluğundan kuşku duyulmayacak İlahi vahye dayanır.
Bir Müslüman olarak doğruluğundan kuşku duymadığımız tek kaynak Kur’an olduğuna göre de, hadisleri, temel kriteri “Kur’an’a uygunluk” olan yeni bir eleme ve düzenlemeden geçirmekte yarar vardır. Hadis uzmanı ilahiyatçı Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun bu yöndeki görüşlerini önemli ve değerli buluyorum. (Prof. Kırbaşoğlu, geçmişte hadislere hep “ravi zinciri” açısından bakıldığını, “metin” yönünün ihmal edildiğini, oysa asıl bakılması gerekenin metin olduğunu savunmaktadır.)

Hadis Savunması

Üstteki yorumlar üzerine “madem hadis literatürü sorunlu, bu literatüre neden gerek var, sadece Kur’an’ı dikkate alalım” denebilir. Zaten denmektedir de. Bazı Müslümanlar, sadece Kur’an’ı temel alıp hadisleri ve genel olarak sünneti tamamen terk etmeyi savunmaktadırlar. Bu anlayışı savunanların bir kısmı, hadislerin ortaya çıkışını adeta İslam’a karşı bir komplo olarak görmekte ve muhaddisleri ağır şekilde suçlamaktadırlar da.
Bu yaklaşıma da katılmadığımı belirtmeliyim. Çünkü başta belirttiğim gibi, Kur’an’ı doğru anlamak için hadis literatürüne ve genel olarak sünnete ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Bunun nedeni de, kanımca, bizzat Kur’an’ın içeriğinin bunu gerekli kılmasıdır.
Her şeyden önce şunu belirtmek lazım: Bize Kur’an’ı ulaştıran kaynak, İslami geleneğin kendisidir. Kur’an’ın nasıl vahyolunduğunu, nasıl toplandığını ve çoğaltıldığını, hadisler, siret ve İslami geleneğin diğer kaynaklarından öğreniyoruz. Hiç bir geleneği kabul etmeyen bir anlayış, Kur’an’ın bize nasıl ulaştığını da açıklamakta zorlanacaktır.
Dahası “sadece Kur’an” görüşünü savunan Müslümanlar, Kur’an ayetlerinin kendi başına anlaşılır olduğunda ısrar etseler de, dikkatli bir okuma, Kur’an’daki bazı ayetleri anlamak için o ayetlerin indiği ortama (sebeb-i nuzüle) ve ayetin peygamber tarafından nasıl yorumlanıp uygulandığına (sünnete) da bakmak gerektiğini gösterir. Sözgelimi Nur Suresi’nin 11-18. ayetlerinde “uydurulmuş bir yalanla gelenler”den söz edilir ve cinsel içerikli bir iftiraya itibar eden Müslümanlar eleştirilir. Eğer “sadece Kur’an” ilkesini kabul edersek, burada sözü edilen iftiranın ne olduğunu bilme şansımız yoktur. Oysa Kur’an vahyedildiğinde sahabe bu iftiranın ne olduğunu biliyordu ve böylece ayetlerde uyarılan hatanın ne olduğunu açık bir şekilde kavramıştı. Ama biz orada değiliz, ayetin nasıl bir ortamda vahyolunduğunu, hangi olaydan bahsettiğini görmüyor, nasıl uygulandığına şahit olmuyoruz. Aradaki “bilgi boşluğu”nu kapatabilmenin — ki bu tam olarak mümkün değildir — tek yolu, hadis ve siret (peygamberin hayatı) gibi kaynakların bize ulaştırdığı sünnete müraacat etmektir.
Bu “bilgi boşluğu”na pek çok örnek verilebilir. “Hani siz vadinin yakın kenarında, onlar uzak yamacındaydılar; kervan ise sizden daha aşağıdaydı, eğer sözleşseydiniz, kaçınılmaz olarak sözleşme yeri hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz” (Enfal, 42) ayetini daha iyi anlayabilmek için, sözü edilen olayın nasıl cereyan ettiğini, kast edilen vadinin ve kervanın ne olduğunu da bilmek gerekir. Bunu bize öğreten, “Bedir Savaşı” diye bir olay yaşandığını anlatan kaynak, hadisler ve sirettir. Veya “Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız” (Tevbe, 7) dendiğinde, kiminle yapılmış nasıl bir anlaşmadan söz edildiğini anlamak için de yine hadislere ve sirete bakmak zorunludur. “Ebu Leheb”in kim olduğunu, namaz kılma fiilinin nasıl gerçekleştirileceğini, tavafın nasıl yapılacağını, haram ayların hangileri olduğunu ve daha pek çok detayı anlamak için de, hem sünneti hem de o dönemde Arabistan’da egemen olan kültürü bilmek gerekir; bunu bize aktaran en zengin kaynak da yine hadisler ve sirettir.
Hemen şunu da belirteyim: Kur’an hükümlerini anlamak için o hükmün hangi olay üzerine indiğini (yani sebeb-i nuzülünü) anlamak, hükmü o olayla sınırlamak anlamına gelmez. Aksine, hükümler evrenseldir. Zaten İslam geleneğinde bu konuda bir konsensüs vardır. Ancak bu evrenselliği doğru uygulamak için, sadece ayetin lafzına değil, aynı zamanda ardındaki İlahi maksada da dikkat etmek gerekir ki, bu ikincisini anlayabilmek için ayetin indiği ortamın şartlarını bilmek zorunludur.
Bu yapılmadığında, yani ayetler esbab-ı nuzül ve sünnet bağlamından koparılıp “serbestçe” kullanıldığında — ki “sadece Kur’an” yaklaşımı bunu savunmaktadır — ayetlerin insani maksatlara göre suistimal edilmesi tehlikesi doğar. Özellikle çağımızda bu suistimalin pek çok örneğini görmekteyiz. Kendince “İslam devrimi” yapmaya karar veren bir militan “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir” ayetini (Şuara, 227) bir slogan gibi kullanmakta; kendisinden farklı düşünen bir Müslümana öfkelenen bir başkası, ona karşı “münafık” ayetlerini yöneltebilmektedir. İslam adına terör uygulayan silahlı grupların da Kur’an’daki savaş ayetlerini gelişigüzel kullanıp suistimal ettiklerini görmekteyiz.
Dolayısıyla “sadece Kur’an” yaklaşımını, bizzat Kur’an’ın doğru anlaşılmasına engel olabileceğinden endişe ettiğim için, problemli buluyorum.
Bu yaklaşımın problemli oluşu ise, hadislerin problemsiz olduğu anlamına gelmemektedir elbette. Başta bunu belirttim.
Tüm bunlardan vardığım sonuç ise, ortada çok kolay ve basit bir reçete olmadığıdır. Aslında sorun, bizim 14 asır önce vahyolunmuş ve uygulanmış olan İlahi kitabı, 14 asır sonra yeniden anlamaya çalışmamızdadır. Bu, tabiatı gereği, zor bir iştir; hassas ve temkinli davranmayı gerektirir. Bu iş için hem ciddi bir bilgi birikimi hem de samimiyet ve tevazu gerekmektedir.
Son belirttiğim husus, bizi ilk başta belirttiğim konuya döndürür: İslam anlayışımızın mutlak doğru olduğundan emin olamayız. Bu yüzden kendimize her zaman bir hata payı bırakmamız, farklı düşünen Müslümanlara da hoşgörüyle bakmamız gerekmektedir. Hiç unutmamız gereken ilke, İslami gelenekte gayet doğru bir biçimde ifade edilmiştir aslında: En doğrusunu Allah bilir.

Mustafa Akyol , mustafaakyol.org



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Mustafa İSLAMOĞLU

Ben beni bildim bileli dini ilimlerle meşgulüm Ben beni bildim bileli okuduğum metinlerde �müttefekun 'aleyh� (üzerinde söz birliği edilen) ibaresi kadar, hatta ondan da çok �muhtelefun fîh� (hakkında ihtilaf edilen) ibaresiyle karşılaşırım

�Cumhur�un görüşü kadar, kaynaklarımız �şaz� görüşleri de naklederler Bu konuda ne kadar da özgüven içindedirler, bir bilseniz

Sahi şazzın şazzı görüşleri bile onca emek zahmet verip bize kadar niye getirirler? Kendilerinin hiç katılmadıkları, hatta hiç hazzetmedikleri bu görüşleri niye taşırlar? Madem katılmıyorsun, at toprağı üzerine be mübarek! Niye yüzyıllardır sırtındaki ilim heybesine koyar da taşırsın? Yoo! İlla da taşıyacak Laf aramızda: iyi ki taşırlar�

Bazen �kâle-kîle�yi (dedi-denildi) küçük görürüz değil mi? Yok vallahi O da bir nimet Hele ki demiş-denilmiş Hele ki bir konuda alimlerimiz kafa patlatıp, emek verip ter döküp farklı görüşlere varmış Bu bazen delilin farklılığından, bazen aynı delilin farklı açılardan okunuşundan, bazen dildeki bir ihtilaftan, bazen anlayış, mekan, uygulama farklılıklarından kaynaklansa da, güzel�

Bunu hep, vahyin inşa ettiği akla verdiği kredi olarak görürüm Hem de ne kredi!

Hükmümüzü hemen verelim: İslam ilim geleneğine mensup biri asla �tekçi� olamaz, �totaliter� bir söylem tutturamaz Böyle bir söylem bu gelenekten kopuştur Totaliter bir söylemi bizzat bu geleneğin kurucu öznesi olan vahiy reddeder

Alın şu ayeti söylem açısından tahlil edin:

�Ve eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes top yekun iman ederdi, (fakat bunu dilemedi) Şimdi kalkıp da, sen mi onları iman edinceye kadar zorlayacaksın?� (10:99)

Böyle onlarca ayet var Kur'an'ın muhatabını inşa ederken kullandığı üslup da en az bu kadar �totalitarizme� karşıt bir üslup Bu sadece �iman� dışındaki tercihlere izin verme düzeyinde kalmaz Hakkın tezahürü konusunda da aynı çoğulculuk görünür Mesela �Davamız uğrunda var gücüyle çalışanları kendi yollarımıza yönelteceğiz� (30:69) der

Vahiy varlık tasavvurumuzu inşa ederken alttan alta her bir ayetinde �varlığın çift kutupluluğu� yasasına açık ya da örtülü atıflar yapar

Şöyle diyebilirim: akidede tevhid ne kadar temel bir hakikatse, mahlukatta kesret de öyledir Her ne ki Yaratan'dır, o �tek�tir; her ne ki yaratılandır, o �çok�tur

Adeta Halik'ın tekliğini anlamanın olmazsa olmazı, mahlukun çokluğunu anlamaktır Elinizin altında Kur'an varsa Fatır (�varlık ağacını yetiştirmek için varlık tohumunu çatlatan� demektir) suresini açıp bir okuyun Sure iman gibi küfrün de hep var olacağını söyler Bu gece ve gündüzün, kara ve denizin, yer ve göğün varlığı kadar doğal ve gereklidir

Varlıktaki bu zıtlığı (�Zıtların ihtişamını� mı deseydim?) kavramakta zorlanan akla vahiy harika bir misal verir: Allah gökten suyu indirmiş, kaynağı tek olan bu suyla renkleri, kokuları, tatları, şekilleri çok farklı bitkiler yaratmıştır (35:27) Arkasından gelen şu ayete ne demeli: �Allah'a kulları içinde yalnızca (bu farklılığın hikmetini) bilenler hakkıyla saygı duyarlar� Kur'an baştan sona bu tür örneklerle dolu

Aklı böyle inşa olmuş bir müminden nasıl �totaliter� bir duruş göstermesi beklenebilir ki! Bakıyorum, totaliter tipler hep vahyin inşa etmediği tipler Vahyin inşa ettiği akıllar ister istermez çoğulcu olmak, ilahi rahmetin suyunda şifalı mantarın da zehirli mantarın da yetişeceğini, ilahi rahmet güneşinin altında kuzuların da kurtların da güneşleneceğini bilirler

Kafamız attı mı basıyoruz kalayı Sahte peygamber İbn Habib'e sahabenin �kafir�, �müşrik�, �mürted� adını değil de �müseylime� adını layık görmesinde bir incelik yok mu? Müslüman değil, �Müslümancık� Bu ne incelik yahu!

�Çoğulcu� bir geleneğin ürünü olan İslam fıkhı �çift değerli� değil �çok değerli� bir sistemdir Onu �çift değerliliğe� indirgemek, Yahudi fıkhına indirgemektir: Farz ve haram�

Değil, İslam fıkhı bundan fazlasıdır Şu değerler skalasına baksanıza: 1) Farz: a) Farz-ı ayn, b) farz-ı kifaye 2) Vacip 3) Sünnet: a) müekked sünnet, b) müekked olmayan sünnet; 4) Müstehab 5) Mubah 6) Müfsit 7) Mekruh: a) tenzihen mekruh, b) tahrimen mekruh 8) Haram: a) haram li-aynihi, b) haram li-ğayrihi

Kaynaklar da öyle Başta ana kaynak Kur'an Gerisi ondan çıkan ve hepsi de onun onayına muhtaç olan sünnet, icma, kıyas, maslahat, istihsan, ıstıslah, mesalih-i mürsele, örf-i ma'ruf, öncekilerin şeriatı, sedd-i zeri'a�

Hoşgörü mü dediniz?

Hoşgörü önce insanın temelinde olacak Totaliter bir temelden hoşgörü tezahür etmez Müslümanlar Tevhid akidesine titredikleri kadar, varlığın kesretine de titremeliler

İstanbul'un fethi sırasında, sivillerin üzerine düşen güllelerin ardından yükselen vaveylayı duyunca, doğum sancısı çeken bir ana gibi �Vah gavurcuklarım! Vah gavurcuklarım!� diye dokuz doğuran alim-arif kimdi?


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats