HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: DİNİ ÇOĞULCULUK ÜZERİNE BİR MÜLAHAZA Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

DİNİ ÇOĞULCULUK ÜZERİNE BİR MÜLAHAZA*

Mahmut AYDIN*

Kandille fitil, başkadır ama ışığı başka ışık değildir.

(Mevlana)

 Giriş

Bu yazıda 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı akademilerinde hem mevcut dinsel çeşitliliğe entelektüel ve pratik bir cevap, hem de farklı dinsel geleneklerin taraftarlarının dinler arası diyalog adı altında bir araya gelmelerini kolaylaştırma için ortaya ileri sürülen ve geliştirilen, her dinsel geleneğin kendi taraftarını kurtuluşa ulaştırma noktasında eşit geçerliliğini öngören dinsel çoğulculuk olgusu üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Ancak bunu yapmaya başlamadan önce şu iki noktanın altını çizmek istiyoruz: (1) Bir akademisyen olarak bu yazıda söylediğimiz her şey sadece bizi bağlar ve bunların tek sorunlusu da biziz. (2) Bu yazıda söylenenler konu hakkında söylenmiş son veya nihai düşünceler olmayıp sadece günümüz Müslümanları için bir problem olarak gördüğümüz bu konunun araştırmacılar tarafından ciddi olarak tartışılması için bir ön düşünce niteliğindedir. Sonuç olarak, bu yazıda ifade edeceğimiz kişisel düşüncelerimizin kendimizi modern dünyayla uzlaştırma yolunda bir adım daha atmamıza yardımcı olacağı ümidiyle mevcut dinsel çoğulculuk olgusuna bir müslümanın nasıl mukabelede bulunabileceği konusunu incelemeye geçiyoruz.   

Bilindiği üzere dinsel ve kültürel çoğulculuğun inkarı mümkün olmayan bir gerçeklik olduğu günümüz dünyasında 1960’lardan itibaren farklı dinsel geleneklerin mensuplarıyla olan ilişkilerimizde adına “diyalog çağı” denilen yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde farklı dinsel gelenek ve inanç taraftarlarının birbirleriyle diyaloğa girmesi sadece gittikçe yaygınlaşmakla kalmamış, aynı zamanda bir zorunluluk ve gereklilik halini dahi almıştır. Çünkü anlık iletişimler ve hızlı ulaşım imkanları farklı dinsel geleneklerin taraftarlarını, birbirleriyle karşılıklı anlayış ve güvene dayalı arkadaşlık ve dostluklar kurmaya zorlamaktadır. İşte bu çerçevede her dinsel geleneğin taraftarları diğer dinsel geleneklerin mensuplarına karşı olan tutum ve davranışlarını sınıflandırma yoluna gitmişlerdir. Özellikle de Hıristiyan dinler teolojisi oluşturmaya çalışan Protestan ve Katolik teologlar dışlayıcılık (exclusivism), kapsayıcılık (inclusivism) ve çoğulculuk (pluralism) adları altında Hıristiyanların, diğer dinsel geleneklerin taraftarlarına karşı olan tutum ve yaklaşımlarını kategorize etmeye çalışmışlardır. Biz de burada çoğulcu bir Müslüman dinler teolojisi oluşturmayı denerken söz konusu bu sınıflandırmayı kullanacağız. Bu bağlamda da öncelikle bu terimlerle ne kastedildiğini kısaca ifade etmek istiyoruz. Daha sonra ise dikkatimizi tamamıyla çoğulculuk üzerine yoğunlaştırarak onun mahiyetinin ve temel ilkelerinin ne olduğunu detaylı olarak ele alacağız. Son olarak ise, dinsel çoğulculukla ilgili ifade ettiğimiz hususların Kur’an bağlamında İslam’a uygulandığında nasıl bir sonuç verdiğini tartışmaya açacağız.

Dışlayıcılık, kapsayıcılık ve çoğulculuğun batılı teologlarca yapılan tanımlarına baktığımızda bunların genelde kurtuluş veya hakikat ya da her ikisinin esas alınarak yapıldığını görürüz. Kurtuluş esas alınarak yapılan tanıma göre dışlayıcılıkta kurtuluş, Hıristiyan bakış açısına göre sadece Kiliseye veya Hıristiyanlığa ya da İsa-Mesih’e iman edenlerle; İslamî bakış açısına göre de sadece Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dine yani kurumsal İslam’a tabi olmayla sınırlandırılmaktadır. Kapsayıcılıkta ise kurtuluş sadece İsa-Mesih’in, tüm insanlığın günahlarına kefareti ile mümkündür. Ancak Hıristiyan olmayanlar da “isimsiz Hıristiyan” (anonymous christian) veya “gizli iman” (implicit faith) sayesinde bu Hıristiyan kurtuluşuna dahil edilmektedirler. Çoğulculuğa göre ise büyük dünya dinlerin her biri, birbirlerinden bağımsız olarak hakiki kurtuluş vasıtalarıdırlar. Yani söz konusu bu dinsel geleneklerin her biri kendi taraftarını kurtuluşa ulaştırma yolunda kendi taraftarlarının gözünde diğerleriyle eşit geçerliliğe sahiptir. Hakikat iddiaları bağlamında ise dışlayıcılık, sadece tek bir inancın yani sadece Hıristiyanlığın, Yahudiliğin veya İslam’ın son ve mükemmel hakikate sahip olduğunu; kapsayıcılık sadece tek bir inancın son ve mükemmel hakikate sahip olduğunu ancak söz konusu tek inancın sahip olduğu hakikatin, daha az derecede diğer dinsel geleneklerde de bulunduğunu ifade ederken çoğulculuk  her inancın birbirinden bağımsız olarak kendi hakikatleri bulunduğunu ve bu hakikatlerin de aslında Nihai Gerçekliğin farklı farklı algılanışları olduğunu öngörür.[1]

Bu kısa girişten sonra şimdi de çoğulculuğun ne anlama geldiğini, temel önermelerinin ne olduğunu ortaya koyarak bir çoğulcu Müslüman dinler teolojisi oluşturup oluşturulamayacağı üzerinde durmaya çalışalım.

 

Çoğulculuk: Müslümanlar İçin Yeni Bir Paradigma

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi çoğulculuk, tek bir mutlak doğru din üzerinde vurgu yapmak veya bu mutlak doğru dini, diğer dinlerin taraftarlarını da içine alacak şekilde kapsayıcı hale getirmek yerine her dinsel geleneğin kendi başına diğerlerinden bağımsız olarak taraftarlarını kurtuluşa götürebileceği varsayımında hareket ederek, dışlayıcılık ve kapsayıcılığın ötesine geçmeyi hedef edinen bir modeldir. Bu görüşün savunucularına göre büyük dünya dinleri, bizim insanî melekelerimizin ötesindeki aynı Nihai Aşkın Varlığa ilişkin farklı cevaplar sunan vasıtalardır. Bu şu demektir: Farklı dünya dinleri, her biri kendi kutsal kitapları, manevi uygulamaları, dinsel tecrübe formları, inanç sistemleri, kurucuları ve taraftarlarının yaşam tarzlarını ifade eden kültürel yapılarıyla beraber karmaşık (komplex) tarihi yapılardır. Cantwell Smith dinlerin bu tarihsel yapılarına “birikimsel gelenek” (cumulative tradition) adını verir.[2] Birikimsel gelenek adı verilen bu dinlerin her biri  Nihai Aşkın Varlığa farklı cevap teşkil ederler. Bu anlayışa göre bütün dinlerin temel hedefi aynıdır. Bu da Hick’in deyimiyle kendi taraftarlarını ben (ego) merkezlilikten kurtararak onları Tanrı veya Hakikat merkezliliğe ulaştırmaktır. İşte bundan dolayı Hick’e göre Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm gibi büyük dünya dinleri, Nihai Aşkın Varlığın farklı yollarını temsil eden oluşumlardır. Çünkü söz konusu bu dinsel geleneklerin hiçbiri mutlak anlamda hakikati ihtiva etmez. Yani onların ihtiva ettikleri hakikat Mutlak Hakikat değil, sadece onun kısmî yansımalarıdır. Arnold Toynbee bu bağlamda bizim diğer dinsel geleneklere ve onların taraftarlarına nasıl yaklaşmamız gerektiğini şu şekilde izah eder: Kendi inançlarımızı ve kanaatlerimizi doğru ve hakiki olarak göreceğiz. Ancak bunu yaparken de diğer inanç ve kanaatlerin de onları takip edenler için doğru ve hakiki olduğunu veya en azından olabileceğini kabule hazır olacağız. Yani kendi dinsel geleneğimizin nasıl Tanrı’dan geldiğini kabul ediyorsak diğer dini geleneklerin de aynı şekilde Tanrı’dan gelmiş olabileceklerini kabul etmeliyiz.[3] Bu anlayışa göre Hakikat mutlaktır. Ancak bu mutlak hakikati tanımlamaya ve kavramaya yönelik her hareket izafidir.

Bu model, farklı dinsel geleneklerin taraftarlarının birbirleriyle ilişkilerinde radikal bir değişmeyi ve bu şekilde de yeni bir paradigmayı ifade eder. Bu paradigma da kendinden öncekilere bağlı olarak onlardan farklı bir bakış açısını temsil eder. Bu çoğulcu paradigmaya göre ne bu ne şu dinsel gelenek, ne bu ne şu din kurucusu kurtuluşun yegane vasıtasıdır. Çünkü kurtuluş, sadece Tanrı’dan gelmekte ancak değişik yollar ve vasıtalarla her dinsel gelenekte bulunmaktadır. Bu özelliğiyle çoğulculuk, onu benimseyenler için  kendi dininin dünyadaki yerini ve diğer dinleri anlama noktasında yeni bir yaklaşımı temsil etmekte ve böylece de yukarıda kısaca ifade ettiğimiz dışlayıcılık ve kapsayıcılıktan ayrılmaktadır.    

             Buraya kadar özetlediğimiz çoğulcu düşüncenin, günümüz dünyasında Müslümanlar için artık nasıl yadsınamaz bir realite olduğu konusunu kendi kendimize şu soruyu sorarak tartışmaya açalım: Çoğulcu bir dinler teolojisi oluşturmak için Müslümanlar geleneksel olarak savuna geldikleri ve kapsayıcı bir görüm arz eden tutumlarının ötesine geçip, çoğulcu bir bakış açısına sahip olabilirler mi? Çünkü hem dışlayıcılık hem de kapsayıcılık şu iki önemli teolojik çıkmaz içindedir. Bir taraftan Tanrı, insanlığa yönelik onların kurtuluşa ermeleri için evrensel bir ilgi ve alakaya sahip olacak, diğer taraftan da kendini sadece tek bir topluluğa tam ve mükemmel olarak vahyederek sadece o topluluğun kurtuluşa ermesini isteyecek. Görüldüğü üzere bu iki anlayış açıkça birbiriyle çelişmektedir. Zira, eğer Tanrı tüm insanlığın kurtuluşu ile ilgileniyor ve bunun için de çeşitli peygamberler ve onların vasıtasıyla da çeşitli mesajlar gönderdiyse, o zaman O’nun kendini sadece belirli bir topluma tam ve nihai olarak vahyederek diğerlerini cahillik ve karanlıklar içine terk etmesi O’ndan beklenemez. Bu nedenle Müslümanlar olarak bugün dünya dinlerine ve onların taraftarlarına yönelik daha açık ve olumlu bir tutum içine girmemiz gerekmektedir. Bu bağlamda bunun nasıl olacağı konusunda Hick’in 1970’lerde geliştirdiği ve teolojide “Kopernik devrimi” adını verdiği teorisi imdadımıza yetişmektedir. Söz konusu bu teori şu temel tezi ileri sürmektedir: Tıpkı eski ve çok uzunca süre devam eden, yeryüzünü dönen kainatın merkezi olarak kabul eden Batlamyus dogmasından güneşin merkez olduğunu ve dünya da dahil diğer tüm gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü kabul eden görüşe geçişi temsil ettiği gibi; çağdaş Hıristiyan teolojisi de Hıristiyanlığı merkezde gören geleneksel görüşten Tanrıyı merkeze koyan ve Hıristiyanlık da dahil olmak üzere diğer tüm dinsel gelenekleri O’na hizmet eden ve O’nun etrafında dolanan unsurlar olarak gören Kopernik devrimine muhtaçtır.[4]

             İslam düşünce tarihine baktığımızda mutasavvıflar hariç hemen hemen tüm İslam alimleri özellikle de dini tamamen sabitleşmiş yasama kurallarından ibaret olarak gören fıkıhçılar, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen kurumsal İslam’ın tam ve en mükemmel vahiy olduğunu, diğer dinsel geleneklerin ise bazı hakikatler ihtiva etseler de kurumsal İslamsız her hangi bir değere sahip olmadıklarını ileri sürmekteydiler. Ancak, Müslümanların diğer dinsel geleneklerin taraftarlarıyla sürekli olarak işbirliği içinde oldukları günümüz dünyasında bu şekil dar bir anlayışı benimsemek ve savunmak çok zor görünmektedir. Bunun için tıpkı geleneksel Hıristiyanların, Hıristiyanlığı veya İsa’yı ya da Kiliseyi merkeze koyup diğer dinsel gelenekleri bunlara yakınlıkları nispetinde değerlendirdikleri gibi biz de Kurumsal İslam’ı merkeze koyup diğer dinsel gelenekleri söz konusu bu İslam’a yakınlıkları veya uzaklıklarına göre değerlendirmek yerine, Allah’ı ve O’nun iradesine ve buyruklarına teslim olmayı merkeze koyup diğer dinsel geleneklerin taraftarlarını Allah’a ve O’nun iradesine teslim olmaları veya olmamalarına göre değerlendirmeye tabi tutmalıyız.

             Bu tarz bir çoğulcu anlayışa göre tüm dinsel ifadelerin veya idraklerin ötesinde tek bir “Nihai Gerçeklik” vardır. Bu ezeli ve ebedi Gerçeklik insan idrakinin ötesindedir. O, tüm dini gelenekler ve toplumlar için ilham kaynağıdır. Bu nedenden dolayı da O, tüm dini geleneklerde farklı ifadelerle/terimlerle izah edilmeye çalışılmıştır. Yani bu “Nihai Gerçeklik”, çeşitli düşünce kalıpları içinde yorumlanır ve böylece de birbirlerinden farklı ve birbirleriyle yarışma içinde olan kavrayış ve idraklerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Buna göre çeşitli dünya dinlerindeki İlahi Varlık idrakleri son aşamada insanoğlunun bir projeksiyonu olarak görülebilirler. Çünkü dinler tarihine baktığımızda farklı dinsel geleneklere mensup insanların kendi dinsel ve kültürel bağlamları içinde birbirlerinden farklı İlahi Varlık kavramları geliştirdiklerini müşahede etmekteyiz. İşte bundan dolayıdır ki çeşitli dinsel geleneklerdeki doktriner farklılıkların, söz konusu bu doktrinlerin altında yatan tarihi, sosyal ve kültürel faktörlerdeki farklılıkları yansıttıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

             Bu yeni çoğulcu anlayış bizi hiçbir hakikatin nihai olarak değişmez olmadığı fikrine götürmektedir. Zira, söz konusu bu anlayışa göre tabiatları gereği farklı dinsel geleneklerdeki hakikat iddiaları diğerlerinin görüşlerine açık olmalıdır. Onlar kendilerini diğer dinî inançlar üzerine üstünlük kurarak değil de kendilerinin diğerleriyle olan uygunluğunu ve uyuşmasını test ederek ispatlamaya çalışmalıdırlar. Buna göre dinsel hakikat statik değildir. Bilakis o, diğer dinsel hakikatlerle etkileşim içinde gelişmeye açıktır. Bu tarz bir hakikat anlayışı her dinin kendi hakikat anlayışının kendi taraftarlarının gözünde eşsiz olduğu anlayışına bizi götürür. Buna göre her dinin sahip olduğu dinsel hakikat sadece söz konusu bu hakikati benimseyen ve onu yaşamaya çalışanlar için bir anlama ve öneme sahiptir. Ancak bunu söylerken söz konusu bu dinsel hakikati benimsemeyenlerin ondan kesinlikle yararlanamayacaklarını veya onlar için herhangi bir anlam ifade etmediğini ima etmek istemiyoruz.[5] Bizim burada kastettiğimiz her dinsel geleneğin hakikatinin kendi taraftarlarının gözünde eşsiz bir anlama sahip olduğu gerçeğidir. Çünkü biz her ne kadar diğer dinsel geleneklerin hakikat anlayışlarına açık olsak ve onlardan yararlanmaya çalışsak da onları kendi dinî hakikatimiz dahilinde değerlendireceğimizden, onlarla ilgili haksız beyanlarda bulunabiliriz. İşte bu noktadan hareketle oluşturmaya çalıştığımız bu yeni çoğulcu Müslüman teolojisine göre tıpkı Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın tüm insanlar için öngörülen tek ve eşsiz bir inanç olmadığı gibi kurumsal İslam’ın da tüm insanlar için mutlak kabul edilmesi gerekli tek mutlak doğru inanç olmadığını kabule hazır olmalıyız. Kısaca, tıpkı Yahudiliğin Yahudilere göre, Hıristiyanlığın da Hıristiyanlara göre tek doğru din olması gibi kurumsal İslam da Müslümanlara göre tek doğru dindir. Bunu ileri sürerken İslam dininin evrensel olmadığını yani sadece Müslümanlar için doğru bir din olup diğerleri için doğru bir din olmadığını ima etmek istemiyoruz. Bizim vurguladığımız her inancın sadece kendi taraftarlarınca en doğru olarak kabul edilebileceğidir. Nitekim, Kur’an’ın ifade ettiği “sizin dininiz size benimki bana”[6] ve “... her topluluk merkezinde O’nun (Allah’ın) bulunduğu, kendisine ait bir istikamete yönelir. Öyleyse, iyi ve güzel işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi kendi katında toplayacaktır; çünkü Allah her şeye kadirdir”[7] ayetleri de kanaatimizce bu fikri destekler görünmektedir.

             Bu noktada şöyle bir itirazla karşılaşabiliriz. Bu tarz bir göreceli hakikat anlayışı kaçınılmaz olarak kişinin kendi dinine bağlılığına zarar vermez mi? Yani bir Müslüman’ın bu tarz bir göreceli hakikat anlayışını benimsemesi kaçınılmaz olarak onun Müslümanlığına bir halel getirmez mi? Kanaatimizce bu tarz bir itiraz pek mantıklı görünmemektedir. Zira, kişi hem iyi bir Müslüman olarak kendi İslamî inancına bağlılığını sürdürebilir hem de aynı zamanda diğer dinsel geleneklere açık olabilir. Bu noktada Paul Knitter’in kullandığı evlilik analojisinin konuyu daha iyi anlamamıza ve bu tarz itirazları bertaraf etmemize yardımcı olacağı kanaatindeyiz. Söz konusu analojide Knitter, kişinin kendi eşine bağlılığını ifade ederken onun hakkında evrensel iddialarda bulunmadığını ileri sürer. O şöyle der: “Bir kimse bu dünyada eşit derecede iyi, akıllı, ve güzel kişilerin olduğunu bilmesine rağmen kendi eşinin eşsiz ve biricik olduğunu söyleyerek ona tam ve güçlü bir şekilde bağlanabilir. Hatta bunu yaparken de söz konusu bu kişilerle arkadaşlık ve dostluk kurmaktan da hoşlanır. Herhangi bir bağlılıkta davranış veya uygulamadaki aşırılık iddiaları ne dürüstçe ne de sağlıklıdır”.[8] İlaveten Knitter, kişinin eşine olan bağlılığı ne kadar derinse o evliliğin o kadar sağlam olacağını ve kişinin diğerlerinin hakikat ve güzelliklerini o kadar fazla takdir edeceğini ileri sürmektedir. Benzer şekilde bizde bir Müslüman’ın kendi dinine ne kadar bağlı olursa diğer inançlara da o kadar açık olabileceğini düşünmekteyiz. Örneğin, dinlerin teoriğine değil de pratiğine önem veren İslam mutasavvıflarının ve çeşitli dinsel geleneklere mensup mistiklerin dini “öteki” ile ilgili tutum ve davranışlarına baktığımızda onların buraya kadar anlattıklarımızla uyuşan bir yapı arz ettikleri görülür.[9]    

Buraya kadar özetlediğimiz bu yeni çoğulcu anlayış Müslümanları, bir taraftan diğer dinsel geleneklerde bulunan iyi ve güzel hususları takdir edip onların geçerliliklerini tanımaya çağırırken diğer taraftan da İslam’ın eşsizliğini ve biricikliğini tasdik etmeye onları muktedir kılmaktadır. İşte bunun içindir ki kapsayıcı bir İslamî anlayış söz konusu bu tutumu sağlayamadığından dolayı terk edilmelidir. Bu bağlamda mensubu olduğumuz kurumsal İslam da tek mutlak doğru din değil de Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlığa gönderdiği hakiki ve doğru inançlardan biri olarak görülmelidir. Şayet bu şekilde Müslümanlar kendilerini nihai ve evrensel hakikate sahip oldukları şeklindeki mutlaklılık iddialarından kurtarabilirlerse, o zaman Müslümanların diğer dini geleneklerin mensuplarıyla diyaloğunda yeni ve radikal bir sayfa açılmış olur ki biz de böyle bir sayfanın açılmasının son derece gerekli olduğu kanaatindeyiz. Şimdi bu genel girişten sonra Kur’an bağlamında söz konusu bu çoğulcu ilkelerin İslam’a uygulandığında nasıl bir sonuç verebileceğini tartışmaya geçiyoruz.

 

İslam ve Dinsel Çoğulculuk

Bilindiği üzere son peygamber Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen ve zaman içinde kurumsallaşan İslam, sahip olduğu kutsal kitabın kendisini “en doğruya ileten ilâhi bir rehber” olarak nitelemesinden hareketle tüm insanlık için kıyamet gününe kadar kendini son ve en mükemmel dinsel sistem ve kutsal yasa olarak görmektedir. Bu bağlamda o, kendi dünya görüşü içerisine kendinden önce gelen dinsel gelenekleri de yerleştirmektedir. Buna göre, Hz. Muhammed’den sonra başka bir peygamber, İslam’dan sonra da evrensel olarak bağlayıcı yeni bir İlahi Yasa olmayacaktır. İşte bu anlayış, sadece İslam sonrası dinlerin değil aynı zamanda İslam öncesi dinsel geleneklerin yukarıda ifade ettiğimiz dini çoğulculuk çerçevesinde Müslümanlar için onları hem söz konusu bu dinsel geleneklerle ilgili hem de onlara karşı geleneksel olarak sahip olduğu tutum ve tavırla alakalı olarak yeni mütalaalarda bulunmaya sevk eden bir meydan okuma olduğu düşüncesine bizi sevk etmektedir. Söz konusu bu mütalaalara girmeden önce Kur’an’ın Hz. Peygambere vahyedildiği dönemin yapısı ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyoruz.

Dinler Tarihine baktığımızda Kur’an’ın, evrensellik prensibinin, insan medeniyeti ve dinsel kültüründe dinî düşünce ve ibadet için bağlayıcı hal aldığı bir dönemde Hz. Peygambere, Allah tarafından vahyedildiğini görürüz. İşte bu nedenden dolayıdır ki evrensel dünya görüşüyle İslam, bazı batılı araştırıcılar tarafından “axial çağ”[10] olarak adlandırılan çok önemli bir dönemin sonunda tarih sahnesine çıkmıştır. İslam’ın tarih sahnesine çıkışı ile zirve noktasına ulaşan bu evrensellik prensibinin ne zaman başladığı konusu hala bir tartışma konusu olarak kalmaya devam etmektedir. Acaba bu fikir Zerdüşt’ün tek-tanrı inancını öğretmeye başladığı MÖ 6. yüzyılda mı başlamıştır? Veya Upanişhad geleneğinin eski Vedalar geleneğine meydan okuduğu, felsefî ve manevî olarak engin bir monistik düşünceyi vaaz ettiğinde mi başlamıştır? Yoksa, Buda’nın Hindu panteonunu reddedip onun yerine dünyada artan acı ve ıstırap problemine insanî bir yaklaşımın gerekliliği üzerinde durmasıyla mı başlamıştır? Evrensellik prensibi bunlardan hangisiyle başlarsa başlasın MÖ. 356-323 yılları arasında hüküm süren Büyük İskender ile bu prensibin zirve noktasına ulaştığı açıktır. Lübnanlı alim Mahmud M. Ayoub (Eyüp)’e göre Büyük İskender’in, Helenistik kültürü, Hindistan’dan Avrupa’nın ortasına kadar bilinen tüm dünya medeniyetleri için bir çatı olarak empoze etmesi Hz. İsa ve Hz. Muhammed ile neticelendirilen (en yüksek noktaya ulaştırılan) bir büyük medeniyetler sentezidir.[11] Çünkü Büyük İskender’le beraber biz en azından batı Avrupa’yı, orta-Doğuyu ve kuzey Afrika’yı içine alan orta-Doğu havzasında dinî ve felsefî yönden zengin helenistik medeniyetin diğer medeniyetler üzerine bilinçli bir şekilde empoze edilmesi girişimine tanık olmaktayız. Bu helenistik yapı içinde mitraistik sır kültleri, iyi ile kötünün ve ışık ile karanlığın ezeli mücadelesini ifade eden eski-İran dualizmi ve Sabiilik ve Maniheizm gibi gnostik dinsel gelenekler, ilk dönem Hıristiyanlık için çok güçlü bir rakip olmuşlardır.

Başlangıcından itibaren Hıristiyanlık, Yunan hikmet geleneğine ve Mısır dindarlığına meydan okumuş ve sonunda her ikisinin de yerini almıştır. Ancak, bunu yaparken Hıristiyanlık, Yunan felsefesini tamamen bertaraf etmek yerine onu kendi teolojisi içinde sindirmiştir. Helenize olmuş Mısır ve diğer mitraistik sır kültleri ise Hıristiyan hagiografisinde[12] ve popüler dinî metinlerinde hayatiyetlerini devam ettirmişlerdir. Böylece, hem Mısır hem de doğu özellikle de İran kültürü İsa’nın doğum rivayetlerinde temsil edilmişlerdir. Örneğin, ilahi çocuğu yani yeni kralı arayarak gelen doğunun hikmetli adamlarının Mecusi rahipleri olduklarına inanılmaktadır. Bu rivayet bir hayvan yemliğinde doğan mütevazı çocuğun kral-Mesih olduğunu ima eder görünmektedir. Din, daima güç ve alçak gönüllükle irtibatlıdır. Mesih’in şahsında hayvan yemliğinde doğan mütevazı kral, iki savaşçı Mısır tanrıları olan Horus ile Seth arasında sonunda varılan uzlaşma ile bağlantılı olarak birbiri peşi sıra öküz ve maymun ile temsil edilir. İşte bu helenist sentez sayesinde Hıristiyanlık, eski Yahudi peygamberlerinin evrensel vizyonunu tüm insanlar için bir kurtuluş mesajı haline getirmiştir. MS. 3 yüzyılda tüm dinlerin birliği yönünde yeni bir vizyon sunan Mani, kurduğu yeni dinsel hareketle bu vizyonu hayatiyete geçirmede İran kökenli dualist bir inanç olması hasebiyle her şeye gücü yeten, mutlak hüküm sahibi bir yaratıcı Tanrı altında yaratılışın birliğini inkar ettiğinden dolayı başarısız olmuştur. Mani’den sonra ise dinlerin birliği yönünde ortaya çıkan yeni hareket Hz. Peygamber vasıtasıyla tesis edilen İslam’dır.[13]

 İslam, kendinden önceki gelen ve bölük pörçük her tarafa dağılmış olan dinsel fikir ve kavramları sade fakat rasyonel olarak anlaşılabilir evrensel bir yapıya kazandırmak için gelmiştir. Bu sentezin kendisinden ortaya çıktığı Kur’an, insan medeniyetinde önemli bir tarihi olay olduğu kadar zamansız bir ilahi vahiy olarak da görülmesi gerekir. Bu özelliğe sahip olan Kur’an, genel itibariyle hem doğrudan Arap yarımadasındaki Arapların hem de tüm insanlığın sosyal ve dinsel durumu hakkında konuşmaktadır. Nitekim, Hz. Peygamberin  misyonundan bahsederken Allah “Biz seni tüm insanlar için bir merhamet kaynağı olarak gönderdik” buyurduktan sonra Hz. Muhamed’e şöyle söylemesini emretmektedir: “De; Ey insanlar, ben sizin hepinize gönderilmiş Allah’ın bir elçisiyim...”[14] Bu ifadelerden Kur’an’ın tüm insanlığa hitap etmek için geldiği sonucuna rahatlıkla varılabilir. Bununla birlikte Kur’an söz konusu bu hitabını bir boşlukta değil de tarihi bir bağlam içinde yapmıştır. Zira onun öncelikli amacı Peygamber dönemindeki Arapların ahlakî ve dinî durumlarını düzeltmekti. Bu nedenle, Kur’an’ın kendi hususi/özel bağlamımız içinde bize yeniden konuştuğunu işitmemize rağmen, onun evrensel ve zamansız yönünün arkasındaki tarihi bağlamın kesinlikle gözden kaçırılmaması gerekmektedir.[15]

Bu bağlamda gözümüzü Müslüman dünyasına çevirdiğimizde birkaç hatırı sayılır Müslüman araştırmacının dışında dinsel çoğulculuğun yadsınamaz bir gerçeklik olduğu çağdaş dünyamızda farklı dinsel geleneklerin mensuplarının beraberce barış içerisinde yaşamaları için dinsel çoğulculuğun gerekleriyle geleneksel Müslüman inanlarını uzlaştırmaya çalışan düşünürlerin olmadığını görmekteyiz. Dinler arası diyaloğun ve dinsel çoğulculuğun olgusal bir gerçeklik olduğu günümüz dünyasında Müslümanlar da, tıpkı geleneksel Hıristiyan inancında olduğu gibi kendi inançlarını merkeze yerleştirip diğer insanların sahip oldukları inançların bu merkez etrafında döndüğünü ileri sürmektedirler. Yani tıpkı geleneksel Hıristiyan inancının Hıristiyanlığı, İsa’yı veya Kiliseyi merkeze koyup diğer dinsel gelenekleri ve onların dini figürlerini bu merkeze bağlılıkları veya yakınlıkları oranına göre değerlendirmeleri gibi biz de kurumsal İslam’ı yani Hz. Peygamberin tebliğ ettiği öğretiyi, dahası ulemanın şekillendirdiği şeriat İslam’ını merkeze koyup diğer insanları bu öğretiye bağlılıkları veya yakınlıkları nispetinde değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu geleneksel Müslüman inancı hem yukarıda ana hatlarını verdiğimiz dinsel çoğulculuğun gerekleriyle hem de dinler arası diyaloğun gerekleriyle çatışmaktadır. Çünkü, yukarıda gördüğümüz gibi ne çoğulculuk ne de dinler arası diyalog, tek bir dini mutlak doğru kabul ederek diğerlerini ondan daha aşağı seviyede görmeyi kendilerine başlangıç noktası olarak alırlar. Ayrıca kanaatimize göre bu tarz bir dışlayıcı anlayış Kur’an’ın temel öğretisine de ters düşmektedir. Zira, Bakara suresi ayet 111, 112 ve 113’de Kur’an, Allah tarafından kabul dilebilir olmanın ve dolayısıyla da cennete girmenin iddia ile değil, gerçek bir iman ve salih amelle olacağı üzerinde vurgu yaparak kendi dinlerinin biricikliği ve üstünlüğü hakkında iddialarda bulunan Yahudi ve Hıristiyanlar kınanırken, aynı şekilde Müslümanları da kendi dinleri hakkında benzer iddialarda bulunmamaları konusunda uyarmaktadır. Nitekim Kur’an,  cennete girme iddiasının salt bir kuruntu olduğu gerçeğinin sadece Ehl-i Kitap için değil, aynı zamanda Müslümanlar için de geçerli olduğunu ifade etmek maksadıyla Nisâ suresi 123. ayette de, “Ne sizin kuruntularınız ve ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntuları [gerçektir]” buyurmakta ve böylece, seçilmiş kavim, seçkin ümmet olma ya da Allah tarafından kabul edilebilir olmayı sadece kendi dininin müntesiplerine tahsis etme şeklindeki hamiyet-i dîniye eğilimlerinin, Allah nezdinde hiçbir değer taşımadığını beyan etmiş olmaktadır.[16]

 Ancak ne yazık ki günümüzde Müslümanların çoğunluğu Allah tarafından kabul edilebilir olmayı sadece Hz.Muhammed’in mesajını yani kurumsal İslam’ı izleyenlerle sınırlayarak tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları gibi kendilerinin dışındakilere karşı dışlayıcı bir tutum takınmaktadırlar. Bunu yaparken de Hz. Muhammed’in misyonunun ne yeni bir din kurmak ne de Yahudi ve Hıristiyanlık gibi diğer dinsel geleneklere hakkıyla tabi olanları kendi izleyicisi yapmak olmayıp bilakis Hz. İbrahim’in dinine uymak, onu tamamlamak ve kendinden önce gelen peygamberleri tasdik etmek olduğu gerçeğini unutmaktadırlar.

 

De ki: “Ben [Allah’ın] elçilerin[in] ilki değilim.[17]; ... [size] atanız İbrahim’in inancını izlemeyi öneren de O.; Bütün benliğini Allah’a teslim eden, daima iyilik yapan ve her türlü batıldan yüz çeviren İbrahim’in inanç sistemine-Allah’ın onu sevgisiyle yücelttiğini görerek- uyan kişiden daha iyi iman sahibi kim vardır.[18]

 

Diğer bir ayette de Kur’an, Hz.İbrahim’in inancının özelliğini açıklayarak Hz. Muhammed’i bu inanca uymaya çağırmaktadır.

 

Gerçek şu ki, İbrahim insana yakışan tüm erdemleri kendinde toplamasını bilen, yalan ve sahtekarlık taşıyan her şeyden yüz çevirerek Allah’ın iradesine yürekten bağlanıp boyun eğen biriydi; Allah’tan başkalarına tanrılık yakıştıran kimselerden değildi. [Çünkü] o, kendisini seçip doğru yola yönelmesini sağlayan [Allah’a], nimetlerinden ötürü her zaman şükranla doluydu. Biz de bunun için ona bu dünyada iyilik bahşettik; şüphesiz ahirette de o kendini dürüst ve erdemli kimseler arasında bulacaktır. Ve sonuç olarak sana, “Yalan ve sahtelik taşıyan her şeyden sakınan ve hiçbir şekilde Allah’tan başkalarına tanrılık yakıştırmayan İbrahim’in dinine uy!” diye vahyettik.[19]

 

Görüldüğü üzere, Allah, tıpkı daha önce Yahudi ve Hıristiyanları çağırdığı gibi, Hz. Muhammed’i ve onun taraftarlarını, saf ve berrak monoteizm olan Hz. İbrahim’in dinini, iyi ve doğru imanda bir model olarak kabul etmeye çağırmaktadır. Ayrıca, Kur’an Yahudi ve Hıristiyanların Hz. İbrahim hakkında yaptıkları dışlayıcı iddiaları reddetmek suretiyle[20] Hz. İbrahim’in tek bir din için değil de gerçek inanan için temel bir model olarak kabul edilmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Zira, Kur’an, Hz. İbrahim’i tek bir topluluğun malı olarak değil de tüm insanlık için hakiki imanda bir model olarak sunmaktadır. Kısaca, Kur’an, hangi dinsel geleneğe mensup olursa olsun tüm insanları, esası her çeşit puta tapıcılığı yani şirki reddetmek ve kişinin tüm benliğiyle alemlerin Rabbi’nin iradesine teslim ve itaat olan Hz. İbrahim’in dinine uymaya çağırmaktadır. Bu noktada karşımıza şu soru çıkmaktadır. Peki o halde İbrahim’in dini nedir? Dinler Tarihine ve bu çerçevede de Eski-Ahite baktığımızda Hz. İbrahim’in Yahudilerin atası olarak kabul edilmesine rağmen onun Hz. Musa’dan önce yaşadığı için Musa’ya nispet edilen Tevrat’la ve dolayısıyla da günümüz kurumsal Yahudi dini geleneği ile hiçbir alakasının olmadığı gayet açıktır. İslam’a baktığımızda ise, Kur’an’ın Hz. İbrahim’in dininden bahsetmesine rağmen yukarıda naklettiğimiz ayetlerde ifade edilen İbrahim’in gerçek bir muvahhid olması hariç onun dinin ne olduğu konusunda detaylı bir bilgiye rastlamamaktayız. Bu nedenle Hz. İbrahim’in dininin ne olduğu sorusuna cevap vermek için kanaatimizce Eski-Ahit ve Kur’an beraber mütalaa edilmeli ve her ikisinin de ortak olduğu noktalar onun dini olarak görülmelidir. Buna göre Hz. İbrahim’in dininin temelde biri inançsal (Allah’ın varlığı ve birliğine iman ve O’na tam teslimiyet); diğeri ahlakî (salih amel işlemek ve adaletli olmak); ve öbürü de ritüel (sünnet olma) olmak üzere üç temel unsurdan oluştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.[21]         

Hal böyle olunca yani Hz. Muhammed yeni bir dinin kurucusu olmayıp tıpkı kendinden önceki peygamberler gibi Hz. İbrahim’in dininin bir uygulayıcısı ve tamamlayıcısı olunca ve Kur’an’da gerçek bir imanla Allah’a teslim olmaya ve iyi ve güzel işler yapmak yerine kuru iddialara dayanan her çeşit üstünlüğü reddedince haklı olarak şu sorular zihnimizi kurcalamaya başlamaktadır. Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği öğretinin kurumsal adı olan İslam’ın bütün insanlık için öngörülen tek ve mutlak din olduğu şeklindeki geleneksel iddia günümüz çoğulcu dünyasında devam ettirilebilir mi? Şayet Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği bu kurumsal İslam, Tanrı’ya ve buna bağlı olarak da kurtuluşa götüren tek ve mutlak yol ise, Müslümanlar benzer iddialarda bulunan diğer dinlere ve bunların mensuplarına karşı nasıl bir tutum takınmaları gerekir? İşte bu ve benzeri soruların kaçınılmaz olduğu günümüz dünyasında dinsel çoğulculuk olgusu, Müslümanların zihnini meşgul etmekte ve onları bu yeni paradigmaya karşı teolojik bir karşılık vermeye çağırmaktadır.

Şu üç nedenden dolayı biz bu geleneksel inancın yeniden mütalaa edilerek çoğulcu bir Müslüman teolojisi geliştirilmeye çalışılması kanaatindeyiz. (1) Diğer dinsel geleneklerin taraftarlarını tanımak ve onlarla ilgili daha doğru bilgilere sahip olmak Müslümanların İslam’ın dışındaki inançları basitçe reddetmelerini güçleştirmiştir. Yani, anlık iletişimler ve hızlı ulaşım imkanlarının farklı dinsel geleneklerin taraftarlarını, birbirleriyle karşılıklı anlayış ve güvene dayalı arkadaşlık ve dostluklar kurmaya zorladıkları günümüz dünyasında Müslümanların diğer inançların da doğru olabileceğini hiç düşünmeden onları sapkın dinler olarak nitelendirip reddetmeleri artık güçleşmiştir. Hatta diğer dinsel geleneklerin taraftarlarıyla kurulan yakın temaslar bizi yukarıda zikrettiğimiz geleneksel Müslüman inancını yeniden gözden geçirmeye ve buna bağlı olarak kendi inancımız yanında başka kurtuluş vasıtalarının da olup olmadığını kendimize sormaya bizi sevk etmiştir. (2) Diğer dinsel geleneklerin taraftarlarıyla diyaloğa girmek sadece bir görüş alış-verişi olmayıp aynı zamanda bir öğrenme süreci olarak algılanmalıdır. Zira diyalog, temel amacı her katılanı diğerinden öğrenmeye ve buna bağlı olarak değişip gelişmeye sevk etmek olan iki veya daha fazla kişinin arasında cereyan eden karşılıklı konuşma olarak tarif edilmektedir.[22] Diyalogun bu tanımı açık olarak şunu ifade etmektedir. Diyalog, muhatabımızla yaptığımız karşılıklı fikir alış-verişi sürecinde kendi konumumuzu yeniden düşünmeye istekli olduğumuz bir karşılaşma olarak mütalaa edilmelidir. Bunun anlamı şudur: Diğer dinsel geleneklerin mensuplarıyla diyaloğa girmeye razı olmak demek bu sürece girerken sahip olduğumuz görüşlerin değişebileceği veya kısmen tadil edilebileceğine de razı olmak demektir. Yani diyalog sürecinde muhatabımızdan öğrendiklerimiz bizim kendimizi nasıl anladığımızı ve kendi geleneksel inançlarımızı nasıl yeniden yorumladığımızı etkileyebilir.[23] (3) Küreselleşme ve onun beraberinde getirdiği yeni gelişmeler İslamî veya tabir yerinde ise Müslüman teolojisinin diğer dinsel geleneklerden izole edilmiş bir şekilde değil aksine onlarla ve onların öngördüğü teolojik vizyonlarla ilişki içerisinde yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Çünkü özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşadığımız gelişmeler sadece dünya dinleri bağlamında kendini ifade eden ve düşünen bir İslam anlayışı 21. yüzyılda bir anlam ifade edecek gibi görünmektedir. İşte bu üç temel nedenden dolayı bize öyle geliyor ki günümüzde artık Müslümanların bütün insanların Müslüman olduğu kurumsal anlamda islamileşmiş bir dünya tasavvur etmeleri pek mümkün görünmemektedir. Bunun yerine Müslümanlar gerçekçi olarak dünyayı, dinsel çoğulculuğun egemen olduğu bir yer olarak kabul edip onun gereklerini yerine getirmeye çalışmalıdırlar.                      

             Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi geleneksel Müslüman inancına göre Hz. Muhammed vasıtasıyla insanlığa bildirilen öğreti insanları Allah’a götüren tek mutlak yoldur. Yani, eğer insanlar Allah tarafından kabul edilmek ve dolayısıyla da cennete girmek istiyorlarsa mutlak olarak Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği öğretiyi yani kurumsal İslam’ın öngördüğü öğretiyi takıp etmeleri gerekir. Aksi takdirde onların kurtuluşa ermeleri mümkün değildir. Bu görüşün savunucuları devamlı surette Al-i İmran suresinin 19, 85 ve Mâide suresi 3. ayetlerinde geçen islam terimini Hz.Muhammed vasıtasıyla tebliğ edilen kurumsal İslam olarak anlayarak kendi dışlayıcı görüşleri için destek  olarak kullanmaktadırlar. Ancak bu ayetlerin Kur’an’ın genel öğretisi ve dinler arası diyaloğun ışığı altında yeniden okunması yukarıdaki dışlayıcı geleneksel anlayışı destekler görünmemektedir. Zira, Kur’an’ın genel öğretisi bağlamında bu ayetler dikkatlice incelendiğinde, onlarda geçen islam terimlerinin bir dinin adından ziyade Allah tarafından ilk olarak Hz. İbrahim vasıtasıyla bütün insanlığa gönderilen ve daha sonra da Hz. Musa, İsa, Muhammed gibi sonraki peygamberler tarafından onaylanan (premortial) bir inancı ifade ettikleri kolayca görülebilir. Bu anlamda islam kendilerini Allah’ın iradesine teslim eden herkesi içine alır ve Allah’ın huzurunda bütün yaratılışın davranışını ifade eder. Nitekim Kur’an Mesajı adlı meal-tefsirin müellifi Muhammed Esed de Kur’an’ın tümündeki islam ve müslüman terimlerinin kişinin tüm benliğini Allah’a teslim etmesi anlamında kullanıldığı belirttikten sonra bu terimlerin Hz.Muhammed’in tebliğ ettiği öğretinin kurumsal adı olarak kullanılmasının Kur’an sonrası bir gelişme olduğu gerçeğinin altını çizmektedir.[24] Söz konusu bu ayetlerde geçen islam tabirinin nasıl bu şekilde kapsayıcı olarak yorumlandığını daha detaylı bir şekilde incelemeden önce Kur’an’ın dini çoğulculukla ilgili temel tutumunu daha yakından görmeye çalışalım.

            

İnsanların Farklılığı ve Peygamberlerin Çeşitliliği

             Kur’an’a göre insanlık tekdir ve tek olarak da kalmaya devam edecektir. Ancak öngörülen bu birlik farklılıklar içinde bir birliktir. Söz konusu bu farklılık da ne insan toplumunun idealden ütopyaya dayanan bir tedrici değişiklikten dolayı ne de ilahi rehberliğin veya insan anlayışının olmamasından dolayıdır. Aksine dinsel farklılık ve çeşitlilikler insan kültürlerinin, dillerinin, ırklarının ve yaşadıkları çevrenin farklılığının bir sonucu olarak ortaya çıkan normal bir insanî durumdur. Bu bağlamda Kur’an şu ifadelere yer vermektedir:

 

Bütün insanlık bir zamanlar bir tek topluluktu; [sonra ihtilafa düşmeye başladılar], bunun üzerine Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi ve onlar aracılığıyla hakikati ortaya seren vahiy(ler) bahşetti ki bununla insanların farklı görüşler edinmeye başladıkları her konuda karar verilebilsin. Buna rağmen, kendilerine hakikatin bütün kanıtları geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı onun anlamı hakkında ihtilafa düşenler bizzat bu vahy[in] tevdi edildiği aynı insanlardı. Ancak Allah, inanları, kendi iradesiyle üzerinde ihtilafa düştükleri hakikate sevk etti; çünkü Allah, [ulaşmak] isteyeni doğru yola ulaştırır.[25]

 

Görüldüğü üzere bu ayette Kur’an, kutsal kitapların çokluğu anlamında “kitaplar” ifadesini değil de tüm ilahi vahiylerin göksel numunesi yani asli kaynağı anlamında “Kitap” terimini kullanmaktadır. Buna göre insanlığın sahip olduğu tüm doğru kutsal kitaplar söz konusu bu asli kaynağın dünyevi örnekleridirler.[26] Yukarıda zikrettiğimiz ayete göre ahlakî ve dinsel farklılıklarla alakalı olarak insan toplumları arasında hüküm verebilsinler diye Allah vahyini peygamberlerine vermiştir. Ancak farklılıklar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan ayrılık Allah’ın emirlerine itaatsizlikten dolayı değil emniyetsizlik ve kibirden kaynaklanan tabii insan zayıflığının bir sonucu olan kıskançlık ve düşmanlıktan dolayıdır. İşte Kur’an, ortaya çıkan bu farklılık ve çeşitliliği farklılık içinde birlik fikriyle uzlaştırmaya çalışmaktadır. Buna göre, birlik  “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesiyle kelime-i şahadette ifade edildiği üzere bizim Allah’ın birliği [tevhit] anlayışımızın temelidir. Yine söz konusu bu birlik tüm yaratılışın ve insanlığın birliğinin de temelidir. Ancak, bu birlik içinde ortaya çıkan farklılık da insanların yaşadıkları coğrafyanın, kullandıkları dilin ve sahip oldukları kültürlerin tabii bir sonucudur. İşte bundan dolayıdır ki Kur’an’ın kınadığı husus söz konusu bu farklılık değil yukarıda zikrettiğimiz ayette bagy tabiri ile ifade edilen insanlar ve toplumlar arasındaki düşmanlık, kıskançlık, çatışma, kavga ve küstahlıktır. İşte Kur’an’ın asla tolerans göstermediği ve göz yummadığı husus budur. Buna göre insanlar ve toplumlar arasındaki farklılık ve çeşitlilik çatışma, kavga ve uyuşmazlığa yol açmadığı sürece güzel ve iyidir. 

Görüldüğü üzere Kur’an, tek Tanrı’ya imanın birliği içinde dinsel ve kültürel farklılığı ve çeşitliliğini kabul ve takdir etmektedir. Ancak Kur’an’ın öngördüğü bu çoğulculuk insanların birbirleri ile iletişim kurmalarının veya birbirlerini anlamalarının mümkün olmadığı şekilde farklı farklı dilleri konuştukları bir olgusal gerçeklik değildir. Aksine, Kur’an’ın öngördüğü çoğulculuğun temel ilkesi insanların birbirleriyle diyalog kurmaya açık olmaları olgusu üzerine dayanan bir amaçlar birliğidir. Buna göre Kur’an’ın öngördüğü birliğin bir iman birliği olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte söz konusu bu birlik, Hz. Adem ile başlayıp Hz. Muhammed ile son bulan ilahi vahyin tarihi devamlılığı içinde varlığını sürdürmektedir. [27]

             Bu bağlam dahilinde Kur’an’a baktığımızda peygamberlerin çokluğu ile alakalı olarak Allah’ın Hz. Peygambere hitaben şöyle dediğini görmekteyiz: “Gerçek şu ki [ey Muhammed] senden önce elçiler göndermiştik; onların kiminden sana bahsettik, kimi hakkında sana bir bilgi vermedik...”[28] Bu ayete göre kendileri hakkında bizlere bilgi verilmeyen sayısız peygamber vardır. Nitekim, İslam geleneğinde peygamberlerin sayısı bazen 124000 bazen de 224000 olarak ifade edilmek suretiyle onları sayısının çokluğuna işaret edilmektedir. Kur’an’a göre sayısı hiçte önemli değildir. Çünkü Kur’an’ın üzerinde durduğu temel husus her ümmet için kendi dillerinde onları uyarmak için mutlaka bir elçinin gönderildiği gerçeğidir.[29] Kur’an’a göre farklı zamanlarda farklı milletlere ve toplumlara farklı farklı peygamberler gelmiştir ve bu peygamberler bir hadiste de ifade edildiği üzere “baba bir kardeştirler. (evlâd-ı allât)[30]. Bütün bu peygamberin mesajı evrensel ve özdeştir. Zira, Kur’an’a göre onlar “Kitabın Anası”[31] ve “Saklı Kitap”[32] olarak ifade edilen tek bir kaynaktan ortaya çıkmışlardır.[33] İşte tüm peygamberlerin mesajının evrensel ve özdeş olduğundan dolayı tüm insanların söz konusu bu ilahi mesajlara inanmaları mutlak zaruridir. Bundan dolayıdır ki Kur’an Hz. Peygamberi ve onun nezdinde de ona tabi olanları Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi önceki peygamberlere inanmaya çağırmaktadır. Aynı şekilde tüm insanlar da Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve ona verilen vahyin Tanrıdan geldiğini kabul etmek zorundadır. Çünkü Allah’ın vahyi ve peygamberlik müessesesi bölünme ve parçalanmayı kabul etmez.[34] Bu bağlam dahilinde insanlık tarihinin büyük öğretmenleri, felsefecileri ve peygamberleri gibi dinsel şahsiyetlerine baktığımızda onların buraya kadar özetlediğimiz engin İslamî öğretinin yapısına nasıl dahil olduklarını keşfederiz. İşte söz konusu bu durum M. Ayoub’unda haklı olarak ifade ettiği gibi Müslümanların şimdiye kadar pek fazla karşılaşmadıkları ancak modern dinsel çoğulculuk sayesinde yeni yeni karşılaşmaya başladıkları bir meydan okumadır.[35]

              

Kur’an’ın Dinsel Çoğulculuğu Tasdiki

Kur’an’a baktığımızda onda dinsel çoğulculuğun açıkça tasdik edilip onaylandığı bir dizi ayetin olduğunu görürüz. Söz konusu bu ayetlerden en önemli olanları şüphesiz ki Hz. Peygamberin Medine döneminin başlangıcını temsil eden Bakara 62 ile sonunu temsil eden Maide 69. ayetleridir. Bilindiği üzere, bu ayetlerin nazil olduğu Medine döneminde Hz. Peygamber dinsel çeşitliliği ve iman birliği konularını Medine’deki Yahudi kabileleri ve Necran’dan gelen Hıristiyan toplumu ile somut olarak yaşamaktaydı. İşte söz konusu bu somut bağlamda önce Bakara 62 nazil oldu. Daha sonra peygamberin vefatından önce ona vahyedilen en son ve en büyük surelerden biri olan Maide suresinin 69. ayetinde bu ayet aynen tekrarlanmıştır. Kanaatimizce bu ayetin Hz. Peygamberin doğrudan somut olarak ilişki içine girdiği Medine döneminin başında ve sonunda nazil olmasının temel sebebi Müslümanlara diğer dinsel geleneklerin mensuplarına karşı dışlayıcı bir tutum sergilememeye çağırmaktır. Zira, söz konusu bu ayetlerde Kur’an üstüne basa basa Müslümanlara kendilerin dışında da kurtuluşa erecek insanların olduğunu hatırlatmakta ve bu gerçeği akıllarından çıkarıp tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların kendilerinden önce yaptığı gibi kurtuluşu yani cenneti sadece kendilerine tahsis etmemeye çağırmaktadır.[36]

 

Kuşkusuz, [bu ilahi kelama] iman edenler ile Yahudi inancının takipçilerinden, Hıristiyanlardan ve Sabiilerden Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanmış, doğru ve yararlı işler yapmış olanların tümü Rablerinden hak ettikleri mükafatları alacaklardır; ve onlar ne korkacak, ne de üzüleceklerdir.[37]

[Bu ilahi kelama] iman edenler ve Yahudi itikadına uyanlar ile Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıp, doğru ve yararlı fiilerde bulunanlar ne korkacak, ne de üzüleceklerdir.[38]        

 

Görüldüğü üzere bu iki ayet M. Esed’in de altını çizdiği gibi İslam’ın temel bir doktrinini ortaya koymaktadır. Esed’e göre bu iki ayette “başka hiçbir itikatta benzeri olmayan bir görüş zenginliği ile, ‘kurtuluş’ fikri”, sadece şu üç şarta bağlanmıştır: Allah’a iman, Hesap Günü’ne iman ve hayatta doğru ve yararlı işler yapmak.[39]

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 Bakara 62 ve Maide 69. ayetlerinde Allah kurtuluş için üç temek kriter bulunduğunu ve bunlarında Allah’a ve Ahiret Gününe iman ve iyi ve güzel işler yapmak olduğunu açıkça ifade edilmesine rağmen Hz. Peygamber devrinden sonra başlayan halifeler devrinden itibaren Müslümanlar yoğun bir şekilde birbirinin aynısı olan bu iki ayette ifade edilen Kur’anî iddiayı manipüle etmek suretiyle reddetmeye çalışmışlar. Hatta Fazlur Rahman’ın önemle altını çizdiği gibi müfessirlerin büyük çoğunluğu Kur’an’ın bu son derece açık anlamını kabul etmekten kaçınmak için adeta ellerinden gelen gayreti sarfetmişlerdir.[40] Bunun içinde yukarıda ifade ettiğimiz gibi devamlı olarak “Allah katında tek din İslam’dır” “kim İslam’dan başka bir din ararsa o ondan kabul edilmeyecektir” ayetlerini delil olarak kullanmışlardır. İşte bu noktada Kur’an’ın dinsel çoğulculuk anlayışı ile Müslüman fıkıhçıların dar kapsamlı dünya görüşleri arasında açık bir çatışmanın olduğunu görmekteyiz. Çünkü yukarıda kısmen işaret ettiğimiz ve aşağıda da daha detaylı olarak göreceğimiz üzere söz konusu bu iki ayetteki  islam terimi ile Kur’an, Müslümanların legal İslamî kimlikleri olan kurumsal İslam’ı yani şeriatı değil de Hz. Adem’den dünyanın sonuna kadar tüm insanlara açık olan Allah’a tam bir teslimiyet yolunu ifade etmektedir.[41] Şimdi yukarıda ki ayetlerde ifade edilen  islam terimleriyle Kur’an’ın ne kastettiğini daha detaylı olarak görmeye çalışalım.       

Bu bağlamda da öncelikle Kur’an’da geçen din ve islam terimlerinin anlamlarını gözden geçirmemiz gerekmektedir. Ancak bunu yaparken söz konusu bu terimler başka yerlerde detaylı bir şekilde tahlil edildiği için biz bunları burada detaylı olarak tekrar ele almak yerine sadece buraya kadar ifade ettiğimiz argümanlarımızı destekleyecek bazı önemli noktalara işaret etmekle yetineceğiz.[42]

 “Din” terimi ve onun Kur’an’daki kullanımı ile ilgili yapılan çalışmalar bu tabirin 7. yüzyıl Arabistan’ında şu anlamlara geldiğini bize göstermektedir.

 

1) sistematik din; 2) ‘yargılama’, ‘karar geçmek’, ‘mahkum etmek’, ‘yargı’ ve ‘karar’ anlamlarında isim-fiil; 3) ‘iyi veya kötü harekette bulunmak’, ‘davranmak’, ‘belli uygulamaları yerine getirmek’, ‘geleneksel örfü takıp etmek’ anlamında isim-fiil; ve nihayetinde de ‘uygunluk’, ‘münasip olma’, ‘itaat’, ‘adetler ve örfler’ ve ‘standart davranış’ anlamında soyut isim.[43]   

 

Kelimenin Kur’an’daki kullanımına gelince; doksan iki ayette geçen “din” kelimesi, zikredildiği yerlerde “yönetme, yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhit, islâm/İslâm, şeriat, hudûd, âdet, ceza, hesap ve millet” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Bunun yanında, “din” kelimesinin Kur’an’da ifade ettiği mâna, on altı yerde geçen “hak din,[44] dosdoğru din,[45] hâlis din”[46] ve on üç yerde geçen “dinde ihlaslı olma/dini Allah’a has kılma”[47] şeklinde vurgulanmaktadır. Öte yandan, bu kelime, gerek Mekke, gerekse Medine döneminde sadece Müslümanların değil, başkalarının inançlarını ifade etmek için de kullanılmıştır. Sözgelimi, Mekke döneminde müşriklere hitaben, “Sizin dininiz size benim dinim bana”[48] ayetiyle, müşriklerin ahlâkî değer sistemleri[49] ve pratik yaşam biçimleri bir “din” olarak tanımlanmıştır.[50] Medine döneminde ise, bütün insan toplulukları muhatap alınarak, “Bütün dinlere üstün kılmak üzere peygamberini doğruluk rehberi olan Kur’an ve hak din ile gönderen O’dur”[51] buyurulmak suretiyle Kur’ânî öğretinin dışındaki bütün yaşam şekilleri ayrı birer din olarak telakki edilmiştir.[52]

Yvonne Y. Haddad’ın göre, din kelimesinin geçtiği ayetlerin yaklaşık yarısı Mekkî, yarısı Medenî’dir. Mekke döneminin ilk zamanlarında inen ayetlerde din terimi “yevm” [gün] kelimesiyle birlikte “yevmü’d-dîn” [din günü] şeklinde geçer. Daha sonra inen Mekkî ve Medenî ayetlerde de tekrar edilen bu tabir, ilk dönem ayetlerinin muhtevasına uygun olarak insanın iman ve ameline göre hesaba çekileceği ahiret gününü ifade eder. Mekke döneminin ikinci yarısında inen ayetlerde ise, din kelimesinin, tevhid ve teslimiyeti ifade ettiği dikkati çeker. Buna göre, insan sadece Allah’a ibadet edecek, O’na ortak koşmayacaktır. Nitekim “muhlisîne lehü’d-dîn” [dinin Allah’a has kılınması] ifadesinde vurgulanan husus, kişinin tüm hayatını Allah’a adaması, bütün samimiyetiyle O’na bağlanıp teslim olmasıdır. Bu süreçte, “es-sırâtü’l-müstakîm” [dosdoğru yol], “dînen kayyimen” [dosdoğru din] ve “millet-i ibrâhîm” [İbrahim’in dini] ibareleri de yan yana zikredilmekte ve birbirini desteklemektedir.[53]

Bu süreçte, daha önce kendisine yüzünü hanîf (muvahhid) olarak dine çevrilmesi emredilen Hz. Peygamber’in,[54] Rabbinin hidayetiyle artık bunu başardığı ve İbrahim’in dinine yöneldiği ifade edilmektedir. Ayrıca Medine döneminin çok dinli yapısı içinde, “Allah katında din şüphesiz islamdır”;[55] “Kim islamdan başka bir dine yönelirse onun dini kabul edilmeyecektir; o ahirette de kaybedenlerdendir”[56] mealindeki ayetlerde, sadece kendilerinin cennete gireceklerini iddia eden Yahudi ve Hıristiyanların durumlarına açıklık getirilmekte ve böylece bir anlamda “din” ile “islam” birbiriyle özdeşleştirilmektedir. Bu yüzdendir ki, bütün peygamberlerin getirdiği dinlerin temelde islam olduğu kabul edilmektedir.[57] “Elçi’nin sizin önünüzde ve sizin de tüm insanlığın önünde gerçeğe tanıklık etmeniz için geçmiş çağlarda da bu ilâhî mesajda da sizi “müslümanlar” olarak isimlendiren odur”[58] ayetinde dile getirilmek istenen de bu olsa gerektir. Nitekim, öteden beri aslî ve tek hakikî dinin, Allah’a tam bir teslimiyeti ifade eden gayr-ı müesses İslam dini olduğu gerçeği, “‘Dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı” mealindeki Şûrâ suresi 13. ayette çok daha yalın bir şekilde ortaya konmuştur.[59]

Şu halde, ayetin yer aldığı bağlamdan da anlaşılacağı üzere, burada geçen din kelimesi, ard arda gelen her sistemde farklı mahiyetler kazanan dinî kanunları ifade eden batılıların religion adını verdiği “din”i ifade etmez. Nitekim bu husus, bazı hadislerde de açıkça dile getirilmiştir. Örneğin bir hadiste, “Allah nezdinde dinin aslı haniflik ve islamdır” buyurulmaktadır.[60] Keza yukarıda da ifade ettiğimiz gibi peygamberlerin baba bir kardeş olduklarını bildiren hadis de,[61] gerçekte bütün hak dinlerin temel prensiplerde müşterek olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlam dahilinde “din” terimi, daha çok, dinin (religion) yalnızca etik ve rûhî boyutunu işaret ederek genel anlamda iman ve itikadı gösterir.[62] Buna göre, Allah’ın Hz. Nuh’tan itibaren insanlık tarihinde tesis etmek istediği “din”; iman, ibadet ve ahlak üçgeninde şekillenen ve bütün zamanlara hitap eden “ed-dîn” olup, bu dinin mahiyeti de Allah ile insan arasında karşılıklı ilişki düzeyinde ifadesini bulmaktadır. Yani Allah’tan insana doğru hakimiyet ve buyruk; insandan Allah’a doğru ise boyun eğme, saygı, taâbbüd ve emirlere itaat. Emirlere itaat etmenin yatay boyutu, insanlar arası ahlâkî ilişkiler olarak yansır. Dolayısıyla bu mahiyet, tabiatı gereği zaman ve mekanı aşar; bundan dolayı, zaman ve mekana bağlı müesses yapılar [vahiy, kitap, peygamber, mabet, ümmet, hukuk vs.] bizzat din değil, orijinal ve aslî dinin tarih içerisindeki farklı tezahürleri ya da kısaca dinî somutlaştırmalardır.[63] Kısaca Kur’an ve hadis verilerinin ışığı altında din kelimesinin ifade ettiği anlamları şu dört başlık altında toplamak mümkündür: 1) Ceza (karşılık), mükâfat, hüküm, hesap. 2) Üstün gelme, hakimiyet, zelil kılma 3) İtaat, teslimiyet, hizmet, ibadet. 4) Adet, yol.

M. Esed ise, genel anlamda “ahlâkî değerler sistemi” (moral law) olarak algıladığı din kavramına, “Dinde zorlama yoktur” mealindeki Bakara suresi 259. ayeti çerçevesinde şöyle bir izah getirir:

Dîn terimi, hem ahlâkî olarak emredici kanunların muhtevasını ve hem de onlara uygun davranmayı ifade eder; ve sonuçta, terimin en geniş anlam çerçevesini yansıtır: Yani, içerdiği akîdevî prensipleri ve bu prensiplerin pratik yansımalarını olduğu kadar, insanın ibadet ettiği objeye karşı yaklaşımını, dolayısıyla “itikad” kavramını da içine alır. Bunun “din”, “inanç”, “dinî müeyyideler” yahut “ahlak sistemi” olarak çevrilmesi, terimin hangi bağlamda kullanıldığına bağlıdır. Yukarıda inanç veya din ile ilgili her konuda zorlamanın [ikrâh] kesin olarak yasaklanmasına dayanan bütün İslam hukukçuları [fukahâ], istisnasız olarak, zorla din değiştirmenin her şart altında geçersiz ve temelsiz olduğu ve inanmayan bir kişiyi İslam’ı kabule zorlamanın büyük bir günah teşkil ettiği görüşünü benimsemişlerdir. Bu, İslâm’ın, inanmayanların önüne “ya İslam ya kılıç” alternatifi koyduğu şeklindeki yaygın safsatayı geçersiz kılan bir hükümdür.[64]

Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere “din” terimi Kur’an’da insanların kendisi vasıtasıyla Allah’ın iradesine teslim olacağı, O’na kulluk ve ibadet edeceği ve bu teslimiyet, kulluk ve ibadetin bir sonucu olarak ortaya çıkan ahlaki sorumlulukları yerine getireceği tesis edilmiş bir sistemdir

Kısaca, Allah’la insan arasındaki karşılıklı bir ilişkiyi belirten din terimi, Allah’tan insana doğru O’nun hakimiyetini ve buyruğunu; insandan Allah’a doğru ise insanoğlunun Allah’ın iradesine teslim olmasını ve O’nun emirlerine uymasını ifade etmektedir. Yatay boyutta, insanın kendini Allah’a teslim edip O’nun emirlerine uyması da zaman ve mekanın ötesinde insanlar arasındaki ahlaki ilişkileri yansıtmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki vahiy, kutsal kitap, peygamberlik, kutsal yerler, dinsel toplum [ümmet] ve dini yasalar [şeriatler] gibi şeyler bizzat din değil, aksine yukarıda ifade ettiğimiz tek dinin somut şekilleridir. Çünkü dinin evrenselliği ve tarih-üstülüğünün aksine bu müesses yapılar zaman ve mekana bağlıdırlar.[65] Kısaca, Kur’an tarafından pozitif bir değer olarak kullanılan din, Allah’tan insanoğluna ve insanoğlundan Allah’a karşılıklı bir ilişkiyi ifade eder. O, Allah’tan insanoğluna doğru gittiğinde olumlu veya olumsuz ahlaki emirleri içerirken, insanoğlundan Allah’a doğru gittiğinde de Allah’a inanmayı, O’nun iradesine teslim olmayı, O’nun emirlerine itaat etmeyi ve O’na karşı minnettar olmayı gerektirir.

Kur’an’da kullanılan “din” teriminin anlamlarını ve nasıl anlaşıldığını bu şekilde ana hatlarıyla gördükten sonra şimdi “islam” teriminin Kur’an’da nasıl ne anlamda kullanıldığına geçelim Bilindiği üzere “teslim olmak” ve “bir şeyi birine teslim etmek anlamına gelen Arapça’da esleme fiilinden türeyen bir mastar-isim olan islam “boyun eğme ve teslimiyet” anlamına gelir. İslam’a giren yani Allah’a teslim veya kendini Allah’a teslim eden anlamındaki müslim- Türkçe’deki kullanımıyla müslüman- kelimesi Kur’an’da, Hz. İbrahim,[66] Hz. Yakub’un oğulları[67] Hz. İsa’nın havârîleri için kullanılmış [68] ve hatta boğulmak üzere iken iman ve teslimiyetini ifade bağlamında Firavun’a da nispet edilmiştir.[69] Reşid Rıza, islam kelimesinin anlam içeriğiyle ilgili olarak “Evet, siz [ey İsrailoğulları,] Yakub’un, son nefesini vermeye yaklaşırken oğullarına: Ben gittikten sonra siz kime kulluk edeceksiniz? diye seslendiğine şahitsiniz. Onlar: Senin tanrına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın tanrısına; o tek Tanrı’ya kulluk edecek ve O’na teslim olacağız, diye cevap verdiler” mealindeki Bakara suresi 133. ayetinin tefsirinde M. Abduh’dan iktibasla özetle şunları söylemektedir:

Bu vasiyetin özü, kulluk konusunda vahdaniyet akidesi, kalbin Allah’a teslimiyeti ve ona has kılınmasıdır. Bu ayetlerde ‘İslam’ kelimesinin tekrar edilmesinden maksat, aslî/gerçek dini ortaya koymaktır. Şöyle ki, her ne kadar kabileleri arasında birtakım farklılıklar bulunsa da Araplar kendilerine özgü bir hak dinlerinin olduğunu iddia ediyorlardı. Keza aynı iddia Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından da dile getiriliyordu. İşte bu ayetler, söz konusu iddiaların birer geleneksel taassubun ifadesi olduğunu beyan etmiş ve Allah’ın dininin monolitik bir gerçeklik olduğunu vurgulamıştır. Bu dinin ruhu tevhid, Allah’a teslimiyet ve peygamberlerin kılavuzluğuna olumlu yanıt vermektir. Peygamberler, çocuklarına ve ümmetlerine işte bu dini vasiyet etmişlerdir. Allah’ın dininin her ümmette ve her peygamberin dilinde değişmezlik arzettiği gerçeği aşikar olduğu içindir ki Allah, “Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı [Şûrâ, 42/13] buyurmuştur. Kur’an tüm peygamberlerin din konusunda müttefik olduklarını ve onun iki aslı üzerinde birleştiklerini beyan etmektedir. Bu asıllardan ilki, tevhid ve her türlü şirkten arınmayı ifade eden aklî temel; diğeri de Allah’a teslimiyet ve her davranışı Allah’a has kılmayı ifade eden kalbî temeldir.[70]

             Buraya kadar ifade ettiğimiz bütün bu izahlardan çıkan temel sonuç şudur: Kur’an’da geçen “islâm” ve “müslim” [müslüman] kelimeleri, Kur’an’ın nüzulünden sonra İslâmî gelenekte şekillenen ve gelişen “kurumsal İslâm” ve büyük harfle “Müslüman” anlamında değil, kişinin mutlak olarak Allah’ın otoritesine boyun eğmesini ve tüm benliğiyle O’nun iradesine teslim olmasını ifade etmektedir. Dahası Kur’an’da, Muhammed Arkoun’un da ifade ettiği gibi, “müslim kavramıyla, Allah’ın isteğine yanıt olarak oğlunu kurban etmeyi kabul eden İbrahim’in bu tavrından örnekle aşka dayalı bir itaate atıfta bulunuyorsa ve yine onun ne Yahudi ve ne de Hıristiyan olduğu söyleniyorsa, burada söz konusu olan İslam’ın, kelamcıların ve fıkıhçıların tanımladıkları İslam olmadığı kesindir.[71]

Görüldüğü üzere islam terimi insanoğlundan Allah’a giden tutum ve davranışı ifade etmektedir. Bu bağlamda yukarıda zikrettiğimiz Ali İmran suresi 19, 85 ve Maide suresi 3. ayetlerinde geçen islam tabiri Allah tarafından ilkin Hz. İbrahim vasıtasıyla tüm insanlığa, daha sonrada Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed tarafından onaylanan iman olarak anlaşılabilir. Böylece, islam teriminin Allah’ın iradesine kendilerini tam manasıyla teslim eden herkesi kuşattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.  Bu anlamda bir dinsel sistem olarak islam sadece belirli bir zümrenin değil ilk insandan dünyanın sonuna kadar tüm insanların dinidir.

             Bu argümanın ışığı altında, Al-i İmrân 19’daki islam tabiri İslam’ın somutlaştırılmış bir şekline işaret olarak anlaşılabilir. Çünkü o, Hz. Muhammed’e muhaliflerine kendi yolunun “sadece tüm varlığını ve benliğini Allah’a teslim etme olduğunu ve onlardan da böyle yapmaları istendiğini” söylemeyi bildirmektedir.[72] Nitekim, aynı surenin 85. ayeti de “Kim Allah’a teslimiyetten başka bir din ararsa, bu kendisinden asla kabul edilmeyecek” buyurarak bu argümanı desteklemektedir. Nitekim Süleyman Ateş de bu ayetle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

 

İslam, kişinin özünü Allah’a teslim etmesi, yalnız O’na kulluk edip O’nun buyruklarına boyun eğmesi demektir ... Bütün peygamberler, İslam’ı [Allah’a teslim olmayı] öğütlemişlerdir. Dinlerin özü budur. Bu anlamıyla dinler İslam’dır. Allah’a teslim olmaya aykırı düşecek bir din, makbul değildir. Allah’a ortak tanımak, O’na çocuk isnad etmek, İslam’a [Allah’a teslim olmaya] aykırıdır...[73]

 

Bu yorumdan da görüleceği üzere bu ayetlerdeki islam tabirleri Müslümanların tüzel kimliklerini yani kurumsal İslam’ı değil de Hz. Adem’den dünyanın sonuna kadar tüm insanlar için açık olan Allah’a tam bir teslimiyet yolunu ifade etmektedir. Bu ve diğer ayetlerde yer alan islam tabirinin kişisel bir eylem mi yoksa Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği kurumsal din mi olduğu konusunda Kanadalı İslamolog Cantwell Smith’de  şu tespitte bulunmaktadır: “Şayet Kur’an’a dikkatlice bakarsak, ilkin islam teriminin diğer ilgili ancak daha dinamik ve kişisel terimlerden nispeten daha az kullanıldığını görürüz. İkinci olarak ise, kullanıldığında da bir dini sistemin adı olarak değil de kesin kişisel bir eylemin adı olarak anlaşılabilir hatta pek çok yerde de böyle anlaşılması gerekir”.[74]

Buraya kadar gördüğümüz üzere, Al-i İmran 19, 85 ve Maide 3. ayetlerindeki islam tabiriyle, Kur’an günümüzde sahip olduğumuz şekliyle kurumsal veya şer’i sistem olan İslam’ı değil kişinin tüm benliğini Allah’a teslim etmesini kastetmektedir. Durum bu ise, aklımıza doğal olarak şöyle bir soru gelebilir. Müslümanlar bu anlama gelen islam terimini nasıl Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen kurumsal din anlamında kullanmaya başlamışlardır. Cantwell Smith, Kur’an sonrası dönemde islam tabirinin Allah’a teslimiyetten kurumsal bir din olarak algılanmaya başlanmasının temel iki nedeni olduğunu ifade etmektedir. Bunlardan “ilki, Müslüman toplumun ortaya çıkmasından önce kronolojik olarak Orta-Doğu’da bir gelişme ve yeni geleneği önceden tesis edilmiş bir form olarak şekillendirmek için tarihi bir baskı olarak onun üzerine dışardan etki eden dış etkendir. İkincisi ise kendisiyle Müslümanların kendilerinin kendi iman/inanç konseptini somutlaştırmak için meyil gösterdikleri dahili süreçtir”.[75] Okuyan ve Öztürk’de “din” teriminin kurumsal İslam’a, İslam’ında şeriata indirgenmesi sürecini şu şekilde izah etmektedirler: Hz. Muhammed döneminden sonra tarihsel süreçte müslüman alimler özelikle de fıkıhçılar

 

... Hz. Muhammed ve Kur’an vasıtasıyla somutlaşan şeriatı ed-din olarak algılayıp bu şeriatın adını İslam dini koymuşlardır. Böylece evrensel nitelikli din Kur’an’daki şeriate, Kur’an’daki şeriat da İslam’a eşitlenmiştir. Bu eşitlemeler sonucunda, ed-din, islam ve şeriat aynı şeyi ifade eder hale gelmiştir. Hal böyle olunca, din ve islam terimleri de, en doğruyu, en mükemmeli temsil eden müesses dini, yani Allah’ın Hz. Nuh’tan ve hatta Hz. Adem’den bu yana tüm insanlara gönderdiği ortak ilahi mesajın adı değil, sadece Hz. Muhammed’in takipçilerini niteleyen dar bir anlamsal içerik kazanmıştır. Sonuçta, Kur’an’ın ‘Allah katında din İslam’dır’, ‘Allah size din olarak İslam’ı seçti’ şeklindeki ifadeleri, kurumsallaşan İslam’a atfedilmiş ve tabiatıyla bu atfın mantıksal uzantısı da anılan kategori dışında kalan tüm insanların peşinen ‘kafir’ sayılmasını zorunlu kılmıştır. Bu toptan dışlamacı yaklaşım nedeniyledir ki diğer dinlere ve onların taraftarlarına ait Kur’an’daki övgü ifadeleri ya te’vil edilmiş veya Hz. Peygamber zamanındaki Ehl-i Kitap’tan müslüman olan birkaç kişiye indirgenmiş yahut bu ayetler mensuh [hükmü kaldırılmış] kategorisine dahil edilmiştir.[76] 

 

Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde geçen islam tabirlerinin buraya kadar gördüğümüz yorumları ve onun nasıl Müslümanların şeri’i kimliklerinin somut adı haline geldiği konusunda Smith’in izahlarına bir de onun iman (faith) ve inanç (belief) arasında yaptığı ayırımı ilave edersek söz konusu ayetlerde geçen islam terimlerinin ne anlama daha iyi anlayabileceğimizi kolaylaştıracağı kanaatindeyiz. Smith’e göre imanın yeri kişilerdir. İman evrensel olarak bütün dindarlar tarafından paylaşılan ve ortak anlayışa zemin hazırlayan bir olgudur. İnanç ise, her bir dini geleneğe özgü olan insanları birbirinden ayıran olgudur. Yani, iman konusunda bütün inananlar ortak iken inanç konusunda birbirlerinden farklılık gösterirler. Çünkü iman evrensel bir unsurken, inanç akidelerden, ritüellerden, kanun ve kurallardan ve diğer bazı özel formüllerden müteşekkil geleneğin ürünüdür. Buna göre bizim diğerleriyle ilgili olarak mütalaa ettiğimiz şey o kişinin imanı değil de onun açık tezahürü olan kısmı yani inancıdır.[77] Bütün bu izahların ışığı altında bize öyle geliyor ki  islam terimin aşağıdaki gibi algılanması yukarıda belirttiğimiz amaca yani çoğulcu bir Müslüman dinler teolojisi geliştirmeye daha uygun düşmektedir.

 

‘Islam’ itaat veya taahhüt, ve bu bağlamda Allah’ın bildirdiği gayeye göre yaşama sorumluluğunu kişinin kendi üzerine almaya gönüllü olmasıdır. (Yine o) teoride değil fakat Allah’ın haşmet ve azameti önünde kişinin değersizliği ve acziyetinin tahammülsüzlüğü içinde O’na teslim olmadır. O, bir kurumun adı değil bir eylemin; bir sosyal sistem değil kişisel bir kararın adı anlamında bir isim-fiildir.[78]        

 

             Bu tanıma göre islam tabiri bir müesses yapının veya bir dinsel sistemin somut bir adı olarak değil de bir iman ifadesi olarak algılanıp göklere, yere ve onlarda olan Allah’ın bütün yaratıklarına uygulanması gereken bir olgu olarak anlaşılmalıdır.[79] Bu tespitten hareketle şunu ileri sürebiliriz. İman tektir ve o da Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet ve itaattir. Bu tek iman, İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer dinler tarafından farklı şekillerde ifade edilmektedir. Bu çeşit anlayış bize öyle geliyor ki sadece dini çoğulculuğun gereklerine değil aynı zamanda Kur’anî dünya görüşüne uygun düşmektedir. Zira, Kur’ani dünya görüşüne göre islam Adem’in Rabbinden kelimeler alarak başlattığı ve Hz. Muhammed’e kadar devam eden vahyin devamlılığın ve bütünlüğünün adıdır. Bu anlamda islam, göklere ve yeryüzüne ve onlarda olan her şeye, tüm insanlığa ve Allah’ın yarattığı her şeye uygulanmaktadır. İşte bu islam teriminin ilk ve evrensel düzlemdeki anlamıdır. Diğer düzlemde ise, islam tek Allah’a imanlarını ifade eden ve yaptıkları ve söyledikleri her şeyde O’na itaati arayan herhangi bir insanoğluna veya insan toplumuna uygulanır. İşte bu anlamda Kur’an Hz.Nuh’dan, Hz. İbrahim’den, Hz. Musa’dan ve Hz. İsa’dan ve onun havarilerinden Müslümanlar olarak bahsetmektedir. Ancak Kur’an’ın bu kabulü söz konusu bu peygamberlerin ve onların taraftarlarının insanlık tarihinin başlangıcından Hz. Peygamberin tebliğ ettiği kurumsal İslam gelinceye kadar bu kurumsal İslam’ın öngördüğü ritüelleri yerine getirdikleri ve onun hukuki, sosyal ve örf-adetlerine uygun olarak yaşamlarını sürdürdükleri anlamında anlaşılmaması gerekir. Fakat, örnek olarak peygamberlerin kıssaları (Kısas-ül Enbiya) olarak bilinen halk arasında oldukça popüler rivayetlere baktığımızda Hz. İsa tıpkı abdest alarak yüzünü kıbleye çevirerek namaz kılan Hz. Peygamberin sahabelerinden biriymiş gibi tasvir edilmektedir. Şüphesiz ki bu dar anlamda ne İsa ne de Hz. Peygamberden önce Allah’a iman eden herhangi bir kimse Müslüman değildir. Ancak, tekrar ifade edelim ki Allah’a tam teslimiyetleri ve itaatleri bağlamında tüm peygamberler ve onların taraftarları Allah’a teslim olanlar anlamında müslümandırlar.

             Ayrıca, Kur’an açık bir şekilde kurumsal din olan İslam ile gerçek imanın ve erdemli yaşamın (ihsan) iskeleti olan islam arasında bir ayırıma gitmektedir. Söz konusu bu ayırım en açık şekilde  Bedevi Arapların “biz iman ettik” şeklindeki iddialarına bir meydan okuma niteliği taşıyan Hucurât suresi ayet 14 de ifade edilmektedir. “Bedeviler, ‘Biz iman ettik’ derler. De ki (onlara ey Muhammed), ‘Siz (daha) imana ermediniz. ‘Biz zahiren teslim olduk’ demeniz daha doğrudur.; çünkü (gerçek) inanç henüz kalplerinize girmiş değil’...”[80]

                           İslam teriminin üçüncü ve en somut düzlemi belirli bir peygambere vahyedilen hususi bir ilahi yasayı izleyen bir toplumun İslam’ı yani kurumsal İslam’dır. Üzerinde bulunduğumuz İslam bağlamında bu Hz. Peygambere vahyedilen kutsal yasa yani şeriattır. Bu ayırım söz konusu bu kurumsal İslam’ın, Muhammed’den önce ve sonra tüm inananların temel islamı ile devamlılık arz ettiği gerçeğini inkar etmek değildir. Zira, tıpkı kendisinden önce vahyedilmiş dinler gibi Hz. Peygambere vahyedilen bu kurumsal İslam da ilk ve evrensel islamın somut bir tezahürüdür. Şüphesiz ki bu sonuç farklılıklar içinde birlik şeklinde ifade edilen Kur’an’i dünya görüşünün kaçınılmaz sonucudur. Bu sonuçta hiç bir şekilde “Adem Rabbinden aldığı” sözlerle başlayan ve Hz. Peygambere vahyedilen Kur’an ile son bulan vahyin sürekliliğini hiç bir şekilde ortadan kaldırmaz.[81]     

               Dinsel çoğulculukla alakalı olarak buraya kadar izah ettiğimiz Kur’an’ın genel öğretisi ışığı altında şu sonuca rahatlıkla varabiliriz. Allah’a götüren tek bir yol vardır. O da kişinin tüm benliğiyle mutlak olarak Allah’ın iradesine teslim olması ve O’nun emirlerine boyun eğmesi anlamında islam dır. Allah bu tek yolu gönderdiği peygamberleri vasıtasıyla farklı isimler ve farklı yapılar altında bize bildirmiştir. Bu da gayesi, herhangi bir kişiyi veya nesneyi O’na ortak koşmadan yani O’nun konması gereken mekana koymadan taraftarlarını Allah’a tam manasıyla teslim olmaya çağıran bir din bu tek bir dinin farklı versiyonu olarak kabul edilebilir demektir. Nitekim meşhur sûfî müfessir Kuşeyrî’nin Bakara 62. ayeti ile ilgili getirdiği şu yorum bu görüşümüzü desteklemektedir:

 

Öz kaynağın aynı; yolların ayrı olması [söz konusu bu farklı yolların] hüsn-i kabul görmesine engel değildir. Her kim, Yüce Allah’ı ayetlerindeki gibi tasdik eder; zâtı ve sıfatları hakkında bildiklerine iman ederse, bu durumda şeriatların farklı olması, farklı isimlerle anılması, ilahi rızayı kazanma hususunda bir sakınca teşkil etmez. Bu yüzdendir ki Allah ‘İman edenlerden [mü’minler] ve Yahudilerden buyurmasının ardından ‘her kim iman ederse... ‘ diye buyurmuştur. Yani bu zümreler kendilerini Allah’ı bilmeye götüren hususlarda birleştiklerinde, tümü için güzel bir akıbet ve bol sevap olduğunu beyan etmiştir... [82]

 

Buraya kadar yaptığımız tüm bu izahlardan da mantıksal olarak şu sonuç çıkmaktadır: Allah’a herhangi bir nesneyi veya kişiyi eş koşmadan kendilerini Allah’a teslim eden ve O’nun eline bırakanlar kurumsal İslam’ın mensupları olan bizler tarafından yargılanmadan ahirette ödülleri Allah tarafından teminat altına alınan kimseler olarak kabul edilmelidirler. Çünkü kimin doğru kimin yanlış olduğuna karar vermek sadece ve sadece Allah’a aittir. Keza, yukarıda gördüğümüz gibi Kur’an, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen İslam’ı, Allah katında tek kabul edilebilir yol olduğunu iddia ederek diğer yollarla niza eden ve onları lanetleyen bir yol olarak nitelendirmemektedir. Zira, Kur’an’a göre müslüman olmak ilkinden sonuncusuna kadar aralarında bir ayırım yapmaksızın tüm peygamberlere inanmak demektir.[83] Veya daha doğru bir ifadeyle müslüman olmak Allah’a ve bütün peygamberler tarafından tebliğ edilen O’nun iradesine teslim olmadır. Bu bağlamda inanıyoruz ki dinsel çoğulculuğun hakim olduğu günümüz dünyasında farklı dinlerin mensupları olarak bizlerin görevi Kur’an şu emri doğrultusunda aramızdaki kavga, çekişme ve düşmanlıklara son vermek suretiyle bir araya gelmektir.

 

De ki: “Ey geçmiş vahyin izleyicileri! Sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkeye gelin. Allah’tan başka kimseye kulluk etmeyeceğiz, O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacağız ve Allah ile birlikte insanları rab edinmeyeceğiz.[84] (3:64).     

                                                                                                                                                                        

İşte bu ayetle, Kur’an Müslümanları, bir dinsel geleneğin diğer dinsel geleneklere mensup kişilerle ilişkilerinde herhangi bir dışlayıcı iddiayı kabul etmeyen bir diyalog anlayışını benimsemeye davet etmektedir. Bu tarz bir diyalog anlayışında, Kur’an çeşitli dinî geleneklerin aralarındaki farklılıkları ortadan kaldırmaktan ziyade, onların taraftarlarını karşılıklı anlayış ve karşılıklı müzakerelerde bulunmak için biraraya gelmeye ve görüş alış-verişinde bulunmaya çağırmaktadır. Fazlur Rahman’ın da ifade ettiği gibi çeşitli dinsel gelenekler arasındaki farklılıklar bu dünyanın ötesine yani ahirete gidecek ve onlar sonunda Kıyamet Gününde çözümleneceklerdir.[85]  
 
Sonuç

Al-i İmran 19, 85 ve Maide 85. ayetlerindeki islam terimlerinin buraya kadar gördüğümüz şekilde anlaşılması Müslüman düşünürleri, diğer dinsel geleneklerin mensupları hakkındaki görüşlerinde bir Kopernik devrimi geliştirmeye götürebilir. Buna göre Müslümanların yapması gereken şey, Hz. Peygamberin tebliğ ettiği öğreti anlamındaki İslam’ı değil de Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet ve itaat anlamına gelen islamı merkeze koyup diğer din mensuplarını söz konusu bu islama yakınlıkları veya uzaklıklarına göre değerlendirmeye tabi tutmaktır. Çünkü bu çeşit bir yer değiştirmeyle Müslümanlar diğer inançları reddederek kendi inançlarını mutlaklaştırmaktan kurtulmuş olurlar. Bu tarz bir düşüncenin geliştirilmesinin diğer bir nedeni de Müslüman Allah anlayışıdır. Çünkü Kuran’ın ilk suresinin ilk ayetinin bize bildirdiğine göre Allah sadece Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dine inanların Rabbi değil bütün alemlerin Rabbidir.[86] Şayet Allah bütün insanların Rabbi ise bu Onun rahmet ve merhametinin tek bir toplulukla sınırlı olmayıp herhangi bir sınırlama olmaksızın bütün yaratıklarına şamil olduğu anlamına gelir. Çünkü Allah herkese kendi tarihi ve kültürel durumu içinde Kendiyle iletişim kuracak ve nihayetinde de kurtuluşa erebilecek kapasite ve yeteneği vermiştir. Bu da bizi doğal olarak bu şu sonuca bizi götürür: Hz. Peygamberin tebliğ ettiği mesaj Allah’ın kendini izhar ettiği tek din değildir. Zira, O kendini başka yollarla veya başka yerlerde ve geleneklerde başka dini figürler vasıtasıyla da ortaya koyabilir ve koymuştur da.

             Dinsel çoğulculuğun olgusal bir gerçeklik olduğu dünyamızda dinlerarası diyaloğu bütün katılanların eşit haklara sahip olduğu açık-uçlu bir olay olarak algılamak zorundayız. Çünkü ancak böyle bir anlayış vasıtasıyla herkes kendi inancını diğerine anlattığı kadar onun da inancını dinleme imkanı bulur. Yine, diyalog sürecinde bir taraf Tanrı’nın son, nihai ve eşsiz sözünü elinde bulundurduğu iddia eder ve bu konuda da ısrar ederse böyle bir diyalog ancak katılanlara herhangi bir fayda vermeyen bir süreç olur. Ancak bunu ileri sürerken diyaloğa giren insanların hiçbir kanaate sahip olmamaları gerektiğini de söylemiyoruz. Söylediğimiz şey şayet mevcut kanaatler yegane, mutlak, nihai gibi tabirlerle kutsallık atfedilerek sunulursa, o zaman diyalog amacından saparak kutsalların savaşına dönecektir.

             Şayet Müslümanlar olarak bizler Allah’ın tüm vahyini ve hakikatin yegane ölçütünü elimizde tuttuğumuzu iddia edersek, bu diğer dinsel geleneklerde bizimkinden farklı olarak herhangi bir değer ve hakikat olduğunu kabul etmediğimiz anlamına gelecektir. Bu durumda da, diğer dinsel geleneklerde her ne kadar doğru, güzel ve iyi bir şey varsa da onlar ya bizim geleneğimizin içine dahil edilmeli, tamamlanmalı veya reddedilmelidir düşünceleri egemen olacaktır ki bu da hem diyaloğun hem de dinsel çoğulculuğun ruhuna aykırıdır. Kısaca, çoğulcu Hıristiyan düşünürlerin, Hıristiyanlığın dışındaki dinlere mensup olanların Hıristiyanlık veya İsa-Mesih vasıtasıyla değil bizzat bunlardan bağımsız olarak kendi dinsel gelenekleri vasıtasıyla kurtuluşa ereceklerini ileri sürmeleri gibi, çoğulculuğu benimseyecek olan Müslümanlardan da aynı tutumu benimsemeleri beklenmektedir.

             Bütün bu açıklamalarımızın ışığı altında sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bugün Müslümanlar için temel problem, yukarıda izahını yaptığımız çoğulcu modelin kabul edilir olup olmaması değildir. Zira, o Kur’an’ın temel mesajına aykırı ise şüphesiz ki Müslümanlar tarafında reddedilecektir. Ancak, o Kur’an’ın mesajının bazı teolojik yorumlarına ve fıkıhçıların muhafazakar ve dar yorumları sonucunda yerleşmiş bazı Müslüman inanç ve kanaatlerine ters düşmesine rağmen, yukarıda özetlemeye çalıştığımız üzere Kur’an’ın temel öğretisine uygun şekilde mütalaa edilirse, o zaman en azından kabul edilebilme şansı ortaya çıkar. Elbette ki böyle bir kabul de her yeni görüş veya teolojide olduğu gibi evrensel veya bazı çekinceler olmaksızın olmayacaktır.     

* Bu yazı İslami Araştırmalar Dergisinin 14/2 (2001), ss. 291-305’de yayınlanan makalenin yeniden gözden geçirilmiş versiyonudur.

* Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Öğretim Üyesi

* Bu yazıda geçen ayet mealleri Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı: Meal Tefsir eserinden alınmıştır.

[1] Bkz., John Hick, The Rainbow of Faiths (London: SCM Press, 1995), ss. 18vd; Bu eserin Türkçe tercümesi için bkz. John Hick, İnançların Gökkuşağı, ter., Mahmut Aydın, Ankara: Ankara Okulu, 2002.

[2]Nitekim Smith, The Meaning and the End of Religion adlı eserinde birikimsel geleneği şu şekilde tanımlar: “‘Birikimsel gelenek’ tabiriyle, toplumun geçmiş dinî yaşamının tarihsel teminatını oluşturan mabetler, kutsal kitaplar, teolojik sistemler, dans şekilleri, hukukî ve diğer sosyal kurumlar, teamüller, ahlaki kurallar, mitler, ve benzeri olarak bir kişiden diğer bir kişiye, bir nesilden diğer bir nesle aktarılan ve bir tarihçinin de gözlemleyebildiği tüm açık-seçik nesnel bilgileri kastediyorum. W. Cantwell Smith, The Meaning and the End of Religion (Minneapolis: Fortress Press, 1991, ilk baskı 1962), ss. 156-157; Smith’in dinsel çoğulculukla ilgili görüşleri için bkz., Mahmut Aydın, “Küresel Bir Teolojiye Doğru: Wilfred Cantwell Smith’de Dinsel Çoğulculuk”, Cafer S. Yaran, ed., İslam ve Öteki: Dinlerin Doğruluk, Kurtarıcılık ve Bir Arada Yaşama Sorunu (İstanbul: Kaknüs, 2001), ss. 83-126.    

[3]A. J. Toynbee, Christianity among the Religions of the World (New York: Scribner’s, 1957), ss. 99-100.

[4]  J. Hick, God and Universe of Faiths; Essays in the Philosophy of Religion (Oxford: Oneworld, 1993, ilk baskısı 1973’de yapılmıştır), s. 131.

[5] Bu noktada şu analojiyi kullanmak istiyoruz. Nasıl ki ölmek üzere olan bir hasta için -söz gelişi- penisilin ilacı onun ölmemesi için mutlak olarak gerekli ise İslam, Hıristiyanlık veya Yahudilikte kendi taraftarları için aynı ölçüde gereklidir. Ancak diyalog sürecinde yine aynı şekilde nasıl ki vitamin bir kimsenin sadece daha sağlıklı olması için gerekliyse aynı şekilde kendi dinsel geleneğimizin dışındaki dinler de bizim maneviyatımızı artırmak veya bizi daha iyi mü’min yapmak için gereklidir diyebiliriz. 

[6] Kur’an 109:6.

[7] Kur’an, 2:148.

[8] Paul F. Knitter, No Other Name? A Critical Survey of Christian Attitudes Towards the World Religions (London: SCM Press, 1985),  s. 201.

[9] Bkz. Cafer S. Yaran, “İbn Arabi, Mevlâna ve Yunus Emre’ye Göre “Öteki”nin Durumu”, Yaran, ed., İslam ve Öteki, ss. 307-350; Hick, The Fifth Dimension: An Exploration of the Spiritual Realm (Oxford: Oneworld, 1999), ss.118-155.

[10] Axial age kavramı ilk defa Karl Jaspers tarafından Origin and Goal of History adlı eserinde ileri sürülmüştür. MÖ. 800-200 yılları arasında insanlık tarihi kendi toplumlarından nüfuz ederek son derece önemli fikir ve düşünceleri insanlığa vaaz eden mümtaz şahsiyetlerin ortaya çıktığına tanıklık etmektedir. Bunların en belli başlı olanları Çin’de Konfüçyüs ve Lao-Tzu; Hint alt kıtasında Gautama Buda, Mahavira, Upanişhadların ve daha sonra Bhagavad Gita’nın yazarları; İran’da Zerdüşt veya Zoroaster; Filistin bölgesinde Amos, Hoşea, Yeremya, İşaya, ve Hezekiel gibi Eski-Ahit peygamberleri; Eski-Yunan’da Pisagor, Sokrates, Eflatun ve Aristo gibi düşünürlerdir. İşte insan tarihi ve düşüncesindeki bu son derece önemli bağ axial dönem olarak ifade edilmektedir. Bu bağlamada şayet Hıristiyanlığı Yahudiliğin ve İslam’ı da Yahudilik ve Hıristiyanlığın varsayıcısı olarak görüyorsak o zaman mevcut tüm dünya dinlerinin köklerini bu axial döneme dayandırdıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hick,  The Fifth Dimension: An Exploration of the Spiritual Realm, s. 5.    

[11] Mahmoud M. Ayoub, “Islam and the Challenge of Religious Pluralism”, Global Dialogue, 2/2 (2000), s.53.

[12] Azizlerin yaşamlarına ait yazmalar.

[13] Ayoub, “Islam and the Challenge of Religious Pluralism”, s. 54.

[14] Kur’an 7:158.

[15] Ayoub, “Islam and the Challenge of Religious Pluralism”, s. 55.

[16] İbn Kesîr bu ayetin iniş sebebi hakkında Tâbiîn müfessiri Katâde (ö. 118/736)’den şunları aktarmaktadır: “Bize anlatıldığına göre [o dönemde] Müslümanlarla Ehl-i Kitap bir övünme yarışına girmişlerdi. ‘Ehl-i Kitap, bizim peygamberimiz sizinkinden daha eski, kitabımız da sizin kitabınızdan önce vahyedildi. Dolayısıyla biz Allah’a sizden daha yakınız’ iddiasını ileri sürdü. Müslümanlar da buna: ‘Allah’a biz daha yakınız. Çünkü bizim peygamberimiz son peygamberdir; kitabımız ise, kendinden önceki kitapların hükmünü tümüyle ortadan kaldırmıştır’ şeklinde karşılık verdi.” Bkz. İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâîl, Tefsîru’l-Kur’ân’l-Azîm (Beyrut: 1983), I, s. 557. Bu rivayetin değişik versiyonları için ayrıca bkz. Beğavî, Ebû Muhammed Hüseyin b. Mes‘ûd, Meâlimü’t-Tenzîl, tahk. Hâlid Abdurrahmân el-Akk-Mervân Suvâr, (Beyrut: 1995), I, s. 482; Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl, ( Beyrut: 1977), I, s. 565; İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Ali, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, (Beyrut: 1987), II, s. 208; Hâzin, Ali b. Muhammed b. İbrâhim, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl,   (Beyrut: trs.), I, s. 406. Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, (Beyrut: 1988), IV, s. 254 naklen Mehmet Okuyan & Mustafa Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin’ Konumu”, Cafer S. Yaran, ed., İslam ve Öteki: Dinlerin Doğruluk, Kurtarıcılık ve Bir Arada Yaşama Sorunu (İstanbul: Kaknüs, 2001), s. 205.

[17] Kur’an, 46:9.

[18] Kur’an, 4:125.  

[19] Kur’an 16:120-123.

[20] Kur’an 3:65-67.

[21] Karl-Josef Kuschel, Abraham: A Symbol of Hope For Jews, Christians and Muslims (London: SCM Press,1995), ss. 15-16.

[22] Leonard Swidler, “The Dialogue Decalogue: Ground Rules for Interreligious Dialogue”, Journal of Ecumenical Studies, 20/1, 1983, ss.1-4.

[23] Chester Gillis, Pluralism: A New Paradigm for Theology (Louvain: Peeters Press, 1993), ss.44-45.

[24] Esed, Mekke döneminde inen Kalem suresinin “Yoksa, bize teslim olanlara [müslimîn] suçlular ile aynı mı davranalım” mealindeki 35. ayetine ilişkin şu önemli anekdota yer vermektedir: “Müslimûn (tekili müslim) teriminin Kur’an’ın vahiy tarihinde ilk kullanıldığı yer, burasıdır [Kalem, 68/35]. Bu çalışmada müslim ve islâm terimleri orijinal anlamlarına uygun olarak, yani “Allah’a teslim olan [veya “olmuş”] kimse” ve “insanın Allah’a teslimiyeti” şeklinde çevirdim. Aynı şey, esleme fiilinin Kur’an’da kullanılan bütün biçimleri için de geçerlidir. Unutulmamalıdır ki, bu terimlerin “kurumsallaşmış” kullanımı –yani, özellikle Peygamber Muhammed (s)’in izleyicileri için kullanılması-kesinlikle Kur’an sonrası bir gelişmeyi yansıtmaktadır ve bu nedenle de bir Kur’an çevirisinde yer almamalıdır. Bkz., Muhammed Esed, Kur’an Mesajı: Meal-Tefsir, çev., Cahit Koytak& Ahmet Ertürk (İstanbul: İşaret Yayınları, 1997), s. 1177 (17. Not).

[25] Kur’an, 2:213.

[26] Ayoub, “Islam and Religious Pluralism”, s. 57; Fatih Osman, “Monoteists And The ‘Other’: An Islamic Perspective In An Era of Religious Pluralism”, The Muslim World, 88/3-4 (1998), ss. 353-363. Fazlur Rahman da “A Muslim Response: Christian Particularity and the Faith of Islam” adlı makalesinde Kur’anda zikredilen “Kitap” teriminin vahyedilmiş herhangi bir spesifik kitap anlamında değil de ilahi vahiylerin tümünü ifade eden genel bir terim olarak kullanıldığının altını çizer. Fazlur Rahman, “A Muslim Response: Christian Particularity and the Faith of Islam” , Donald G. Dawe & John B. Carman, eds., Christian Faith In A Religiously Plural World (Maryknoll: Orbis Books, 1978), s. 71.

[27] Bkz., Mohamed Talbi, “Unavoidable Dialogue in a Pluralist World: A Personal Account”, Encounters, 1/1 (1995), s.. 56-69.

[28] Kur’an 40:78.

[29] Kur’an 10:48; ayrıca bkz., 4:41; 16:36.

[30] Bkz., Buharî, “Enbiya”, 48; Müslim, “Fezâil”, 145.

[31] Kur’an, 43:4; 13:39.

[32] Kur’an, 56:78.

[33] Fazlur Rahman, “The People of the Book and the Diversity of ‘Religions’”, Paul J. Griffiths, ed., Christianity through Non-Christian Eyes (Maryknoll: Orbis Books, 1989), s. 104.

[34] Rahman, “A Muslim Response”, s. 71.

[35] Ayoub, “Islam and the Challenge of Religious Pluralism”, s. 58. Dinler Tarihine baktığımızda Mecusiliğin kurucusu olarak kabul edilen Zerdüşt’ün orijinal mesajının mutlak bir dualizm olmadığını görmekteyiz. Yani, “Hikmetli Rab” anlamında kullanılan tanrı Ahura Mazda ve kötülüklerin tanrısı olarak ifade edilen Ehriman Zarathustra tarafından bir iyi diğeri kötü iki eşit güç olarak öğretilmemiştir. Aksine, Zarathustra iyiliğin gücünün sonunda kötülüğün gücüne üstün geleceğini ve onun ortadan kaldıracağını ifade etmiştir. Ayrıca, Mecusiliğin kutsal kitabı olan Gatalar’ın Zarathustra’ya atfedilen Yasna bölümünde yer alan ilahiler katı bir monoteizm üzerine dayanan bir ahlaki sistem sunmaktadır. Söz konusu bu ahlaki sistem yalan konuşmayı ve kötülük yapmayı yasaklamakta salih kimselerin ebedi cennet nimeti ile ödüllendirileceği kötülerinde cehennem ateşine atılacağı evrensel dirilme ve yargı gününden bahsetmektedir. Ancak, Zarathustra’ya göre insanlık tarihi nihai temizlenme ve tüm insanların kurtuluşu ile son bulacaktır. Buna göre şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Zarathustra’nın kurucusu olarak kabul edildiği Mecusilik uzun bir ilahi vahiy sürecine ait bir dini gelenektir ve Zarathustra da Allah tarafından gönderilen peygamberlerden biridir. (Bkn., Mary Boyce, Zoroastrians: Their Religious Beliefs and Practices (London: Routledge, 1979), ss. 17vd.

Zarathustra ile aşağı yukarı aynı çağda yaşamış olan Buda da Hindistan toplumunda kendi adlarına Brahmanizm adı verilen din adamı sınıfının ortaya çıktığı Hindu tanrılarını reddetmiştir. Bunun yerine o, evrensel ve zamansız bir prensip olan dharmanın aşkın gerçekliği üzerine dayanan ahlaki ve manevi bir felsefi sistem vaaz etmiştir.  Söz konusu bu öğreti üzerine dayanan Budizm evrensel bir din olduğu için Buda da tek tanrının bilinmesine yönelik insanlığın süregelen tekamülünün bir parçası olarak görülmelidir. Ancak, vakıadır ki söz konusu bu süreç her zaman aynı istikamette ilerlememiştir. Bir yerlerde daima insanlara hitap eden Tanrının sesi hep var olmuştur. Ancak zaman zaman bu ses kibirli, gururlu ve yanlış yönlendirilmiş gruplar ve insanların boş kurguları tarafından karartılmıştır. (Bkz., Edward Conze, A Short History of Buddhism (Oxford: Oneworld, 1993). Zarathustra ve Buda ile ilgili ayrıca bkz., Trevor Ling, A History of Religion East and West (London: Macmillan, 1968), ss. 75-97       

[36] Kur’an 2: 111-113.

[37] Kur’an 2:62; krş., Kur’an, 5:69

[38] Kur’an 5:69

[39] Bkz., Esed, Kur’an Mesajı, ss. 19-20 (not 50). Esed devamla şu noktanın da altını çizmektedir. “İsrailoğlullarına yönelik bir davetin tam ortasında bu doktrinin ifade edilmiş olması, Yahudilerin, Hz. İbrahim’in soyundan gelmelerinin kendilerine ‘Allah’ın seçilmiş halkı’ olarak kabul edilme imtiyazını verdiği bâtıl inancı nedeniyledir”.     

[40] Rahman, “A Muslim Response”, s. 75; Rahman, “The People of the Book and the Diversity of ‘Religions’”, s. 106.

[41]Ayoub, “Islam and the Challenge of Religious Pluralism”, s. 61.

[42] Din ve islam terimleriyle ilgili olarak bkz., Yvonne Y. Haddad, “The Conception of the Term Din in the Qur’an”, The Muslim World, 64/2(1974), ss. 114-123; Jane Smith, A Historical and Semantic Study of the Term ‘Islam’ as seen in a Sequence of Qur’an Commentaries (Montana: University of Montana Press, 1975); Farid Esack, The Qur’an, Liberation & Pluralism: An Islamic Perspective of Interreligious Solidarity against Opression (Oxford: Oneworld, 1997), ss. 126-134; İlhami Güler, İslâmiyat, 1/4(1998), ss. 53-76; Mehmet Okuyan & Mustafa Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, ss. 165-173.

[43]Esack, The Qur’an, Liberation & Pluralism, s. 128.

[44] Kur’an,, 48/28; 61/9.

[45] Kur’an, 9/36; 30/30,43;  98/5.

[46] Kur’an, 39/3.

[47] Örnek olarak bkz. Kur’an, 7/29; 10/22;  29/65; 31/32;  40/14, 65; 98/5.

[48] Kur’an, 109/6.

[49] Esed, Kur’an Mesajı, s. 1316, (3. not).

[50] Benzer şekilde, Yûsuf suresi 76. ayetteki “Melik’in dini” terkibi ile, Ğâfir suresi 26. ayette Firavun’un dile getirdiği “Onun [Musa] sizin dininizi değiştirmesinden korkuyorum” ifadesindeki “din” kelimesi de yine bu anlamda kullanılmıştır.

[51] Kur’an, 48:28.

[52] Okuyan & Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 166.

[53] Bkz., Haddad, “The Conception of the Term Dîn in the Qur’an”, ss. 114-123; Kur’an’da ve dinler tarihi geleneğinde din teriminin anlamları ve kullanımları ile ilgili ayrıca bkz., Günay Tümer, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi,  (İstanbul:1994), 5, ss. 312-320.

[54] Kur’an, 30, 43.

[55] Kur’an, 3:19.

[56] Kur’an, 3:/85.

[57] Bkz., Kur’an 3:85; 4:125;  5:3; 42:13.

[58] Kur’an, 22/78.

[59] Bu ayetin tefsirlerdeki izahına baktığımızda, Hz. Nuh’tan Hz. Peygamber’e kadar süregelen bu ilâhî vahiy geleneği içerisinde “din” adına ortaya konan ilke ve öğretileri, salt haram ve helallere ya da muharremât hükümlerine indirgeyen birkaç şazz görüş dışında genellikle şu izahla karşılaşmaktayız: “Ayette anılan peygamberlerin getirdikleri öğretiler temelde müşterektir. Bu yüzden hepsine aynı tümel prensipler vahyedilmiştir. Burada ikamesi istenen din [ise], Allah’ın birlenmesini, O’na itaati ve peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe ve inanan bir kişinin yapmakla yükümlü olduğu sair vecibeleri ifade eden islam [büyük harfle yazılması gereken müesses İslâm değil] dinidir. Zaten şeriatlar da toplumların içinde bulundukları verili duruma göre onların maslahatlarını temin maksadıyla vazedilmiştir. Bu yüzden de zaman içerisinde farklılık ve çeşitlilik göstermiştir. Bkz., Okuyan & Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 166; Bu görüşlerle ilgili daha detaylı bilgi için bkz., Muhammed Hüseyn b. Mes’ûd el-Beğavî,, Meâlimü’t-Tenzîl, tahk., Hâlid Abdurrahmân el-Akk-Mervân Suvâr (Beyrut:1995), IV, s. 122; Zemahşerî,  el-Keşşâf, III, s. 463;  M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (İstanbul: 1979), VI, s. 4228. Nitekim Yüce Allah Maide suresi  48. ayeti kerimede bu gerçeğin altını çizmek için ‘sizden her biriniz için bir şeriat ve program belirledik’ diye buyurmaktadır. Kur’an, 5:48.

[60] Bkz., Tirmizî, “Menâkıb”, 32.

[61] Bkz., Buhârî, “Enbiyâ”, 48; Müslim, “Fezâil”, 145.

[62] Esed, Kur’an Mesajı, s. 986 (12. not).

[63] Bkz., Güler, “Din, İslam ve Şeriat”, ss. 55-6.

[64] Esed, Kur’an Mesajı, s. 78 (249. not).

[65] Güler, “Din, İslam ve Şeriat”, s. 56.

[66] Kur’an, 3:67.

[67] Kur’an, 2:133.

[68] Kur’an, 3:52.

[69] Kur’an, 10:90.

[70] Reşid Rıza, Tefsî’ul Menâr (Beyrut: 1980), I, ss. 392-3 naklen Okuyan& Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 170.

[71] Muhammed Arkoun, Rethinking Islam: Common Questions, Uncommon Answers (Oxdord: Westview Press, 1994), ss. 15-16.

[72] Esack, The Qur’an, Liberation &Pluralism, s. 126.

[73] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri (İstanbul: Yeni Ufuklar, 1989), II, s. 75.

[74] W. Cantwell Smith Smith, The Meaning and End of Religion (Minneapolis: Fortress Press, 1991), s. 110. Bu eserin ilk baskısı 1962’de yapılmıştır.

[75] Smith, The Meaning and End of Religion, ss. 108-109.

[76] Okuyan& Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, ss. 174-175.

[77] Smith, The Meaning and End of Religion, s.171.

[78] Smith, The Meaning and End of Religion, s. 112.

[79] Mahmoud M. Ayoub, “Islam and Pluralism”, Encounter, 3/2 (1997), ss. 103-118.

[80] Kur’an 49:14. Bu genel anlamın dışında bu ayet ilave olarak bizzat Müslüman toplumunun için günümüzün en önemli problemlerinden biri olan farklılık ve birlik konularını da gündeme getirmektedir. Buna göre hukuki veya teolojik bir ekol veya ideoloji adına herhangi bir Müslüman diğer bir Müslümanı kafir olarak ilan edebilir mi? Bu sorunun cevabı ile alakalı olarak Kur’an’a baktığımızda şu son derece önemli ifade ile karşılaşırız: “size barış teklif edene ‘sen mü’min değilsin’ demeyin”. Kur’an 4:94. Kısaca, iman birliği içinde dinlerin plüralitesini bir kenara bırakalım günümüzde pek çok Müslüman kendi toplumları içinde farklılığı ve çeşitliliği kabul etme eğilimi göstermemektedir.

[81] Bkz., Ayoub, “Islam and the Challenge of Religious Pluralism”, s. 62.

[82] Abdülkerim b. Hevâzin el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, tahkik, İbrahim Besyûnî (Mısır: 1983), I, s. 96.

[83] Bkz., Kur’an, 2:136, 285; 3:84; 4:150.

[84] Kur’an, 3:69.

[85] Fazlur Rahman, “Muhammed and the Qur’an”, The Chicago Theological Seminary Register, 3/80 (1990), s. 10.

[86] Kur’an, 1:1.

 
 

 

 


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

aşagıdaki linkte konuyla ilgili başaka bir makale var...yazıcıdan ellisayfa cıvarında cıkıyor... uzun oladugu için buraya asamadım...incelemek isterseniz eger...
 
         


http://www.ibnularabi.com/ma200.pdf

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 

KUR�AN-I KERİM VE KİTAB-I MUKADDES�DE DİNİ ÇOĞULCULUK VE SINIRLARI*

MAURİCE BORRMANS**

(Çev. Süleyman TURAN)***

ÖZET: Her Kutsal Kitabın temel olarak içindeki, Tanrı�nın ilâhi mesajını tanıyan insanlara hitap etmesi normaldir. Bununla birlikte öteki din mensuplarına nasıl bakmaktadır? diye bir soru gündeme gelebilir. Çalışmamız Tevrat, Kuran ve İncil bağlamında ele alınacaktır. İlk bölümde öteki din mensuplarına ne isim verildiği ve bu isimlerin aşağılayıcı bir çağrışım mı yoksa hoş bir bakış açısına mı işaret ettiği üzerinde durulacaktır. Konuyla ilgili Gündeme gelebilecek ikinci soru ise Ötekilerin kurtuluşunun nasıl tasavvur edildiğidir? Çünkü Müslümanlar ve Hıristiyanlar için Ehli Kitabın üyeleri olarak korunan ve Tanrının Krallığına memnuniyetle kabul edilen diğer dine mensup samimi inananlar için bir takım ümitlerin olduğu görülecektir. Bu yüzden onlara yönelik farklı kanaatleri açıklamak uygun olacaktır.

Problem, herhangi bir kimsenin, kendi kimliğini tam olarak muhafaza ederken ötekileri nasıl önemseyeceğini bir başka deyişle Dini çoğulculuk ve evrensel bir birlik görünümünün nasıl sağlanacağını sormasıyla daha zor bir hal alacaktır. İslam ve Hıristiyanlığın her biri bu soruya hem teorik hem pratik açıdan kendine has cevaplara sahiptir. Aynı zamanda Kitabı Mukaddes ve Kuran aynı modeli öneriyormuş gibi gözükecektir. Tanrı�nın realite karşısında insana seçme özgürlüğü vermesi onun insana yönelik sonsuz sabrındandır. Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar bu yüzden sabırlı olmalı ve bütün faziletlerde özellikle de sabırda bir yarıştaymış gibi çalışmalıdırlar.

�Kuran ve Kitabı Mukaddeste Dini Çoğulculuk ve Dini Çoğulculuğun Sınırları�, iki konu olup, biz bu ikisini bir arada işleyeceğiz. Dini çoğulculuk olarak ele aldığımız Müslüman-Hıristiyan müzakere toplantısı�nın bu VI.�sının programına bakıldığında bu meselenin hem tarih boyunca hem de modern dönemin yapısı altında gerçekleştirilmeye çalışılan bir problem olduğu görülür.

Başlangıçta, bunun tipik bir modern problem olduğuna işaret etmemiz gerekir. Onun, Dini Pluralism olarak ifade edilmesi yenidir ve şunu varsaymaktadır; Kendi yasaları, kurumları ve kanunları olan birlikçi bir devletin çatısı altında toplumun yararına bir araya gelen dini grupların çoğulcu yapısı pozitif bir gerçekliktir. Bununla birlikte biz burada hangi tür dini çoğulculukla ilgileniyoruz? Bugünün dünyası tarafından bilinen büyük tarihi dinler arasında kolayca fark edileni veya bu dinlerin her birinin konteksi içinde ortaya çıkanı, teolojik, kanonik ve ruhsal okullara sahip, dini tecrübenin çeşitli dilsel ve kültürel ifadeleriyle çok sık bağlantılandırılan hangisidir?

Oldukça açık olarak görülecektir ki burada İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi Monoteist, Hinduizm ve Budizm gibi monoteist olmayan büyük tarihi dinlerin çoğulculuğunu ele alıyoruz. Fakat bir kimsenin monoteist dinler ve onların kutsal kitapları hakkında soru sormaya hakkı var mıdır? Bu dinler gerçekte insanlığa dini bir mesaj taşımayı amaçlarlar. Her şeyden önemlisi Kuran ve Kitabı Mukaddes (Eski ve Yeni Ahit), Tanrı, insanlık ve evrenin tarihi ile ilgili temel meselelerde inananlar tarafından sorgulanamaz mı? Kutsal kitaplar ne bir kanun kitabı ne de bir idari kanunlar kitabı değildir aksine çağdaş din adamının derin araştırmalarına verilen peygamberî cevaplardır. II. Vatikan Konsili (1962-1965)�nin bir dokümanında bu durum şöyle ifade edilmektedir.�İnsanlar farklı dinlere, insan varlığının çözümlenmemiş güç sorularına bir cevap aramak üzere bakmalıdır. İnsanların kalplerinde büyük yer teşkil eden problemler geçmişte olduğu gibi bugünde aynıdır. İnsan nedir? Hayatın anlamı ve amacı nedir? Doğru davranış nedir, günah nedir? Izdırap nereden kaynaklanır ve hangi amaca hizmet eder? Gerçek mutluluğa nasıl ulaşılabilir? Yaşamın sonunda ne olur? Mahşer (yargı) günü nasıldır? Ölümden sonraki karşılık nedir? Ve sonuç olarak, insan açıklamasının ötesinde olan, bütün varlığımızı kucaklayan, esasımızı kendisinden aldığımız ve ona döneceğimiz nihai gizem nedir.� (Nostra Aetate, 1)

Peygamberlerin mesajı, bütün bu sorulara bir cevap olarak, tüm insanlığa sunulmuştur. Kur�an, Müslümanlara ve sonradan Müslüman olanlara İslam itikadını oluşturacak ve İslam�ın inanç ile pratiklerini belirleyecek cevaplar bütünü sunmaktadır. Kitabı Mukaddeste, Eski Ahit kitapları ve özellikle ilk 5 kitap (Tevrat) Yahudilere, inançlarının özü ile inanç kuralları ve davranışlarının detaylarını sağlamıştır. Yeni Ahit kitaplarına ve daha özel olarak Hıristiyanların Kitabı Mukaddesin temel bölümü olarak gördükleri 4 İncil�e gelince Hıristiyanlar, İsa Mesih�in hayatı, öğretisi, ölümü ve göğe yükselişini temel alarak bu kitaplardan inanç esaslarını ve ahlak prensiplerini çıkarmışlardır. Her kutsal kitabın sadece, Tanrının kendilerine hitap ettiği ilâhi mesajın içinde olanı istekli bir şekilde kabul edenlere hitap etmesi normaldir. Bu nedenle bu kitapların içinde diğer dinlerin öneminden ve öteki insanların fiillerinin kıymetinden bahseden çok az yer vardır. Kuran ve Kitabı Mukaddesin dini çoğulculuk hakkında çok az şey söylemesine şaşırmamız gerektiğinin sebebi budur. Ötekiler, dindara sunulan Uniteryan mesaja göre göz önünde bulundurulurlar.

Bu her kutsal kitabın ve burada tasarlanan dini çoğulculuğun sınırlarını çelişkili olarak oluşturan her şeye sunulacak evrensel mesajın değişmez yapısıdır. Burada konuştuğumuz sınırlar nelerdir? Kültürel mi, Teolojik mi? Ve yine bu sınırlar geçici mi, nihai midir? gibi sorular problemimizin daha iyi bir tanımını yapabilmak için hiç de önemsiz olmayan sorulardır. Ciddi bir düşünüp taşınmadan sonra, düşüncemizi en iyi şekilde iki seviyede aksettirmeyi düşündük. Kutsal kitaplar ötekilere (öteki din mensuplarına) nasıl bakmaktadır? Öteki din mensuplarına Kutsal kitaplarda ne isim verilir? Onların kurtuluşları hangi sınırlar içinde düşünülmektedir? Onların inanç ve uygulamalarına karşılık önerilen hüküm ve tutumlar nelerdir? Bu, çalışmamızın birinci kısmı olacaktır. İkinci kısım da dini çoğulculuğun sınırlarını belirlemek, isteklerini doğrulamak ve her dinin kendine özgülüğüne göre dini çoğulculuğun bakış açılarını genişletmek için muhtevayı yeniden ele alacağız.

ÖTEKİLER (ÖTEKİ DİN MENSUPLARI) NASIL ELE ALINMAKTADIR?

Eski Ahit, Kur�an-ı Kerim ve Yeni Ahit�in �Ötekilere� yani kendilerine sunulan mesaja doğrudan ve hemen sarılmayanlara nasıl baktığını mütevâzi bir şekilde açıklamaya başlamadan önce biz, ilk olarak kutsal kitapları politik, kültürel ve dini açıdan ortaya çıktıkları ve bütün gerçekliğe müdahale ettikleri tarihsel konteksleri içindeki yerlerine oturtmak zorundayız.

Septuikant�ın 1Yahudilerce apokrif sayılan kitaplarına (deuterocanonical) ilave edilen İbrani Kutsal kitabının 24 kitabı (Yasanın 5 kitabı veya Torah, ilk ve son peygamberlerin 8.kitabı, 11 kitap veya eski Ahitte Tevrat�ın ve peygamberlere ait kitapları dışında kalan kitaplar) öğretiler, emirler, hikayeler, tarih kayıtları, ilahiler ve dualar bütünü sunmaktadır.

Bu yazılar bir çok yazara ilham edilen ve Yahudi halkına yüzyıllar boyunca sunulan metinlerdir. İstikrarsız bir kabile federasyonunu sürdüren ve çok geçmeden iki devlete ayrılacak bir krallık sistemi olan bu insanlar Mezopotamya da bir sürgüne maruz kalmışlardır.2Buldukları bir fırsat üzerine Filistin�e döndükten sonra, sonuçta burada az yada çok nispeten bağımsız özerk bir sistem kurmuşlardır. Kitabı Mukaddes�in Eski Ahit bölümü bu birbiri ardına devam olaylara atıfla, buradaki konumuzla ilgili olarak yorumlanmalıdır. Çünkü bu metinlerin bazısı varlığın nizamını veya Tanrının seçilmiş halkının bekasını amaçlamaktadır. Bu noktada özellikle mesaj, ırk ve toprak çok yakından ve dışlayıcı bir şekilde bağlantılıdır, bu nedenle Tanrıya hasredilmiş ve diğerlerinden (mesaj, toprak ve ırklardan) ayrılmıştır.

Kuran ele alındığında onun 23 yıllık (610�632) bir periyotta, Bazısı Mekkî diğerleri Medeni olan 114 süre�nin Esbabı nüzule göre azar azar nakledilişini anlamak oldukça kolaydır. Esbâb-ı nüzul, ayetlerin ilk İslam toplumunun sosyal ve politik organizasyonuyla az yada çok olan ilişkilerini sunmaktadır. Bu son husus kendisini kabilesel dayanışmanın ve zamanın şehir hayatının özelliklerinin ötesine gidiyor olarak göstermiştir. Mekke Toplumunun düzeni yerine bazı prensiplerini Kuranda bulduğumuz Medine anayasası geçmiştir. Bu yüzden Müslümanların Kutsal kitabında konumuzla alakalı bazı unsurları bulmamız oldukça normaldir.

İsa Mesih�in öğretisi ve, Yeni Ahitte (4 İncil, Resullerin işleri, Mektuplar özellikle de Pavlus�un Mektupları ve Yuhanna�nın Vahyi) gelişimini okuduğumuz (inanç ve merhamet toplumu) Kilisenin, doğuşunu göz önüne alınca Filistin�in o dönemde çok sert politik durumlardan geçtiğini hatırlamak iyi olacaktır. Galilee, Iturea, Trochonitis ve Abilene dolaylı olarak Roma idaresinin himayesi ve Mandası altındayken bir Roma Valisi Kudüs�te bulunmaktaydı. MS.70�de Titus ve MS.134�de Hadrian3 tarafından Kudüs�ün tekrar ele geçirilmesiyle neticelenen Yahudi isyanlar silsilesi iyi bilinmektedir. Bu isyanlar sonunda çok sayıda Yahudi, İmparatorluğun her yerine dağılmaya zorlanmış ve bunun neticesinde Filistin de Roma hakimiyeti iyice belirginleşmişti.

Bu konteks içerisinde İsa Mesih�in evrensel mesajı Yahudilere ve daha sonrada Gentile (Yahudi olmayanlar)�ye sunuldu. Bu mesaj, bütün politik mücadelelerin ötesinde bir yere (konuma) yerleştirilmiştir ve bütün vicdanlara hitap etmektedir. İlk Hıristiyan toplumlarının Yahudi isyanlarına katılmayı reddetmesi ve bütün Ortadoğu boyunca dağılmaya zorlanmasının bu yüzden olduğu açıktır.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız hususlar bir kimsenin yukarıda zikredilen kutsal kitapların izâfi önemlerini daha iyi değerlendirilebilmesi için yapılmak zorundaydı.

Kutsal kitaplar (belirli sosyo-politik problemlere açık veya müphem ayetlerle bile olsa) ayetler aracılığıyla kural koymak durumunda olduklarında geçici veya sınırlı bir yardımcı rol oynuyor olarak gözükebilirler halbu ki temelde dini mesajın kendisi evrensel olmaya ve bu yüzden zamanın ve mekanın sürekli değişen özelliklerini aşmaya meyillidir.

Tarihi ve kültürel konteks bu yüzden, sadece bir çerçeve ve kendisine tabi olmak ve kendisini ifade etmek için, fakat ona mahkum olmadan, mesajın teolojik karakterine izin veren bir çağrıdır.

1- Ötekiler Nasıl İsimlendirilir

Burada geniş bir tefsir çalışması yapmaya niyet etmeksizin ama sunulan 3 mesajın kendilerine has konteksleri hakkında söylenenleri de hesaba katarak aşağıdaki düşünceleri ifade edebiliriz;

Eski Ahit kitaplarında Yahudiler (İsrail oğulları) için ötekiler ilk önce Edomiler, Ammoniler, Moablılar ve sırasıyla Mısırlılar, Kenanlılar, Filistinliler daha sonra Asurlular, Keldâniler, Persler, Medler, Grekler ve Romalılardır. Bu kabileler arasında 12 İsrail kabilesi, bir olan ebedi ve ezeli Tanrının seçilmiş halkını oluşturuyordu. Bu halk eşi olmayan �gam� (I.Tarihler 17:21) bir halktı. Diğer milletler küçük bir nüans farkıyla �goim� diye isimlendiriliyorlardı.

Yabancı milletlere karşı Yahudi halkının tutumu dini bir milliyetçilikten (Yahwe�nin kıskanç bir Tanrı olarak düşünüldüğü esas periyottan), peygamberi evrenselliğe (milletler arasında İsrail�in hizmet misyonu ve şahitliği hususunda peygamberlerin ısrar ettiği sürgün dönemi) ve daha sonra tekrar katı bir Yahudi milliyetçiliğine geri dönen, tarihin değişik dönemlerine göre farklılaşacaktır Titiz inanç döneminde Yahudiler sünnet edilirlerdi, diğerleri ise sünnetsizdi. Fark son derece barizdi.

Kuranla birlikte sınıf isimleri benzer bir tarzda kendilerini haklı çıkaracak bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Mesaj saf bir Arapça�yla herkese �Ey insanlar� diye hitap etmektedir. Fakat onu kabul edenler Müslümanlardır ve çoğu kez inananlar olarak çağrılırlar Bunlar Allah�ın fırkasıdır. Ötekiler ise kendilerini küfür ve şirkle suçlanmış olarak görürler. Onlar, inanmayanlar (Küffâr) ve puta tapanlardır (Müşrikûn). Vahye karşı çıktıkları anda Allah�ın düşmanları olan fakat genellikle, Ehli Kitap ortak ismi altında gruplandırılan ve Ben-i İsrail ve Nasârâ olarak isimlendirilen Yahudiler ve Hıristiyanlar ayrı bir yere sahiptir.

İsa Mesih tarafından sunulan ve yeni Ahit tarafından kat�ileştirilen Evrensel mesaj, -etnik yapısı, kültürel, politik ve dini durumu fark etmeksizin- iyi niyet sahibi tüm insanlara hitap etmektedir. O, Tanrının krallığının yakın olduğunu ve insanlar arasında ayrım olmadığını bununla birlikte düşük konumda olan ve alçak gönüllü olanların ayrıcalıklı bir konuma sahip olacağını ifade etmektedir.

Ötekiler çoğunlukla �Komşu� (Grekçe �plesion�) terimiyle isimlendirilirler. Tanrı herkesin babası �O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğurur� (Matta 5:45) olarak İlan edildiği için kardeşliğin herkes için beyan edilmesi anlaşılabilir. Gerçekte İsa Mesih�in kendisi için tüm insanlar ona yakındır. �İsa�nın çevresinde oturan kalabalıktan bazıları� Bak! Dediler; Annenle, Kardeşlerin dışarıda seni istiyorlar� İsa şöyle dedi: İşte annem işte kardeşlerim! Tanrının isteğini kim yerine getirirse kardeşim, kız kardeşim ve annem O�dur.� (Markos 3:32-35)

Böylece biz Hıristiyanlığın, Pavlus�un Galatyalılara mektubundaki �Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi, ayrımı vardır. Hepiniz Mesih İsa da birsiniz� (Galatyalılar 3:28-29) ifadelerinde beyan edildiği üzere eskiden Yahudiler ve Gentileler, Gerekler ve Barbarlar arasındaki, ve Roma vatandaşlarıyla Roma vatandaşı olmayanlar arasında yapılan ayrımın ötesine geçtiğini anlıyoruz.

İnsanlar arasında ayrım olmadığı halde bazen İsa Mesih bazı kişileri riyakarlıkla suçluyor ve onlara bu yüzden sitem ediyorsa (Dini riyakarlık Kuran tarafından da güçlü bir şekilde kınanmaktadır4) bu, onların şaşırtıcı din ve gösterişçi inançlarından dönmeyi reddetmelerinden dolayıdır. Ancak Yeni Ahitteki temel emir �Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin, bu şekilde göklerdeki babanın oğulları olacaksınız�dır. (Matta 5:44-45) Tanrının sevgisi ve komşunun sevgisi kalıbı üslup olarak sadece bir tek emirdir.

2- Ötekilerin Kurtuluşu Nasıl Tasavvur Edilmektedir

Şayet Kutsal Kitapların Mesajları, onu kabul edenlere ve uygulamaya koyanlara kurtuluş ve başarı vaat ettiyse, Yahudilik, İslam ve Hıristiyanlık adına mahiyetlerini bildiğimize göre bununla birlikte biz şunu sorabiliriz. Ötekiler için bireysel veya toplu nasıl bir kurtuluş veya başarı tasavvur ve garanti edilmektedir?

Şayet Yahudiler için Kurtuluşa her zaman, bir tanrıya inanmakla ve yasayı (Torah) yerine getirmekle ulaşılabiliyorsa, bazen bir Ferisiye benzer bir risk içerisine girerek bir kimsenin Kitabı Mukaddes�in Yahudi olmayanlar için yer bıraktığını kabul etmesi gerekir. Yunus kitabı, Bir Asur şehri olan Ninovalı putperestlerin peygamberlerin uyarısını kabul ettiğini, ahlaksızlıktan pişman olduklarını, (pişmanlık ve yas alameti olarak) çula sarılıp kül içinde olduklarını ve böylece tanrının evrensel krallığını tanıyarak ilahi rahmeti elde ettiklerini ifade etmektedir. 5 Eyüp kitabı da bize aynı zamanda Azizlerin Yahudi olmayan milletlerin hâkim ve adil olanları arasında bulunabileceğini bildirir O, onlara övgüler yağdırır ve bir kimseyi kendilerini taklit etmeye çağırır.

Eski ahit için Perslerin Kralı Cyrus gibi, insanların kralları ilahi inayetin vasıtalarıdır. Mezmurlar, tanrının yüceliğine yönelik şarkılar söylesinler diye dinlerini açıkça zikretmeksizin, milletlere bir örnek olmak üzere birçok şey içerir.

Halklar sana şükretsin, Ey Tanrı

Bütün halklar sana şükretsin!

Uluslar sevinsin, sevinçten çığlık atsın

Çünkü sen halkları adaletle yargılarsın

Yeryüzündeki uluslara yol gösterirsin�.

(Mezmurlar 67:1-5)

Burada ele almak ve düşünmek zorunda olduğumuz, İşâya Peygamberin kitabının ikinci bölümünün tamamıdır.�Rabbin eli kurtaramayacak kadar kısa, kulağı duyamayacak kadar sağır değildir.� (İşaya 59:1) �çünkü bütün bunları ellerim yaptı, hepsi böylece var oldu, diyor Rab. Ancak ben alçakgönüllüye ruhu ezik olana, sözümden titreyen kişiye değer veririm. (Yeşaya 66:2)

Kuran�ın mesajının vaat ettiği kurtuluşa gelince, samimi inananlara cennet ödülü, Allah�a ve onun peygamberlerine asi olanlara ateş cezası(cehennem) vardır. Kuran aynı hususu ifade eden iki ayet sunmaktadır. Kuran�ın �Allah katında hak din İslamdır� (Al-i İmran 3/19) ve �Kim islamdan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecektir.(Al-i İmran 3/85) ifadelerinden dolayı Bir kısım âlim bu ayetlerin ilgâ edildiğini söylese de çoğu alim onları hala geçerli kabul eder. Yine Kuran�da şöyle buyurulur. �Şüphesiz imam edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabilerden Allaha ve Ahiret gününe hakkıyla inanıp, Salih amel işleyenler için Rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir. (el-Bakara 2/62, Maide 5/69�da da aynı husus dile getirilmiştir).

Eski ve yeni birçok Müslüman müfessir bu iki ayetten Müslüman olmayanlar için özellikle de inançlarında samimi olan ve iyi işler yapan Yahudi, Hıristiyan ve Sâbiiler için mümkün olan bir kurtuluş için önceden bir tasdik anlamı çıkarmışlardır.Bu husus bu dinlere mensup olanlara kişisel, ailevi ve toplumsal hayatlarında saygı gösterilmesi gerektiğini öngörmektedir.Böylece Zimmi�nin statüsünün korunması, dini çoğulculuk için tarihsel bir başlangıçtır.

Tanrı�nın Krallığı6�nın gelişini vaaz etme işlemi İsa Mesihle birlikte tüm sınırları aşmaktadır. Bu, Krallığın yönetmeliğini oluşturan Hz. İsa�nın Matta incilinde geçen sözlerinin (Matta 5:3-12) programıdır ve herkesin Tanrının krallığına girişi garanti edilmiştir.

İkrar eden din bilginine söylediği sözler gibi İsa bunu defalarca söylemiştir. �Tanrıyı bütün yüreğinle sevmek, bütün anlayışla ve gücüyle sevmek, komşusunu da kendi gibi sevmek, bütün yakmaklık sunulardan ve kurbanlardan daha önemlidir.� (Markos 12:33) İsa, ıslah ettiği, kurtardığı veya rahata erdirdiği herkese aralıksız olarak şunu tekrarlar. �Esenlikle git, imanın seni kurtardı� (Luka 2:29; 7:50; Markos 5:34) Romalı yüzbaşı isteğinin kabul edildiğini ve kölesinin iyileştirildiğini görür.(Luka 7:1-10), Sur ve Sayda bölgesinde Kenânlı kadın kendisini işittirdi ve kızı cininden kurtarıldı. (Matta 15:21-28) İyi Samiriyeli�ye Eriha yolu üzerinde Yara bere içinde terkedilmiş adamın komşusu doğru olarak haber verildi. (Luka 10:29-37) Herkesin bildiği Yakup�un kuyusu yanında Samiriyeli bir kadınla karşılaşınca İsa ona şöyle söyler. �Bana inan, öyle bir saat geliyor ki, Baba�ya ne bu dağda ne de Yeruşalim�de tapınacaksınız� Ama içtenlikle tapınanların Babaya ruhta ve gerçekte tapınacakları saat geliyor. (Yuhanna 4:21-23)

Kilisenin inanmayanları İsa Mesih�in evrensel arabuluculuğundan faydalananlar olarak göz önünde tutarak daima açıkladığı, iyi inançta olan inanmayanların kurtuluşunun imkanına dair, yeniden ele alınan ve elçiler tarafından geliştirilen öğretiye bağlı kalınmalıdır.

�Tanrı herkesin kurtulmasını istediği� (I.Timoteus 2:4) için bütün Hıristiyanlar kadar o (Samiriyeli) kadın için de böyle bir durumun söz konusu olduğu açıktır.

3- Ötekilere Yönelik Ne Tür Tutumlar Takınılmıştır?

Tarih boyunca şartların değiştiği gerçeğini göz önüne alırsak böyle bir soruya verilecek cevaplar çok yönlüdür. Yahudi, Müslüman ve Hıristiyanlara sunulan mesajlara ilk bakışta bu mesajların birine veya ötekine yönelik belirli temel eğilimler gösterdiği gözükmektedir.

Eski Ahit, daima tekrar eden sadakatsizlikleri yüzünden, bir Tek Tanrıya şahitler olarak kendilerine has görevlerini onlara hatırlatmak için çeşitli peygamberler göndermesi için Yahwe�nin rahmetini dileyen Yahudi halkının ayrı yaşaması ve kutsanması fikrinde israr eder. Kitabı Mukaddesin bu ilk kısmının (Eski Ahit) Tarihi kitapları farklı insanlar arasında mevcut en kötü durum olan savaşlar ve lanetler hakkında bize çok şey anlatır. Irksal ve kültürel kimlik, yapılmadığı takdirde cezası çöküş ve ölüm olan karışık evlilikleri ve her türlü dini senkretizmi reddetmek suretiyle muhafaza edilmiştir. Bütün bu titizlik dini yemek emirlerinde, arınma ritüellerinde ve ayrı ayinlerde bile kendini gösterir.

Babil sonrası dönem peygamberlerin evrenselleşen bakış açılarına rağmen Yahudi halkı daima, bütün alanlardaki sosyolojik farklar vasıtasıyla kimliklerini ispat etmeye çalışmışlar ve kendilerine ait özelliklerini muhafaza etmek için seve seve silahlı mücadeleye başvurmuşlardır. Makabilerin isyanı ve Helenistik Filistin sömürge dönemi sonrasında Hasmonean hanedanlığının ortaya çıkışı bu yüzdendi.

Şu bile söylenebilir ki; Birçok defalar tahrip edilen ve yeniden inşa edilen ve bir sembol olan Kudüs mabedi birbirini izleyen ve hiyerarşik ayrım niyeti olan bir. mimari anlayışla yapıldı. Putperest ve Gentilelerin alanın ötesine, kadınların bulunduğu alana veya Rahiplerin bulunduğu alana sadece Yahudiler giriyordu. �Kutsalların Kutsalı� odasına sadece baş rahipler girebiliyordu.

Kuran-ı yakınen okursak görünüşte çok farklı tutumlar sunan ayetler buluruz. Bazen barış içinde yaşamaya yönelik bir ilanda bulunur.�(Resulüm!) De ki: Ey Kafirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam sizde benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.� (Kafirun 106/1-6)

Fakat diğer zamanlar savaş emredilir ve inanmayanlara karşı savaşmayı emreden birçok ayet vardır. �Size karşı savaş açanlara sizde Allah yolunda savaş açın� onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın fitne adam öldürmekten daha kötüdür.� (Bakara 2/190-191) Kuşkusuz buradaki �verdikleri sözü bozan ve peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan� (Tevbe 9/13) İslam düşmanları için geçerli bir durumdur.

Bunların yanında Ehli kitapla ilgilenen, onlara karşı benzer veya neredeyse aynı tutumu ifade edecek başka ayetler de vardır. �Kendilerine kitap verilenlerden Allaha ve Ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulunun haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.� (Tevbe 9/29)

Onlar içinde iman edenlere saygı bakımından en yakın olarak da �Biz Hıristiyanlarız� diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar� (Maide 5/82) ayetinde ifade edildiği üzere onlara karşı farklı bir tutuma işaret eden ayetlerin olduğunu da biliyoruz.

(Ötekilere yönelik) tutumları karşılaştırırsak İslam ümmetini tek ve ayrıcalıklı bir konumda tutmak için daimi bir istek vardır. Şimdiye kadar Mekke ve Medine�ye girmenin Müslüman olmayanlara yasaklandığını söylemek de çok sembolik ve manalı değildir. Kimlik yine ayrım vasıtasıyla ifade edilmiştir.

Hıristiyanların, İsa Mesih�in tavırlarını ve öğretisini inceden inceye düşündükleri Yeni Ahit�i göz önüne aldığımızda kuşkusuz yukarıda zikredilenler açısından bakış açısı tamamıyla farklıdır.�Söz insan olup aramızda yaşadı�. (Yuhanna 1:14) diyerek havari Yuhanna�nın tanrının sözü olarak tanımladığı İsa�nın misyonu, İsa Mesih�i Rab ve kurtarıcı olarak tanımak suretiyle Tanrıyla aynı hayatı paylaşmaya girmek için herkesi göklerin krallığına davet etmiştir. Yahudilerin kışkırtması sonucunda onu kırbaçlayarak ve çarmıha gerilerek cezalandıran Roma valisi Pontius Plate�ye �Benim krallığım bu dünyadan değildir� (Yuhanna 18:36) diyerek hatırlatmasının sebebi budur.

Kendisini kabul etmeyi reddeden bir şehrin (Samiriye) üzerine göksel (ilahi) ateşin gelmesi için çağırmayı reddettiği gibi (Luka 9:51-56) İsa tutuklandığı zaman da bile �Kılıcını yerine koy, kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek� (Matta 26:52) diyerek kılıca (silahlı mücadeleye) başvurmayı reddetmiştir.

Yasanın ikmal edilmesi ve bütün adaletin gerçekleştirilmesi onun niyetiydi. Bu ancak İnsanların kalplerini aklayarak ve vicdanlarını tanrının bir merhametli hükmüne teslim etmeleri suretiyle olur. Tanrı�nın Krallığı�na girmek etnik veya dini konumu dikkate alınmaksızın her şahsa zorlamadan özgürce teklif edilir ve herkes sahih bir hidayet aracılığıyla krallığa girmeye çağrılır.

İsa Mesih Grekler, Romalılar, Samiriyeliler ve Yahudiler, fakir, zengin, adil günahkâr, Ferisiler ve vergi memurları yani herkese karşı misafirperverdir. O, Babanın ona verdiklerinden hiçbirini yitirmemek için en yakın komşularına ve herkese karşı merhametli olmuştur. (Yuhanna 17:12)�O, herkese bana gelin ve benden öğrenin çünkü ben yumuşak huylu alçak gönüllü biriyim.�diye hitap etmiştir. (Matta 11:29)

Onun bakış açısına göre esas mesele tanrı sevgisi ve komşu sevgisini barındıran doğru bir hayattır. Zira dini göz önünde bulundurulmaksızın her şahıs son günde bu hususta yargılanacaktır.�Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım bana içecek verdiniz. Yabancıydım, beni içeri aldınız; çıplaktım beni giydirdiniz. Hastaydım benimle ilgilendiniz, zindaydım yanıma geldiniz� size doğrusunu söyleyeyim bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı benim için yaptınız� (Matta 25:35-40)

Onların efendisi (Rabbi) ve modeli olarak tüm Hıristiyanlardan herkese karşı misafirperver olmasını isteyen İsa Mesih�in mesajı böyledir. Ötekilere tam saygı duyarak, sakramentler ve özellikle evharistiya sadece vaftiz edilmiş inananlar tarafından paylaşılsa bile Sembol seviyesinde, burada hiçbir şey krallığa girmek ve krallığın sırlarını keşfetmek isteyenler için herhangi bir kiliseye girişin tamamıyla serbest olmasından daha önemli değildir. Kimlik, kutsal komünyon�un sunuluşu sırasında hep birlikte yaşanmakta olan Tanrı Krallığının değerlerinde teyit edilir.

II- BİR KİMSE KENDİ KİMLİĞİNİ KORUYARAK ÖTEKİLERE NASIL SAYGI GÖSTEREBİLİR?

Hem Yahudi, hem Müslüman hem de Hıristiyanlara sorulan soru böyledir. Onların kutsal kitaplarının metinleri onları ötekilerin hepsine saygılı olmaya davet etmekte ve ötekilerin sahip olduğu mesaja tam bir imanı istemektedir. Bu anlaşılması zor bir durumdur. Çünkü bu aşırı saygı (sadakat), burada ele alınan dini çoğulculuk için gerekli sınırlar, oluşturuyor gibi gözükmektedir. Problem Müslümanlar için Hıristiyanlar için olduğundan daha önemlidir. Çünkü Müslümanların mesajı evrensel bir daveti amaçlar ve bu yüzden de çok az sayıda insanı dışlar.

Bir kimse, Kuran ve Yeni Ahitte, iki dinde sunulan ve az yada çok realite (dini çoğulculuk) ve proje (birlikçi evrensellik) arasındaki bazı uzlaşma noktalarının temeli olabilen (başka metinler) keşfedebilir mi?Burada bu soruya açıklamak için mütevazi bir teşebbüste bulunmak istiyoruz.

1- İslam ve Dini Çoğulculuk

Kuranın öğretisi hakkında iyi bilgilendirilen bütün Müslümanlar İslam hala Arabistanda azınlıktayken ilk Müslüman toplumu için probleme ilk cevapları sağlayan ayetler bulabilir. Bir yandan Ehli-Kitap kendi özgünlüğü içerisinde tanınıyordu ve onların varlığı bir emri vaki olarak gözükmekteydi. Daha evvel zikredilen bir ayet zimmilerin statüsünün daha sonradan ele alınışı için bir haklılık göstergesi olarak hizmet etmiştir. Diğer ayetler ise geçiçi olarak şeriata ve sosyo-hukuki ilişkilere ait kaynakları organize etmektedir.

İncil�e inananlar, Allah�ın onda indirdiği hükümler ile hükmetsinler�Artık aralarında Allah�ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma!� (Maide 5/47-48) Öte yandan Kuran heybetli bir şekilde, Müslüman olmayan dini toplumların kendilerini tanınıyor ve varlıklarına da saygı duyuluyor olarak gördüklerini varsayarak �Dinde zorlama olmadığını� (Bakara 2/256) ifade eder.

İslama çağrı onların özgürlüğüne saygı duymakla birlikte yapılmalıdır.�(Resulüm!) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir.� (Nahl 16/125)

Bütün bunlar, kuşkusuz �Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeraitlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allahadır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin (gerçek tarafını) o, haber verecektir� (Maide 5/48) diye söyleyen başka bir ayette ifade edilen imaları daha iyi anlaması için bir kimseye fırsat verir.

Bu ayetlerde, sorulan soruya bir cevap olan, bir kimseye bunların ötesine geçmesine, keskin hatları temizlemesine veya yukarıda zikredilen bazı başka ayetlerin ayrımına izin verecek açıklamalar bulunamaz mı? Müslümanların ve Hıristiyanların bugün, dünyanın birçok ülkesinde bildiği durumlara (şartlara) göre yenilenmiş bir yorum tavsiye edilemez mi?

2-Hıristiyanlık Ve Dini Çoğulculuk

Hıristiyanlar açısından İsa Mesih�in örneğinde ve öğretisinde ötekilere saygılı olmak için ve dünyevi şehrin yönetici zümresine gerçek bir özerklik sağlamak için (bu şehrin ortak menfaati için bir şeyler yapmak durumunda olduklarında) yol gösterici prensipler bulmak oldukça kolaydır. Vergilerin ödemesiyle ilgili olarak biz İsa�nın kendisine tuzak kuranlara şöyle cevap verdiğini biliyoruz.�Sezar�ın hakkını Sezar'a, Tanrının hakkını Tanrıya verin� (Matta 22:15-22) Markos 12:13-17; Luka 20:20-26)

Pavlus Romalılara mektubunda şöyle söyler: �Herkes baştaki yönetime bağlı olsun çünkü Tanrıdan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur.�İtaat etmelisin� vicdan nedeniyle (yönetime bağlı olmak gerekir) herkese hakkını verin; vergi hakkı olana vergi, gümrük hakkı olana gümrük, saygı hakkı olana saygı, onur hakkı olana onur verin�. (Romalılar 13:1-7)

Bu ve diğer birçok metinden, Hıristiyanlar daima bir kimsenin güçleri karıştırmaması gerektiği sonucunu çıkardılar. Bir kimse ne kendisini tanrı olarak ileri süren ve her türlü tapınmayı talep eden Sezar�ı kabul etmeli ne Tanrının Sezarla karıştırıldığını kabul etmeli ne de zamanın sonunda İsa Mesih�in bizim için vaat ettiği Tanrının Krallığı�nı yeryüzünde gerçekleştirme iddiasında bulunan her türlü teokrasiyi kabul etmemelidir. Elbette bu krallık zaten sunulmuştur ve Hıristiyanlar, Krallığın, kendilerini İsa Mesihle ve Tanrının lütfünü araştıran bütün iyi iradeli insanlarla birleşmiş olarak bildikleri (azizler meclisi olan) kilisede çekirdek ve öz olarak mevcut olduğuna inanırlar. Onlar orada biricik arzusu herkesin Tanrıya geri dönmesi, ve verilen çeşitli istidatlar içinde ana şükretmesi ve onu yüceltmesi olan kutsal ruhun faaliyetini görürler.

3-Kitabı Mukaddes, Kuran ve Dini Çoğulculuk

Müslümanlara ve Hıristiyanlara dini çoğulculuk için bazı nispi formlar planlamak için izin veren ve sahih metinlerin ötesinde Onların, insan ile tanrı arasındaki ilişkiler hakkındaki ortak görüşü bir monoteist ve ferdiyetçi bir yaklaşım ilave edebilir gözükmektedir.

Gerçekte Müslümanlar ve Hıristiyanlar insanın tanrı tarafından yaratıldığını, ruhunu ve aynı zamanda birçok zeka ödülünü (irade ve özgürlük) tanrıdan aldığını kabul ve ilan eder. Hem Kitabı Mukaddes hem de Kur�anda bütün insan varlığının bu temel değerini destekleyecek metinler çoktur.

İnsan, Müslümanlar tarafından ötekiler arasında şahit olmak için yeryüzünde Allanın halifesi olarak tanınsa da, Hıristiyanlar tarafından İsa Mesih�in zatında erkek ve kız kardeşlerini sevmek ve hizmet etmek zorunda olan, evlatlığa kabul edilmiş oğul olarak ilan edilse de Tanrının önermeleriyle özgürce ifade edilmesi ve olabildiğince makul bir şekilde içselleştirilmesi daima bir problem olmuştur.

Kuran sık sık insanlara �Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin� (Kehf 18/29)diye hitap etmektedir. Peygambere şöyle hatırlatılır: �Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın� (Yunus 10/99-100)

Bu önemli ayetler şu gerçeğe işaret eder. İnsan seçimlerinde özgürdür, (Peygam berlerin görevi insan özgürlüğünün gizemiyle karşılaşınca) ve son tahlilde her şey Tanrının hür iradesinin büyük gizemine havale edilmektedir.

Hıristiyanlar için İsa Mesih�in meseller yoluyla hatırlattığı problem aynıdır ki kişi iyi tohum ve delice otunun birlikte büyümesi için izin vermelidir. Krallığın ürünü, müteakip mevsimlerin yanı sıra farklı toprak tiplerine ve sulama türüne bağlıdır. Böylece hiç kimse �şöyle olsaydı veya böyle olsaydı� demeye güç yetiremez. Bu İsa�nın elçilerine �Babanın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu zamanları ve tarihleri bilmenize gerek yok� (Resullerin işleri 1-7) diye söylemesinin nedenidir. İsa Mesih için, insanların zamanı aynı zamanda Tanrının sabretme zamanıdır. Petrus ilk vaazlarında �Öyle ki Rab size yenilenme fırsatları versin� (Resullerin işleri 3/20) diyerek bu hususu dile getirir.

Çeşitli manevi toplumlar ve uyumlu bir dini çoğulculuk için ortak saygının temel dayanağı olan Refah, bekleme ve ümit zamanı, zamanlar ve mevsimleri dikkate alan ve böylece yavaş yavaş Tanrının krallığının gelişini ve onun yasasına bağlılığı hazırlayan tanrının aynı sabrına dayandırılamaz mı?

Onun inayeti iyileri ve günahları dikkate alır ve iyilikleri, dinleri fark etmeksizin tüm insanlara ulaşır. Çünkü o, onların hepsinin onun iradesine döneceğini ve birgün onun krallığını tanıyacağını ümit eder. İnanmayanların sevilmesinin ve beklenilmesinin sebebi budur. Dahası İsa Mesih Hıristiyanlara şöyle söyler.�Aynı şekilde gökte, tevbe eden tekbir günahkar için, tövbeyi gereksinmeyen 99 kişi için duyulandan daha büyük sevinç duyulacaktır.� (Luka 15:1-7)

Müslümanlar ve Hıristiyanlar bu yüzden bir araya toplanabilir ve tanrının sabrını, kültürlerin, ülkelerin ve zamanın unsurlarının çeşitliliğine göre organize edilecek ve itibar edilecek dini çoğulculuğun esası olarak dikkate alabilirler. Onlar aynı zamanda nasıl (sabırlı) olunacağı bilmeyecekler mi?

Kuran muhatabına şöyle söyler. �Sen sana vah yolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hâkimlerin en hayırlısıdır.� (Hud 10/109) ve ona tekrar şöyle hitap eder �Sabret! Senin sabrın da ancak Allahın yardımı iledir�� (Nahl 16/127)

Hıristiyanlara gelince, yeni Ahit Hıristiyanlardan tekrar tekrar tüm insanlara karşı merhametli olmalarını ister.

Tanrının bana bağışladığı lütufla hepinize söylüyorum. Kimse kendisine gereğinden çok değer vermesin. Herkes tanrının kendisine verdiği iman ölçüsüne göre düşüncelerinde saygılı olsun� (Romalılar 12:3)

Rabbin gelişini bekleyin. O, karanlığın gizlediklerini aydınlığa çıkaracak, yüreklerde ki amaçları açığa vuracaktır. O zaman herkes Tanrıdan yapına düşen övgüyü alacaktır.� (I.Korintoslular 4:5)


SONUÇ: Nitekim Kitabı Mukaddes�in ve Kuran�ın insanlığın şehrinde Dini çoğulculuğu temin etme hususunda söyleyecek çok az şeyinin olduğu açıkça görülmektedir. Kuşkulanabileceğimiz üzere Yahudiler için Eski Ahit, Müslümanlar için Kuran ve Hıristiyanlar için yeni Ahit, Tanrının ve insanlığın gizeminin bazı yönlerini ve tarih ve kozmosun nihai anlamını açıklamayı amaçlayan bütün dini mesajların üzerinde bir konuma sahiptir.

Kitabı Mukaddes ve Kuran ötekilere şu noktada ilgi gösterir. Kitabı mukaddes ve Kuran, bir Yahudi, bir Müslüman veya Hıristiyan�a diğer dinler hakkında okumayı teklif edebilir. Çünkü Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar gerçekten, kendilerince tek, eşsiz monoteizmin evrensel formunu oluşturmayı amaçlar. Eski Ahit, Kuran ve Yeni Ahit�in onların ele alınışı ve aktarılmasına yönelik Tarihsel bağlamı tasvir etmede başarısız olmamasının ve �ötekilerle olan ilişki�nin farklı boyutlarını keşfetmenin faydalı gözükmesinin sebebi budur. Böylece biz ötekilerin nasıl isimlendirildiğini, kurtuluşlarının nasıl tasavvur edildiği ve birbirlerinin tutumlarının başkalarına yönelik teolojik bir bakış olarak nasıl ifade edilmek durumunda olduğunu görebiliriz.

Ötekilerle olan sosyo-hukuksal ilişkilerin düzenlenmesi ile ilgili olarak Yeni Ahit�in, Hıristiyanlara aynı sosyo-hukuksal düzenle ilgili olarak yaratıcılık için daha fazla özgürlük imkânı tanıyor olarak gözükmekle birlikte Eski Ahit ve Kuran arasında durumlar ve cevaplarda belirli bir paralellik olduğunu gözlemledik. Kuranın ve yeni Ahit belirli temel ayetleri üzerinde daha derin bir tefekkür ve daha manevi düşünmek yeni bakış açılarına kapı açacaktır.

Eski Ahit ve Kuran tarafından sunulan kat�i cevaplar yeniden yorumlanmak ve onların iletildikleri tarihsel konteksle ilgili olarak mukayese edilmek zorunda olacaktır. Öte yandan bu temel ayetler güvenilir ve sosyal ve siyasal eşitlik veya hiyerarşik dini çoğulculuğu garanti edecek bir tarzda, dini gruplar arasında organize edilecek yeni ilişkilerin modern bir değerlendirilmesi için genel prensipler temin edebilir. Bu tüm insanların huzurunda, bazen de Tanrının huzurunda yapılan insan haklarına saygıyı bütün vatandaşlarına garanti etmek zorunda olan modern bir devletin yapısı altında olacaktır.

Bütün dinlerin inananları özelilikle de Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar bu yenilenmiş yapı altında Kuranın yapmaya davet ettiği üzere (Mâide 5/48) iyi işlerde birbiriyle yarışabilirler ve Yuhanna tarafından yeniden dile getirilen İsa�nın mesajının çağrısına göre birbirlerini sevebilirler. �Sözle ve dille değil, eylemle ve içtenlikle sevelim� Çünkü sevgi tanrıdandır. Seven herkes tanrıdan doğmuştur ve tanrıyı tanır.� (I. Yuhanna 3:18 ; 4:7)


* Bu metin Ürdün İslam Medeniyeti Araştırma teşkilatı el Albait ve Cenova-Chambesy�deki Ekümenik Patrikliğin Ortodox Merkez Teşkilatının sponsorluğunu yaptığı ve Atatürk Kültür Merkezinin İşbirliğiyle 10-14 Eylül 1989 tarihleri arasında İstanbulda yapılan 6. İslam-Hıristiyan müzakeresinde sunulan bir konferans metnidir.

Bu makale IslamoChristiana dergisinin 1991 Roma, XVII, 1-14. sayfalarının çevirisidir. Marife Dergisi�nin yıl:4 sayı:2 güz 2004 (267-278) sayısında yayınlanmıştır.

** 1925 Yılında Fransa, Lille�de doğan Maurice Borrmanss rahip ve Roma Urbaniana Üniversitesinin yanı sıra P.I.S.A.I (Pontificio Istituto di Studi Arabi e d�Islamistica)�de profesördür. 1971�de Paris Sorbon Üniversitesinde �Dr� unvanını elde eden Borrmans, İslamoChristiana dergisinin direktörlüğünü yapmaktadır. Aynı zamanda Papalık Dinler Arası Diyalog Konsilin�de danışman olarak çalışmaktadır. 1981�den beri birçok dilde basılan �Hıristiyanlar ile Müslümanlar Arasındaki Diyaloğun Ana Hatları� adlı eserin yazarıdır. Birçok İslam-Hıristiyan toplantı ve müzakeresinde yer almıştır.

*** KTÜ Rize İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Araştırma Görevlisi. suleyman_turan@hotmail.com

Not: Metin içerisinde verilen referanslar yazar tarafından konulmuştur. Dipnotlarda verilen açıklamalar ise tarafımızdan metne ilave edilmiştir.

1 Eski Ahit�in Grekçe çevirilerinden en önemli olanına verilen isim. Yahudiler, kutsal kitaplarını Mısır Kralı ve İskenderiye�deki kütüphanenin kurucusu Ptolemy Philadelphus (M.Ö.309-246)�un önerisi üzerine İsa�dan III yy önce Grekçe�ye çevirmişlerdir. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi yayınları, Ankara 1998, 388; Foakes-Jackson, F. J. , The Life of Saint Paul, Newyork 1926, 33

2 M.Ö.932 veya bir başka görüşe göre 928 de Hz Süleyman�ın vefatından sonra devlet ikiye bölünmüş, İsrail krallığına 721 Yılında Asurlular son vermiş, Yahuda krallığı ise Babil kralı II. Nabukadnetzar tarafından 586�da yıkılmış ve mabet tahrip edilmiştir.539�de Pers kralı III.Cyrus, Babil devletini ortadan kaldırarak Yahudilerin tekrar Filistin�e dönmelerine izin verir.Bkz.Lavinia and Dan Cohn-Sherbok, Judaism:A Short History, Oxford 1999, 25-30; Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Ankara 1988, 85

3 M.S.135�de Şimeon Bar Kohba�nın ayaklanmasını bastırıp, Yeruşalem�in harabelerini ortadan kaldıran Roma imparatoru. Bkz. Yusuf Besalel, Yahudilik Ansiklopedisi,Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., İstanbul 2001, I, 195

4 Bakara 2/264; Nisa 4/38; Enfal 8/47; Mâûn 107/4-7

5 Yunus 3:1-5

6 Tanrı�nın Krallığı, Yahudi ve Hıristiyan düşüncesinde daha ziyade eskatolojik anlamda kullanılmıştır. Yahudi geleneğine göre Tanrı, ilahi alemdeki ebedi kraldır.Rabbin gününde onun krallığı yeryüzünde de tam anlamıyla geçerli olacak ve buna karşı çıkanlar cezalandırılacaktır.Hıristiyanlıkta ise insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne gelen Mesih semaya yükselip orada krallığını başlatmıştır.İnsanlığın kurtuluşunu tamamlayacağı ikinci gelişinde ise bu krallığını yeryüzüne yayacak ve kötülüğe ve inançsızlığa son verecektir.Şinasi Gündüz , Din ve İnanç Sözlüğü , Ankara 1999, 359



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats