HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: SAĞCILIK OLARAK SÜNNÎLİK Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


SAĞCILIK OLARAK SÜNNÎLİK

 

 

 
İlhami Güler

 

 
Sağcılığın Antropolojik ve Teolojik Kaynağı

Sağcılık, insanın iradî olarak seçmediği etnik köken, cinsiyet, din, mezhep, memleket gibi kategorileri mutlaklaştırma; politik ve kültürel düzlemlerde istikrar, statüko ve itaatten yana olma; tarihe hamasetle yaklaşma; otorite ve devleti yüceltme; popülerlik, uyumluluk, mutedillik ve tepkisizliği itiyat edinme anlamında bireysel ve toplumsal bir alışkanlıktır. ‘Milliyetçilik ve Muhafazakârlık’ birer politik akım olarak bu alışkanlıkların bilinçli olarak değer haline getirilmesi (Bora, 1997: 74); ‘Gelenekçilik’ ise bunun fikrî düzeydeki adıdır.

İnsanların ve toplumların ‘sağcı’ oluşunun biri antropolojik diğeri teolojik iki nedeni vardır:

 

a) Antropolojik Neden: Ünlü İtalyan Sosyologu Pareto’ya göre insanların mantıkî olmayan fiil ve hareketlerinin saikleri insanların temayülleridir. Bunlar insanlarda duygu, hassasiyet ve heyecan yaratarak bir fiil ve hareketin âmili olurlar. Pareto bunlara ‘Residus’ (bakiyeler, tortular) adını verir. Bakiyeler, insanlarda zaman zaman değil, daimî olarak müessir oldukları için sabittirler. Bunlar münferit şahıslarda değil, insanların çoğunluğunda müessiriyetleri müşahede edilebilecek durumdadır. Başlıca altı grup halinde tasnif ettiği bu bakiyelerden birine Pareto: ‘Residus de a Persistance des aggrégates = Birikmiş istikrar bakiyeleri’ adını verir. Bu eğilim, birçok gerçekler, şahıslar veya tasavvurlar arasında hakikaten de uzun zaman mevcut olup, gerçek istinadgâhlarını kaybetmiş unsurları muhafaza etme temayülüdür. Örneğin: Herhangi bir insan veya sosyal zümre ile olan münasebet kıymet ve manasını kaybetmiş olmasına rağmen bu bağlanışın fiiliyatta devam etmekte imiş gibi duyulması hadisesi. Veyahut, bir insan bir mahalde uzun zaman oturmuşsa burası onun zihninde onunla herhangi bir bağlanışı kalmadıktan sonra da tesirini muhafaza eder. Bir başka örnek: Uzun zaman meriyyatta kalmış bir müessesenin, meriyetini kaybettikten sonra da gayrişuurî olarak devam ettirilmesidir.

İşte insanlardaki bu bir kere mevcut olmuş veya yaşanmış olan görgü birikintilerini terk etmeme, daha ziyade onlar üzerinde ısrar etme eğilimi çok çeşitli şekil ve muhteva alabilen mühim bir motif, temayüller (residus) zümresidir. Bütün muhafazakârlık temayülleri buna istinad ederler, aynı zamanda vatan duygusu, özleyiş (hasret) ve ölülere bağlılık hususiyetleri de bu esasa dayanmaktadır. Sonsuz denecek kadar çok sayıda mantıkî olmayan insan hareket ve fiili vardır ki, hep böyle motiflendirilir. (Çağatay, 1977: 162) O halde sağcılık temayülü, insanların ve toplumların fıtratında var olan, içinde bulunulan doğal halin mutlaklaştırılmasıdır. Bir fikir ve irade olmaktan çok gayri şuurî ve içgüdüsel bir durumdur. Bu durumda ahlâk programlarının, ibda ve inşa anlamında fikrî ve felsefî hareketlerin muhtevası, insanın bu doğal haline bir karşı-duruştur.

Sağcılığın antropolojik ikinci kökeni yaşla ilgilidir. İnsanlar ortalama kırk yaşından sonra sağcılaşırlar. Bu, tecrübe ve akılla ilgili bir şey değil, daha ziyade beden ve şuuraltı ile ilgili bir husustur.

 

b) Teolojik Neden: Tarih boyunca dinlerin genel olarak sağcılığın yatağı olduğu bilinen bir husustur. Neden birçok ‘dindar’ katı muhafazakâr, gelenekçi, statükocu, değişime karşı istikrardan yana, itaatkâr, otoriter, dogmatik, mutaassıp ve de fatalisttir? Kanaatimce bunun en önemli nedeni dinlerin merkezindeki Tanrı tasavvurudur. İlkel ve beşerî dinleri bir kenara bırakıyoruz. İbrahimî teistik ilâhî dinin tarihteki üç yenilenişinde (Tevrat/Musa, İncil/ İsa, Kur’an/Muhammed) Tanrı mutlak, kutsal ve aşkın (gayb) olarak temellendirilir. Bu, Tanrı’nın ahlâkî değil, somut olarak içkinleştirilmesine (şirk) karşı haklı bir tepkidir. Ancak, Tanrı’nın insanlıkla ilişkisi böyle değildir.

Daha sonra üzerinde duracağımız gibi, bu ilişki kutsal olmayan, içkin ve rölâtif bir ilişkidir. Ne var ki, Tanrı’nın ve peygamberin tarihten (zaman ve mekandan) çekilmesi ile çok geçmeden yukarıda üzerinde durduğumuz antropolojik nedenden dolayı insanlar bu ilişkiyi Tanrı gibi mutlak, kutsal ve aşkın bir hale getirirler. Böylece de din sağcılığın beşiği olur. Bu üç dinî tecrübe de doğuş anı ve erken dönemlerinde son derece dinamik, rölâtif (dil, tarih ve düşünce arasında diyalektik bir ilişki) iken, daha sonra dinî olan kişi, nesne ve hükümler Tanrı’nın niteliklerine bürünmüştür.

İnsanın çıplak tabiat üzerinde yaşamak için bir imkân olarak kurmuş olduğu kültürel dünya, bir taraftan insanın rölâtifliği ile malul iken; diğer taraftan tabiat ve insan varoluşunun devingenliği ile sürekli çürütülür. Sağcılık, işte bu rölâtifliğin ve çürümenin farkında olamama halidir. Kültürlerin ve onların maddî gövdeleri olan milletlerin, ümmetlerin hayatiyetlerini sürdürmeleri sağcılıktan uzaklaşıp, uyanık, müteyakkız, dinamik, devingen olmayı gerektiriyor. Sağcılığın karşıtı olan dinamiklik, başkaldırı, özgürlük, sürekli eleştiri vb. bazı hususlara 18. yüzyıldan itibaren ‘sol’ denmektedir. Fakat ‘sol’ tabiri sağcılığın bütün karşıtlarını tüketmez. Bu nedenle sağcı olmayanın zorunlu olarak ‘solcu’ olduğu söylenemez. Ayrıca tarihte ve günümüzde birçok ‘sol’ hareketin sağcılaştığı da bilinen bir husustur. Sağcılığın zorunlu karşıtlığı dinamizm, ‘varoluş’un ve değişmenin farkında olma, eleştiri silahını elden bırakmama, alışkanlık veya nam-ı diğer adet, töre, örf ve gelenekler içinde uzun süre mayalanıp çürümeme ve etnik köken, cinsiyet, din, mezhep ve memleket gibi iradî olmayan verili tarihsel kategorileri mutlaklaştırmamadır.

 

Ehl-İ Sünnet Ve’l-Cemaat-Sağcılık İlişkisi

‘Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’ tabirindeki ‘Sünnet’ tabiri Peygamberimiz Hz.Muhammed’in fiil, takrir ve sözlerine delalet eder. ‘Ehl-i Sünnet’ ise Peygamber’in Sünnetine bağlılığı, teorik düzeyde kendini bu sünnet ile meşrulaştırmayı ifade eder. Tabirdeki ‘Cemaat’ ise bu sünnete bağlı çoğunluğa uymayı, birliği, bütünlüğü, tefrika çıkarmamayı, itaatı, uyumu, ittibayı ifade eder. ‘Sünnet’ kavramının etimolojik kökeninin âdet, gelenek, töre, sürekli gidilen yolu ifade etmesi; ‘cemaat’in ise istikrarı, statükoyu, devamlılığı, birliği, bütünlüğü, itaati, otoriteye bağlılığı işaret etmesi ‘sağcılık’ta buluşmaktadır. Fazlur Rahman’ın gösterdiği gibi, Peygamber’in sünneti ilk hicrî asırda büyük şehir merkezlerinin geliştirmiş olduğu bölgesel örfler ve o şehirlerdeki âlimler tarafından canlı bir şekilde yenileniyordu (Yaşayan Sünnet). Fakat daha sonra Şafiî’nin ray değiştirmesi ile ‘Hadisler’ sabit sünnetler olarak yaşayan sünnetin önünü kesti. (Fazlur Rahman, 1997: 45 vd.)

‘Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’ dediğimiz büyük tarihsel gövdenin oluşum sürecinin başlangıcına baktığımızda, bunun fikrî boyutunun ‘ulema’ tarafından Kur’an ve Sünnet’in ‘doğru’ yorumu olarak teşekkül ederken; siyasal düzlemde Muaviye’nin iktidarı ‘güce’ dayanarak elde etmesi ve pekiştirmesi süreci (saltanat) olarak gerçekleştiğini görüyoruz. ‘Ehl-i Sünnet’, tarihte başta Emeviler olmak üzere daha sonra sırasıyla ‘Abbasiler’, ‘Selçuklular’ ve ‘Osmanlılar’ın Resmi Devlet ideolojisidir. Bu devletlerde iktidarda olan sultanlar iktidarlarını meşrulaştırmak ve sürdürmek için ihtiyaç duydukları sembolik kapitalleri ‘Sünnîlik’ kanalıyla devşirmişlerdir.

 

Dinin Dinamizmi-Sünnîliğin Sağcılığı:

Hz. İbrahim’den sonra üç kez yenilenen Tevhid dininin vahiy inzal süreçlerine baktığımızda (Hz. Musa/Tevrat, Hz. İsa/İncil, Hz. Muhammed/Kur’an) Peygamber kanalıyla halka iletilen mesajın iman ve salih amel olmak üzere dogmasız, canlı, dinamik bir praxis olduğunu görüyoruz. Zatı itibariyle mutlak, kutsal ve aşkın olan Allah, zamanın ve mekanın içine (tarihe) vahiy yoluyla, yani rölâtif kanallar kullanarak (dil, insan zihni) insanlara değişmeyen mesajını (din) o şartlara göre şeriat olarak yorumlamıştır (Güler, 1998: 52 vd.).

Peygamber vasıtası ve vahiy kanalı ile hitap ettiği toplumu, özellikle Mekke döneminde iman, ahlâk, siyaset alanlarında yoğun bir eleştiriye tabi tutmuştur. Siyasetin özü modern seküler dünyada anlaşıldığı gibi güç kullanma sanatı, yalan, menfaat kavgası, hile değil de, pratik ahlâk ise (Aristo’nun dediği gibi), Allah, Peygamber ve inananların desteği ile (Hizbullah, 5/56; 58/22) büyük bir siyasî mücadeleye girişmiştir. Aşağıda ilâhî hakk din’in son yenileniş tecrübesini (Kur’an/Sünnet), dolayısıyla dinin doğuş anındaki özünü dikkate alarak ‘Sünnî’ yorumun tarihî süreç içerisinde başlıca dört alanda nasıl sağcılaştığını ortaya koymaya çalışacağım:

 

a) İman Düzeyinde: (İmandan Akideye, Kalp Fiillerinden Zihinsel Tasdike)

Dinin özü Kur’an’da sık sık tekrar edildiği üzere ‘iman’ ve onun zorunlu sonucu ‘salih amel’ (Kur’an’da 60’dan daha fazla tekrar edilir) ise, bizatihi dinamik bir süreçtir. İman, Allah ile sürekli bir ilişki, salih amel ise insanlar ile sürekli bir ilişkidir. İman, ne tek başına aklın, ne de ahlâkî anlamda salt teslimiyet ve iradenin bir başarısıdır. Kur’an’da bunlar birbirinden ayrılmaz.

İman, akletmenin, yani kalbin bir başarısıdır. İman aynı anda ruhî, kalbî, manevî, zihnî, iradî, ahlâkî bir süreçtir. İman Allah’a karşı boyun eğme (tekebbür, istiğna ve inattan vazgeçme) saygı, huşu, sevgi, güven, minnettarlık (şükür) gibi değerlilik yaşantıları şeklinde kalbin fiilleridir. Bu nedenle de Kur’an’da ifade edildiği gibi artar-eksilir (9/124; 8/2). Kalbin sürekli yumuşak (canlı) tutulması (39/23; 36/70) dolayısıyla da iman’ın sürekli tazelenmesi ve edi(ni)lmesi gerekir. Bakımı yapılmayan kalp zamanla paslanır (83/14) katılaşır (2/74; 6/43; 87/16) ve sonunda mühürlenir (2/7; 6/46; 45/23).

Salih amel (ahlâkî eylem ve fiil) Haricîlerin ve Mu’tezile’nin sandığı gibi imanın bir parçası değildir. Ama onun zorunlu (başka türlü düşünülmesi imkânsız) bir sonucudur. Haricîliğin yaratmış olduğu teröre karşı Mürcie’nin ve Ebu Hanife’nin ameli imandan ayırması doğru idi fakat Mürcie’nin ve Ebu Hanife’nin iman tanımları yanlıştı.

Mürcie’nin ve Ebu Hanife’nin iman tanımı hiçbir kalp fiili içermeyen, salt zihinsel tasdik ve kesin kanaat idi. Kalp, fiilleri içeremezdi, çünkü imanı soyut zihinsel tümellere indirgemişti: Birisi ‘Ben Kâ’be’ye ve Hz. Muhammed’e inanıyorum; fakat Ka’benin Mescid-i Haram’daki Ka’be, Muhammed’in de 571’de doğan Abdullah’ın oğlu Muhammed olup olmadığını bilmiyorum’ dese onun imanı sahihtir ve iman artmaz, eksilmez, her müminin imanı birbirine eşittir.(Ebu Hanife, 1981: 1 vd.)

Bu tanım, giderek imanı yaşanan canlı, dinamik bir süreç olmaktan çıkararak ‘akaid’e dönüştürüp ‘Amentü’ olarak sayısal kurallara indirgedi. Bu durumda: ‘Pekin şehrinin varlığına inanıyorum’ ile ‘Allah’a inanıyorum’ kesin hükümleri arasında insanda (müminde) etki uyandırmama bakımından bir fark kalmıyordu. Zira, ikisi de birer haber olarak zihinde gerçekleşen kesin tasavvurlardı. 

Kur’an’ın oluşum sürecinde ortaya koyduğu imanın muhtevası zorunlu olarak eylemi gerektiriyordu. Müminler politik, hukukî, iktisadî, ahlâkî süreçlerde imanlarını öfke, nefret, buğz, merhamet, sevgi, takva şeklinde değerlilik yaşantıları; emr-i bil-ma’ruf-nehy-i ani’l-münker (iyiliği destekleme, kötülüğü köstekleme), cihad, yardım vs. şeklinde eylem olarak ortaya koyuyorlardı. Ahlâksızlığın kesinlikle imansızlıktan kaynaklandığını Peygamber: ‘zina eden  adam mümin kalarak zina edemez, hırsızlık yapan, hırsızlık yaptığı anda mümin değildir’ (İbn Mace, Sünen, Fiten Bahsi, Hadis No: 3; Tirmizi, Sünen, İman Bahsi, Hadis No: 11; Ebu Davud, Sünen, Sünnet Bahsi, Hadis No: 15) diyerek ortaya koymuştur.

Tasavvuf’un birçok akımında iman bireysel düzlemde yaşanırken, mistik idealler çoğu zaman politik ve dünyevî olanı ‘terk’ etmeyi gerektirdiği için değerlilik yaşantıları hüzün, korku, sabır, ağlama vs. gibi olumsuz yaşantılardı. Bu anlamda mistik tecrübe yatay olanı (yeryüzüyle ilişkiyi) terk etmiş, Allah ve Ahiret'e doğru dikey bir yürüyüştür (seyr-i suluk, makamat, ahval). Mistik idealler yaşamın ağırlık noktasını yaşamın içine değil, Allah’a ve öteye  (Ahiret) yerleştirmiştir.

Sünnîlik imanı ‘altı’, İslâm’ı da ‘beş’ olmak üzere ‘şarta’ bağlayarak tarihî süreç içerisinde bir dogmalar ve ritüeller dinine dönüşmüştür. ‘Kelime-i şahadet’in papağanca telaffuzu bu dine girişin anahtarıdır. Oysa ‘Eşhedü=Ben şehadet ederim’ ifadesi hem coşkusal, hem de fiilî bir yaşantıyı (praxisi) işaret eder. Allah, göklerin derinliklerinde (aşkın) sıfatlarıyla bilinecek bir varlık değil; müminlerin, muhsinlerin, muttakilerin, sabredenlerin (direnenlerin)... günlük yaşamlarında, yeryüzünde sürekli beraber oldukları (2/103; 9/36; 16/128) her an karşılaşacakları bir Varlıktır (şehadet). İnanç veya akide hakkında sadece konuşulan bir şey (Kelâm); iman ise yaşama ve eylemin bizzat kendisidir.

Ehlü’l-Hadis ve onun teolojik uzantısı Eş’arilik, teorik düzeyde ameli imandan ayırmayıp, pratikte Mu’tezile (el-menzile-beynel menzileteyn) ve Haricîlikten (tekfir) daha mutedil bir yol izlediyse de; giderek Sünnîliğe Mürcie’nin iman anlayışı yerleşti ve sonuç olarak iman ve amel birlikte zayi oldu. Akide (inanç) -iman değil- dinin zorunlu unsuru, amel ise, olsa iyi olur; ama olmasa da ‘mümin’ ve ‘Müslüman’ olunur, şeklinde anlaşıldı. Bu gelişme, Kur’an’daki ‘iman’ın düpedüz sağcılaşması idi. Zira, artık Müslüman ve mümin olma, sürekli kalp ve beden fiilleri işleyerek uyanık ve dinamik olmaktan çıkmış; taklit yoluyla inanç ve alışkanlık yoluyla amele dönüşmüştür.




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

b) Bilgisel Düzeyde: (Akıldan Nakle, ‘İstihsan’dan* Kıyas’a, Temellendirmeden Dogmaya) Allah, zatı itibariyle mutlak (Alim-i mutlak, Kadir-i mutlak, Mürid-i mutlak, kutsal (Kuddüs) ve aşkın (gayb) olmasına rağmen, tarihe müdahalesini, yani vahiy/risalet yoluyla değişmez dinini (ed-Din, dinu’l-hakk, dinullah) şeriatlar olarak rölâtif bir şekilde (‘Her biriniz için ayrı bir şeriat ve yöntem verdik’ 5/48) ikame ettiğini daha önce söylemiştik.

Vahyin toplumsal şekillenişinin olaylar çerçevesinde gerçekleştiğine (Mekkî, Medenî, Esbab-ı nüzul, Nesih-Mensuh) şâhid olan, yine Hz. Muhammed’in yapıp-etmelerinin dayanaklarını, sözlerinin vürûd sebeplerini gören, bilen Hz. Ömer, Kur’an ve Sünneti Allah gibi mutlak, kutsal ve değişmez olarak algılamadı. O, Allah’ın tarih boyu insanî eksiklik ve sınırlılıklarla iş gördüğünü, insana güvendiğini ve birçok büyük değişikliklerin meydana gelmesine vesile olduğunu biliyordu. O, Kur’an’ın vermiş olduğu münferit hükümlerin menatı (tabanı, zemini) değişince Kur’an’ın ruhuna , genel

amaçlarına, maksadına uygun olarak gerçek anlamda ictihad (istîhsan) –Kıyas değil- yaptı. Hz. Muhammed’den çok az hadis rivayet ettiği gibi; Peygamber’in yapıp etmelerini, sözlerini mutlaklaştırıp olup-olmadık yerde ‘Hadis’ rivayet edenleri elinde sopasıyla kovaladı. Ne var ki, Ömer bu yaklaşım tarzında tek kaldı. Sahabenin bütünü ve devam eden nesiller Kur’an ve Hadis’i (Hadis konusunda Mu’tezile’nin, Ebû Hanife’nin temkinli tutumu hariç) Allah gibi mutlak, kutsal ve değişmez olarak gördüler. Şafiî bunlara Sahabenin icmaı’nı da katarak sabit kaynakları üçledi. Şafiî, ulemaya ‘ictihad’ olarak yeni ortaya çıkacak sorunları ‘Kıyas’ yoluyla nasslara bağlama görevini verdi.

Böylece ‘Fıkıh Usûlünün kurucusu’ ünvanını alan Şafiî, gerçek ictihadı –ki Ebû Hanife birçok yerde kıyası terk ederek Hz. Ömer’in daha önce yapmış olduğu istihsana başvurdu ve onu sistemleştirmişti- reddederek aklı, mutlaklaştırılmış nasslara bağladı (mevrid-i nass’da ictihad’a mesağ yoktur). İþte Ehli Sünnet’in özelde fıkıh sahasında, genelde ise bütün düşüncede benimsemiş olduğu bilgi kaynağı-yöntem sıralaması hiyerarşik olarak böylece mutlaklaştı: Kitap (Kur’an), Sünnet, icma, kıyas. Eğer değişmeye güç yetirebilirse -13.

yüzyıldan sonra kolayca güç yetiremediği ortadadır- değişecek olan sadece ‘Kıyas’ (ictihad) yoluyla elde edilen bilgidir. Teolojik düzlemde Mu’tezile, Kur’an’ın metafizik alana ilişkin ayetlerini (dil doğal olarak bünyesinde mecaz, istiare, teşbih vs. taşıdığı ve Kur’an da bununla meşbu olduğundan) aklî bir çaba olarak te’vil ederken; ehlü’l-hadis ve onun teolojik uzantısı Eş’arilik imanı, teslimiyeti, lafzî yorumu öne alıyordu.

Mu’tezile’ye göre akıl-nazar esas, nakil (nass: Kur’an, Hadis) ona tabi iken; Ehl-i Sünnet, nassı esas alıp aklı ona tabi kıldı. İþe akıl, düşünme, şüphe, tartışma yerine irade, teslimiyet, iman ve nakil ile başlamanın, politik düzlemde kitleleri sultanlara, ümeraya itaate, teslimiyete, boyun eğmeye, rızaya hazırlayacağı ve bunun sağcılığı aleykelbeyândır.

Nassların otoritesi (mutlaklığı, kutsallığı-değişmezliği) kabul edilmiş olmasına rağmen, ilk üç asırda (ilimlerin tedvin dönemi) İslâm toplumunda Kur’an’ın genel maksatlarını kavramış bir Müslüman entellektüelin olayları kendi aklına göre (tümevarım yoluyla) çözmesidir. Ebû Hanife, yaptığı Kıyasın sonucu Kur’an’ın genel maksatlarıyla çeliştiğini gördüğünde Kıyası terk edip istihsân yapardı.

Yoğun bir fikrî çabanın olduğu inkâr edilemez. Hüseyin Atay’ın dediği gibi, bu dönemin ayırdedici bir özelliği, ulemanın nasslardan anladığını ‘kendi adına’ ortaya koyduğu bir dönem olmasıdır. Hicri dördüncü asırdan sonra (Sünnî ortodoksinin tamamlanmasından sonra) artık Kitap ve Sünnete (Hadise) bir de ‘mezhep imamları’ halkası; giderek de daha sonra ‘mezhepte müctehid’ler halkası eklenmiştir. Hicri dördüncü asırdan sonra düşünce az sayıda telif; fakat bolca şerh, haşiye, zeyl, talık, telhislerle tezyine dönüşmüştür.

İlim, ehlü’l hadis’e göre hadis bilmekti; fıkıhda ‘ictihad’, yeni çıkan sorunu kıyas marifetiyle asla (nassa, mutlak’a) bağlama becerisi idi; giderek de kitapları yorumlamaya veya onlardaki bilgiyi hafızaya yerleştirmeye indirgendi (tahsil). Kitapların ismi artık ‘el-Keşf’an ...’, ‘er-Redd ala...’ veya ‘Acaibu’l...’ diye değil; ‘el-Muhassal’ veya ‘Zübdetü’l...’, ‘eş-Şerh ala...’ diye başlıyordu.

Yavaş ve içten içe de olsa oluş-hareket-değişim (tarih) değirmeninin hüküm ve müesseseleri öğütme-çürütme süreci, taklit ve tahsil faaliyetiyle görülemezdi.  Çünkü zihin sürekli kitapları -vakıayı değil- ezber, tekrar ve yorum ile ‘İlim’ yapıyordu: ‘Et-tekraru ahsen velav kane yüz seksen’=‘Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur’. Allah örnek alınarak vakalar değerlendirilip ‘Kitap’laştırılacağı yerde, başta Kur’an olmak üzere ‘Buharî’ ve daha birçok başka kitabı ezberleme ‘ilim’ olarak algılanıyordu. Hikmet ve hakikat artık sürekli aranacak ve keşfedilecek bir şey değil; ‘ta’lim’ yoluyla kitaplardan ‘tahsil’ edilecek bir şeydir. Ortaçağ’da İslâmî bilgi anlayışı hakkında Hamilton Gibb şöyle diyor: Bilgi konusundaki eski İslâmî görüş ‘bilinmeyene’ ulaşma değil, ‘bilinenin’ biriktirilmesine ilişkin mekanik bir süreçti. Bilinen değişen ve genişleyen bir şey olarak değil, fakat belirli ve ebedî bir şey olarak anlaşılırdı... (Gibb, 1947: 64).

Tarih boyu sık sık tekrar edilen ‘tecdid’ söylemi sanıldığı gibi dinî düşüncenin teolojik ve toplumsal alanına taalluk etmez. ‘Usûl’ler (Fıkıh Usûlü, Usûli’d-Din, Hadis Usûlü, Tefsir Usûlü) Tedvin döneminde konulduğu şekliyle M. Arkoun’un dediği gibi ‘üzerinde düşünülmesi yasak’ alanlar olarak devam etmiştir (Arkoun, 1986: 60). Tecdit faaliyeti daha ziyade ibadetler alanında ortaya çıkan bid’atleri temizleme ve onları aslına döndürme faaliyetidir (el-Câbirî, 1991: 52-53). Bundan dolayı, teolojik ve toplumsal alanlarda tecdid yapanlar ‘din tahripçileri’ olarak tel’in edilir.

Bir yönüyle kaybolmuş hak dini yeniden hatırlatma (tezkire, 20/3; 69/12; 73/19) ve ahlâkî öğüt (mevize, şifa, 2/66, 3/138, 10/57) diğer yanı ile de bir ideoloji-kritik (Furkan, 2/185; 3/4) olan Kur’an, bilgisel bir katkı olmaktan çok ahlâkî, eğitimsel ve metodolojik bir katkıdır: Bize hakkında sağlam bilgimiz olmayan şeylerin peşine takılmamamızı (17/36), hevamızın bilgi kılığına girişini, kalbimizin hallerini anlatır (30/29; 47/16). Bizi bilgilendirmekten ziyade yetiştirmeye, olgunlaştırmaya, zayıflıklarımızı teşhis etmeye çalışır (takva). Ondaki toplumsal öneriler, hukukî çözümler, Allah’ın, bizi üzerine yaratmış olduğu fıtrat dinine (30/30) göre kendi yaptığı yorumlardır (şeriat).

Peygamber’in sözleri, takrirleri ve fiilleri ise bu yorumun yorumları ve kendi içtihadlarıdır. Dinî düşünce bu ilk yorumları (Kur’an-Hadis) ‘örnek’ alacağı yerde ‘asıl’ olarak aldı. Giderek de kendisi de asıllaştı (usûller). Oysa yapılması gereken, mümin ve muttakilerin vakalar karşısında sürekli yeniden yorum yapmaları (istîhsan), oluşmuş yapıları ve ilişki ağlarını sürekli eleştirmeleridir (İdeoloji-Kritik). Muttakilerin Allah’ın veya Peygamber’in ‘söz’lerini dogmatik olarak metin (Kur’an-Buharî vs.)leştirip onlara ‘teslim’ olmaları gerekmiyor.

Zira Allah yürürken onlara doğruyu sürekli göstermeyi garanti ediyor; (....in tettekullah yec’allekum furkanen: ‘Eğer muttaki olursanız Allah size bir tefrik gücü verir’, 8/29). İþte bunun için Peygamber; ‘mâ raah’l mumînune hasena fehuva indallahi hasanun: Müminlerin iyi/doğru gördükleri şey, Allah indinde de iyi/doğrudur’ dedi. Metnin (nassın) surları içinde güvende olmak, doğruyu bulamama korkusundan -rölativizm korkusundan- nasslara sığınmak sağcılıktır. Oysa metin bir kılavuzdur, bir yol/yön göstericidir. Sürekli tüketilecek -daha doğrusu istismar edilecek- bir hazine değildir. Gelecek, geçmiş bütün hakikatları, manaları kapsamaz, tüketmez. Filistinli şair Mahmut Derviş’in dediği gibi: İhtema ebuke binnusus/Fedehalellusus= Ataların nasslara sığınınca, hırsız içeriye girdi.

Hasılı, tarih boyu dinî düşüncenin dogmaların, batıl itikatların, hurafatın yatağı haline gelmesi, başta Kur’an ve Sünnet’in daha sonra da bu iki kaynağı yorumlama ‘usul’lerinin ve bu usûllere göre yapılmış ilk yorumların giderek kutsal-mutlak ve değişmez bir şey olarak algılanmasından doğmuştur. Kökeni, kaynağı itibariyle ilâhî olsa da mahiyeti itibariyle de onun insanî, sosyal, tarihsel, dinamik ve rölâtif varlıklara taalluk etmesi itibariyle rölâtif bir süreç olduğu unutulmuştur. Unutmak ve alışmak ise sağcılığın tabiatıdır.

 

c) Tarih Düzeyinde: (İmkândan zorunluluğa, Gelecek perspektifinden Tarihin sonuna, Eleştiriden Anıtsal ve Koruyucu Hamasete): Tarih sorununu, geçmiş ve geleceğe karşı mesafe bilinci olarak almak yanlış olmaz. İbni Haldun’u hariç tutarsak, Ortaçağ İslâm-Hıristiyan dinî dünya görüşünde insanlar ebedîliğin zamanı emdiği sessiz bir hülyada yaşıyorlardı. Buna rağmen İslâm’ın doğuş anında ve ilk asırlarda yeryüzünü ve ‘geleceği’ dikkate alan güçlü bir damarın olduğunu kimse inkâr edemez. Müminler, İslâm ile Kisra’nın ve Bizans’ın hazinelerine sahip olacaklarını, İstanbul’u fethedecek komutanın ve ordunun övgüye layık olduğunu Peygamber’in ağzından söylüyorlardı.

Fetihler, böylesine yaşama, iktidara evet diyen ve bir ‘gelecek’ perspektifi olan toplumun bir başarısı idi. Bununla beraber, İslâm toplumunda tarihin sonunun yaşandığını (Hadislerde ‘Kıyamet’ alametleri edebiyatı) ve geleceğin sürekli kötüye gideceğini (Fiten edebiyatı) ifade eden bir damarda canlı olarak sürekli varolmuştur. Tarihin sonunda olma veya tarihin sürekli kötüye gideceği inancının İslâm toplumunu nasıl etkilediği ayrı bir araştırma konusudur.

‘Mazi’ anlamında tarihe bakış tarzına gelecek olursak, Sünnî gelenekte bunun, insanların iradî olarak yarattıkları yönsüz bir ‘imkân’ olduğundan daha ziyade, Tanrı’nın yoğun olarak müdahale ettiği bir ‘zorunluluk’ olduğu kanaati daha baskındır. Diğer türlü Kur’an’a ‘Kelâm-ı Kadim’ sıfatı yakıştırılamazdı. Büyük fitne (Cemel ve Sıffin Savaşları) ilâhî takdir olarak yorumlanamazdı. Sünnîliğin düşünsel ve siyasal tarihe bakışı ‘Nietzsche’nin ‘Anıtsal’ ve ‘koruyucu’ tarih anlayışları nitelemesiyle bir tür ‘hamâset’tir: Anıtçı tarih, bir maskeli balo elbisesi gibidir. Bu elbise içinde kendi çağlarındaki büyük ve güçlü olana karşı duydukları hınç ve nefreti geçmiş çağların güçlülerine ve büyüklerine karşı duyulan dolu dolu bir hayranlıkmış gibi gösterirler, bu maske içinde o tarihselliği inceleme biçiminin gerçek anlamını karşıt bir anlama çevirerek gizlerler. Açıkça bilsinler veya bilmesinler öyle bir davranış içindedirler ki,

şunu demek isterler sanki: Bırakın ölüler yaşayanları gömsünler (Nietzsche, Tarih Üzerine: 83).

Eskiye bağlı [koruyucu] tarih, yaşamı korumayı bilir yalnızca, yaratmayı değil; bundan dolayı her zaman oluş halinde olanın değerini düşürür. Oluş halinde olan için sezici bir içgüdüsü yoktur da ondan (Anıtsal tarih anlayışında olduğu gibi). Böylece yeni olana karşı güçlü ve sağlam kararlar almaya engel olur. Sonuç olarak da etkin insanı, etkin bir insan olarak herhangi bir ulu şeyi, sevgiyi yaralayacak olan ve yaralamak zorunda olan etkin insanı kötürüm eder. Bir şeyin eskimiş olması olayı, şimdi o şeyin ölümsüz olması isteğini doğurur.’ (Nietzsche, a.g.e: 90).

Sünnîliğin geçmişe (maziye) bakışının Nietzsche’nin tasvirini yaptığı bu ‘Anıtçı’ ve ‘Koruyucu’ tarih tasarımına tamı tamına uyduğunu söyleyebiliriz. Peygamber, kendisine ulaşılamayacak, yanına yaklaşılamayacak kadar insanüstü, kutsal, yarı ilah bir varlıktır. Bütün felekler onun için yaratılmıştır (Levlake levlak, lema halaktu’l-eflak). Mescidin kapısı karısı Aîşe’nin evinin kapısı ile karşı karşıya olan; namazı, güzel kokuyu ve bir de kadını çok seven; zırh giyerek savaşan; kısaca yaşama, canlılığa ve içgüdülerine ‘evet’ diyen  içimizden gür saçlı esmer birisini (Arap); nur yüzlü (soluk benizli), ruhanî, gece yatmaz, hata işlemez (o zaman sevap da işlemez) bir melek-insan’a çevirdik.

Sahabîler yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtulursunuz. (Bazı sahabilere uyanların kendilerini ‘Cemel’ ve ‘Sıffin’ savaşının ortasında bulduğu ‘talihsiz!’, tarihsel bir gerçektir). Her türlü iyilik öncekilere uymakta, her türlü kötülük ise geriden (bize yakın) olanların çıkardıklarındadır. (Küllü hayrin fî ittibai men selef, ve küllü şerrin fî ibtidai men halef).  Tarihe hep anıtsallaşmış kişiler ve sülaleler hakim olmuştur: Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar. Bizler bireyler olarak ‘Hanefî’, ‘Şafiî’, ‘Eş’arî’, Maturîdî’, ‘Alevî’, ‘İsmailî’, ‘Caferî’ veya ‘Atatürkçü’yüz. Hiç kimse Vasıl b. Ata gibi kişilerden i’tizal (ayrılma) etmeyi göze alamadığı için aramızda -elhamdülillah- ‘Mu’tezilî’ yoktur.

Sonucu yine Nietzsche ile bağlayalım: ‘İnsanın yaşayabilmesi için geçmişi kırıp dökmeye ve ortadan kaldırmaya bir gücü olması ve bunu zaman zaman uygulaması gerekiyor. Buna da geçmişi mahkeme önüne çıkarmak, kılı kırk yararcasına sorguya çekmek ve sonunda mahkum etmekle ulaşılabilir; her geçmişin bir değer olduğu düşüncesi yargılanıp cezalandırılmalıdır.

(Nietzsche, a.g.e: 90) Nietzsche bu görüşe ‘Eleştirel Tarih’ anlayışı ismini vermektedir. Kur’an da Araplar’ın geçmişine aynı şekilde yaklaşmamış mıdır? (5/104; 2/28; 10/78; 21/53; 31/21, 43/22-23...).

 

d) Siyaset Düzeyinde (Şurâdan Saltanata; Başkaldırıdan İtaate): Dört halife döneminde Kur’an’ın Lidere şurâyı emreden ilkesine (3/159) değil, ümmete şurâyı emreden (42/28) ilkesine nisbî de olsa uyulmuştur. Muaviye’nin iktidarı rıza ve hukukla değil, ‘güç’ ile ele geçirmesiyle (saltanata dönüştürmesi ile) Sünnîlik iktidarın hep resmî ideolojisi olmuştur. İktidar ise tabiatı gereği hep ‘sağ’ eğilimli bir şeydir. Fakat bu, iktidardakilerin sürekli öz eleştiri yaparak müesseseleri yenilemeyecekleri anlamına gelmez. Sünnî siyaset literatürü dinamik bir ideoloji -kritik veya ekonomik- politik değil; yani düşünce, fikir, teori değil; mevcut iktidarın meşrulaştırılmasından ve sultana iyi niyetli tavsiyelerden ibarettir. (Câbirî, İslâm’da Siyasal Akıl: 646) Teolojideki Tanrı’nın Kutsal-Mutlak ve Aşkınlığı simetrik olarak yeryüzündeki sultanlara yansıtılmıştır (es-sultânu zıllulllah fî’l-ard). Siyasal otorite, ihtiyaç duyduğu meşruiyeti -güç dışında- halktan, hukuktan ziyade dinin sembolik Kapitallerini (Allah, Kur’an, Peygamber, şeriat) kullanarak devşirmiştir.

Bu kanallarla itaat alabildiğine vurgulanmıştır. Sultan zalim de olsa fasık da olsa uyulur. 73 fırkaya ayrılan Müslümanların kurtulanları sadece Sünnîlerdir. Muhalifler ‘ehl-i biat’ ve ‘zındık’tırlar. Fitne çıkaranın (iktidara başkaldıranın, karşı çıkanın) katli helaldir. ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe.

Sultanlar çobandır halk ise sürü (reaya). Siyasetin konusu çobanın sürüyü nasıl güdeceğidir: ‘Es-Siyasetü’ş-Şerîıye Beyne’r-Raî ver-Raîyye=Çoban ile sürü arasındaki ilişkinin ‘şerî siyaseti’ İbni Teymîye’nin kitabının başlığıdır. ‘Tevhid’in sosyal ve politik uzantısı ‘birlik’ ve ‘bütünlük’ söylemidir. Bu yüzden ‘imam’ kökenli bir milliyetçi-sağcı ‘Sosyolog’ Profesör (!) bir televizyon programında ‘Türban’lı kız öğrencileri devlet, millet ve memleket düşmanları olarak ilan ediyor ve devletin emrine uymanın Allah’ın emri olduğunu söylüyordu. (Allah’ın emrinin başları örtmek olduğunu hatırlatalım. 24/31). Oysa Kur’an ‘el-emr-i bi’l ma‘ruf ve’n nehy-i ani’l-münker’i bütün müminlere eşit derecede farz-ı ayn olarak zorunlu kıldı. Bu espriyi kavramış bir  kadın, Halife Hz. Ömer minberde iken yerinden kalkıp ona itiraz edebiliyordu.

Sosyal ve siyasal sorunların çözümü kompleks ve zor olduğundan ‘ihtilaf‘ da rahmet vardı’. Yöneticiler ‘Çoban’ değil ‘emanete ehil’ kimseler olduğu için itaat edilir (4/58). Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır; insanlar bir tarağın dişleri gibi birbirine eşittirler; üstünlük takvadadır, o da Allah katındadır.

 

Sonuç

Irk, cinsiyet, din, mezhep, memleket (yurt, ülke) insanın içinde yaşadığı zorunlu kategorilerdir. Müessese, devlet halinde yaşamanın bir gereğidir. Örf, âdet, gelenek, kültür yaratma insanın manevî varlık oluşunun bir sonucudur.   Bu saydıklarımıza bizatihi karşı olunamaz. Sağcılık olarak karşı çıkılması gereken, bunların mutlaklaştırılması, dondurulmasıdır. Savunduğumuz şey, bunların değişebilir olanlarının yaratıcı yenilenmesidir. Sünnîlik, göstermeye çalıştığımız gibi bir geniş mezhep(lilik) olarak bu yaratıcı yenilenmeyi başaramadığı için İslâm Dünyası bugün içinde bulunduğu durumdadır.

Merve Kavakçı bir milletvekili olarak TBMM Genel Kurul Salonuna başörtüsüyle girdiği için Anayasa’da, diğer yasalarda ve Meclis iç tüzüğünde hiçbir engelleyici hüküm bulunmamasına rağmen; salt 75 yıllık gelenek ve teamüllerde olmadığı gerekçesiyle milletvekili yemini etmesi ‘sol?’ bir partinin milletvekillerince engellendi. Devletin en yetkili şahıs ve kurumları da bu davranışı destekledi. Ey kerameti kendinden menkul gelenek ve teamüller, siz nelere kadirsiniz! Tarihte akıllılığın karşıtı çoğu zaman aptallık değil, şartlanmışlıktır ve alışkanlık beyni uyuşturan afyondur. Sağcılık, bir alışkanlık olarak bütün dinlerin, büyük öğretilerin ve halkların afyonudur. Sözü Arap Cahiliye dönemi şairi Amr İbn Kamia’nın bir beyiti ile bitirelim:

Rametnî benatu’d-dehri min haysu la era, Fekeyfe limen yûrma veleyse bi ramin? Zamanın kızları bana görmediğim yerden bir ok attı, Fakat bu oku yiyen, atanı göremiyorsa ne yapabilir?

 

 

REFERANSLAR

Arkoun, M., Tarihiyyetu’l-Fikri’l-Arabî, Arapça’ya çev.: Haşim Salih, Beyrut,  1986

Bora, Tanıl., “Muhafazakârlığın Değişimi ve Türk Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri’, Toplum ve Bilim, Güz 1997, (74).

Câbirî, M. Âbid., et-Tûras ve’l-Hadase, Beyrut, 1991

Cabîrî, M. Âbid., İslâm’da Siyasal Akıl, Çev.: Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Kitabevi, İstanbul, 1997.

Çağatay, Tahir,, İçtimaî Nazariyeler Tarihi, Ankara, 1977.

Ebu Davud, Sünen

Ebu Hanife., “El-Alim ve’l-Müteallim’ İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde, İstanbul, 1981.

Gibb, H. A. R., Modern Trends in Islam, Chicago, 1947.

Güler, İlhami., “Din, İslâm ve Şeriat’, İslâmiyat, I, (1998), Sayı 4.

İbn Mace, Sünen

Nietzsche, Friedrich., Tarih Üzerine, Çev.: Nejat Bozkurt, Say Yayıncılık, İstanbul, 1998.

Rahman, Fazlur., Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, çev. S. Akdemir, Ankara, 1997.

Tirmizi, Sünen

 

 

t e z k i r e, sosyal bilim, düşünce, siyaset dergisi, yıl 9 , sayı 17, ekim/kasım 2000, s. 98-109

<!--[if !supportFootnotes]-->


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
efrayim58
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 13 subat 2007
Gönderilenler: 1098
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı efrayim58

 

         Efrayim

         Sevgili arkadaşlar

          Bu yazılanlara göre, peygamberimizin ve Atatürkümüzün sağcılıkla mı solculukla mı bağlantısı var?

          Sevgi ile,

Yukarı dön Göster efrayim58's Profil Diğer Mesajlarını Ara: efrayim58
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats