HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: mezhepçilik... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 

İŞGALCİLERİN EKMEĞİNE YAĞ SÜRMEK DEMEKTİR

                                    Prof.Dr.M.Hayri KIRBAŞOĞLU

Hak mezhep, zulme karşı cihad ve direniş demektir, işgalcilerle işbirliği değil!...

Günümüzde hak-bâtıl, hidayet-dalalet ölçüsü şu veya bu mezhebe, fırkaya, tarikat veya cemaate, şu veya bu akım veya eğilime mensup olmak değil, İslam’a ve Müslümanlara yönelik siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel tehdit, işgal ve saldırılar karşısında kimin safında yer aldığına ve ne yaptığına bakmaktır.  

Bu itibarla İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırılara karşı koyan, tavır alan, bu uğurda cihad görevini yerine getirmek için elinden geleni yapanlar, Müslümanları parçalamak için değil, birleştirmek için çalışanlar hidayet üzere olup Sünni, Şii, İbadi, Zeydi, Mutezili, Selefi, Kadiri, Nakşi, Şazeli, Rufai ne olurlarsa olsunlar, mezhepleri de, tarikatları de “Hak Yolda” demektir.  

Ama tam tersi yönde gidenler hangi mezhebe, fırkaya, cemaate veya tarikata mensup olursa olsunlar, kendileri “dalalet” üzere, mezhep, fırka, cemaat veya tarikatları da “bâtıl yolda” demektir.  

Çünkü bu gibiler bu şekilde hareket etmekle, açıkça İslam’ın bizzat varoluş sebebi olan en temel konularda İslam’a ve Müslümanlara sırt çevirmiş olmaktadırlar. Gidilen bu yolun Allah ve Rasulü’nün, Kur’an ve Sünnet’in, Ehl-i Beyt’in ve ashab-ı güzin’in yolu olduğunu söylemek için ya İslam konusunda son derece cahil ya da fevkalade kötü ve art niyetli olmak gerekir.  

Zaten tarih boyunca İslam Dünyası’nın felaketini hazırlayanlar da bu gibilerden başkası olmamıştır, günümüzde de öyle!.. İşte bu yüzden değil midir ki, bugün artık bu tür illetlerle malul bir Müslümanlıkla yola devam etmek adeta imkânsız hale gelmiş olup, yeni bir Müslümanlık tasavvuruna, daha doğrusu çarpıtılmış ve saptırılmış bir Müslümanlık yerine İslam’ın sabitelerine sadık bir Müslümanlığın yeniden inşasına acilen ihtiyaç vardır.  

Bu Müslümanlığın mezhepleri de, ümmeti parçalayan değil, birleştiren bir unsur olarak gören yeni bir bakış açısı geliştirme durumunda olacağı aşikârdır.                    

TARİHÎ açıdan, ne Kur’an’ın nüzûl sürecinde, ne de Hz. Peygamber’in hayatta olduğu dönemde herhangi bir mezhepten, fırkadan, cemaatten veya tarikattan bahsetmek mümkün değildir.

Zira Kur’an’ın nüzûlü tamamlanıp da bir metin haline getirilmesi Hz. Peygamber’den sonra gerçekleştiği için, bu metnin anlaşılması konusunda farklılıkların ortaya çıkması da söz konusu olamazdı; çünkü vahyi alan ve tebliğ eden Hz. Peygamber hayatta iken, böyle bir ihtilaf zaten mümkün değildi.  

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, Kur’an’ın anlaşılmasındaki ihtilafların sebeplerinden olan kıraat farklılıklarının da, geleneksel anlatımda ileri sürüldüğü gibi Kur’an’ın farklı kıraatler şeklinde indirilmiş olmasından değil, gelişimini henüz tamamlayamadığından, hareke ve noktalamanın mevcut olmadığı bir yazıyla yazılmış olan mushafın tabii olarak farklı şekillerde okunmasından kaynaklandığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Kısaca İslam’ın kurucu tecrübesi içerisinde “mezhep, fırka, cemaat veya tarikat” denilebilecek bir olguya rastlamak mümkün değildir.  Bu tespitten hareketle “mezhep, fırka, cemaat veya tarikat” olgusunun dinin olmazsa olmaz bir unsuru olmaktan ziyade tamamen şartların ürünü “tarihî” bir olgu olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Zira başta Hz. Peygamber olmak üzere Kur’an’ın nüzûlü ve İslam’ın teşekkülü sürecinin canlı şahitleri olan ilk Müslüman neslin sona ermesi ile Kur’an’ın ve Sünnet’in tarihi bağlamı konusundaki hayati önemi haiz bilgiler de büyük ölçüde kayba uğramıştır. İşte bir yandan bu bilgilerin gelecek nesillere tam olarak intikal etmemiş olması, diğer yandan Hz. Peygamber döneminde mevcut olmayan yeni durumların ve meselelerin zuhuru, bunlara dair İslamî çözümler üretme sürecini kaçınılmaz kılmış, bu noktada izlenecek yol konusundaki epistemolojik ve metodolojik görüş farklılıkları ise tarih içerisinde mezhepler, fırkalar, tarikatlar şeklinde ortaya çıkmıştır.  

Mezhepçilik ateşini körükleyen üç kardeş: ABD, İngiltere ve İsrail  

Durum özetle bundan ibaret olduğu halde, Müslümanlık için bir araç olan mezhepler, fırkalar ve tarikatlar zaman zaman bir amaç haline getirilebilmiş, Müslümanlar arasında ayrılık, çekişme ve parçalanmalara yol açabilmiştir. Elbette bu süreçte şahsi, siyasî ve iktisadî çıkarlar kadar, ben merkezcilik, ön yargılar ve taassup ta rol oynamıştır.  

Bu genel değerlendirme, sadece mezhepler için değil, çeşitli fırkalar, tarikatlar ve cemaatler için de aşağı yukarı geçerlidir.  

Diğer yandan mezhepler ve fırkalar arasındaki farklılıkların özden, yani dinin temel esaslarından ziyade teferruatta söz konusu olduğu, hatta zannedildiğinin aksine, üzerinde ittifak edilen konuların ihtilaflı konulardan kat kat fazla olduğu da genellikle gözden kaçırılmaktadır. Ne var ki mezhep taassubundan kendisini kurtaramamış bir takım müelliflerin, diğer mezhepler hakkında eksik veya yanlış bilgi vererek ihtilafların abartılmasına yol açtıkları da acı bir gerçektir. Geçmişte de günümüzde de mevcut bu hizipçi, mezhepçi, fırkacı zihniyete mensup bazı çevrelerde, Müslümanların “73 fırka”ya ayrılması bir kader olarak dahi gösterilebilmiştir.  

İşte aslında İslamî ilimler konusunda uzman olan ulemâ arasında kalması ve imkân nispetinde geniş halk kitlelerine yansıtılmaması için elden gelen gayretin gösterilmesi gereken bu “mezhep” olgusu, maalesef geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanlar arasında ayrılık, çekişme ve düşmanlık kaynağı haline getirilmek istenmektedir. Bu ayrılık ve çekişme değirmenine gönüllü olarak su taşıyanlar ise, içte mezhebi din edinmiş mutaassıp çevreler, dışta ise mezhepçiliği kendi emperyalist amaçları için bulunmaz bir fırsat olarak gören ve büyük bir keyifle, hatta ağzının suyu akarak bu meseleyi sürekli kaşımaya çalışan dış mihraklardır.  

Bu mihrakların başını ise, herkesin bildiği gibi ABD, İngiltere ve İsrail çekmektedir. Bu küresel hegemonya heveslilerinin İslam Dünyası’nda mezhepçilik ateşini körüklemek için “Oryantalizm” adı altında yıllardan beri sürdürdükleri birtakım çalışmalar yanında, son yıllarda Filistin, Lübnan, Afganistan ve Irak işgallerine karşı İslamî direnişi kırmak amacıyla “mezhepçilik” kartını siyasî olarak da oynamaya çalıştığı açıkça görülmektedir.     

Bilhassa bu küresel hegemonya heveslilerinin heveslerini kursağında bırakan Şii dünyanın, İran’ın önderliğinde sergilediği güçlü anti-emperyalist duruş, Nasrallah’ın Lübnan’da İsrail’e karşı gerçekleştirdiği zafer, İran-Suriye-Lübnan hattında bir anti-emperyalist cephe oluşması, ama asıl dikkat çekici olan, Sünni dünyanın her yerinde  -elbette yönetimleri kastetmiyoruz- bu cepheye tam bir destek verilmesi, hatta Hizbullah ve Nasrallah rüzgârlarının her yerde esmesi, işgalciler ve sömürgeciler açısından bir panik havası yaratmıştır. Nitekim bu panik havası içerisinde, apar topar kendilerinin işbirlikçisi olan bazı yönetimlerin dini kurumlarından Hizbulah karşıtı beyanat ve fetvalar alarak, bu olumlu gelişmelerin önünü almaya çalışmışsa da, bunda başarılı olamamışlardır.  

Şu kadar var ki, bu işgalci sömürgecilerin şeytanî planları arasında bir Sünni-Şii çatışması yaratma, öte yandan da işlerine hangisi gelirse ona göre, bazen Şii, bazen de Sünni kesimleri destekleme stratejisinin de bulunduğu herkese malumdur. Nitekim Irak’ta Şii ağırlıklı el-Maliki hükümetiyle işbirliği yapan da, ama Irak direnişini kıramayınca bu defa Şii kesimlere karşı direnişin omurgasını oluşturan Sünni kesimleri destekleme planları yapan, hatta Sünni olarak değerlendirilen Baasçı direniş gruplarıyla görüşmeyi dahi göze alabilen de aynı ABD’dir.  

Bize düşen “dinî-mezhebî” farklılıkları bir güç ve direniş kaynağı haline getirmektir  

İslam Dünyası’nı işgal ve sömürü planlarını saklamayan, hatta bunları dünyanın gözüne sokarcasına alenileştirecek kadar yüzsüzlüğü ve pişkinliği ele alan Batılı küresel hegemonya heveslilerinin, İslam Dünyası’nı bu işgal ve sömürü planlarına direnemeyecek kadar küçük ve güçsüz parçalara ayırma peşinde olduğunu artık “Sağır Sultan” dahi duymuş bulunmaktadır. Ortaçağ’da başlattıkları Haçlı Seferleriyle ortadan kaldıramadıkları İslam Dünyası’nı, XX. Yüzyıl’ın başlarında İngiltere tarafından tezgâhlanan ve Osmanlı Devleti’nin parçalara ayrılması ve İsrail’in temellerinin atılmasıyla sonuçlanan İkinci Haçlı Seferi dalgası ile parçalara ayıran Yahudi-Hıristiyan(Judeo-Chretien) Batı;  XXI. Yüzyıl’ın başında Neo-Con Evanjeliklerin önderliğinde, İngiltere ve İsrail’in desteğinde düzenlediği üçüncü dalga Haçlı Seferi ile bu parçaları daha da küçük parçalara ayırarak kolay yutulur birer lokma haline getirme peşinde olduğunu saklama ihtiyacı bile hissetmemektedir.     

İngiltere öncülüğündeki Haçlı Seferi’nde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için kullanılan araç, ağırlıklı olarak “etnik” farklılıkların kaşınması idi. Bu üçüncü dalga Haçlı Seferi’nde parçalanmış olan İslam Dünyası’nı daha da küçük parçalara ayırmak için kullanılacak olan aracın, “etnik” farklılıklar yanında, ağırlıklı olarak “din ve mezhep” farklılıklarını kaşımak olduğu gören gözlere gizli değildir. Artık dünyada herkesin bildiği, duyduğu ve gözleriyle gördüğü bu kirli planlar ve atılan adımlar bir gerçek olduğuna göre, bu noktada herkese, ama öncelikle hedefteki biz Müslümanlara düşen, bu oyunları bozacak adımlar atmaktır.    

İslam Dünyası’na yönelik saldırıların aktörleri olan Batılı sömürgeci ve işgalciler, amaçlarına ulaşabilmek için askerî işgal ve yıkım yanında “etnik” ve “dinî-mezhebî” farklılıkların kaşınmasını da bir silah olarak kullandıklarına göre, bize düşen de silahlı direniş kadar, “etnik” ve “dinî-mezhebî” farklılıkları bir ayrılık değil, tam aksine bir güç ve direniş kaynağı haline getirmektir.     

Askerî direniş(cihad) her Müslüman’ın en önde gelen görevi olduğundan, hele günümüzde öncelikli bir farz haline geldiğinden, kadın-erkek, genç-ihtiyar, fakir-zengin, âlim-câhil her Müslüman bu konuda kendi konumuna ve imkânlarına göre mutlaka bir şeyler yapmakla mükelleftir. Mamafih konumuz her ne kadar meselenin bu yönünden ziyade “etnik” ve “dinî-mezhebî” farklılıkların kaşınması tehlikesi olsa da, bu meselede Müslümanların takınacağı tavrın da bu cihad görevinin çok önemli bir parçası olduğunu özellikle vurgulamak gerekir.  

Dinî-mezhebî ayrımcılıkları kaşımak isteyen şer odaklarına karşı izlenilecek tavırlar  

İslam Dünyası’na yönelik işgal ve sömürü uygulamalarını kalıcı hale getirmek isteyen yeryüzünün “kontrolsüz güçler”inin bağrımıza saplamak istediği bir hançer olan “ırkçılık, kavmiyetçilik, milliyetçilik, ulusçuluk” gibi etnik ideolojiler karşısında “Müslüman Renk Körüdür” sloganıyla karşı koymak ve ırkı, rengi, dili, cinsi, bölgesi ne olursa olsun bütün Müslümanların kardeş olduğuna “iman etmek” gerektiğine dair görüşlerimizi daha önce sizlerle yine bu sayfalarda paylaşmıştık. Geriye “dinî-mezhebî” ayrımcılıkları kaşımak isteyen bu şer odaklarına karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusu kalmaktadır ki, teorik ve pratik olarak izlenmesi gereken yol, kanaatimizce şu şekilde olmalıdır:  

BİR…

Dinî alanda görülen mezhep, fırka, tarikat vb. dinî gruplar şeklindeki farklılıklar, İslam’ın emri veya olmazsa olmazı değil, tarihi ve sosyal şartların kaçınılmaz sonucudur. Dolayısıyla mezhep ve fırkalar İslam’da aslî değil, ârızî bir durumdur. İslam’ın Tevhid dini olması, yaratıcı olarak tek bir Allah’a kulluk edilmesi anlamına geldiği kadar, Müslümanların -farklı değil- aynı İslamî esaslara iman edip bunlarla amel etmeleri gerektiği anlamına da gelir.  

İKİ…

İslam’da Müslümanların -iman, ibadet, toplum, hukuk vb.- hemen her alanda vahdet ve kardeşlik bağlarını gözetmesi ve koruması Müslümanlıklarının zorunlu bir parçası ve gereğidir. Bu konuda onların sloganları “Bütün Müslümanlar sadece ve sadece kardeştir” ayetidir. Dolayısıyla tarihsel birer form olan mezhep, fırka, cemaat ve tarikatlar, evrensel İslam kardeşliğine zarar vermedikçe meşrudur; aksi takdirde İslamî olmaktan çıkarak gayr-ı İslamî bir niteliğe bürünür. Hatta Şeriatî’nin ifadesiyle “Dine karşı Din” halini alabilir. Dolayısıyla mezheplerin parçalayıcı değil, birleştirici bir rol oynama konusunda fevkalade hassasiyet göstermeleri gerekir. Aksi takdirde Allah’ın(c.c) Kur’an-ı Kerim’deki “Dinlerini çeşitli fırkalara ayırarak paramparça edenler gibi olmayın” uyarısının muhatabı olmaktan kurtulamazlar.     

ÜÇ…

Gerek yaşanan tarihi tecrübeler, gerek günümüzde görülen -yukarıda bahsettiğimiz- gelişmeler; mezhep, fırka, tarikat, cemaat vd. dinî gruplaşmalar şeklinde ortaya çıkan farklılıkların, sadece İslamî ilimler ve İslam düşüncesini ilgilendiren bir mesele olmadığını, en az bu boyutu kadar, siyasî yönü de olan bir olgu olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Dolayısıyla meseleye sadece teolojik değil, “teo-politik” bir gözle bakmak gerektiğini asla unutmamakta fayda vardır.  

DÖRT…

Müslümanlar arasındaki bu tür farklılıkları dinen adeta bir zorunluluk, hatta kaçınılmaz bir kader gibi göstermek için asırlardır başvurulan “Yahudilerin 71, Hıristiyan’ların 72 fırkaya ayrıldığı, Müslümanların ise 73 fırkaya ayrılacağı” veya “Ümmetin ihtilafının rahmet olduğu” şeklindeki rivayetler; günümüzde yapılan kapsamlı araştırmalar tarafından da ortaya konduğu üzere, gerek kaynakları ve isnatları açısından delil olamayacak kadar problemli olması, gerekse tarihi gerçeklere ters düşmesi bakımından, ama hepsinden önemlisi, daha önceki ümmetlerde olduğu gibi dinin fırkalar halinde parçalanması bizzat Allah(c.c) tarafından yasaklandığı için, gerçeği yansıtması söz konusu değildir. Dolayısıyla artık Kur’an’ın konuyla ilgili uyarılarını bir tarafa bırakıp, bu gibi güvenilmez rivayetlere sarılma yanlışına da son verilmeli, ihtilafı değil, ittifakı olabildiğince ilke edinilmelidir.  

BEŞ…

Mezhepler konusunda dışlayıcı değil, kapsayıcı ve kuşatıcı olmak gerekir. Bu hedef doğrultusunda, delil olması mümkün olmadığına işaret ettiğimiz 73 fırka rivayetleri gibi rivayetlerin telkin ettiği gibi, Ehl-i Sünnet’i merkeze alan, onu toptancı bir mantıkla “Fırka-i Nâciye”, onun dışındakileri ise “Fırak-ı Dâlle (Sapık Fırkalar)” olarak gören anlayışa kesin olarak son vermeli, bütün İslam mezheplerinin meşruiyetleri kabul ve itiraf edilmelidir. Bu konuda “Ehl-i Sünnet” veya “Fırka-i Nâciye” olmayı bir etiket, belli bir grubun tekelindeki bir imtiyaz olarak değil de bir nitelik olarak gören, buna bağlı olarak “Şii, Sünni, İbadi, Zeydî veya Mutezili olsun, kim Kur’an ve Sünnet’e uyarsa Ehl-i Sünnet de, Fırka-i Nâciye de o’dur” diyen, daha doğrusu hak yolda olmayı ve kurtuluşa ermeyi bir gruba mensubiyette değil, Kur’an ve Sünnet’e bağlılıkta arayan bir anlayışın geliştirilmesine âcil bir ihtiyaç vardır. Aslında İslam’ın ilk asırlarında da mevcut olan, günümüzde de mesela Zeydîler tarafından sürdürülen bu anlayışın yeniden diriltilmesi ve güçlendirilmesi gerektiğinde kuşku yoktur.  

ALTI…

İşin doğrusu mezhepler ve fırkalar arasında İslam’ın temel esasları ve uygulamaları açısından fevkalade bir farklılıktan söz etmek de oldukça zordur. Zira mezhepler arası farklar, yaygın kanaatin iddia ettiği gibi adeta bir “uçurum” niteliğinde değildir. Tam aksine bu farkların, aynı mezhep içerisindeki görüş farklılıkları düzeyinde olduğu dahi söylenebilir. Ciddi bir fark gibi görünen pek çok hususun aslında İslamî ilkelerden değil, tarihî, felsefî, politik yaklaşım farklılıklardan ibaret olduğu da ileri sürülebilir. (Nitekim önce “Şia’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi” adıyla, kendi mezhebine dair eleştirel bir eser yazan Ahmed el-Kâtib, ardından Selefiliği, onun ardından Sünniliği benzer bir şekilde eleştirel olarak ele aldıktan sonra, son olarak Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki farkların dinî değil, tarihî ve siyasî olduğunu savunan bir eser yazmakla bu konuda fevkalade önemli bir katkıda bulunmuştur. Ahmed el-Kâtib, eserleri ve görüşleri hakkında bkz. www.alkatib.co.uk.)  

YEDİ…

Günümüz İslam Dünyası’nda da mevcudiyetini sürdüren İmamiye Şiası, Ehl-i Sünnet, İbadiyye, Mutezile ve Zeydiyye gibi  -bazısı ölü mezhep zannedilen- kelam mezhepleri; Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli gibi fıkıh mezhepleri; Rufai, Kadiri, Nakşi, Şazeli vd. tarikatler; Selefilik, Ehl-i Kur’an, Ehl-i Hadis, Yenilikçiler, Gelenekçiler gibi çağdaş akımlar ve daha pek çok alt kategorilere rağmen, Mağrib’ten Maşrık’a (Fas’tan Endonezya ve Malezya’ya), kuzeyden güneye (Orta Asya’dan Yemen ve Güney Afrika’ya), Balkanlardan Avrupa, Amerika ve Avustralya’daki Müslüman topluluklara varıncaya kadar nereye giderseniz gidiniz, gündelik hayatta yaşanan İslamî pratikler bakımından ciddi bir fark göremezsiniz.      Zaman zaman fark olarak dile getirilenler, gerçekte “fark” olarak dahi nitelendirilmesi hayli zor olan, son derece teferruat kabilinden farklılıklardır. O kadar ki, çok uzun süre arkadaşlık edip, beraber çalıştığınız, işbirliği yaptığınız bir arkadaşınızın farklı bir mezhep geleneğinden geldiğini bile genellikle tesadüfen öğrenirsiniz. Çünkü Allah bir, Peygamber bir, Kur’an bir, cihad bir, ezan bir; namaz, oruç, zekât, hac bir, ahlak esaslarımız bir; helal-haram bir, hatta örf âdetler bile birdir…      Memleketiniz, ırkınız, renginiz, diliniz, kültürünüz ne kadar farklı olursa olsun, dünyanın herhangi bir yerindeki Müslümanlarla bir araya geldiğinizde yabancılık duymazsınız, bilakis kendinizi kardeşleriniz arasında hissedersiniz, onlardan fevkalade bir misafirperverlik ve destek görürüsünüz, asla aç ve açıkta, yolda kalmazsınız, dışlanmazsınız, hele bir mezhep ayrımcılığına kolay kolay maruz kalmazsınız. (Elbette bu, sayılanların hiçbir istisnası olmadığı anlamına gelmemektedir.)  

SEKİZ…

Bilhassa son yüzyıldaki sosyo-kültürel ve ekonomik gelişmeler, özellikle son yıllarda iletişim alanında görülen baş döndürücü gelişmeler, İslam toplumları arasındaki siyasî sınırların kolaylıkla aşılmasına, buna bağlı olarak farklı coğrafyalardaki farklı geleneklerin birbirleriyle kolaylıkla temasa geçmesine, birbirlerini tanımasına, karşılıklı alış-verişte bulunmasına yol açmış, bu da geçmiş asırlarda mezhepler ve fırkalar arasında örülmeye çalışılmış olan duvarların yıkılmasını hızlandıracak bir sürece yol açmış görünmektedir.  Mesela İran İslam Devrimi’nden sonra, İmami Şii geleneğe mensup ilim ve fikir erbabının, entelektüel ve sanatçılarının eserlerinin İslam Dünyası’nın her yerine yayılması, tercümelerin yapılması; karşılıklı ziyaretlerin ve müşterek ilmi-fikri toplantıların yapılması; keza Çağdaş İslam Düşüncesi’nde görülen Mısır ve Hind-Pakistan eksenli gelişmelerin yine bütün İslam Dünyası’nda yankı bulması; Hind-Pakistan bölgesinin Hanefi, Hicaz’ın Hanbeli-Selefi, Kuzey Afrika’nın Maliki, Ortadoğu’nun Şafii geleneklerinin bu suretle harmanlanması; diğer yandan farklı coğrafyalardan farklı geleneklere mensup ilim ve fikir adamlarının eserlerinin İslam Dünyası’nın her yerinde boy göstermesi; her biri farklı gelenek ve eğilimlere sahip olan Afgani, Abduh, İkbal, Reşid Rıza, Şibli Numani, Emin el-Hûlî, Halefullah, Emir Ali, Hasan el-Bennâ, Mevdudi, Sibai, Malik b. Nebi, Şeriati, Mutahhari, Muhammed Bakır es-Sadr, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Hasan Hanefi, Muhammed Âbid el-Câbiri, Abdulkerim Suruş, Muhammed İzzet Derveze, Maruf Devalibî, Hasan Turabi, Raşid el-Ğannûşî, Seyyid Sâbık, Suleyman en-Nedvî, Ebû Zehra, Mustafa ez-Zerkâ, Roger Garaudy, Aliya İzzetbegoviç, Perviz Manzur, İsmail Râci Fârûkî, Abdulhamid Ebû Suleyman, Nâsır Hâmid Ebû Zeyd, Ferid İshak(Farid Esack) ve daha nicelerinin eserlerinin farklı İslamî kültür ve geleneklere mensup kitleler tarafından rahatlıkla benimsenmesi, aslında mezhep taassubundan uzak geniş halk kitlelerinin, kendi haline bırakıldığı takdirde, farklılıkları bir zenginlik olarak görme eğiliminde olduğunu gözler önüne sermektedir.  

DOKUZ…

Elbette bu, eski ve yeni bütün İslamî mezheplerin, fırkaların, tarikatların, cemaat ve grupların hakikate yakınlıkta aynı mesafede olduğu şeklinde post-modern bir bakış açısını savunduğumuz anlamına gelmemektedir.  

Kuşkusuz İslam’ın sabit hakikatleri vardır ve mezhep ve fırkalar, tarikat ve cemaatler bu hakikatlere yakınlığı nispetinde değer ve itibar kazanırlar. Ancak İslam’ın sabitelerine sadakat ve bağlılık mücerret iddialardan ziyade, teorik ve pratik plandaki gerçeklerden hareketle belirlenebilecek bir şeydir. Bu sebeple mesela İslam Dünyası’na yönelik son sömürgeci işgaller karşısında izlediği en ilkeli direniş politikalarıyla İran, Lübnan’da ise Hizbullah, bu alanda İslamî öğretiye uygun hareket etmekle aslında tam ters yönde hareket ederek işgalcilerle işbirliği yapan veya kendi iktidarları için işgalcilere boyun eğen Sünni yönetimlerden çok daha fazla “Ehl-i Kur’an ve Sünnet ” ünvanını hak etmektedir. Çünkü Allah ve Rasulü’nün yolundan gitmek, düşmanlarla işbirliği yapmak, onlara boyun eğmek, işgale direnenlere karşı fetva vermeyi değil, tam aksi yönde hareket etmeyi gerektirir. Keza Fransa’daki başörtüsü yasağını destekleyen veya kendi iktidarının zulüm ve haksızlıklarına ses çıkarmayan bir “el-Ezher” bu açılardan asla Ehl-i Sünnet olarak nitelendirilemez.  

Ülkemizde de kendi cemaatini potansiyel birer terörist gibi görmek anlamına gelen terör hutbe ve vaazlarıyla Müslümanların izzet ve şerefini rencide eden, diyalog toplantılarında boy gösteren, ama bu toplantılarda küresel hegemonların zulüm ve işgalleri aleyhine tek kelime dahi söylemeyen bir Diyanet yönetimi de, bu bakımdan gerçek anlamda bir Ehl-i Sünnet olamaz. Keza ülkemizde başörtüsü bir teferruat diyerek mensuplarının hanımlarının başlarını açmalarını telkin ederek, başörtüsü konusundaki baskı, haksızlık ve zulümleri adeta destekleyen, ılımlı İslam projelerinin taşeronluğunu üstlenen bir kesimin de bu noktada kendilerini Ehl-i Sünnet olarak nitelendirmeye hakkı yoktur. Ama aynı şekilde ne Irak’taki ABD işgal güçleriyle anlaşıp işbirliğine giden Şii kesimler, kendilerini Ehl-i Beyt taraftarı, ne de aynı güçlerle işbirliğine giden Sünni Kürtler kendilerini Sünni olarak nitelendirme hakkına sahiptirler; zira Ehl-i Sünnet veya Ehl-i Beyt taraftarı olmak, zalim küffarın değil, mazlumların safında yer almayı gerektirir.  

Yine Irak’taki işgal güçleriyle işbirliği yaparak elde ettiği paralarla sık sık Hacc’a veya Umre’ye gitme modasından bahseden bir yazarın da ifade ettiği gibi, işbirlikçiliği bırakıp tevbe edeceği ve ülkesini işgalden kurtarmak için çaba sarf edeceği yerde ortada işgal yokmuşçasına Hac ve Umre ibadeti ile uğraşan, cihad farzını terk edip, farz bile olmayan mükerrer Hac ve Umre’ye gitmeyi Allah’a kulluk zanneden bir anlayışın neresi “hak” olabilir? Hz. Peygamber’in(sav) imandan sonra en üstün amel olarak cihadı, ondan sonra Hacc’ı gösterdiği rivayetlere de dikkat çektikten sonra, ulemadan bazılarının çıkıp da, Irak işgali sona erdirilmedikçe, cihad farzını bırakıp da Hac ve Umre’ye gidilmesini yasaklayan bir fetva vermesini isteyen yazar ( < ="" ="text/"> \n albasrah2003@yahoo.com< ="" ="text/"> Bu ePosta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir < ="" ="text/"> Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır ) haksız mı, yoksa yanlış mı düşünüyor?  

Öte yandan mesela Sünni bir İslam ülkesi kabul edilen memleketimizde, ezan, abdest, namaz, oruç, zekât, hac, sadaka, helal-haram kavramlarına yabancı, cinayet, hırsızlık, zina, fuhuş, yalancılık, iftira gibi her türlü kötülüğe gırtlağına kadar batmış, haksız kazanç, lüks, şöhret, şehvet ve sefaletten başka bir düşüncesi olmayan, hatta her gün İslam’a ve Müslümanlara dolaylı veya doğrudan hakaret etmeyi iş edinmiş olan “Sünniler”in, gerçekte Hz. Peygamber’in sünnetini ağızlarına almaya hakları olabilir mi?  Bu gibilerin, sırf Sünni bir toplumda doğdukları ve geleneksel olarak kendilerini Sünni olarak kabul ettikleri için, bütün bu İslam’a aykırı uygulamalarına rağmen onları “Fırka-i Nâciye” olan Ehl-i Sünnet şeklinde nitelendirebilir miyiz?  Gerek etnik olarak ayrımcılık yapanları -Arap, Türk, Kürt, Fars vs. milliyetçilikleri peşinde koşanları- gerek mezhep taassubu ile hareket edip işi gücü kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları tekfir etmek olanları da mı “Fırka-i Nâciye” olan Ehl-i Sünnet şeklinde göklere çıkaracağız? Bu takdirde Kur’an ve Sünnet’e bağlılık meselesini göz ardı etmiş, Müslümanlığı ayağa düşürmüş olmayacak mıyız?  

ON…

Peki, bir mezhebin, fırkanın, tarikat veya cemaatin, bir akımın veya eğilimin İslamî sabitelere yakınlığı konusunda bugün göz önünde bulundurulması gereken kriter(ler) nedir?  

Kanaatimizce bu konuda en makul yaklaşım, İslam’ın amaçları ve hedefleri açısından meseleyi ele almaktır. İslam’ın en genel amaçlarının yeryüzünde can, mal, akıl, nesil ve din’i koruma altına almak olduğu şeklindeki geleneksel tespite katılarak diyebiliriz ki, günümüzde hangi mezhep ve fırka, tarikat ve cemaat, akım ve eğilim olursa olsun, şayet bu İslamî amaç ve hedeflere aykırı bir yaklaşım içerisinde ise veya bu yaklaşım içerisinde olanları destekliyor, onların ekmeğine -onlara karşı mücadele etmemek vb. suretle- yağ sürüyorsa, hele hele İslam Dünyası’nı boğmak isteyenlerin çeşitli projeleri içerisinde taşeronluk yapmaktan bile çekinmeyecek kadar pervasız davranabiliyorsa, bu gibilerin ne Ehl-i Beyt’ten ne de Allah Rasulü’nün sünnetinden bahsetmeye hakları olmasa gerektir.     

Dolayısıyla günümüzde binlerce, on binlerce, yüz binlerce, hatta  milyonlarca Müslüman’ın katledilmesine seyirci kalan, bu katliamların failleriyle diyalog ve işbirliği yapan, İslam Dünyası’nı bu mücrimlerin istediği şekilde şekillendirmek için demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi  kavramları istismar ederek kirletmekten çekinmeyen kesimler, istedikleri kadar kendilerini İslamî bir fırka, mezhep, tarikat veya cemaat olarak nitelesinler, istedikleri kadar Ehl-i Beyt ya da Ehl-i Sünnet taraftarı olduklarını iddia etsinler, diledikleri kadar  diyalog, hoşgörü, sevgi, barış ve kardeşlik sözcüklerini dillerine pelesenk etsinler, netice değişmeyecektir: Onlar hak yolda değil, bâtıl bir yolda yürümektedirler, gittikleri yolun ne Kur’an ile ne de Sünnet ile alakası yoktur.     

Öte yandan bir fırka, mezhep, cemaat veya tarikat İslam düşmanlarına karşı cihad edenleri; dinleri, canları, malları, toprakları, kültür ve medeniyetleri uğrunda direnişe geçenleri “terörist” olarak göstermekten, nitelemekten, damgalamaktan çekinmiyor ve bu suretle de zâlim işgalcilerin safında yer alabiliyorsa, bu gibilerin de kendilerini Ehl-i Beyt ya da Ehl-i Sünnet olarak tanımlama hakları olamaz.

 

 

www.haberajanda.com sitesinden alıntılanmıştır.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
efrayim58
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 13 subat 2007
Gönderilenler: 1098
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı efrayim58

       Efrayim

      Sevgili dostlar...

      Bir insana MEZHEPSİZ demek, küfürmüdür?

      Sevgi ile,

Yukarı dön Göster efrayim58's Profil Diğer Mesajlarını Ara: efrayim58
 
UlulElbab
Yasaklı
Yasaklı
Simge

Katılma Tarihi: 15 kasim 2009
Yer: Micronesia
Gönderilenler: 488
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı UlulElbab

selam Efrayim,

Hanif olmak tüm meshepleri reddetmeyi gerektirir.Bununla birlikte Allaha Şirk koşmayan herkesi

kucaklamyı gerektir.

Mezhep bir yöntemdir.İtikatten ziyade Amele yöneliktir.

Ama Halk arasında mezhep dinin önüne geçmiştir.Uydurma kabir azapları ve sorgu melekleri
masalları

ile korku ve baskı altına alınan insanlar kuşaktan kuşağa çocuklarını Allahla korkutmuşlar ve

neticede ne yaparlarsa yapsınlar onları YAKACAK bir Allah tahayyulü meydana getirmişlerdir.

Son perde olarak,nasıl olsa yanacağım,ne yaparsam kardır mantığı yürümektedir.

Çocuklarınızı Allahla korkutmayın.O Rahiymdir.O Affedicidir.

Ben evladımı beni üzmekten korkması üzerine yetiştiriyorum.Benden korkması için değil.

sevgiler.







__________________
Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
Yukarı dön Göster UlulElbab's Profil Diğer Mesajlarını Ara: UlulElbab
 
sasha
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 27 kasim 2009
Gönderilenler: 368
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı sasha

Mezhep kavramina basindan beri karsiyim. Tamamen siyasi guc'e bagimli olarak dogdugunu ve gelistigi kanisindayim.

Eger mezhep gerekli ve olmazsa olmaz bir kavram olsaydi, Allah bunu kitabinda belirtmekten hicap duymazdi. Kaldi ki peygamberin dahi bu konuya iliskin bir sozu yoktur.(Mezhebe girin veya mezheplesin seklinde)

Mezhep, bir insana otekini yabancilastirmaktan, dislamaktan ote gitmeyen
bir zihniyetin urunudur.

Oysa ne dogru din, ne de Kuran kisilerin ve topluluklarin tekelinde degildir.
Yukarı dön Göster sasha's Profil Diğer Mesajlarını Ara: sasha
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats