HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: fıtrat ve fetret.. Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Fıtrat ve fetret

Fıtrat sevgidendir. Sevgiden de dünya hayatının temel ahlâk ve Tabiî Hukuk ilkeleri doğar. Başka türlü olması aklen, mantıken imkânsızdır. (Rûm Suresi, 30/30).

Diğer tarafdan, bu temel ahlâk ve Tabiî Hukuk ilkeleri; Müsbet İlim kanunları anlamında Tabiat ve Toplumbilim kanunları gibi değildirler. Araya insanın iradî seçimleri ve bu seçimler eyleme geçiyorsa bu eyleme geçmelerin sağladığı birikim girer. (Tebâreke/Mülk Suresi, 67/2). Ahlâk kuralları (normlar), “determinist” kanunlar değildir, ne var ki bu kurallara uymama eylemleri belirli bir birikim düzeyine ulaşırsa, bu dünyada devreye girecek olan toplumbilim kanunu da “determinist” bir kanundur.

İşin özü; bu temel ahlâkî ilkelerin Alemlerin Rabbi olan Allah'ın normları olduğunu kabul edip etmemektedir. Etmezseniz, Tabiî Hukukçu değilsiniz, ediyorsanız Tabiî Hukukçusunuz demektir.

Tabiî Hukuk tarafdarı olduğunu söyleyenlerin bir kısmı, bilinçli olarak, kayd-ı zihnî ile davranmış olanlardır. Bunları Kur'an-ı Kerîm “münâfık” olarak niteler. İnsan hakkı ve adalet tebliğini gönülden kabul etmeyip zahirde bu açıdan aykırı davranışları olanların, ne var ki şeklen müslüman görünenlerin, İncil'de ve Kur'an-ı Kerim'de (Maûn Suresi) zikredilen bir diğer adı da “müraî, riyâ ehli”dir.

Alemlerin Rabbi tarafından konmuş olan temel ve evrensel normların varlığını kabul etmeyip kabul etmediğini de açıkça söyleyenlerin, kabul ettiğini söyleyip de iki yüzlülük yapanların, neye ikrar verdiğinin bilincinde olmayanların, bu normları pozitif hukuk süzgecinden geçirme ve ancak bu süzgeçten kuşa benzetilerek geçirilmiş şekli ile ve pozitif hukuk ilkesi olarak kabul etme gereğini ileri sürenlerin sağladığı birikim gücünün yoğun ve baskın olduğu yörelerde fetret alâmetleri görülür.

Ülkemiz çok şükür tek lâik ve müslüman ülke olarak temayüz ettiği için, bu açıdan gözlem ve değerlendirme yapmak dahî aslâ caiz değildir. Şu halde yukarıdaki genel açıklamayı, İngiliz askerlerini kaçırdıktan sonra değerli basınımızın dilinden tekrar “acem” adlandırmasına “müstahıkk” görülen “acemler ve Acemistan yönetimi”ne ithaf etmeliyim. Belki onların işine yarar da bir daha böyle birşey yapmazlar! Fransızlar'ın “revenons à nos moutons” (koyunlarımıza gelelim) dedikleri gibi, bizim sorunlarımıza gelelim: Ahlâkî ve hukukî sorunlarımızı çözmeye çalışırken, İskenderâne bir hamle ve darbe ile, sorunsuz yaşamanın sırrını bulduk mu? –Vatandaşlar, uslu durun, yoksa ağır konuşurum! –Bre siz ne lâf anlamaz şeylersiniz! “Biz”i kızdırırsanız “siz”in hakkınızdan gelmek boynumuzun borcudur! Ziya Gökalp “ben/sen yokuz, biz varız!” dedi, dikkat etsene ulan, “biz ve siz varız” demedi! Bizim demokrasimiz yasal olan tek demokrasi, sizin demokrasiniz ise yasallık sınırları içine hiçbir zaman girmemiş ve dahî girmeyecek olan bir safsatadır, düşmanlarımızın bir Troya atıdır, (367)'ye kadar sayıyorum, sayı ile kendinize gelin, yoksa bizim demokrasimizi koruyacak zinde güçler jeneratörünü devreye sokar, jeneratörlü demokrasi döneminde önce ampullerinizin iflâhını keseriz. Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdîr/Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötekdir.

Meded, zamanenin gücüne kaldık! Geçenlerde bir yazımda Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin müştereken irtikâp ettikleri bir “gadr”den yakındım, “haksızlık izale edilecek, zarar izale edilir kuralına uyulacaktır” diye resmî bir müjde almadım, ne var ki –kendi nitelemesi ile– bir Molla Kaasım kardeşden uyarı aldım:

–Sen Hukuk Hocası değil misin? Bu haksızlık yapanları sizler yetiştirmediniz mi? Yakınacak yerde “kendim ettim kendim buldum” demelisiniz!

–Eyvallah Molla Kaasım kardeş! Kötü birikimi ve ortak ölçüt yokluğunu gidermede bütün gayretimi gösterdiğimi elbette iddia edemem. Ne var ki, elime kalem geçtikçe hiç değilse evrensel ve temel ilkeler dışında bir ilke savunmadığımı da herhalde görüyorsunuz. Ben, YÖK Başkanlığı şöyle dursun, rektör, dekan, senatör, idare âmiri vs. de değilim. Özellikle “1402'lik” olduktan sonra üniversiteye dönüşümden itibaren de sevgili öğrencilerime lâtife üslûbu ile sürekli şu öğüdü verdim: –1960'da asistan oldum ve fakültemizden mezun olan öğrenciler içinden maalesef çok başarılı “üç kağıtçılar” da çıktığını gördüm. Benim doğrudan öğrencilerim olan sizlerden, inşaallah tek bir “fire” dahî istemiyorum!

Ey kardeşler, “mîzansızlık” zâhirde biribirinden ayrı görünen çevreleri birleştiren tek ortak özellik! Oysa toplumların iflâh olması Mizan'da birleşmelerindedir. –Ne dersiniz?


hüseyin hatemi



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Temel değer ilkeleri

Temel değerleri belirleyen ve insanlara bu yolu gösteren; Yaratıcı'dır. Ne var ki bu gerçeği söylemek; bizim gençliğimize kadar kullanılan bir deyimle �demode� olmuş, daha doğrusu insanlar bu telâkkîye �yönlendirilmiştir�. Kullanılan terimler de sık sık değiştirilir ki, yeni nesiller, �bâtıl�ın değişmeyen yanlış çağrısını sürekli �çağdaş� görsünler, Hakk'ın çağrısına ise �demode� veya �out� desinler.

�Elleziy kaddere fehedâ�. Değer ilkelerini belirleyen, bu ilkeleri insanlığa gösteren, Yaratıcı'dır. Yaratıcı; Rabb'dir. (A'lâ, 87/3).

Yazık ki bugün bu gerçeği düşünmek unutturulmuş, söylemek de ayıplanmıştır. Söylerseniz, �gerici� sayılmayı göze almanız gerekir. Oysa temel değer ilkeleri İbrahim ve Musa'nın da �suhuf�unda belirtilen ilkelerdir. İnsanlık için kurtuluş bu ilkelerde birleşerek sevgi ehli olmadadır.

Sütten kesilebilmeleri için emziğe alıştırılmış çocuklar, emziklerini kolay terketmezler. Bazı �okumuşlar� için agnostisizm böyledir. Hele emzikleri -uyumaları için- haşhaşa batırılmışsa keyiflerine diyecek yoktur.

Oysa bu tutum insanlığın hayrına değildir. Temel değerlere ve bunları açıklayan temel ilkelere gelince �bunların değişmezliklerine ve Rabb'den geldiklerine inanmak bilim ve akıl dışı bir seçim olur, bunlar değişir, Tabiî Hukuk diye birşey yoktur, herşeyi insan belirler!� demek, sonra da kendi isteklerini dayattıkları ve �Pozitif Hukuk�ta dahi temeli olmayan emir ve yasaklara gelince, �bunlar değişmez, hele değiştirmeye kalkın da, (aman ne olur değiştirmeye kalkın da) külâhları değişelim, iktıdar tâcına hasret kaldık, verin şu kaşığı da biraz da biz ölelim!� �mod�una geçmek, çok ibret verici bir müşahade alanıdır.

Emîr-ul-mü'minîn, �iktıdar�ın amacını şöyle belirtir: Mazlûmun hakkını zâlimden alıncaya kadar, bu yolda didinmeyi aslâ bırakmama konusunda, Allah'a olan ahdini yerine getirmek!

.....

Ne yapmalıyız? Yine aynı noktaya geldik: Temel değerlerde uzlaşmalıyız. Bu uzlaşmada “Yaradılmışı hoş gördük/Yaradan'dan ötürü!” bilincine dayanmalıdır. “İnsanlık onurunda, insanlık değerinde eşitlik ilkesi”ni benimsemeksizin yapılan hiçbir uzlaşma da uzun ömürlü olamaz. Uzlaşmalar “Sağlam kaya” üzerinde kurulmuş olmalıdır.

Bir heyhat daha! Bu sözleri tekrar etmenin bir yararı oluyor mu? Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryadıma! (M.Akif Merhum) Ne yapmalıyız ey Azîzan?

-Ne yapabiliriz ki? Gel de bir çay içelim! Bundan başka yapacak birşey var mı? Tee trinken und abwarten!

-Bugün de biraz kısa dertleşmiş olalım! Söylesem te'sîri yok/Sussam gönül râzî değil! Allah encâmımızı hayr eylesin!



  hüseyin hatemi...

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Ahlak geçirmez alan

Ferdî ve özel alan da, kamusal alan da ahlâkın denetimi altındadır. Ahlâkın nüfuz edemeyeceği, yalıtılmış bir alan var mıdır? Hukuk'un yaptırımlı kurallarının nüfuz edemeyeceği bir "eyleme geçmemiş düşünce alanı" vardır, bu alana sızan "vesveseler"i Ahlâk da kınamaz. "Vesvese" dışdan gelir. Bunlar da ahlâkî kınama konusu edilirse, kişi; kendi seçimlerinden değil, kendi seçimlerini etkilemek için, "kötü"den gelen yayınlardan da sorumlu tutulmuş olur ki bu da Adalet'e uygun değildir. "Vesvese"ye karşı "insan" uyarılır, "Vesvese"nin "nefs-i emâre" basamağında kalmış; insanlık adayı "beşer"i "kötü"nün etkisi altına almaması için "Rabb-un-Nâs'a, Melik-un-Nâs'a, İlâh-un -Nâs'a, Allah'a sığınmak öğütlenir (Nas Suresi), bu öğüte uyan kimse, "kötü'nün vesvesesi"yle, "hayatı koruma içgüdüsünün sesi"ni ayırabilen kimse, "beşer"den "insan"a "terfi" etmiş demektir. "İnsanlık süreci"ne adım atmasını önlemek için "beşer"e yöneltilen "kötü'nün vesvesesi" yayınlarından birisi şudur: -Senin, vesevese geçirmez bir koruyucu zırhın yok, şu halde boşuna insanlık başvurusu yapma, senin işin ezelden bitiktir, sen "saîd" değil "şakî" (şakıy)sin, "eşkıyâ"dansın, sen ölmüşsün arkadaş! Ya bu sefil hayatına derhal son ver, ya da "kader"den intikam almaya yönelip "kötü"nün hizmetine girerek "Vesvâslık kariyeri"ne başvur, "iyi"yi "kötü", "kötü"yü "iyi" bil!

İşte bu yayına karşı, derhal "Nâs" suresi okunmalı ve derhâl "insanlık Rabbi"ne sığınılmalıdır. Resûl-i Ekrem (S.A.) ve önceki Resûller ile, Ehl-i Beyt ve önceki Resûller'in velileri dışında, "beşer" doğuştan "kötünün etkisinden bağışık, vesvese yayınlarını geçirmez" bir "nefs"e sahip değildir, "ma'sûm" değildir. Aksi geçerli olsa idi, esasen "imtihan" anlamsız olurdu. Allah, insanlık adayı beşerden, tâkatinden fazlasını istemez. Bu "aslî vesvese"ye, "iğvâ"ya kapılanın, bundan sonra derhal "kötü'nün alçaltmaya yönelik süreci"nden "isti'fa" etmedikçe, işi çetin olacağı için, son sûre olarak Nâs Suresi; ilk sûre olarak "insanlık süreci başvurusu formüleri" demek olan Fatiha Sûresi belirlenmiştir. (İhdinâs-sırâtelmustakıym). İnsanlık Rabbi'nin, insanlık adayı olan beşerden, vermediği "ismet"i, yanılmazlığı ve "vesvese geçirmezlik" niteliğini beklemediği; tekrarlanmıştır. (Bakare 2/233; 286; En'âm 6/152, 'raff 7/42, Mu'minün 23/62)

"Nefs" (Ego), "vesvese geçirmezlik" özelliğine sahip olarak yaratılmadığı için, "vesvese"den sorumlu değildir. Ancak; "vesvese"yi benimseyip özümseyerek "kötü" davranışlara koyulduktan sonra da, "ahlâk geçirmez bir kamusal alan" bulunduğu iddiası veya savunmasına da itibar veya savunmasına da itibar edilmez, "ferdin özel alanı" bile "ahlâkî sorumsuzluk alanı" değil, sadece "sorumsuzluk alanı" değil, sadece "hukukî yaptırımsızlık alanı" olabilir.

Şu halde, aşağıdaki "ahlâk geçirmezlik" nitelikleri savunulan alanlardan hiçbiri; bu nitelikte değildir; ahlâk denetimine tabidir.

a) Hayvanlara karşı tutum: Emîr-ul-mü'minîn: "Hayvanlardan da (şüphesiz) sorumlusunuz" buyurmuştur. Bunu zikretmekle yetiniyorum.

b) "Öteki"yle ilişkiler alanı: Hukuken ve ahlâken hiçbir "beşer" diğerine "öteki" değildir. Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi ancak Pozitif Hukuk alanında bazı "hürriyet sınırlamaları" ve "siyasî hak sınırlamaları" getirebilir. Ahlâk alanında, zarar görenin dini veya vatandaşlığı, yahut "ırk"ı dolayısıyla "öteki" olduğu "ma'zeret"i, aslâ ona zarar verilmesini haklı ve meşru kılamaz.

c) Siyaset alanı: İç siyaset (Kamu Hukuku) alanının "ahlâk geçirmez bir kamu düzeni=nizâm-ı âlem alanı olduğu iddiası da bâtıldır. "Siyaseten katl" ve "müsadere"ye cevaz veren bütün Pozitif Hukuk kuralları, Ahlâk'ın hükmüyle mahkumdur. Dış Siyaset=uluslararası ilişkiler alanı da –yukarıda değinildi gibi– "ahlâk geçirmez" alan değildir.

d) İktısat alanı: Def'-i mefâsid, celb-i menafi'den evlâdır. Kazanç getiren bir faaliyetin Ahlâk'ın hükmü karşısında dokunulmazlık kazandığı da aslâ kabul edilemez. "Kalvenist Müslüman" kardeşlerimiz de uyarılır!

e) Aile Hukuk Alanı: Bu alan da Ahlâkî sorumsuzluk alanı değildir.

"Ahlâk geçirmezlik alanları"nın var olduğu vesvesesine kapılmanın sonucu; Ahlâk'ın tamamen safdışı edilmesi ve devreden çıkarılmasıdır.

–Ne demek efendim? "İnsan hürriyeti" olmaksızın ahlâk olur mu? Nesnel ahlâk kurallarının varlığı savı "bilem" ahlâka aykırı bir savdır! Türban gibi "dalgalar" da bu savın simgesidir! Hürriyetsizliğin hürriyeti elbette savunulamaz ve yasaklanır. Parti bile kapatılır! Hürriyetsizlik ahlâksızlık demektir. Her birey kendi ahlâk kuralını kendisi koyar! Bu yetki de sadece bize özgüdür! Siz kendi ahlâkınızı kendiniz koyamazsınız, çünkü ahlâk koyma hürriyetini kabul etmiyorsunuz. Anladınız mı? Sizin ahlâkınızı da ancak biz belirleriz!

-Ey Azizan, çilemiz ne zaman dolacak?

hüseyin hatemi



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

İnancına göre yaşamak

İnancına göre yaşama hürriyetinin varlığından söz edilen bazı ülkelerde, gerçek anlamda bu hürriyet yoktur, sadece riya ve madrabazlık hürriyeti vardır. Mâûn'u; muaveneti; Sevgi ahlâkı çerçevesinde yardımlaşma ve dayanışmayı engellemek isteyenlere, Mâûn'u men'edenlere göre, İslâm'ın yaşanması demek, riyâkârlık hürriyetinin hiçbir engelle karşılaşmaması demektir. Riya ve zulm eleştirildiği anda; �ılımlı İslam�dan çıkılmış ve �Şeriatçilik�e adım atılmış olur!

-Neyi kasd ediyorsun bre? Şeriatçi misin yoksa?

-Örnek vereyim: Yezid devrinde ılımlı müslümanlar Şam Cami'inde namaz kılarlarken, Kerbelâ'da hem ılımlı, hem de �militan demokrat� müslümanlar, Huseyn'i susuz şehid etme gayreti içinde idiler. Huseyn'e de: -Yezid'e biy'at ettikten sonra Medine Cami'ine cuma namazlarına gidip evine dönseydin, kim sana ne karışırdı? Üstelik Emîr-ul-müminîn-neuzübillah! - Yezid sana maaş da bağlardı� diyorlardı. İşte bunu demek istiyorum! Ârif olan anlar!

Din'de dayatma yoktur. Ne var ki riya dayatmasına da boyun eğmek merdâne bir tutum değil, zillet demektir. İsa Mesih'in buyurduğu gibi: -İnsan aynı zamanda hem Mammon'a, hem Allah'a kulluk edemez. Kur'an-i Kerim'de de �Allah bir Sadr'da iki gönül yaratmamıştır� buyurulur. Gerçek budur, gerisi ya riya ve münafıklık, ya da hamâkattir. Allah'dan -hâşâ- kötü bir şey sâdır olabileceğini kabul eden ve savunan kimse, �materyalist� olsa evlâdır. Çünkü hiç değilse materyalist Allah'ın adını �Doğa� veya �Madde� koyan bir şapşalcık olduğu için, kurtuluşunda daha fazla ümit vardır. Buna karşılık, Allah'a iman ettiğini söyleyip de Allah'a kötülük veya acz isnad eden birisi daha vahîm durumdadır. Yine de kurtulmasını diler, kurtulacağını ümid ederiz.

İnsanlar, çoğunluk olarak iyi �sınav� verememişler, Ahd-i Atıyk'in birçok hükmünü bozmuşlardır. Recm konusunda olduğu gibi. Buna rağmen, bunu söyleyen birisi Batı'da �antisemit� olduğu ithamıyla karşılaşacağı için, bunu söylemekten korkar. İkinci derecede de, �mahalle baskısı�ndan korktuğu için, Hristiyanlık uygulamasını (Ortaçağ'da) eleştirirse de, insan hakları ve Hukuk Devleti öğretilerinin �Hristiyan değerleri�nden doğduğunu da hemen belirtir. İslâm'a gelince ve özellikle ABD'de, son zamanlarda da Avrupa'da, Amerikan sözde protestanlığının etkisindeki çevrelerde, �anti islamist� olmak tam aksine itibar ve yarar sağladığı için, ağzından çıkanı kulağı duymaz. İran Devrimi'nden sonra ülkemizde de gitgide böyle olmuştur.

Hazret-i İsa, Vahye dayanmayan �recm� uygulamasını önledi ve hiçbir zaman �beni seven; kâfir yaksın!� da demedi. Yakma cezası; İncil'den tatbikata geçmedi. Toplumda türedi. Buna rağmen Batı'da bu ceza uygulandı. Bugün hiçbir �hristiyan demokrat�, �-ben değiştim, ılımlı hristiyan oldum, biz hristiyan şeriatini savunmuyoz ki zâti!� şeklinde, lâiklik ma'bedi rühbanının önüne varıp günah çıkartmıyor. Müslümanın işi zor!

-Efenim, Kölelik Hukuku, kadı hukuku ya da ihtilâl hukuku üreten yapılardan bir hukuk �idea�sına yaklaşan, daha doğrusu evrensel ortalamaya yaklaşan bir hukuk türemeyeceğini bilelim! (Radikal 2, 1 Haziran 2008 Pazar'da: Tahir Abacı'nın yazısından, �efenim�i de Fakıyr'den!)

-Ey gözüm, Kölelik Hukuku Şeriat'den mi türemiştir? Hangi İhtilâl Hukuku İslam'dan türemiştir? İhtilâl Hukuku'na da eğri baktığına göre, Fransız Devrimi'ne mi, Ekim Devrimi'ne mi karşısın? Yoksa her ikisine mi? Yoksa İhtilâl Hukuku'ndan, bizdeki darbe geleneğini mi kasdediyorsun? Açıkça �ben patlıcanın değil CHP'nin savunucusuyum� desene! Bütün bu söylediğin sapmalar Batı toplumunda da görülmüş! Onlar �Hukuk türettiyse� biz niye türetemeyelim?

Beyhûde ey Azîzan! Bu kez de sizi �İslâm'ı güzel göstermeye çalışmakla itham� ederler! Başıma çok geldi!

Ey Azîzan, Allah'ın dini bu kadar tahkıyr edilir, hafife alınır, küçümsenirse, Dolmabahçe Cami'inde iki rek'at namaz kılmanın anısı Allah'a ve Resulü'ne minnet yüklemek için fırsat bilinirse, elbette Allah'ın sevgi elçilerinin de sözleri dinlenmez olur, Antalya'da yavru hayvancağızlar, Cahiliyye dönemi kızcağızları gibi toprağa gömülür, ana-baba cinayetleri de çoğalır. Oysa Kur'an-i Kerim'in bütün âyetlerini yitirmiş olsaydık dahî, meselâ sadece şu âyet elimizde kalsa idi, �rönesans�ımız için yetişirdi: Allah size salât eder (esenlik verir) ve melekleri de! Sizi karanlıklardan Nûr'a çıkarmak için! Mü'minlere Rahîmdir! (Ahzâb, 33/43)


hüseyin hatemi



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Tabiî ahlâk ve adalet düzeni

Doğru anlamıyla adalet, Sevgiden doğar. Doğru anlamıyla Sevgi; Allah'dan gelir. Sevgi Hukuku ve Sevgi Ahlâkı'nın davranış kuralları biribirini tamamlarlar. “Tabiî Ahlâk” teriminin kullanılması yaygınlık kazanmamıştır. Ne var ki Tabiî Hukuk'un genel ilkeleri nasıl Allah'dan, Yaratıcı ve Rabb'den gelmekte ise, bu Hukuk'u tamamlayan (Tabiî) Ahlâk ilkeleri de Allah'dan gelmektedir. Şu halde “Evrensel Ahlâk” yerine “Tabiî Ahlâk” diyebiliriz. Hukuk'un temel kavramı, yaptırımlar (müeyyide) getirebilen “adalet”dir. Adalet, “zorunlu ahlâklılık” demektir. Ahlâk daha yüceyi hedefler: Sevgi=aşk ahlâkı, İhsan ahlâkı, îsar=fedakârlık ahlâkı, birr ahlâkı! Huseynî ahlâk! Daha genel bir ifadeyle Ehlibeyt ahlâkı!

Bu ahlâk ile tâclanan bir dinde insanlık onuruyla bağdaşmayan âsûrî cezalar olabilir mi? Hâşâ! Hitler devrinde ırkçılık zulmüne maruz kalan Benî İsrail'in, bu zulümden kurtulduktan sonra başkalarına ırkçılık zulmü uygulamaları gibi, Benî İsrail, Bâbil Esareti'nden kurtulduktan sonra, Bâbil'in kötü hukuk örneğinden kurtulamadılar.

Bu uygulamayı; Bâbil Esareti sırasında yitirdikleri Kitab-ı Mukaddes' (Ahd-i Atıyk)e de taşıdılar. Hristiyanlık da Hazret-i İsa'nın “temizleme ve asla döndürme” hareketinden yararlanamadı. Recm'i reddedip “yakma”yı benimsedi. Oysa Hazret-i Mesih kimseyi yakmamış idi. İslâm'ın “temizleme ve asla döndürme” hareketi de uygulamadaki “Adalet (Hukuk) Devleti'nden sapma” dolayısıyla aynı çizgide sürdürülemedi. Ondokuzuncu yüzyılda tekrar bu yola girilmesini isteyenler oldu. Ne var ki üzerine Hukuk Devleti'nin kurulacağı sağlam kayanın üzeri, yüzyılların kumu ve balçığıyla kaplanmış idi. Bugünkü “uyum kanunları”na benzer bir girişim ile doğru bir iş yapıldı ve “esir ticaretinin yasaklanmasına ilişkin Nizamname” çıkarıldı. Sonraları “selefiyye” olarak adlandırılacak olan ve “temizleme ve asla döndürme”yi, ancak asırların birikimi içinde “Emevi dönemine, Arap Devleti'ne dönme” olarak anlayan çevrelerden “Türkler tanassur etti, hristiyan oldu, artık hilâfete lâyık değildirler!” tepkisi geldi. Akıl ve îman arasında çelişki olamayacağı ilkesini devreye sokmak isteyenler de şi'î-fundamentalist tepkisiyle karşılaştılar. Şer odağının düşmanlığı şi'î veya sünnî fundamentalizme yönelik değildir. Asıl endişeleri sadece kendi güç ve çıkarlarının tehlikeye girmesidir. Bu açıdan en büyük tehlikeyi de İran'da gördükleri için, “ılımlı islam” imalatını piyasaya sürdüler. Bu oyuncakla oynayan uslu çocuklara sonra dönmek ve pestillerini çıkarmak üzere, önce İran'ın, ardından Hizbullah'ın işini bitirmeyi tasarlamaktalar.

“Sağlam kaya”ya varılmadıkça, ılımlı İslâm kumluğunda, elimizde kova-kürekle, pestilimizin çıkartılması zamanı gelinceye kadar daha çok oynar dururuz ey Azîzan!

Din, bir “boş zaman işi” değildir. Bir taşla iki kuş vurarak, def, dünbelek ve sazla rakseyleyip neş'esini bulmak, hele buna “demlenme”yi de terfîk etmek hiç değildir. Din, her şeyden önce Allah'a bağlanmaktır. Rabbini ve Rabbi'nin Resûlünü bulduktan sonra işini, eşini, aşını bulan dünyada rahat eder. Rabbini bulmaksızın gerçek mutluluk olmaz. Rabbi'ni ve Rabbi'nin Resûlü'nü bulamayan kimsenin de dinî kurallara riayet ediyor görünmesinin yararı olur mu? Bu kişi mutlu sayılır mı? Ne var ki ne kimseye döve döve helva yedirilmeli, ne de helva yediği için dövülmelidir.

Nifak ve riya üzerine Hukuk Devleti bina edilmez. Sağlam kayayı bulmaksızın, yüzyılların balçığı üzerinde de Hukuk Devleti, Sevgi'nin adaleti düzeni kurulamaz. “Adalet” asgarî ahlâklılıktır, bir kimsede, yöneticilerde, bu da olmazsa neye yarar? “Bir kimsenin hristiyan olması, ona zulmedilmesini meşru ve mübah kılmaz” diyene, “sen hristiyanların ücretli avukatısın” demekle susturucu cevap verilmiş olmaz, söylenen sözün yanlışlığını isbat gerekir. Kaldı ki kimbilir kaçıncı kez tekrarlıyorum, ne ben, ne Refîkam, Patrikhane'nin ücretli avukatı değiliz, Patrikhane ile ilişkimiz, Âl-i İmrân 3/64 çerçevesinde bir ilişki, Mevlânâ ile “Eflâtun manastırı” rahipleriyle olan dostluk bağı kabilinden bir ilişkidir. “Öteki'ne adalet zulüm, Öteki'ne zulüm adalet demektir” herzesini Yüce Sevgili huzurunda tekrarlayabilir misiniz? Çifte Standard'dan, çalınan minarelere de, kilise kulelerine de kılıf hazırlayanlardan, riyadan iğreniyorum, işte bu kadar! Bunun adı “diyalogçuluk” ise, ben “diyalogçu”yum, beğenmeyenler de “riyalogçu” olmaya devam etsinler vesselâm! Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm...

hüseyin hatemi


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Densizlik ve Dinsizlik farkı

Dinde zorlama olmadığı için, dindar bir kimse, dinsizlerin hakkından gelmekle yükümlü kılınmamıştır. “Tanrı” kavramını dahî reddettiğini ileri sürenlere de dindar bir kimse ancak “Allah şifa versin” dileğinde bulunabilir. Dürüst davranmaları şartıyla, kimseden devlet zoruyla dindar olması istenemez, çünkü dayatılmış dindarlık dindarlık değildir. Bu iş “kazağını giy, üşürsün!” dayatmasına benzemez. Zorla da olsa kazak giyen üşütmekten kurtulur, ne var ki beyin üşütmesine kazak kâr eylemez. Öğüt verdiğimiz kişi “kazak” giymek istemiyorsa, bizim de ondan beklediğimiz, O'nun da bize karışmaması olur.

Ne var ki beyin üşütmesi tehlikeli ve netameli bir hastalıktır. Buna tutulmanın a'razı; lâikliğin önce dinsizlik, sonra aynı zamanda tanrıtanımazlık sanılması ve inananlara mütecaviz davranılıp onlara tecavüz edilmesidir. Beyin üşütmesinin bu cinsinden korunanlar da “lâ ikrâhe fid-dîn” (Din dayatmaya cevaz yoktur) ilkesini bilmezlikten gelme tarzında bir beyin üşütmesine tutulabilirler.

Hastalığın her iki türünden sakınmak için Rahman, Rahîm, Vedûd olan Rabb'in koyduğu evrensel ilkelere, bu sağlık kurallarına uymak gerekir.

.....

...


hüseyin hatemi


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Pozitivizm Değil, Tabii Hukuk

Hukuk Pozitivizmi; yaldızlı bir ad altında bir aldatmacadan ibarettir. İnsanlığın derdine deva olmaz. Pozitivizm'e göre, temel norm, merkezi iktidara bir Anayasa çıkarma yetkisi veren normdur. Bu yetkiyi veren norm, “adil kanunlar” çıkarma yetkisini veriyor da adalete aykırı Anayasa ve dolayısıyla kanun çıkarma yetkisini vermiyorsa, esasen Hukuk Pozitivizmi daha ilk adımda “Tabii Hukuk'a var diyecek iken, dili varmadığı için”, Tabii Hukuk'un kaynama noktasına pozitivist bir perde yerleştirmiş demektir. Yok eğer “bu temel norm, nötr bir normdur, adaletin ne olduğunu belirlemez, sadece Anayasa çıkarma yetkisini verir, kurucu atalar da yok kanun / yap kanun! kavlince genel kuralları koyarlar, Pozitif Hukuk bu anayasal pozitif kurallara göre belirlenir, Anayasa'nın da “âdil” olması talimatını veren bir üst kural yoktur” diyorsa, o zaman da bu pozitivist anlayışa “normun maraz-ı zulme devâ eylemedi hiç / Ey Kelsen-i bîçare götür ez de suyun iç!” demek gerekir.

Anayasalar, “bizim de bir Anayasamız olsun!” diye yapılmamışlardır. Hukuk Devleti'nin şekli güvencesi olsun diye yapılmışlardır. Hukuk Devleti de Adalet Devleti demektir. Kelsen'in brundnorm'u, “el-adlu esas-ul- mülk” değilse, Anayasa yapmanın ne gereği var? Anayasalı zulm daha az mı acıtır? Şu halde “Grundnorm”, “bir Anayasa çıkarmana izin verdim ey benim bağrımda nüveleşen merkezi güç!” şeklindeki bir “toplum emri” değildir, “ey kamu gücü! Âdil olmazsan meşru olmazsın!” mormudur, “el-Adl-u esas-ul- mülk”dür.

Bu brundnorm'un kaynağı da Yaratıcıdır, Rabb'dir. Çünkü o Âlemlerin Rahman, Rahim, Vedûd, Güzel isimlerin sahibi olan Rabbi'dir. Vesvâs-ul- Hannâs'dan, Rabb-un-Nãs'a sığınırız.

Lâiklik, “Adalet” değerini, dolayısıyla “Adalet Devleti”ni ilga etmeye kaadir bir “Grundnorm” değil, tam aksine ve doğru anlaşılmak şartıyla, o da Adalet Devleti'nin güvencelerindendir. Adalet Devleti'ni din perdesi altında bertaraf etmek isteyen dinî görünümlü zulüm tepkilerine karşı adalet devletini korur. Adalet Devleti'nin özü olan Adalet ülküsüne karşı kullanılmamaması için de bazı Anayasa metinlerinden “lâiklik” terimine değil, bu şekli güvencenin doğru özüne yer verilir, Alman Anayasası'nda olduğu gibi.

Laikliği Sevgi ve Adalet ağacının gövdesine vurulması gereken bir balta olarak dayatmaya çalışmak, bilerek veya bilmeyerek, o ülkeye en büyük kötülüğü yapmak demektir. Baltayı Adalet ağacına sallayan zülüflü baltacıların sarıklı cüppeli veya fraklı olmaları önemli değildir. Önemli olan, baltanın, sevgi ve adalet ağacına karşı kullanılmak üzere zulmün eline geçmemesidir. Yazık ki bazı gaafiller “balta kimdeyse, Süleyman odur” sanırlar. Oysa Yüce Sevgili Resûl-i Ekrem'den (S.A.) sonra Şecere-i Tayyibe'ye düşman olan nice teberdâr-i ebter, zahirde ardarda -sonuncusu hariç- bütün Ehl-i Beyt imamlarını ve onların nice dostlarını şehid ettiler. Bugün de bazı müslümanlar, Kevser'i ve Ehl-i Kevser'i değil, teberdâr-i ebteri Süleyman sanmayı sürdürürler. Bunların bu tutumundan İslâm hakkında tamamen yanlış bir yargıya varmış olan Batı Hristiyan demokratları da “harda müselman görürem, gorhuram!” diyerek, İslâm'ı, Batı kültürüyle bağdaşmasına imkân olmayan korkunç, zararlı, “patolojik” bir “olgu” olarak görürler. Çok yazık! Kendilerini en yüce mutluluktan yoksun kılmaktadırlar. “Alemlere Rahmet” olarak gönderileni tanımayıp O'ndan yüz çevirmek bedbahtlık değil midir? Biz İsa Mesih'i Bush'a bakarak mı tanımaya çalışıyoruz ki, onlar da Son Peygamber'i (S.A.) teberdâr-i ebtere bakarak tanımaya çalışırlar?

Yüce Sevglli'yi ve Ehl-i Beyti'ni sevenler, çifte standard ahlâksızlığından kendilerini korurlar. “Adalet'e susayanlardan” olurlar. Hazret-i Mesih dilinden, “Adalet'e susayanlara ne mutlu!” denmiştir. Bunlar Sevgi ehlidir. Sevgi ehli olmayanların adaletden haberleri yoktur ki susasınlar! Adalete susayanları da “en tehlikeli gericiler” sanmayı veya öyle sanmış gibi görünmeyi sürdürürler.

Ey Azizan, Sevgili'nin özlemini çekenler mutludurlar. Mutsuzluk; Sevgili'yi tanımamak, özlemini çekmemektir. Hukukçular mesleklerinde mutlu olmak istiyorlarsa “adalete susayanlar”dan olmalıdırlar, Yüce Sevgili sevilmedikçe bu meslek çekilmez olur, Kelsen Pozitivizmi değil, Makyavelli üç kağıtçılığı da can boğaza gelince hiçbir işe yaramaz, başucuna Âl-i Mustafası'nın geldiğini görenlere ne mutlu! Şeb-i Arûs, vaadesi gelene mübarek olsun erenler!


hüseyin hatemi



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Hayr'a karşı!

Ben, benden bir önceki neslin veya iki önceki neslin çok kullandığını tahmin ettiğim bu güzel temennî ifadesini kulaklarımla duyduğumdan emin değilim. Belki de ellili yılların sonuna, daha az da olsa yetmişli yılların sonlarına kadar nadiren de olsa duymuşumdur. Daha sonra da hiç duymamış olacağım ki şimdi sadece Merhum Abdulbaki Gölpınarlı'nın bir kitabından okuduğumu açık-seçik hatırlayabiliyorum. Ârif ve zarîf olanlar, “Allah'a emanet olunuz!” diyerek ayrılanlara, sadece “güle güle!” değil “güle güle, Hayr'a karşı!” dermiş. Tevfik Fikret, yirminci yüzyıl başlarında “doğruluk dilde; yok!, dudaklarda!/Hayr ayaklarda, Şer kucaklarda!” derken “Hayr ve Şerr” (iyi ve kötü) ayırımını yaptığını gösteriyordu. Ne var ki “kizbe ancak riya ve humk ağlar!” demekle çok hazîn ve esef verici bir çıkmazda olduğunu da gösteriyordu: Hayr öğretisi bir yalan ve riyadan ibaret ise, “bir kudret-i külliyye var ulvî ve münezzeh/Kudsî ve muallâ! Ona vicdanla inandım!” ne demek oluyordu? Hayr ve Şerr ayırımı izafî değil mutlak ise, bu ayırım nereden geliyordu? Bu ayırım yalan idiyse, o zaman “Hayr ayaklarda, şer kucaklarda!” demenin anlamı kalır mıydı? Muhatabı olan, eleştirdiği “beşerler” de O'na “höst! Yavaş ol! Senin hayrın bizim şerrimizdir, senin şerrin de bizim hayrımızdır, doğal olarak biz de kendi iyimizi kucaklar, kendi kötümüzü dışlar-bucaklarız, kâtib benim, ben kâtibin, el ne karışır?” demeye haklı olmaz mıydı?

Hayr Allah'dandır. Arz üzerindeki izafî yön belirlemeleriyle “Hayr'a karşı” olup olmadığımızı da söyleyemeyiz. Doğu ve Batı Allah'ındır. Hangi yöne yönelirsek Vechullah oradan da eksik değildir. Hakk Teâlâ azamet âleminin pâdşehi/Lâ-mekândır, olamaz Devletinin tahtgehi! (Şinasî) Kıble belirlemek, dünya hayatımızdaki düzen içindir. Gönlümüzün kıblesi de Yüce Sevgili ve Ehlibeyt'i olmalıdır. Ancak, Allah'ın tek ve Yüce Yaratıcı ve Rabb, “Ehabb-ul-Habibîn” olduğunu da unutmamalıyız. Hayr Allah'dandır. “Hayr'a karşı!” demenin anlamı da “Allah'dan ayrılma!” demektir. Yoksa elbette Allah'dan gelen Hayr'a “karşı” (muhalif) olma anlamında değildir. Hayr'a yönelme, Hayr'ın kaynağına yönelme anlamındadır.

Şerr'in, Yaratıcı ve Rabb olan Allah'dan kaynaklanmadığını biliyoruz. Allah, sonsuz-sınırsız kudretiyle Yeryüzü'nü cennet, bizleri de “melâike” olarak yaratmaya elbette kaadirdir. Ancak, Şerr, bu imtihan âleminde, imtihana tâbi olanlara “irade” ve “ihtiyar” (seçim özgürlüğü) verilmesinden ve yanlış seçimlerden kaynaklanmaktadır. “Şerrin kucaklarda” olduğu dönem sona mı ermiştir? Heyhât! Şerr niçin kucaklanır? Bilgisizlikten olabilir. Bunun sorumluluğu daha hafifdir. “Bilen” kimse şerri kucaklayabilir mi? Şerri kucaklamada bir çıkarı varsa, “şuna değmiş/buna değmemiş!” yoluna girerek sonunda “Hayr ve Şerr”i tamamen karşıt anlamda kullanma “beceri”sine de ulaşabilir. Bilgisizlikten veya çıkarcılıktan doğan Şerr seçimlerinin terkîbiyle, “Suret-i Hakk”dan zuhur etme görünümünde olan nice Şerr terkipleri karşımıza çıkar. Doğruyu görenler “emr bil-ma'ruf ve nehy an-il-münker” (iyiyi öğütleme ve kötüden sakındırma) ödevlerini -meselâ korku sâikiyle- yerine getirmez iseler, Şerr büsbütün dallanır ve budaklanır.

...

Ey Azîzan, “Hayr'a karşı” olalım ve “Hayr'a karşıt” olanların kınamalarına göğüs gerelim. Sâdıklarla, gerçeklerle aynı yolda, aynı yönde olalım. (Tevbe, 9/119). Hayr'a karşı olasınız ey Azîzan! Şerr'e karşıt, Hayr'a karşı!

hüseyin hatemi



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Kur'an Hâfız-ı Şîrazî "her çi dârem, heme ez devlet-i kur'an dârem" diyor. (Nem varsa hepsi Kur'an'ın sağladığı devlet, kut ve yom sâyesindedir.) Böyle dediği ve bunu bilinçli söylediği için de "Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül var" ve "her gün yeniden açar". Hafız bunu da söylemişti. /Bizim devâmımız âlem cerîdesinde yazılmıştır.

Aynı çağlarda Yunus da "Yunus öldü diye salâ verirler/ Ölen hayvan olur, âşıklar ölmez!" diyordu.

İsa'nın (A.S.) sözünü tekrar hatırlayalım: İnsan yalnızca ekmekle yaşamaz! Yalnızca ekmekle yaşayan, Yunus'un dediği gibi, "canlı"dır ve bunun için, ölmesi mukadderdir. Fakat ölüm "kesin son" değil, Yasin Suresi'nde belirtilen "Vay bize! kim kaldırdı bizi kabirlerimizden?" gününe kadar -kâbuslu veya rahat- bir uykudur.

"Gönlü sevgi ile dirilenler"in ölümü farklıdır. Sevgi ehlinden Özemre'nin "Üsküdar'ın üç sırlısı" kitabı'nda nakledilen bir beyitte dendiği gibi: "Kâmil ölmez, kaptan kaba taşınur". İşte bu kâmiller "İlahi Kelâm" ile yaşayanlardır.

İlâhî Kelâm'ın âb-i hayâtı ile ebedî hayatı kazananlar, "şehîddirler". Ölmeden önce "şehîd" olanlar, öldükten sonra da yaşayanlardır (Al-i İmrân, 3 (169). Şehîd, kelime-i şahâdeti bilinçle ve tam bir îmanla söyleyip yaşayaşı ile de Hakıykat'e, Hakk'a, Allah'a tanıklık edendir. Yüce Sevgili; Allah'ın bizim için tanığıdır. Bizim görevimiz de Allah'ın ve Rasulü'nün tanığı olmamızdır, insanlığa karşı! (Hacc, 22/78).

Ne var ki dünya imtihan âlemidir. Mevt (ölüm) ve hayat da bu imtihan ile ilgilidir (Mülk, 67/2). Kim Allah'ı ve Rasul'ü sever, onlara tabi olursa, işte bu insanlar Fatiha suresi'nde Allah'dan dilediğimiz "en'amte aleyhim"in, Allah'ın nebîlerinin, sıddîklerin, şehitlerin ve sâlihlerin yolundadırlar, kendileri de bu hallerini sürdürerek ölürlerse, hayat sınavında en yüksek derecelerden birine nâil olurlar.

Kazanılan derecenin hazzı, sevinci ve değeri artsın diye, sınav salonuna bir yanlış cevap fısıldayıcısının girmesine izin verilmiştir. Bu fısıldayıcı, "Doğru cevap öğreticileri"ni değil, ancak sınava girenleri yanıltabilir. Böyle bir fısıldama ile karşılaştığımızda ne yapmamız gerektiğini yine sonsuz ve sınırsız sevginin Rabbi olan Allah, "Doğru Cevap Kılavuzu"nda bize bildirmektedir: "Şeytan, içimize böyle bir yanlış cevap vesvesesi, karanlığı, kasveti düşürdüğünde, yahut dışımızdan bâtıl bir" cevap pusulasını "kopya" çekmek için elimize tutuşturduğunda, derhal "eûzü billah" hatırlamalı, Allah'a sığınmalı, o'nu çağırmalıyız. Allah duamızı işitir ve derhal bizi bu yanlış cevabın kasvetinden kurtarır.

Kendilerine "şahit" diyen, fakat Ayartıcı'nın yanlış cevap fısıldamalarına kanmış insan kardeşlerimizin de kurtulmaları için dua ederiz.

Yanlış cevap fısıldayanların başlıca ayartma yöntemlerinden birisi de şu fısıltıdır: "Sen bu sınava boşuna girdin arkadaş! Nasıl olsa kazanamazsın."

Buna "Allah'ın rahmetinden ümidi kestirme" yöntemi denir. İmdi ey sınav arkadaşlarım, bu fısıltıya kulak vermememizi esasen Doğru Cevap Kılavuzu bize söylemiyor mu? Derhal düşünelim ki bu sınavın "kontenjan"ı bile yoktur. Her sınavı kazanana Cennet'de yer vardır. Hatta "cehennem" tedavi merkezinin son safhasında telâfî-bütünleme belgesi ile Cennetin (-cennetlerin) ilk derecesine girme imkânı vardır. Hemen Doğru Cevap Kılavuzunu açıp, Zumer, 53/39 u okuyalım: "-Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!" Hicr, 15/56'yı okuyalım: -Allah'ın rahmetinden, (bu gibi fısıltılara kapılarak yanlış cevaplar verme gafletine düşen) yanlışa sapmış olanlardan başka kim ümidi kesebilir ki?

"Siz bu sınavı kazanamazsınız!" ayartmasına kapılanların özel durumuna göre, ardından gerekçesi de fısıldanır: Sizin genlerinizde bir farklılık var! Oysa Doğru Cevap Kılavuzu'nda bu gibi yanlış cevapların genlerdeki bozukluktan değil, yanlış şartlanmaların doğurduğu bir "sarhoşluk" (geçici, giderilebilir) halinden ileri geldiği belirtilmektedir (Hıcr, 15/72).

Başka bir gerekçe de "siz/onlar, başka bir soydansınız" fısıldamasında yer alır. Bu konu üzerinde tekrar durmamız gerekiyor. İmdi ey sınav arkadaşlarım: Sizin ve benim bu sınavı kazanmamızı Allah ve Yüce Sevgili ve Ehl-i Beyti istiyor. Doğru Cevap Kılavuzu'nun ve öğretmenlerimizin değerini hiçbir zaman unutmayalım. Takvâ ümit ile başlar ve Sevgi ile devâm eder.

hüseyin hatemi


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Antisemitizmİsrail yönetimi Filistin'e son hücumu ile "antisemitizm" şampiyonluğunu başka hiçbir yönetime bırakmak istemediğini göstermiş oldu. İsterse bütün insanlık İsrail'i bu zulmünde haklı görsün, Allah'ın ve dolayısı ile Ahlâk'ın hükmü değişmez: Yapılan barbarlık ve ırkçılıktır, suçtur. Kur'an-ı Kerim, bugünün haberini yedinci milâdî yüzyılda vermiştir. (Bakara, 2/85).

Hristiyan ve müslüman Filistinliler "samî" değil midir? Şu halde İsrail soydaşlarına uyguladığı bu zulümle Hitler'in yanında yer almıyor mu? Bu zulmün kökeninde, yoksa aşağılık kompleksi mi var? Sami kökeninden nefret eden bazı yöneticiler, bu aşağılık komplekslerini "samiler" içinde şamar oğlanı arayarak Araplar üzerinde mi gidermeye, tatmin etmeye çalışıyorlar? Bilmiş olsunlar ki aslında din ve ırk özdeşleştirilemez. İsmail'i (A.S.) ve soyunu Kabil (Kain) yerine, kendilerini de -sevsinler!- Habil yerine koyarak ve Ahd-i Atıyk'e bakarak uzun bir süre Mesih beklediler. Bu sırada da kendilerine zulümler, haksızlıklar yapıldı, horlandılar. 1666 yılında bekledikleri kurtuluşu elde edemeyince "Hakk ve sabr" ile öğütleşmekten vazgeçenleri imanlarını kaybederek "bâtıl"a "bâtıl" ile karşılık verme yolunu seçtiler. İşte bu seçim, Dâbbe-t-ul-Arz'ın yeryüzünde ortaya çıkışını ifade ediyordu. Bu çok kötü bir seçimdi. Benî İsrail peygamberleri, birer "soy peygamberi" değil idiler. İnsanları hidayete çağırıyorlar, hidayete erenler de "Yahudi" olarak anılıyordu. Oysa onsekizinci yüzyıl başlarında, 1666 hayal kırıklığının da öfkesi ile, sevgi maskesi geçirmiş bir kin örgütü şeklinde örgütlenen Dâbbe-t-ul-Arz, Musa'yı (A.S.) Kelimullah olmaktan çıkartıp -neûzübillah- bir üstün ırk "Führer"i derekesine indirgemeye uğraştı. Sağduyulu müslümanlar bu bâtıldan etkilenmediler. Kur'an-ı Kerim'e îmanı olanlar, Musa'yı, Süleyman'ı, Davud'u "sevgili sevgi elçileri" olarak görmeyi sürdürdüler. Buna karşılık Dâbbe-t-ul-Arz örgütü İslâm'a karşı şu itirazı ileri sürdü: Davud ve Süleyman bizim millî hükümdarlarımızdır, peygamber değildirler ve sizinle hiçbir ilgileri yoktur! Sağduyulu müslümanlar, Dâbbe-t-ul-Arz'ın bu dalayıp sokmasından da masun kaldılar ve Davud ve Süleyman'ı, Musa'yı, haklarındaki yakışıksız isnadlardan tenzih ettiler ve imanın ikinci ilkesi olan "nübüvvet" inançlarını bozmadılar. Ortaya çıkışından üçyüz yıl sonra, Dâbbe-t-ul-Arz büsbütün azgınlaştı ve doğrudan doğruya gerçekleştiremediği: İslâm'ın infazı ilâmını, Washington infaz savcılığına verdi.

Biz Dâbbet-ul-Arz tahriklerine kapılarak sevgi ve adalet yolundan ayrılmayız. Bizim kitabımızda hiçbir millet, hiçbir ırk, hiçbir din için, ters yönlü bir "Armagedon infaz ilâmı" yoktur. Bütün insanlık için ve âlemler için bir bildiri içeren (Zikru'n-lil-âlemîn) Kur'an-ı Kerim'de, Dâbbet-ul-Arz tarafından dalanan Yahudiler için sadece genel bir uyarı vardır: (İki kez Mabed'in yıkılışından sonra) Rabbinizin size acıyacağı umulur, fakat tekrar (adaletten, sevgiden) dönerseniz, Biz de (cezalandırmaya) döneriz.. (İsrâ, 17/8).

İsrail Yönetimi'ne tavsiyemiz şudur: Yeterince yoğun bir aşağılık kompleksine ve silâh gücüne sahip her yaratık; kendi çapında bir Hitler olabilir. Ne var ki üstünlük Hitler olmada değil sevgi yolunda olmadadır. Ben de size bu mektubu gönderiyor, sizi İsrâ Suresi'nin 8. âyeti üzerinde düşünmeye ve zulümden vazgeçmeye çağırıyorum.

Gerçek kitab ehli "öteki İsrail" mensuplarını da göreve çağırıyor, onlara da şu "tebliğ"i iletiyorum: "Hitler bu cinayetleri işlerken siz insan olarak neredeydiniz?" (Ademoğlu, neredeydin?) sorusu, sadece İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkıp da Almanlar'a yöneltildikten sonra unutulacak bir soru değildir. Derhal söyleyeyim ki şimdi de yalnızca size yöneltilecek bir soru da değildir. Almanlar "Ademoğlu, neredeydin?" sorusunun bilincine vardılar ve "Tanrı Önünde Sorumluluk Bilinci"ni Anayasaları'nın bir güvencesi saydılar. Oysa siz belki de Kötülük Ağacı ardında gizlenebileceğinizi sanarak, "zulümlere katılmadım" cevabı ile, vicdan azabından ve dolayısı ile sorumluluğunuzdan kaçamazsınız. Biz de kaçamayız. Kimse kaçamaz!

Dâbbet-ul-Arz dalamasına, saçmasına, sokmasına karşı tek devâ, Habl-ul-Metin ve Urvet-ul-vuskaa (sakaleyn) eczahanesindedir. Vampirleşmek istemeyen, buyursun!

hüseyin hatemi


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats