HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: kuran-fıtrat ilişkisi Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

KUR’AN - FITRAT İLİŞKİSİ

Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve onu oluşturan yaratılış, değişim ve gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder[1]. Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Bilimde, teknolojide ve insan ilişkilerindeki temel kanunlar da bunlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Şunu görmen gerekmez mi: Göklerde ne var, yerde ne varsa; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah'a boyun eğmektedir. Bir çoğu da azabı hak etmiştir. Allah kimi aşağılık saymışsa ona değer verecek biri çıkmaz. Allah ne dilerse onu yapar. (Hac 22/18)

Bir çok insan fıtrata aykırı davranışa girer ve dengeleri bozar. Bu, onu suçlu duruma sokar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Insanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden hem karada, hem denizde düzen bozukluğu ortaya çıktı. Bunun böyle olması, Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.“ (Rum 30/41)

İnsan, fıtrata aykırı davrandığının farkında olur. İçten içe bunun rahatsızlığını duyar. Onu bu davranışa iten, menfaatleri, beklentileri veya duyduğu özentilerdir. Sonra alışır ve rahatsız olmamaya, hatta zevk almaya başlar. Ama biraz düşününce içinde gizlediği rahatsızlık yeniden ortaya çıkar. Böyle kimseler, yaptıklarını düşünüp bir iç muhasebesi yapmaktan kaçarlar.

Kur’an’da sıkça, zikir kökünden türemiş kelimeler geçer. Zikir, bir bilgiyi kullanıma hazır olarak zihinde tutma, onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama anlamlarına gelir[2]. Bir şeyi anlamak için kendinde var olan bilgiyi harekete geçirmeye de tezekkür denir. Peygamberler insanları tezekküre çağırmıştır. Mesela İbrahim aleyhisselam puta tapanlara, “... tezekkür etmez misiniz?[3]” demiştir. Yani “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınızın yanlış olduğunu görmez misiniz?” demiş olmaktadir.

Allah’ın indirdiği kitapların ortak adı da zikirdir. Çünkü onlar kişiye, kendi benliğinden ve çevresinden edindiği bilgileri hatırlatmakta, fıtratına uygun düzenlemelerle onu rahatlatmaktadır. Zira her insan, varlık aleminin ve çevresinin öğrencisidir. Oradan sürekli bilgi edinir ve hayatını o bilgilerle sürdürür. Bu bilgilerle Allah’ın kitapları arasında hiçbir çelişki olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)

Allah’ın zikri Kur’an’dır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İşte o Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da bizleriz.” (Hicr 15/9)

Bu sebeple Kur’an ayetleri, fıtratın Allah tarafından bildirilmiş şeklidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O İnsanları ona göre yaratmış­tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in­sanların çoğu bunu bilmez­ler.” (Rum 30/30)

Bunun kesin sonucu şudur: Fitrat Islâm’dır.

Öyle ise Allah’ın ayetleri yalnız Kur’an’da olanlar değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde hasılı her yerde onun ayetleri vardır[4]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Biz onlara ayetlerimizi, hem dış çevrede hem de kendi içlerinde göstereceğiz, sonunda Kur’an’ın doğru olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır. (Fussilet 41/52)

Bu ayetlerin, yalnız uzmanları tarafından görülebilecek olanları da vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Sağlam bilgisi olanlar için[5] yeryüzünde ayetler vardır;

Kendinizde de vardır; hala görmeyecek misiniz? (Zariyât 51/20-21)

Fen ve teknik bilimciler, fıtrata uymak için gayret gösterirler. Onlar kanun koymaz, var olan kanunları keşfederler. Bu da fıtrata uymayı kolaylaştırır. Sosyal bilimcilerin keşfettikleri kanunlar da vardır. Ama onların bir çoğu kanun koymayı tercih eder. Böyleleri toplumu kendilerine göre şekillendirme arzusu taşırlar. Bu sebeple sosyal alanda fıtrata aykırı kanun ve uygulamalar çok görülür. Bunun kötü etkisi zamanla ortaya çıkar ve dengeler bozulur. Zarar, oldukça büyük ve uzun süreli olur.

Fen ve teknik bilimlerle ulaşılan sonuçları, fıtrata aykırı kullanıp insanı ve çevreyi bozmak da mümkündür. Şimdi dünya böyle bir felaketi yaşamaktadır. Fıtrata uymak için Kur’an’ın koyduğu sınırları aşmamak gerekir.

Sonuç olarak Kur’an ile fıtrat arasında tam bir uyum bulunmasından dolayı, fıtratı anlamak için Kur’an’dan, Kur’an’ı anlamak için de fıtrattan yararlanmak gerekir.

Kur’an, İslamın ana kaynağı olduğu için onun hiçbir hükmü fıtratla çelişmez. Eğer bir çelişki varsa, Kur’an’a gereği gibi uyulmamasından kaynaklanır.
abdülaziz bayındır


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


fetrete karşı fıtrat

BUGÜN, HAYATLARINI Rablerinin rızası doğrultusunda yaşamak isteyen insanları kuşatan bir gerilim mevcuttur. Muhtemelen, geçmiş asırlardaki mü’minleri de kuşatan bir gerilimdir bu. Bir yanda doğruluğu bilindiği halde yapılamayanlar vardır, öte yanda yanlışlığı bilindiği halde yapılanlar... Doğruluğunu bildiğimiz nice güzel fiili tatbikte kendimize söz geçirmekte zorlandığımız gibi, bu doğrulardan kendilerini haberdar ettiğimiz sair insanlarda da benzer bir zorlanmayı görür gözlerimiz. Yanlışlardan el çekme noktasında da benzer bir zorlanma sözkonusudur.

Bu durumun bir dizi sebebi vardır, ve bu durumu aşmak bir dizi unsurun varlığını gerektirir.

‘Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker’ diye hâfızalara yer etmiş bir Kur’ânî ölçüyle ilgili gözlerden kaçan bir nüans da, işte bu sebepler ve unsurlar arasındadır.

Bu emir ve nehiy, Kur’ân’da sıklıkla vurgulanan bir keyfiyettir. Birşeyin emr-i ilâhî sınıfına dahil olması için tek bir âyette zikredilmesi kâfi geldiği halde, ona yakın âyette mü’minlerin ‘mârufu emr ve münkeri nehy’e davet edildiğini görür insan. Bu, elbette, ilgili hususa âlemlerin Rabbi nezdinde ne derece büyük bir önem atfedildiğinin göstergesidir. Ancak, bu önemli hususun dünyalarımıza taşınması hengâmında bir nüans gözden ırak kaldığında, bu davetin sonuçları da dünyamızın uzağına düşmekte; sonuçta, bilip de yapmama, duysa da uymama ve uygulamama keyfiyeti ortaya çıkmaktadır.

İlgili nüansın gözden kaçması, ‘maruf’ ile ‘münker’ kavramını basite indirgeme sûretinde gerçekleşir. Bu yönde her iki kavrama yüklenen anlam yanlış değildir; ama eksiktir. En önemlisi, en can alıcı noktayı buharlaştırmaktadır.

Sözkonusu âyetler, meselâ Âl-i İmran sûresinin 110. âyeti “Siz insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere vücuda getirildiniz. Marufu emreder, münkerden nehyedersiniz” derken, meallerin büyük kısmı bunu ‘iyiliği emr, kötülüğü nehy’ sûretinde vermekte; anlamın buharlaşması, işte bu basitleştirmenin akabinde gerçekleşmektedir.

Maruf, elbette iyiliğe ve iyi şeylere delâlet eder; münker ise kötülüğe... Ancak, çıktığı köke dikkat edildiğinde, her iki kelimenin bunlardan da fazlasına delâlet ettiği görülür. Mevdudî gibi bazı müfessirlerin dikkat çektiği üzere, mâruf, kök anlamından hareketle tarif edilecek olursa, tanınan ve bilinen şey demektir, insanın fıtratında karşılığı olan şey demektir. Münker ise, fıtratın kabul etmediği, bilakis red ve inkâr ettiği, içine sindiremediği, beğenmediği ve benimsemediği şeylerin ifadesidir. Dolayısıyla, hem kendi nefsimize, hem sair insanlara karşı âyetin defaatle davet ettiği ‘emr-i bi’l-maruf, nehy-i ani’l-münker’ vazifesi, ancak emredilen şeyin ‘maruf’luğu ve nehyedilen şeyin ‘münker’liği bihakkın ortaya konulduğunda hakkıyla ifa edilmiş olmaktadır.

Örnek olarak, namazı ele alalım. Kendimize veya başka birilerine “Namazı ihmal etmeyin, beş vakit farz namazı muhakkak kılın!” dediğimizde, ‘maruf’u indirgenmiş ve daraltılmış ‘iyilik’ anlamıyla alırsak, vazife tamamlanmış demektir. Ama aslî ve geniş anlamıyla alırsak, bu sözle namaz hususunda ‘marufu emr’ vazifesinin ifa edildiğini söylemek kesinlikle imkânsızdır. Zira, bu aslî anlama göre, bu vazifenin namaz noktasında tahakkukundan söz edebilmek, herşeyden önce, namazın tebliğe muhatap olan kişi nezdinde ‘maruf’luğunun sağlanmasıdır. Bu ise, düz bir ‘Namazı kılmak lâzım’ sözüyle olup bitmez. Bilakis, varoluşumuza dair bir izah silsilesiyle başlayıp gelişen uzun bir çizgiyi izlememezi gerektirir. Meselâ, kendisine yapılan en küçük bir iyiliği bile karşılıksız bırakmayan insanın onu yaratan ve böylesi bir dünyada yaşatan bir Rabbe olan teşekkürünün ifadesi olarak anlatılmalıdır ki, namaz o kişi için maruf hale gelsin. Yahut, bu dünyaya boş yere gönderilmediğini algılayıp bu dünyada varoluş amacını sorgulamanın akabinde, Yaratıcının insanı bu dünyaya göndermesindeki amacın tahakkukunun ancak namazın beraberinde mümkün olduğu ortaya konmalıdır ki, o kişi için namazın marufiyeti gerçekleşsin.

Aynı durum ‘münker’ noktasında da geçerlidir. ‘Şu kötüdür, yapma!’ demekle ‘münkerden nehy’ vazifesinin yerine getirildiğini söylemek mümkün değildir. Öncelikle, nehyedilen şeyin münkerliği kişinin iç dünyasında netleşmeli; kişi, ilgili fiilin münkerliğine dair fıtratın şahitliğine kavuşmalıdır ki, münkerden sakındırma vazifesi tahakkuk etmiş olsun.

Münkerden nehyin gerçekte nasıl olması gerektiği noktasında, gıybet yasağını getiren âyet beliğ bir örnek hükmündedir. Hucurat sûresindeki ilgili âyet, “Gıybet etmeyin” der, ama sözü orada bırakmaz. Gıybeti, ‘ölü kardeşinin etini yemek’le eş tutar, ve “Sizden kim ölü kardeşinin etini yemek ister?” sorusunu yöneltir. Cevabı, âyetin kendisi verir: “fekerihtumûh!” Evet, böyle birşeyden ikrah eder insan, iğrenir. Ölü kardeşinin etini yemek ona iğrenç geliyorsa, bilmelidir ki, mü’min kardeşinin gıybetini etmek de bunun gibidir. Çünkü, ilgili mü’min hâlâ daha ölmüş, geçmiş gitmiş bir anıyla tarif ve tavsif edilmekte; o mü’minin ruhu, el’an üzerinde taşıdığı onca güzel niteliğe rağmen, o ölmüş anında işlediği yanlışa dayanarak didiklenip durmaktadır.

Hz. Peygamberin tebliğinde de, hem mârufu emr, hem münkerden nehy noktasında, bu Kur’ânî tavrın bir tezahürünü bulur insan. O, meselâ, kendisine gelip zina için izin isteyen bir gence, işlemek için izin istediği bu fiilin çirkinliğini anlamasını mümkün kılacak bir yaklaşım göstermiştir. O gencin annesini ve kızkardeşini hatırlatmış; kendisi yerine başka bir genç böyle bir izin talebiyle gelmiş olsa, ve o genç böyle bir izni alıp onun annesi veya kızkardeşi ile böyle bir fiili gerçekleştirse, bunun onun hoşuna gidip gitmeyeceğini düşündürmüştür. Cevap, elbette, ‘hayır’dır. İlgili fiilin ‘münker’liği böylece ortaya konduktan sonra, genci bu talepten alıkoymak ve onun bu noktada nefsini tutmasını sağlamak artık zor olmamıştır.

‘Marufu emr’ ve ‘münkerden nehy’e dair Kur’ânî nüansın, ve bu nüans paralelinde Resûl-i Ekrem aleyhissalatu vesselamın sergilediği nebevî irşadın, bugünün mü’minlerine söylediği şey şudur: Yaşadığımız ve gözlemlediğimiz, ve de razı olmadığımız fetret halini aşmak, fıtratın uyanışıyla mümkün olacaktır.

metin karabaşoğlu



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Allah’ın İnsanı Üzerine Yarattığı Fıtrat


Mehmet Fudayl Erkoç

Allah Teâlâ bütün mahlukâtı ve insan cinsini en güzel surette yaratmıştır.Birçok araştırma insanın vücut yapısını, yaratılışını keşfetmede yoğunlaşsa da yaradılış meçhullüğünü korumaktadır. İnsanoğlu dünyaya birçok özellik, duygu ve programlarla donatılmış olarak gelmiştir ki buna  fıtrat diyoruz.

 

       İnsanı tanımak, özelliklerini, karakterini ortaya çıkarmak, var olan kabiliyetlerini geliştirmek, onu yönlendirmek, hem dünyasını hem de ahiretini pâyidar eylemenin yolu fıtratı bilmekten geçer. Bu da Allah’a ve Rasülü’ne kulak vermekle mümkün olacaktır. İnsanı yaratan Allah; kâinatı da yaratmıştır. Her şeyin Rabbi olan Allah insanın da Rabbidir. İnsan  Allah ve Rasülü’ne uyduğu sürece fıtratını ve temizliğini koruyacak ve cennet yoluna dünyada iken girecektir.

 

       Fıtraten yani yaratılış özellikleri olarak bütün insanlar eşittir. Her çocuk süt içer, yavaş yavaş sürünür, yürür… Her insan konuşur, koşar, yemek yer, aklını kullanır…Her insanın ağzı, iki kulağı, iki gözü, kalbi, midesi vardır. Her insanda güçlüye, yaradana inanma arzusu vardır. Ancak kalıtımın ve çevrenin etkisiyle var olan bu özellikler ya geliştirilir tohumluktan çiçeğe, güle dönüştürülür ya da köreltilir tohum çürütülür. “Doğuştan gelen ve her insanda bulunan bu özelliklerin tümüne birinci fıtrat (fıtrat-ı evvel) denilir ve birinci fıtratın üzerine belli bir yaştan sonra yapılan her türlü çaba ve gayret sonucunda şekillenmeye de ikinci fıtrat (fıtrat-ı sani) denir. Birinci fıtrat çekirdek ikinci fıtrat ise o çekirdeğin sümbül, gül haline gelmesidir, bireysel çiçek açmadır. Bazen o çekirdek kaktüs de olabilir, bazen de meyve veren koca bir ağaç…” [1]

 

       İkinci fıtrat, büluğ çağıyla belirginleşiyor. Kişinin sahip olduğu özellikler, edindiği alışkanlıklar bu yaşlarda oturmaya başlıyor, kişiliği yavaş yavaş oluşuyor ve bu oluşum hayatının sonuna kadar devam ediyor.

 

       Birinci dönemde elest bezminde verilen ahid sıcaklığını korumaktadır. Allah Teâlâ ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti de ruhlar: ‘Evet sen bizim Rabbimizsin’ demişlerdi.[2] Ruh dünyaya tüm güzel özelliklerle, tek olan Allah’a inanma eğilimiyle gönderilir. Kötülük düşünemez, hele yalan, riya, hırsızlık nedir hiç bilmez. Nereden geldi, nasıl yaratıldı merak eder. Bunlara cevap aramaya koyulur. Allah ile yakınlığını sürdürür, suçsuz, günahsızdır. Büluğ çağına kadar olan bu döneme dînî literatürde fıtrî iman deniyor. Bütün çocuklar, ikinci fıtratın yani dînî, şuurî imanın başlangıç zamanına kadar bu fıtrî   imana dahildir. Bu fıtrî iman ana-babanın etkisiyle korunup geliştirilerek İslâmlaştırılıyor ya da bozularak hristiyanlaştırılıyor, yahudileştiriliyor, mecusileştiriliyor. Bu fıtrî iman bülûğ çağına kadar ancak idare edebiliyor kendisini.  Hristiyan, yahudi… ana- babadan doğan çocuklar  öldükleri zaman  bu imanın sayesinde cehennemden kurtulabiliyor.

 

       İnsanoğlu fıtrat yolculuğuna çıkıyor. Ya dünyaya gönderiliş amacını gerçekleştiriyor; şuurî, kesbî imana sahip oluyor ya esfel-i safilîne yuvarlanıyor. İnsan olarak görevimiz; temiz olarak bulduğumuz bu ruhu, bedeni temiz olarak muhafaza etmek ve temiz olarak da Yaradana teslim etmektir.

 

       Her insan, insanî yaratılış  özelikleri dışında ferdî özellikleri ile diğer insanlardan ayrılır. Herkes aynı şeylerden zevk almaz, herkesin ilgi, uğraş alanı farklı farklıdır. Birinin kızdığına öbürü kızmaz. İnsanlar kendilerini ve etrafındaki insanları tanırlarsa daha iyi ilişkiler kuracak, bunları geliştirecek, mesleklerini bunlara göre seçecek, bilim, sanat, ticaret… gibi mesleklerde de önemli gelişmeler olacaktır. İnsanoğlu  ne zaman fıtratından gelen sesi dinlerse her daim huzurlu olacaktır.







__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım









Ey Azizan, siz de bilirsiniz ki biyolojik kökenimizi biz seçmiyoruz. Aklımız gelişince de Rabbimiz bize şöyle diyor: -Dillerinizin ve renklerinizin çeşitliliği (Allah'ın) âyetlerindendir. (Rum Suresi, 30/22). Şu veya bu halk topluluğuna mensup olmak, insanlık onurunda ayrıcalık vesilesi yapılamaz. (Hucurat, 79/13) Seçilmiş kavim, üstün ırk kuramları bâtıldır.

İnsanlık, “beşer” olmaktan bir türlü yükselemediği, ayağını bu saplantıdan kurtaramadığı için, musibetler biribirini izliyor. Oysa insan her istediğini yapma iznine sahip değildir. Yaradılış kanunlarını koyan Yaratıcı; ahlâki normları da belirlemiştir. Ödevimiz “insan” olmaktır. Bu da ancak Sevgi'den kaynaklanan eşitlik adaleti ve oran adaleti (somut olay adaleti) ile dürüstlük ilkesi'ne, kimseye zulmetmeme ve zarar vermeme ilkesine riayetle olur. Tabii Hukuk'un temel ilkeleri evrensel ahlâk ilkeleri ile bir bütün oluşturur ve Kur'an-ı Kerim'de bu uyulması gereken temel davranış normları bütünü Hanif Din, Gerçek ve Değişmez Din (Fıtrat dini, Kayyım Din) adı verilir. (Rûm, 30/30)

Bu temel ilkeler üzerinde sağlanmayan uzlaşmalar, kum üzerindeki yapılar gibidir. Niçin “milletlerin dostlukları yok, çıkarları vardır” sözü rağbet görür? Çünkü bu düşünceyi yayanların temel düşünceleri “insanlık onurunda eşitlik ilkesi” değil, tam aksine; “hayat kavgası”dır, “üstün ırkın yaşama hakkı”dır. Üstün ırk da tektir. “Allahu ahad” gerçeği yerine, “üstün ırk tektir” görüşü getirilmiştir.

Bu bâtıl din; bu kin; hased ve bencillik öğretisi; Sevgi özünden boşalttığı gerçek din kalıplarına yerleşir. “Bâtıl hemişe bâtıl-u beyhûdedir”. Ne var ki zaman zaman nasıl sahte hekim, sahte hâkime rastlanabiliyorsa, zamanında farkına varılmazsa, bu bâtıl sirkesi; küpüne de zarar verir ve sahtekâr “dâbbe-t-ul-arz”in, Mesih-i Deccal'in zulmüne uğramış olan kimseler de yâ “asıl üstün ırk biziz!” bâtılına, yâhut “ateizm” bâtılına saplanırlar, bâtıla karşı bâtıl bir tepki gösterirler.

Bu bataklara saplananların, Rum Suresi'nin otuzuncu âyetini okuyarak yüzlerini “Hanif ve Kayyım din”e, Evrensel Ahlâk ve Tabii Hukuk'a, Âlemlerin Rabbi'ne döndürmeleri gerekir. Bu bilince sahip olmayan toplulukların sırtına binerek “havuç politikası” uygulayabilen Ayartıcı; Allah'a doğru yönünü başka bir yöne döndürmeyen er ve dişi arslanlara “havuç politikası” uygulayamaz. Bu sebeple de, onların ardından canavarlaştırılmış köpek salmaktan başka çâre yoktur. Yaşları yirmibeşi geçmiş Azizan, sadece son çeyrek yüzyıllık Dünya ve Ülke Tarihi'ne ibret gözüyle bakarlarsa, zannederim ki Fakıyr'i doğrularlar.

Ey Azizan, Deccal (usta hilebaz) kandırdığı her topluluğun boynuna bir mavi boncuk taktıktan sonra havuçlu oltayı sarkıtır. Kürdü, Türk'ü, Ermeni'yi vs. çeşitli inanç topluluklarını ve etnik toplulukları biribirine düşürür. Sırtlarına da bir Karşı-Sözlük yükleyerek, bu Sözlük'ü ezberlemenin, “çağdaş kültür ve uygarlığın onsuz olmaz koşulu” olduğunu telkıyn eder.

Bâtıl, bâtıldır ve yıkılıp gidicidir. Ne var ki “sûret-i Hak'dan zuhur eden” bâtıldan kurtulmak da, hele mavi boncuk, havuç ve Karşı-Sözlükle donatılmasına itiraz etmeyip de bu donanımla gönenen ve öğünenler için zordur. Ne var ki Felâh'ın bundan başka yolu da yoktur. “Bâtıl hemişe bâtıl-u beyhûdedir”, ancak “müşkil budur ki sûret-i Hakk'dan zuhur ede!” Aslında bâtıl, Hakk'ın eşsiz güzelliğinin tecellisini taklîd edemez. Ne var ki Hakk'a yabancılaştırılmışların gözbağcılık ve tebdîl-i kıyafet yöntemleriyle kandırılmaları, ne imkânsız, ne de çok zordur.

Hüseyin HATEMİ



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


FITRAT DİNİ

Nurullah Toprak

İslam fıtrat dinidir   ifadesini duymayanımız yok. Fıtrat, bozulmamış, değiştirilmemiş yaradılış özelliği anlamına geliyor. Demek ki İslam, doğuştan içimizde. O halde bir ömür bu imandan uzak yaşayabilenler varken, müslüman olarak doğmanın izahı nedir?

Kainatın varoluş gayesi, Yüce Yaratıcıya iman, itaat ve sevgi. Bütün kainat bunun için yaratıldı. Alem, bu gerçeği ispat eden delillerle dolu. İnkara sebep olacak tek bir delil dahi yok.
Allahı inkar edenler ,biz Allahı tanımıyoruz derken, Allahu Tealanın yokluğunu değil, kendi gaflet ve cehaletlerini ispat ediyorlar. Kainatta temeli ve zemini mevcut olmayan küfrün kaynağı, şeytanın batılı süslemesi, nefsin vesvesesi, hilesi ve insanı yanıltmasından ibaret. Hakkı gören kalb gözü, gaflet ve isyanla kapanınca, kalp geçici olarak şaşırmış, inkara sapmış; eğriyi doğru, sakatı sağlam, faniyi baki, kulu sahip sanmıştır. Kalp, hidayet nuru ile aydınlanır, tevbe suyu ile yıkanır veya ölüm şokuyla uyanırsa, işin doğrusunu anlar ve inkar ortadan kalkar.
İnsan, Allaha iman ve sevgiyi vicdanında hissedip, tadacak kabiliyette yaratıldı. Bütün hücrelere ve zerrelere tevhid, yani Allahın varlığı ve birliği işlendi. Canlı cansız her şey, Yüce Yaratıcının birliğine, azametine, rahmetine, kudretine ve sonsuz ilmine şahittir. Bütün bunları idrak edecek akıl, şuur, his ve sevgi insana verilmiştir. İdrak ettiğini ilan ve ifade edecek dil de insanda var. İnsanı iyi tanımalı ve kalbine girecek bir yol bulmalı. Çünkü o kalbte, önceki sayımızda bu köşede değindiğimiz ruhun Elest Bezminde Rabbine verdiği söz yankılanmakta; ruh, o hitabın sahibini aramakta, gönül halâ Mevlâsından ayrı kaldığına yanmakta.
Yüce Yaratıcı bütün ruhlara: Ben sizin rabbiniz değil miyim? diye sorunca, bütün varlığı ile insanlar: Evet, sen bizim Rabbimizsin dediler, demek zorunda kaldılar. Çünkü, henüz gafletle perdelenmemiş ruh, bu hakikatı itiraftan başka bir şey yapamazdı. İlahi sevgi, bilgi ve şuur insan vicdanına yerleştirildi. Böylece insanın ruhu, fıtratı, benliği ve vicdanı hakka ayna görevi yaptı. Onun vücudundaki harika intizam ve kainattaki hayret verici nizam, Allahu Tealânın Rablığına ve birliğine en büyük delil oldu. İnsan ve kainat, ilahi tecelli ve kanunların uygulandığı bir mahal yapıldı. Bundan sonra insan, zaruri olarak Allahu Tealânın kanunu üzere doğup büyümekte, yaşayıp ölmekte ve ilahi huzura gitmektedir. Bu, zaruri bir itaat; bizden istenen ise, kendi irademizle severek, isteyerek ilahi emirlere uymak.
Ayette belirtildiği gibi, yerler ve gökler zaten Yüce Yaratıcının koyduğu tabii ve fıtri kanunlara uymaktadır. Hem de severek ve isteyerek. (Fussilet/11) Kainat insanın değil, Allahu Tealânın sevk ve idaresindedir. Onun emrini dinler, Onun hükmüne boyun eğer. Gel derse gelir, git derse gider, yıkıl derse hemen yıkılıverir.
Din, Allahın gösterdiği yol ve uyulmasını istediği edebler bütünü. İslam dini, Allahu Tealânın insanlardan uymalarını istediği ilahi emirler, hükümler ve edeblerden oluşuyor. Bütün bunlar, temiz bir akılla anlaşılır ve bozulmamış bir fıtratla yaşanırsa, insanın kalbini güldürür, vicdanını rahatlatır ve bütün ihtiyaçlarına cevap verir. Yeter ki, vicdanla din buluşturulsun. Yüce Yaratacımız, Peygamberine (A.S.) ve onun şahsında ümmetine şöyle emrediyor: Rasulüm! Sen, Allaha hiçbir şeyi ortak koşmadan dine sarıl, Allahın insanları yarattığı fıtrata yönel. Allahın yaratmasında bir değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum/30)
Bu yaratılışın gereği, sadece Ona kulluk yapmak ve yalnız Ona bağlanmaktır. Ayet şöyle devam ediyor: Hepiniz Rabbinize yönelerek,o na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.
Rasulullah (A.S.) Efendimiz, insanın asli halini şöyle anlatır: Her doğan çocuk, fıtrat üzere (Allahın dinini anlayacak ve yaşayacak kabiliyette) doğar. Ne var ki, anne babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyan yapar veya Mecusiliği aşılar (böylece insan asıl halinden ve safiyetinden çıkar). (Buhari, Müslim)
Allahu Tealâ, bir kudsi hadiste de, insan fıtratının nasıl bozulduğunu şöyle belirtmiştir: Ben, bütün kullarımı sadece bana kulluk edecek özellikte yarattım. Fakat onları şeytanlar kandırıp dinlerinden uzaklaştırdılar. Benim kendilerine helal kıldığım şeyleri onlara haram yaptılar, onlara bana şirk koşmalarını ve yarattığım şeyleri değiştirmelerini emrettiler. (Müslim, Nesai)
Hadiste belirtildiği gibi, insan fıtratının aslı temiz ve sağlamdır. Ancak, insan ve cin şeytanlarının müdahalesi ile insan aslından uzaklaşıp bir başka hale giriyor. Olumsuz çevre, kalbi hak yoldan ve hayırlardan çeviriyor. İnsan fıtratına ve ahlakına ilk etki aile. Aile reisi, önce kendi kalbini ve nefsini fitnelerden korumakla görevli. Sonra anne-babanın, çocuğun güzel şeyleri öğrenmesi, taklitle de olsa Yüce Yaratıcısını tanıması, onun adını anması için ilk adımı atmaları gerekir. En azından onlara kötü örnek olmaktan kaçınmaları lazım.
Çocuk, dini öğrenmek için delile değil, örneğe bakar. Gördüklerini taklit ederek ibadete başlar. Sonra bazı sorular sorar; mesela ben nereden geldim, bu güneş kimin, yağmur nasıl yağıyor? gibi. Varlıklar ve yaratılış hakkında hem düşünür, hem soru sorar. İçindeki gizli Allah sevgisi ve kulluk hissi, bu şekilde bir derece açığa çıkar. Anne ve babanın, çocuğun Allah ve kainat hakkındaki sorularına çok kolay cevaplar vererek onunla ilgilenmeleri; sus, sen bunları bilemezsin, anlamazsın, sen önündeki yemeği ye, bunlar senin neyine! gibi kalbi soğutucu söz ve davranışlardan şiddetle kaçınmaları gerekir.
Din, insanı zora sokmak, fıtratını bozmak için değil, kalbini huzura kavuşturmak, müşkülünü gidermek ve insandaki kabiliyetleri geliştirmek için gönderildi. Kalbi dine ısındıracak en güzel yol, Allahu Tealânın hidayetinden sonra sevgidir. Allahın rahmeti, insanları Allah için sevenlerle beraberdir.


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 
  FITRAT



Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara da gelir. Terim olarak fıtrat: "Allah Teâlâ´nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbn Manzur, Lisânü´l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55).

Fa-ta-ra fiil kökünden türeyen fatr: yarmak, ayırmak; iftar: orucu açmak; infitâr: yarılmak, açılmak; futûr: yarıklar, çatlaklar anlamındadırlar. Fıtrat; ilk yaratılışı kavramlaştırdığı gibi, sürüp giden her yaratılışı da anlamında toplar. Yani herhangi bir şeyin bir maddeden veya ilk yaratılıştaki gibi yokluktan ilk icadı ve ilk çıkışına fatr, bunun ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat denir. Yaratığın fitrat üzerinde kazandığı öz niteliklerine de tabiat denilmiştir. Kâinatın Allah´ın fitratı üzere işleyişi İslâmî dilde âdetullah, sünnetullah, fitratullah ifadeleriyle isimlendirilmektedir (Râgıp el-İsfahânî, el-Müfredât, 38 vd.; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur´an Dili, III, 1889 vd.; Ali Ünal, Kur´an´da Temel Kavramlar, İstanbul 1986, 198 vd).

Fıtratın geniş anlamları Kur´an-ı Kerîm´de şu ayetlerde açıklanmaktadır:

"Sen Hakka yönelerek kendini Allah´ın insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah´ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30).

"Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir´´ (en-Nahl, 16/78).

"Allah´ın kanununda bir değişme bulamazsın " (el-Fâtır, 35/43; Ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77; el-Ahzâb, 33/62; el-Mümin, 40/85; el-Feth, 48/23).

"Nefse ve onu şekillendirene... Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanlandı... Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti" (eş-Şems, 91/7-14).

"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (el-Beled, 90/10).

"Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör olur" (el-İnsân, 76/3).

"Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir" (Tâhâ, 20/50).

"Kendini tezkiye eden mutluluğa ermiştir´´ (el-A´lâ, 87/14).

"O (adamın) tezkiye olmamasından sana ne?" (Abese, 80/7).

"De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir"? (el-İsrâ, 17/84).

"Nefislerinizde olanı gözlemiyor musunuz?" (ez-Zariyât, 51/21).

"Öncekilere uygulanan yasayı görmezler mi? Sen, Allah´ın kanununda bir değişiklik bulamazsın" (el-Fâtır, 35/43)

"Dilediğini yaratır ve onlar için hayırlı olanı seçer" (el-Kasâs, 28/68).

"De ki: Yeryüzünde gezin ve bakın, yaratılış nasıl başlamış?" (el-Ankebût, 29/20).

"Yaratıcıların en güzeli olan Allah´ın şanı ne yücedir" (el-Mü´minûn, 23/14).

"Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra´d, 13/11).

Kur´an-ı Kerîm´deki bu ayetler birbirini tefsir ederek fıtratın anlamını açıklar. Hz. Peygamber (s.a.s.)´in şu hadisleri bu anlamı apaçık bir şekilde genişletmektedir:

"Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen müminsin" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 251-252).

"Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur" (Buhâri, Cenâiz, 79; Müslîm, Kader, 23-25; İman, 264; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 233, 435).

"Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri yolmak" (Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahara, 49; Ebû Dâvûd, Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14).

´´Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz Lailaheillallah olsun " (Abdurrezzak Sanânı, Musannef, Beyrut 1970, IV, 334)

"İçini tırmalayan, kalbinde çarpıntılar oluşturan, gönlünü bulandıran şeyi terket" (İbn Hibban. Hakîm).

"Hayr, nefsin kendisine ısındığı, kalbin rahatladığı, yüreğin oturduğu şeydir. Şer de nefsin kendisine ısınamadığı, kalbin mutmain olmadığı, içinde tereddüt ve ıztırablar meydana getiren şeydir, her ne kadar müftiler hilafına fetva verseler de. " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 194).

"Müftiler sana fetva verseler de bir kere kalbine danış" (Dârimî, Buyû, 2). "Ameller niyete göredir" (Buhâri, Itk., 6).

"Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene geç" (Hanbel, Nesâî, Taberânî), "Kötülük, insanın içine sıkıntı verir" (Müslim, Birr, 14).

"Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları Hanif (salim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onu dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim" (Müslim, Cennet, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 162).

Bütün bu açıklamalar fıtratın anlamını belirlemektedir:

Her doğan Allah´ın en güzel yaratması ile doğar.

Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır.

Bütün insanlar Hanif üzere yaratılmakta, sonra şeytan ve nefis onları bozmaktadır.

Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı yine de kullarını kurtarmak için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir.

Allah´ın yaratılış kanunu kevnî ve şer´î şekillerde değişmeyen bir yasadır.

İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah´ın ayetlerini de akıl veya kalble kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar.

İslâm ümmeti insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür. İnsanlığın günah ve şirk bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların ilâhı saflığına dönüşü, takva ile en güzel olana uyulması için ilâhı, kutsal bir nur yani İslâm´ın rehberliği şarttır.

-İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse veya kainattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse veya geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret alabilirse hakikati idrak edebilirler.

Her insan, nefsine ve topluma karşı yaptıklarında bir kötülük oluştuğunun farkındaysa vicdan azabı duyabiliyorsa onda bozulmamış bir ahlâkı yapı vardır. "En güzel ahlâkı" tamamlamıştır, artık geçerli olan onun ahlâkıdır.

Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah´ın değişmeyen yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah´ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(el-A´râf, 7/132). Allah insanı yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde yaratmış, doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder yahut inkâr eder halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında kendini arıtan, yüzünü hanif olarak Allah´a çeviren, kendisini fatr edene ibadet eden kurtulacaktır (bk. el-İnsân, 76/3; et-Tîn, 95/4; el-Beled, 50/10; en-Nisâ, 4/28; el-İsrâ, 17/51; el-Mülk, 67/3; el-İnfitâr, 82/7-8).

Yine Kur´an-ı Kerîm´deki kutsal bilgilendirme yolu, insanı âfâk ve enfüsteki ayetleri düşünmeye, akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok acz içindeyken, meselâ denizde bir gemide yol alırken aniden gelen bir fırtınada deniz orasında acz içinde kalınca, bütün yalanlama, fitne ve fücûru, ortak koştuklarını unutan insan, hemen Allah´a dua etmektedir. Bu, insanın fıtraten Allah´ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu manevî hak duygusu her ferdde mevcuttur ve İnsanı yoldan çıkaran, işlediklerini süslü göstererek onu asi yapan şeytandır (Münâvî, Feyzu´l-Kadir, Beyrut 1972, V. 34; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur´an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822).

Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir. Halbuki Allah: "Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir. Allah´ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Allah´ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30) buyurmaktadır.

Buna göre bütün insanlar Allah´a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah´ın öğütlerinden yüz çevirerek, bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşüleceği gibi, bu sebeple Allah´ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah´a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan´ yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kâbe´de Allah´a ortak koştukları birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helâk edilmeleri de bu yüzden oldu. Hiç kimse Allah´ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azabla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı.

İslâm´a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik lâik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı "doğal-pozitif akıl lâiklik" karşıtlığıyla oldukça, basit ve insan fıtratıyla uyum sağlamayan bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak insanın fıtratı her şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere, maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Bu boşluk Allah´ın sınırlarını aşmak ve nefsine zulmetmektir (et-Talâk, 65/1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm´dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar. Çünkü: "Kalpler ancak Allah´ı sanmakla huzur bulur" (er-Ra´d, 1 3/28).

M. Emin AY

Sait KIZILIRMAK





__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


Evet, devam edelim...

"FÂTIR"...?

Bu kelimenin anlamına girmeden önce, hemen iki ayeti hatırlayalım; ve bu âyetler ışığında “HANÎF” ve "FÂTIR" kelimelerinin işaret ettiği mânâyı farketmeye çalışalım...

Anlattıklarımıza kaynak olarak Diyanet işleri'nin bastırtmış olduğu Hamdi Yazır merhumun "Hak Dini Kur’ân Dili" isimli tefsirinden yararlanıyoruz...

 "-Feakım vecheke liddiyni HANÎFA... Fıtratallahilletiy fetaran nâse aleyha!.. Lâ tebdiyle lihalkıllah... Zâlike diynül kayyım... Ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya'lemun. “ (30-30)

 -O halde yüzünü dine bir HANÎF olarak tut; o ALLAH FITRATINA ki, insanları onun üzerine yaratmıştır, ALLAH yaratışına bedel bulunmaz, doğru ve sabit din odur, velâkin insanların ekseriyeti bilmezler!...

 Bu mefhum ile örfte İbrahim milletine ismolmuştur ki, “HANÎF”, başka dinlerden, batıl mabudlarda çekinip, yalnız Allah’a eğilen muvahhid demektir..

-Sen yüzünü dine HANÎF olarak tut...

 -Allah'ın FITRATINA!.. yani; FITRAT OLAN ALLAH DİNİ’NE; ALLAH’ın o fıtratına, o yaratışına sarıl.

 FITRAT DİNİ, ALLAH DİNİ, HANÎFLİK, İSLÂM'dır!...

 DIN, FITRATI DEĞİŞTİRMEK İÇİN DEĞİL, FITRATTAKİ UMUMİ SELÂMETİ İNKİŞAF ETTİRMEK iÇİNDİR...

Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler, dini fıtratta değil, âdette ararlar veya hevâlarına uyarlar...

Dinin iki kaynağı vardır;

Biri fıtrat, biri kesib...

Fıtrat, sırf ilâhidir. Bir sevki Hak'tır!....Kesb, enfüsi âfâki muhtelif şerait içinde hissin teheyyücleri, zihnin tefekkürleriyle alâkadar olduğundan fıtratın istikametine muhalif hevâlara, zararlara, haksızlıklara, isyan ve şirke sürükleyebilir...

 -Her doğan fıtrat üzere doğar.....

 hadisi Ebu Hureyre' den...

-Fâtır Allah insanları o fıtratla oluşturmuştur ki, hepsi de yaratılışları itibariyle Allah dini üzeredirler...

hadisi Enes radıyallahu anh’ten bize naklolmuştur...

FItrat, ilk yaratmak demek olan yaratılışın ilk tarz ve heyetini ifade eder"

Şimdi bu açıklamalar ışığında geniş planda olayı görmeye çalışalım:

Acaba niçin âyette "HÂLİK" kullanılmamıştır da "FÂTIR" kullanılmıştır... Aradaki fark nedir?. Özellikle bu âyette niçin "FÂTIR" seçilmiştir?

"HÂLİK" Türkçe’deki karşılığıyla "YARATAN" anlamınadır... “Öyle bir şey ortada yok iken, o şeyi vareden, ortaya çıkartan” anlamınadır...

Ama, nasıl, hangi ölçüde, hangi gayeye yönelik olarak dedik mi, burada karşımıza "FÂTIR" çıkar...

"TAKDİR, tasarım, planlama, düzenleme, ölçümleme, zamanlama, sıralama" gibi "yaratma" öncesi kavramlarla birlikte "yaratma" sözkonusu olduğunda, hep aynı anlama işaret eden şu isimle yüzyüze geliriz... "FÂTIR" !..

"FÂTIR", dilediğini gerçekleştirmek üzere, birimleri o gayeyi oluşturacak biçimde yaratandır!...

"Fıtrat dini" ise, yaratılış programına kayıtsız şartsız uyum zorunluluğudur!...

-Duman halindeki semâya iradesini yönelterek ona ve yeryüzüne dedi: isteyerek veya istemeyerek hükmüme gelin!... ikisi de, isteyerek geldik; dediler.. (41-11)

 Göklerin ve yerin "FÂTIR"ının ALLAH " olup; onları “fıtrat” üzere yaratmış olduğunu düşünürsek; elbette ki, onların, fıtratlarına göre yaratılış görevlerini, yerine getirmemeleri düşünülemez!...

Nitekim, aşağıdaki âyet de, her şeyin, “fıtratları sonucu olarak kendi varoluş programları doğrultusunda fiiller ortaya koyduğuna”, işaret eder..

 -"Kul, küllün ya'melu alâ şâkıletihi !..." (17-84)

 -De ki: HEPSİ DE PROGRAMLARI DOĞRULTUSUNDE FİİLER ORTAYA KOYARLAR!.

 Yani, "ALLAH"ın "FÂTIR" olması, tüm, canlı ve cansız diyerek bize göre ayırım yaptığımız varlıkların, yaratılış programları gereği olarak "kulluk" etmekte oldukları sonucunu ortaya koymaktadır....

Bu konuya en büyük açıklığı getiren şu âyeti hemen hatırlayalım:

 -"Kada rabbüke ella ta'büdu illa iyyahu" .... (17-23)

 -RABBIN HÜKMETTİ Kİ, KENDİNDEN GAYRINA KULLUK EDİLMEYE! (17-23)

 Şimdi burada dikkat edelim;

 -"RABBIN HÜKMETTİ Kİ"; denilmekte....

 Peki, "RAB"bın "HÜKMÜ", yani, " KAZASI " değişebilir mi?

Hemen Hazreti Rasûlulllah Aleyhisselâm’ın duasını hatırlayalım:

 -Allahumme lâ mânia lima a'teyte, ve lâ mutıe limâ manâ'te, ve lâ râdde limâ kadâyte!

 -Allah’ım, verdiğine mâni olamaz; vermediğini verecek de yoktur; KAZÂNI yani HÜKMÜNÜ reddedecek, yani değiştirecek, bir güç de mevcut değildir... (hadîs)

 Yani, "RAB"bın "KAZÂSI"="HÜKMÜ" asla değişmez!. Ve kesinlikle yerine gelir!..

 -Semâda ve yerde ne varsa hepsi O'nundur!... HER ŞEY HÜKMÜNE BOYUN EĞMEKTEDİR! (30-26)

 Eğer, Allah, kendinden gayrıya kulluk edilmemesini hükmetmiş ise, -ki böyledir-, artık hiç bir birimin, O'ndan gayrına kulluk etmesi mümkün olmaz!..

Ki, geçmişte yaşamış değerli “öze ermişlerden” birisi bu konuda şunu söylemiştir:

-Allah, kendisinden gayrına kulluk edilmemesini KAZA ettiği içindir ki, bütün varlıkları kendi esmasıyla yaratmıştır!... Tâ ki, kim, neye kulluk ederse etsin, gerçekte, hep, daima, bütün kulluklar O'na yapıla!...

İşte "FÂTIR", gökleri ve yeri hangi gaye uğruna, hangi işlevi yerine getirmek için programlayarak yaratmış ise, o yaratılmış olanların da o gayenin dışına çıkan işleri yapması asla mümkün olamaz!...

Şimdi İbrahim Aleyhisselâm’ın "ALLAH"a yönelişindeki bilinci ifade şekline dönelim:

 -Şuurumu (vechİmİ) semânın ve arzın FÂTIR'I olan Veche döndürdüm! (6-79)

 Yani, "farkettim ki, göklerde ya da yerde tanrılığı-ilâhlığı kabul edilesi bir nesne yoktur ki, ben onu put edinip, ona tapınayım!... Bu sebeple, ben şuurumla, gökleri ve yeri dilediği şekilde meydana getirip onların hepsi üzerinde her an hükmü geçerli olan FÂTIR'a yöneldim..."

 -HANÎFEN... (6-79)

 “HANÎF” olarak!. Yani, göklerde ya da yerde “tapınılacak bir tanrı olmadığı” bilinci içinde!.. Putları, tanrıları kabul edemeyecek bir idrâka ermiş olarak... Tüm varlığı, tüm evreni, tüm sistemi, tüm düzeni dilediği gibi ve hükmü her an geçerli bir şekilde var eden sınırsız ilmi ve Gücü idrâk ettiğim için, ötede tapınılacak bir tanrı olmadığı bilincinde olarak!...

 -Müşriklerden değilim!...

 ALLAH, VÂHİD-ül AHAD” olduğu halde; ben “Allah yanısıra tanrı kabul edenlerden” değilim!... Mutlak varlık, " ALLAH" olduğu halde; ben, tanrı kavramını kabul edenlerden ve böylece de şirke düşenlerden değilim!... "ALLAH" yanısıra TANRI kabullenmek, ya gökte ötede birini kabullenmek şeklinde olur, ya da firavun. Nemrut, Deccal gibi kendilerinin TANRI , RAB olduğunu iddia edenlerin, bu iddialarını kabul etmek suretiyle olur.

ahmed baki


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Fıtrat Dini İslam PDF Yazdır E-Posta
Yazan Prof. Dr. Mehmet ERKAL   
Cuma, 08 Haziran 2007
Bugün yeryüzündeki din inanış ve sistemler incelendiğinde onların ya o din, inanış ve görüşleri duyuran, tebliğ eden veya onlar hangi,kavim millet içinde ortaya çıktı ise o kavmin, milletin adı ile anılmakta olduğu görülür. Mesela Hristiyanlık (Mesihiyye), christianity ismini
Hz. İsa (Mesih), Jesus Christ (a.s.)'den almıştır. Budizm, kurucusu Buda Gautama Budha 'dan almış onunla meşhur olmuştur. Yahudilik (Judaism) ise bu dinin içinde doğduğu kavmin yani Yahudi kavminin adı ile tanınmıştır.

İslam dini her yönüyle diğer din ve inanışlardan ayrı olduğu gibi isim olarak da ayrı bir özelliğe ve güzelliğe sahiptir. İslam kelimesinde onu tebliğ eden bir beşer  bir insan görülmez. O bir şahsa, bir kavme, bir millete nisbet edilmez. İslam Allah tarafından son dine verilen özel bir isimdir.

"Hak din Allah katında İslam'dır…" (Ali İmran, 19)

Bu dinin gayesi, hedefi bütün insanları İslam sıfatı ile süslemektir. Bu sıfatla vasıflananlara Müslim, Müslüman denir.

İslam'ın kelime anlamı "Emredenin emrine uymak, boyun eğmektir".

İslam dininde esas olan Allah'a mutlak itaat, onun emirlerine boyun eğmek, teslim olmaktır. Bunun için son din olan dinimiz İSLAM diye isimlendirilmiştir.

Düşünelim, tefekkür edelim, kainatta var olan her şey belli bir sistem ve kanuna tabidir. Güneş, ay, yıldızlar, canlı, cansız, bitki, nebat her şey bu kanuna boyun eğmişlerdir. Gök cisimleri belirli bir zaman içinde ve belirli bir hesapla yörüngelerinde dönüşlerini tamamlarlar.

"Güneş de ay da hesapladır." (Rahman Suresi,5)

Yer küre ekseni etrafında dönüşünü kendisine verilen zaman, tanınan hızla yapar. En küçükten en büyüğe kadar her varlık kendilerine mahsus kanunlara tabidir. Onlara uyarlar. Canlılar, bitkiler hepsi hepsi bu kanun gereği doğar, büyür, gelişir, ve ölürler.

Kainatın bütün kadrosuyla teslim olduğu bu ilahi kanuna yaratılmışların en şereflisi olan insan da – istemese de – bir yönüyle uymaktadır. Onun da doğması, büyümesi, ölmesi hücrelerinden organlarına kadar her parçası kendileri için konmuş değiştirilemez
ilahi kurallara uymaktadır. Bunlar onun elinde değildir. Nefes alışı, kalbinin atışı, damarlarındaki kanın akışı, kalbinin bütün iç organlarının çalışması bu kuralların hükmü altında olmaktadır. Buna "sünnetullah" diyoruz.

"Daha evvel geçenler hakkında da Allah bu adeti koymuştur. Allah'ın adetini asla değiştiremezsin." (Ahzab Suresi,62)

"Allah'ın öteden beri ola gelen sünneti, adeti budur. Allah'ın sünnetinde asla değişiklik bulamazsın." (Ahzab Suresi,62)

Bütün yaratılmışlar kendileri için konan sünnetullaha teslim oldukları için İslam'ın kelime manası içinde müslimdirler. Çünkü ilahi kurallara teslim olarak yaratılmışlar, büyümüşler, gelişmişler ve yaşamlarını bu kurallara uyarak sürdürüp yitirmişler, bitirmişler veya
bitireceklerdir. Yaratılmışların durumu budur; Halık'ın koyduğu kurallara itirazsız teslimiyet ve boyun eğme.

"Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk onun, hamd ona mahsus, o her şeye hakkıyla kadirdir. (Teğğabun Suresi,1)"

İnsan, yaratılmışların en şereflisi, zübdetü'l-alemdir. Siret ve surette en güzel yaratılışlara sahne kılınmıştır. O bir küçük alemdir. Aynı zamanda nüsha-i kübra'dır. Yaratanı tarafından başına kerem tacı giydirilmiş, en güzel surette yaratılmıştır. Yaratanı katında ve yaratılmışlar kadrosunda farklı bir yeri vardır. Bu itibarla ona iyiyi kötüden seçme gücü verilmiştir. O bu serbest seçme hürriyeti ile ya kendi vücudu, organları dahil yerde ve gökdeki bütün yaratılmışların uyduğu teslim olduğu ilahi kanuna uyar, yaratıcısının emirlerine boyun
eğer, teslim olur. Böylece fıtratı ile canlı cansız, bitki, hayvan, nebat bütün yaratılmışlarla uyum, ahenk içinde yaşar Allah'ı Rab, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)'nın getirdiği, Allah tarafından haber verdiği her şeye inanır. İşte o insan, islam'ın terim anlamının ifade ettiği Müslüman olur. Veya iç ve dış dünyasının teslim olduğu Allah'a inanmaz, bu haliyle kainat ile ters düşer, uyumsuzluğa mahkum olur. İç ve dış çatışmalarla geçen bir hayat yaşar, mutsuz olur. İki dünya saadetini kaçırır.

İşte İslam'ın fıtrat dini oluşu budur. Yaratılışa, yaratılanlara uygun, onlarla ahenk içinde bir hayat geçirip yaratanını tanımak, ona karşı gereken ödevlerini yerine getirmek, dünya ve ahrette mesut olmaktır.

İslamın bir başka özelliği de şudur: Bakara suresi 286.ayette Yüce Allah şöyle buyurur; "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez."

Şayet yaratılış kapasitemiz ve imkanlarımız ölçüsünde yapmamız gerekenden sorumlu tutulmuş olsaydık halimiz ne olurdu. Bu ayette belirtilen gücümüz dahilinde yaptıklarımızdan sorumlu tutulmamız zayıf yaratılışlı insan için büyük bir nimettir ve son dinin musamaha dini
kolaylık dini olduğunu göstermektedir.

Aynı sure 285. ayette "O peygamber Rabbı tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız, işittik, uyduk, ey
Rabbimiz affına sığındık, dönüş sanadır dediler.

Bu ayeti kerimede "Kitabına, peygamberine inandılar denmiyor, kitaplarına, peygamberlerine inandılar deniyor.

Eğer sadece kitabına denmiş olsaydı, bundan Kur'an, yalnızca peygamberine denseydi bundan efendimiz kast edilmiş olurdu.

Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanmamız gerektiği buyuruluyor. Bu, İslam'ı diğer dinlerden ayıran en önemli vasıflardan biridir. Mesela bir yahudi için Hz.Musa ve Tevrat'la her şey tamamlanmıştır. Bir hristiyan için de Hz.İsa ve İncil'le her şey son
bulmuştur. Bunların dışındakilerin bir kıymeti yoktur.

İslam'ı kabul eden müslüman, Hz.Adem'den Hz. Peygambere kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlere inanır, aralarında fark gözetmez, onlara indirilen kitapların asıllarına inanır.

Medeni açıdan, mevcut imkan ve fırsatları değerlendirme açısından, psikolojik açıdan böyle bir öğretim metodunun dini tebliğ etmedeki önemi çok büyüktür.

İslam'ı başka dinde olanlara takdim ederken senin peygamberine ben de inanıyorum ama benim peygamberim seninkinden sonra gelmiştir.

Allah Teala bütün alemlerin Rabbı'dır.. Hz. Adem vasıtasıyla ilk olarak emirlerini bize gönderen de O'dur. Hz.Nuh, Hud, İbrahim, Musa, İsa ve son peygamber Hz.Muhammed Mustafa (a.s) vasıtasıyla emir ve yasaklarını bize O göndermiştir. Bize düşen görev son emirlere uymaktır.

Böylece bütün insanlığın en küçük bir vicdan sızısı çekmeden, üzüntü duymaksızın bu ilahi son dini kabul etmeleri mümkündür.


Bu son derece hoşgörülü bütün insanlığı kapsayıcı bir davet şeklidir.


Not:  Bu vesile ile merhum hocamız Muhammed Hamidullah'a Rabbımızdan
mağfiret dilerim.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Din ve fıtrat uyumu

İnsanlık tarihinin hangi noktasına inilirse inilsin, dinsiz bir topluma rastlamak mümkün değildir, demiştik. Evet, bir kez daha diyoruz ki, en ilkel toplumdan tutunuz da en gelişmiş topluma kadar,  hepsinde dinin tezahürlerini görmek mümkündür. Bergson da, “Geçmişte olduğu gibi günümüzde de ilimsiz, sanatsız, felsefesiz toplum vardır, fakat dinsiz toplum asla yoktur”, demek suretiyle, bir doğrunun altını çizmiş bulunmaktadır.

     Din,  insan ruhunun en ücra köşesine öyle sinmiştir ki, yok olup hiçliğe karışmaktan korkan insana bir çıkış kapısı; bütün ümitlerin bitip tükendiği yerde bir ümit kaynağı; yıkılmış gönüllere taze kan, doğruluk, iyilik, güzellik ve samimiyet gibi, insanı insan yapan değerlerinruhlarda filizlenmesi için güçlü bir iksirdir.

     Fırsat ise, sözlük bakımından yaratılış anlamına gelmekle birlikte, terim olarak; İslam Dini ve bu dinin özünü kabul etme yeteneğidir. Bu durumda fıtrat, dinin aslı ve insanın özü olarakta tanımlanabilir. Diğer bir ifadeyle fıtrat, yüce Allah tarafından insanın içine yerleştirilmiş olan hassas bir düzen, din de bu düzenin kurumsallaşmış halidir.

     Cenab-ı Hak, insanı islam dini’nin prensiplerini kabul edecek şekilde yaratmış ve bu dinin öğretilerini de insanın yaratılışına uygun olacak şekilde göndermiştir. Bundan dolayı din ile fıtrat arasında herhangi  bir uyumsuzluk söz konusu değildir. İslam dini’nin  emir, yasak ve tavsiyelerinin tümü, insanın akıl ve mantığına uygun hükümler içermektedir. İlahi kaynaklı iki durum arasında bir çelişki olabilir mi? Her alanda mutabakat ve her prensipte tam bir uyum vardır. Kur’an’ın ifadesiyle bu bir sünnetillah gereğidir. Nitekim birçok ayet-i kerime ile bu husus:

“Siz, Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsınız.” anlamıyla da açıklanmıştır.

     Eğer bir çelişki varsa bu, ya bilgi eksikliğinden veya bağlantıyı iyi kuramayan bireylerden kaynaklanmaktadır. Yoksa dinle fıtrat arasında bir uyumsuzluk asla düşünülemez. Çünkü insanı yaratan ve onun fıtri özelliklerini tayin ve tespit eden de Yüce Allah’tır; insanlığa hem dünya hem de ahiret saadeti kazandırmak için Kur’an-ı Kerim’i gönderen de yine  O’dur. Yarattığı insanın bütün özelliklerini en kamil anlamda bilen Cenab-ı  Hak, gönderdiği ilahi prensipleri de insanın bu özelliğine göre göndermiştir. Bunun için “Kuran’ın  yüce prensipleriyle, insanın fıtrı özellikleri arasında tam bir uyum vardır.” sözü gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildir. Aksi takdirde düşünülen çelişki ise, en azından Yüce yaratıcıya acziyet isnat etmek olur ki, bu da mümkün değildir.

      İslam Dini evrensel özellikleriyle bütün insanlığa hitap etmekte ve insanların huzurlu ve mutlu bir hayat sürmeleri için, onlara gerekli yolları göstermiştir. Bunu yaparken de herşeyin doğal seyrinde devam etmesini istemiştir. Zira islam’da sadelik, kolaylık ve tedricilik esastır. Rahmet dini olan İslam’ın emir ve yasaklarının hiç biri, insanlara zorluk, sıkıntı ve meşakkat vermek için değil, aksine kolaylık, hafiflik ve sadelik getirmek için konulmuştur. Nitekim bu konuya ayetler şöyle dikkat çekmektedirler:

     “Ey Muhammed, biz bu Kur’an’ı sana güçlük çekesin diye indirmedik.”

     Burada kur7an’ın gönderilmesindeki hikmet, açıkça görülmektedir. Bu da insanlara zorluk çıkarmak değil, aksine zorlukları bertaraf etmektir. Başka bir ayette de şöyle denilmektedir:
     “Allah, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi.”
     Yani dinin amacı, insanları zorluklar içinde bunaltmak değil, tam tersine, onlara dünya ve ahiret mutluluğu için yol göstermektir. Bunun için de insanlara kavli leyyin ile yaklaşmayı, hikmet ve güzel öğüt esaslarına göre nasihat etmeyi ve kolay olandan işe başlamayı, aynı zamanda müjdeleyip nefret ettirmemeyi ön görmektedir. konuyla ilgili ayetler dizisinden birkaç ayet daha zikretmek istiyoruz:
     “Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır ve ya korkar.”
     “Ey Muhammed, sen hikmetle, güzel öğütle Rabb’inin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.”
     “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.”
     “Allah sizin yükünüzü hafifletmek istiyor.”
     Görüldüğü gibi,  insan psikolojisini insandan çok daha iyi bilen Yüce Allah, yaratılmışların en nazik, en kibar ve en anlayışlı insanı Hz. Peygamber (s.v.s.)’i davetçi olarak insanlara gönderirken, nasıl bir dil ve nasıl bir üslup killanmasının gerektiğini de bu ayetlerle belirtmiştir. Çünkü tatlı dil, güler yüz, yumuşak üslup ve kolay yöntem, her ne olursa olsun, bütün insanlar üzerinde olumlu etki eder. şunu mutlaka iyi bilmek gerekir ki, insanoğlu her zaman sevgi, saygı ve kolay yöntemle ikna edilmeye daha müsaittir. daha doğrusu, insanın anladığı tek dil vardır, o da tatlı dil ve yumuşak üsluptur. Bazı istisnalar çıksa da genel kaide böyledir.

     Din ve fıtrat uyumunda önemle üzerinde durulması gereken diğer bir nokta da, fıtratın değişmezliği prensibidir. Hz. Ademle başlayan insanlık tarihinin hangi noktasına bakılırsa bakılsın, insanın doğasında bir değişiklik görülmez. O günkü insan ne ise, bugünkü insanında aynı olduğu görülür. Zira ilk insandan günümüze gelinceye kadar insanlarda hiçbir değişiklik söz konusu olmamıştır. Günümüze kadar gelen zaman dilimi içerisinde zaman dilimi içerisinde hiçbir insanın gözü karnında veya kulağı kolunda, burnu bacağında doğmuş bir insana rastlamak mümkün değildir. Hepsinin yapısı aynı ve aynı düzen içinde geliştiği görülmüştür.

     Hatta bırakınız değişmeyen insan şeklini bir tarafa, özü ve ruhi yapısı itibariyle deilk insanla günümüz insanı arasında genel anlamda bir farklılık yoktur. Hassasiyetleri aynı, ihtiyaçları, özlemleri ve eksiklikleri tarihin her devrinde aynı insan olarak yaşayagelmiştir. Örneğin, barınma, yeme-içme, savunma, cinsellik, mal tutkusu ve barınma isteği gibi özellikler, ilk insanda da vardı, günümüz insanında da aynı özellikler devam etmektedir. Ancak bu özelliklerin ortaya çıkış şekilleri ve ihtiyaçların karşılanma durumları tarihin akışı içinde bir takım farklılıklar göstermiştir. Tabii bu farklılıklar özel değil, detayda ve araçlardadır. İnsan fıtratının değişmezliğini öne süren bilim adamları, değişen şeyin insanın tabii özellikleri değil, insanın kullandığı araç ve gereçlerde olduğunu belirtmişlerdir. İşte islam dini de insan fıtratının bu değişmez ihtiyaçlarını karşılamak üzere planlanmış ve insan doğasına en uygun hayat tarzı olarak gönderilmiştir. Bundan dolayı Kur’an’da insan fıtratına aykırı hiçbir hüküm yoktur. Kur’an’ın bu özelliği nedeniyle de, İslam’a “Fıtrat Dini”de denmektedir.

İhsan Caner / Beypazarı Müftüsü



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
öğrenci98
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 21 kasim 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 432
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı öğrenci98

Merhabalar

Rabbimizin değişmez ve eskimezi, insanlık aleminin değişmez değerleri olan islam dini, ademoğullarının yaratılış/yarılıp ortaya çıkarılış amacıyla mükemmel bir bütünlük/insicam içerisindedir.

"O halde sen yüzünü, bir hanif olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmiyor." 30/30 (y nuri öztürk)

Muhabbetle... 



__________________
Benliğin galebe çaldığı hiçbir yerde, vahiyden, adaletten ve merhametten bahsedilemez.
Yukarı dön Göster öğrenci98's Profil Diğer Mesajlarını Ara: öğrenci98
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats