HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: akıl-vahiy ilişkisi... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


Vahye karşı aklı ve bilimi ileri sürmek, bunları dinin yerine koymak, dine bir efsane olarak bakmak yeni değildir; mesela pozitivizmin, rasyonalizmin yaklaşımları böyledir ve bu yaklaşımın tarihi de yüzyılları aşmaktadır. İşte bu "temcit pilavı" (geçmişten artan, kalan, yeni olmayan mânasında) şimdilerde ısıtılıp ısıtılıp sofraya konuyor; sofraya koyanlar da sıradan insanlar değil; YÖK başkanı, bazı komutanlar, devlet başkanı gibi önemli şahıslar. Bunlar içinden YÖK başkanı gibi sınır tanımazlar açıkça "vahyi değil, aklı ve bilimi kılavuz edindiklerini, vahyi de kılavuz edinenlerle uzlaşmayacaklarını" söylüyorlar, diğerleri ise vahyi ağızlarına almadan aklın ve bilimin kılavuzluğundan, hayatta (devlet başkanı hayat demez, yaşam der) tek mürşidin (yol göstericinin) akıl ve bilim olduğundan söz ediyorlar. Kur'an-ı Kerim'in ikinci suresinin hemen başında, "Kur'an'da hiçbir şüphe bulunmadığı ve onun, Allah rızasına uygun bir hayat sürdürmek isteyenler için rehber (mürşid, kılavuz, yol gösterici) olduğu ifade buyuruluyor. Buna göre aklı tek yol gösterici olarak sunanlar Kur'an'ın yol göstericilğini kabul etmiyorlar demektir.
Yalnızca Akıl ve bilimi mürşid kabul ederek vahyi reddedenlerle kendi ön kabulleri çerçevesinde bir tartışma yapılsa acaba sonuç alınabilir mi? Denemeye değer.
Önce vahyi bir yol gösterici olarak reddetmeyi ele alalım; bu hüküm akıl ve ilmin zorunlu sonucu ve kesin hükmü müdür? Eğer böyleyse aklın yanında vahyi de mürşid olarak kabul eden milyarlar -ki bunların içinde bazı filozoflar, büyük ödüller almış bilim adamları da vardır- akılsız mı oluyorlar, yanlış yola mı sapmış bulunuyorlar? Hukuk, tıp ve mantık bunların akılsız olduklarını kabul etmediğine göre şu zorunlu sonuç ortaya çıkmıyor mu: "İnsanın her alanda doğruyu bulması için tek başına akıl yeterli değildir"; çünkü milyarlarca insan aklını kullanarak vahye inanmışlar ve onu da hayatlarında kılavuz bilmişler, yine milyaraca insan akıllarını kullanarak vahyi reddetmişlerdir. Bu iki gurubun isabetlisini tayin etmek için akıldan başka ölçütlere ihtiyaç bulunduğu mantık gereğidir.
Bilimin alanı (matematik bilimleri ile gözlem ve deneye dayanan, kesin hüküm ve kanunların peşinde koşan bilimi kastediyorum; birçok konusu ve hükmü tartışmalı olan, ferdi ve toplumu konu alan insan bilimlerini kastetmiyorum), insanın bilmek, karar vermek, eyleme geçmek istediği şeyler karşısında son derecede dar olduğuna göre insanlar, bilimin cevap veremediği konularda "hükümsüz, kararsız, rehbersiz" kalabilirler mi? Kalmadıklarına ve bu konularda da kanaatleri, hükümleri, kararları, bunlara dayalı eylemleri olduğuna göre bilimden başka yol göstericileri bulunduğu ortaya çıkmıyor mu? Bunun akıl olduğunu söyleyecek olurlarsa, hemen her konuda farklı görüşler, kabuller, inanç ve kanaatler bulunduğuna göre aklın kılavuzluğunun tartışılması gerekmez mi?
Gelelim İslam'ın akıl ve bilimle ilişkisine.
Vahyi redderek akıl ve bilime sarılalım diyenler Türkiye'de konuştuklarına göre İslam vahyini kastediyor olmalılar. Bu baylar ve bayanlar hangi vahyin (âyetin veya sahih hadisin) aklı ve bilimi reddettiğini, akıl ve bilim ile çeliştiğini de açıklamaları gerekmez mi? Biz kesin olarak biliyor ve söylüyoruz ki, İslam vahyi inancın akla dayandırılmasını istiyor; yani Allah, vahyinde (Kitabında) öyle dediği için değil, aklın da aynı sonuca ulaştığı için inanılmasını istiyor. İslam inancında akıl ile çelişen hiçbir alan yoktur. Tabii hemen ilave etmek gerekir ki, akıl ile çelişmek başkadır; bir konunun, aklın bilme alanına girmesi başkadır. Mesela insanın, ölümden sonra da devam edecek olan bir ruhunun bulunduğuna inanmak akıl ile çelişmez, aklın kesin hükümlerine aykırı değildir, ama akıl, yapısı gereği bunu tek başına bilemez, idrak edemez. Bir mümin ruha inandığı zaman aklı ile ters düşmez, onun yeterli olamadığı bir alanda başka bir kaynaktan bilgi edinmiş ve buna inanmış olur.
İslam dininin insanlara sunduğu, teklif ettiği konuları iman, ibadet, ahlak ve dünya hayatını bu üç esasa uygun, onlarla ahenkli bir şekilde sürdürebilmek için gerekli görülen hayat kuralları ve tavsiyeler olarak dört alanda görmek mümkündür. İslam bu alanların hiçbirinde aklı (bu bilimi de demektir) dışlamamış, aklın kesin hükmüne aykırı bir yol tutmamıştır. Hemen işaret etmem gerekir ki, burada akıl derken, bütün akıl sahiplerinin üzerinde birleştikleri "aklın kesin hükümlerini ve ilkelerini" kastediyorum. İslam, aklın özdeşlik, çelişmezlik gibi bu ilkelerine aykırı hiçbir bilgi, inanç ve teklif getirmemiştir. İnsan aklın mümkün gördüğü alanda kalmak şartıyla teklif ve formüllerin farklı olması tabîîdir.
İslam inancını anlatan kitaplarda bilginin kaynağı "havâss-i selîme, haber-i sâdık ve akıl" olarak belirlenmiştir; yani sağlam duyu organları, sahih vahiy bilgisi ve akıl. Yine İslam düşüncesinde kural haline gelmiş olan bir ifade vardır: "Sahih (kaynağına;yani Allah'a ve peygambere ait olduğu kesin bulunan) vahiy ile apaçık ve kesin akıl hükümleri arasında çelişme olmaz. Eğer böyle bir görüntü varsa önce araştırma yapılır; nakil (vahiy ile gelen bilgi) sahih, aklın bilgi ve hükmü de açık ve kesin ise vahiy (âyet ve hadis) tevil edilir; yani yorumlanır, ilâhî maksadın ilk bakışta ve sözün sözlük manasından anlaşılan olmadığına, ortada mecazi, temsili bir anlatımın bulnduğuna hükmedilir.
İbadetler akıl ve bilimin alanına girmez; bunlar mümkinler (öyle de böyle de olur) alanına girer, akla ve bilime aykırı olmaz, ama akıl ve bilim, öz ve şekil olarak ibadet hakkında "doğru, yanlış; iyi, kötü" diye hükümde bulunamaz. Allah kendine nasıl ibadet edilmesi gerektiğini yalnızca kendisi bilir, bunu vahiy ile bildirir, inananlar da bildirileni yaparak kulluğu gerçekleştirirler.
Ahlak doğru ile değil, iyi ve kötü ile ilgili olan alandır; burada da bilim değil, din ve felsefe söz söyler; farklı ahlak anlayışlarının akla ve bilime aykırı olduğunu söylemek çok tartışma götürür.
Ferdi ve toplumu ile insanların dünya hayatında, birbirleriyle ve tabiatla ilşkilerinde nasıl bir yol izlemeleri gerektiği konusundaki vahiy açıklamaları, vahyin (dolayısıyla dinin) bütünü içinde faydalı ve zararlı olma esaslarına dayanır. Başka bir inancın, kültürün, sistemin faydalı bulduğunu İslam zararlı, zararlı bulduğunu da faydalı bulabilir; buna "akla ve bilime aykırı" damgası vurulamaz; çünkü bu alanda aklın ve bilimin kesin hükümleri olamaz; din, kültür, medeniyet, ihtiyaç... farklarına dayalı farklı ve tartışılabilir hükümleri olur.
İslam başka dinlerde bulunmayan ölçüde ictihada yer vermiştir. İctihad, vahyi anlama, yorumlama, açıklanmamış konuları açıklananlara kıyas ederek sonuca varma ve neyin, nerede, ne zaman faydalı veya zararlı olduğunu objektif ölçütlere, dinin genel amaçlarına göre belirleme, buna göre vahyin amaca uygun olarak uygulanmasını bir manada akıl ile kontrol etme şeklinde yürütülür. Şu halde ictihad, akıl ile vahyin birlikte devrede oldukları bir beşeri faaliyettir.
Bilgi eksikliği veya inanç farkı yüzünden akıl ile vahyi kaşı karşıya getiren ve birini dışlayarak yoluna devam etmek isteyenlere, gelecek yazıda, tek yol gösterici olarak teklif ettikleri akıl ve bilimin bu işe ne kadar yarayabileceği, yüzyılın son çeğreğinde akıl ve bilimin mahiyet ve sınırları konusundaki görüş ve değerlendirmelerin nasıl değiştiği hususunda, bazı çağdaş bilim adamlarının düşünce ve ifadelerini nakledeğim.

hayrettin karaman


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


Aklın ve Bilimin Yol Göstericiliği

Aklın ve bilimin insanlara yol gösterici olarak yeterliğini ve vahye (dolayısıyla dine) ihtiyaç bulunmadığını veya dinin dünya hayatında yol gösterici bir işinin olmaması gerektiğini iddia edenlere karşı Batılı düşünce ve bilim adamlarının, akıl ve bilimle ilgili değerlendirmelerinden alıntılar yapacağım (alıntılardaki dil bana değil, kitapları çevirenlere aittir):
"Bilhassa ruhsal hayatımızla pek derin bir surette ilgisi olan birçok meseleler vardır ki, anlayabildiğimize göre insan aklının kudreti şimdiki terkibinden başka bir terkip kazanmadıkça, o akıl için bu meselelerin halli mümkün olmayacaktır. Evrende bir plan birliği veya amaç var mıdır, yoksa atomların tesadüfen birleşmelerinden mi ibarettir? Acaba şuur bilgeliğin (sagesse) sınırsız bir gelişme ümidini veren bir sonsuz evren parçası mıdır yoksa sonunda üzerinde hayatın mümkün olamayacağı bir gezegende geçici bir ilinek (araz) midir? İyilik ve fenalık (hayır ve şer) evren için önemli midir, yoksa yalnız insanlar için mi önemlidir? İşte felsefe tarafından böyle sorular sorulmuş ve başka başka filozoflar tarafından başka başka cevaplar verilmiştir. Fakat başka suretlerle de cevaplar vermek mümkün olsun olmasın şimdiye kadar fesefe tarafından verilen cevapların hiçbiri, ispatı kabil olacak surette doğru gibi gözükmüyor" (B. Russel, Felsefe Meseleleri, çev. A. Adıvar, İst. 1963, s. 213).
"...Gözlemlerin toplam soncu olan bilim hiçbir şekilde evrenin açıklaması değildir; sadece Valery'nin deyimiyle 'Başarı sağlamış bir yöntemler bütününden ibarettir'. Bu yöntemler hiç başarı da sağlamayabilirdi. Eğer şu anda elimden şu kitabı bırakırsam ve yere düşecek yerde tavana doğru yükselirse çok şaşardım, ama bu bilimi altüst etmezdi. Olsa olsa bu fenomeni de içine alan daha karışık bir yasa aramaya koyulurdum" (A. Maurois, Yaşama Sanatı, İst. 1968, s. 20, 22, 23).
"Mesela onyedinic ve onsekizinci asırlar Kopernik ve Newton'a ait kainat telakkilerinin zaferine şahit olmuştur. Bu iki görüş de, hem dünyanın düz olup güneş ve diğer gök cisimlerinin semanın damında dolaştıklarına dair basit halk telakkisine, hem de Batlamyus'un dünyayı merkez ittihaz eden daha derin, fakat yine de kifayetsiz 'ilmî' telakkisne karşı çıkmıştır."
"Tarihin seyri içinde ilim de pek çok yanlış telakkiler yaratmıştır ve ilim adı taşıyan birçok görüşlerde, bilhassa sosyal ilimlerde, avamî bilgiden gayet kuvvetli unsurlar vardır."
"Aynı şekilde bazı protestan mezheplerinde görüldüğü üzere iman yoluyla bir insanın haklı çıkması veya teheyyücî, derûnî yaşayış yoluyla cezalanması gibi inançlar da tarifleri icabı, amelî manada tahkik edilemeyecek (bilimin inceleyemeyeceği) şeylerdir. Bir inanç sisteminin tahkike elverişli olmayışı onun ehemmiyetsiz olduğunu göstermez. İnsanı son derece ilgilendirmesi bakımından önemli olan pek çok meseleler vardır ki, bunlar normal vasıtalarla hatta belki hiçbir şekilde tahkik edilemez." (K. Boulding, Yirminci Asrın Manası, İst. 1969, s. 45, 47, 54, 69).
"Demek ki insan Rönesanstan beri beş duyunun hudutları içine hapsedilmiştir. Bugün inkar edilmesi imkansız birçok telepati vak'alarını biliyoruz. Telepatinin ve mazi ile istikbali görme kabiliyetinin mahiyeti, bugün de Aristo devrinde olduğu gibi mechuldür; fakat biliyoruz ki bir fenomenin realitesini, sırf o fenomenin müşahedesi güçtür ve izahı imkansızdır diye inkar edemeyiz." (Dr. A. Carrel, İnsanlar Uyanın, İst. 1959, s. 165).
"Özellikle fizikte, zaman zaman çok güzel bir şekilde örneklendiğini gördüğümüz bir "bilimsel yöntem" paradigması vardır (dediğim gibi, kendisi epeyce belirsiz bir paradigma). Ancak fizikte bile paradigmaya uymayan ve uymaması gereken büyük miktarda bilgi vardır. Kültürümüzde neyin bilim olduğuna, neyin olmadığına dair gerçekten bir uyuşum olduğuna inanmıyorum. Her üniversite katalogu "Toplumsal Bilimler" denen konuların varlığını, Sosyoloji ve İktisadın bilim oduğunu ileri sürer. Ancak bahse girerim ki, fizik bölümündeki herhangi birine Sosyolojinin bir bilim olup olmadığını soracak olsaydık, cevabı "Hayır" olurdu (Hillary Putnam)"
"Uzun bir süre insanlar bilimin mutlak kesinlik sağladığına inanmışlardır, ama şimdi biz bunun böyle olmadığını biliyoruz (Ernest Gellner)" (Bryan Magee, Yeni Düşün Adamları, s.277, 348).
"Allah'ın varlığının "bilimsel" kanıtları kavramı da, vahiy kavramı ile çelişkili durumdadır. Salt bilimsel (bir matematik teoreminin, ruhu sıkıcı biçimde ispatlandığı tarzda) bir akıl yürütme ile Allah'ı "ispatlamak" mümkün olsaydı bu yolla Allah'a ulaşabilecek ve Allah'ın bu bilimi, vahiyle ve peygamberlerinin getiridiği mesajla aydınlatmasına ihtiyaç olmaksızın iyi ve kötüyü ayırabilecektik. Çok belirgin şekilde batılı olan bu "bilim" anlayışı, vahiyle aydınlatılmış olmaksızın tek başına bütün problemlerimize cevap vereceği yerde tam tersine Batı'yı, bilim amacıyla bilime, teknik amacıyla tekniğe, yani insanî ve ilâhî bir amacın yokluğuna ve ahlaki ve politik bir kaosa götürdü." R. Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, s. 277).
"... Bu temel ilkelerden hareketle, Platon'un mutlakiyetçi akılcılık majestelerinden Aristo'nun titiz kıyas hazretlerine, Descartes'in teknokratik akılcılığından August Comte ve artçılarının etinden ayrılmış pozitivizmine kadar, Batı'nın totaliter "rasyonalizmi", gitgide artan bir şekilde insanın bir yerlerini sakatladı." (s.149).
"Bizim küçük ahlakımızın ve küçük akıllarımızın ötesinde mutlak değerler vardır. Bireyin bunlara mutlak boyun eğmesi gerekir...( s.34).
"Aydınlanmayı ele alalım. Vazettiği şey neydi? Esas mesaj din karşıtı imiş gibi geliyor bana: İnsanlar rasyonel yargılar verebilirlerdi ve hem doğruluğa hem de iyiliğe dolaysız olarak, kendi çabalarıyla ulaşma yeteneğine sahip idiler. Aydınlanma doğruluğun ya da iyiliğin yargıçları sıfatıyla dini otoritelerin kesin bir şekilde reddedilmesini temsil ediyordu. Ama onların yerine kimler ikame edilmişli? Filozoflar demek gerek galiba...(İ. Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, s.222 vd.)
Wallerstein bu iddia ve çabalarında filozofların da başarılı olamadıklarını, arkadan bilimcilerin iyilik problemini konunun dışına atarak doğruluğun hakimliğine sahip çıktıklarını, fakat onların da "tek, kesin, değişmez" doğruyu bulma iddialarında başarılı olamadıklarını anlattıkan sonra son yirmi yıl içinde, eskimiş bilim yöntemleri ve bilimciliğin yerini, doğa bilimlerinde karmaşıklık çalışmaları"nın, beşeri bilimlerde de "kültürel çalışmaların" aldığını ifade ediyor.
Aklın ve bilimin bütün problemlerimizi çözmede yeterli olmadıkları konusunda, düşünce ve bilim adamlarının sözlerini aktarmaya, daha pek çok örnekle devam etmek mümkün olsa da okuyucularımın Ramazan kafalarını daha fazla yormamak ve sıkmamak için bu kadarla yetiniyorum.

hayrettin karaman


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
hünkar
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 25 ocak 2008
Gönderilenler: 22
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hünkar

"İbadetler akıl ve bilimin alanına girmez; bunlar mümkinler (öyle de böyle de olur) alanına girer, akla ve bilime aykırı olmaz, ama akıl ve bilim, öz ve şekil olarak ibadet hakkında "doğru, yanlış; iyi, kötü" diye hükümde bulunamaz. Allah kendine nasıl ibadet edilmesi gerektiğini yalnızca kendisi bilir, bunu vahiy ile bildirir, inananlar da bildirileni yaparak kulluğu gerçekleştirirler."

Akılsızca yapılan işlerin makuliyetini Allah'a dayandırmak; anlamlandırılamayan ibadetlerin devamını - statükoculuğu - tercih etmekten öteye gitmez...

Yukarı dön Göster hünkar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hünkar
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


 Gazali ye göre Akıl-vahiy ilişkisinde insanlar üç farklı şeklinde düşünme eğilimi göstermişlerdir. Birinci grup aklı dikkate almış nakli yok saymıştır. İkinci grup nakli alıp aklı yok saymıştır. Üçüncü grup cem ve telfik ederek orta yolu tutmuştur ki bu grupta üç kısma ayrılmaktadır. Nedir bunlar. Birincisi nakli asıl aklı tabi sayanlar ikinci grup aklı asıl nakli tabi görenler üçüncü grup ise akıl ve nakil ikisini de asıl kabul edip birleştirme ve uzlaştırma yolunu tutanlardır. der ve böylece akıl ve nakil ilişkisinde fikir serdedenler beş grup olmaktadır.               İmdi birinci grupta yer alan dikkati tamamen nakle verdikleri için Gazali�nin tabiri ile yoldaki daha ilk aşamada takılıp kalmışlardır. Nakil ve akıl zahirde çatışır gibi göründüğünde tevilden kaçınmış ve Allah bilir demişlerdir. İkinci grup aklı esas alıp nakli yok sayanlar ki bütün dikkati akıl üzerine hamletmişler ve akıllarına uyanları kabul ettiler uymayanları herhangi bir şey olduğunun hilafına anlaşılabilir dediler ve hâşâ Peygamber�e s.a. v. yalan isnat etme gafletine düştüler. Üçüncü grup ise aklı asıl nakli tabi görenler: aklı ön plana aldılar nakle ehemmiyet vermediler Kur�an gibi mutevatir olan ve lafzı ile tevil�i yakın olan hadisleri alıp dışında kalanları inkâr ettiler. Dördüncü grup nakli asıl aklı tabi kabul edenler zihinlerinde pek çok şey açıklığa kavuştu fakat akli bazı hususlar ile nakil arasında çatışma gibi görünen haller zuhur edince aklen imkânsız gibi hususlar zihinlerinde netleşmedi. Çünkü Gazali�ye göre imkânsızın ne olduğunu dahi bilmiyorlardı. ve imkansızlığı genel olmayan şeyin mümkün olduğuna hükmettiler. Fakat Gazali�ye göre imakansızlığı ya delille bilinir ya imkânı delille bilinir ya da imkânı ya da imkânsızlığı bilinemeyen kısım diye bir ayrım yapar ve bunları örneklendirir. Mesela biz güneşi dünyadan küçük görüyoruz fakat Güneş dünyadan büyüktür der. Yani aklın imkânına örnektir bu. İkincisine ayın yörüngesindeki hareketlerini bir kişi algılayamıyorsa yâda bilmiyorsa bu şahsi bir yeteneksizliktir.Velhasıl bu kişilerin ma�kulata dair bilgileri az olduğundandır ki imkânsızların sayısı onlara göre fazla değildir. bu yüzden te�vile ihtiyaç olup olmadığını dahi anlayamadılar.

          Ve beşinci grup: akli ve nakli asıl görürler ve akıl ile nakil arasında bir tearuz olmadığını ileri söyleyerek orta yolu takip edenlerdir. Burası önemli bence çünkü Gazali Der ki aklı inkâr eden kişi dini inkâr etmiştir. Çünkü dini bilginin doğruluğu akılla anlaşılır (bunları Gazali söylüyor Kanunu�t-Tevil Risalesinde ben söylemiyorum). Din ancak akıl ile sabit olmuşken nasıl olurda akıl dinle inkâr edilsin. Peki, bu durumda ne olur tamam akıl ve nakli çatışmaz kabul ettik. Yinede Gazali�ye göre iki husus açıklanamaz insan açıklayamayız. Uzak te�villere mevzu olan durumlar ve sure başarındaki harfler konularıdır.

              Burada Gazali�nin tavsiyesi kişi haberlerin tamamına muttali olacağı hırsına kapılmamalıdır ki bu bir insan için imkânsızdır çünkü ömrümüzün uzunluğu yermez buna. İkincisi akli deli asla inkâr edilmemelidir zira akıl yalan söylemez şayet yalan söylüyorsa o zaman belki dini ispat hususunda da yalan söylemiştir. Der. Bu nedenle bunu söyleyemeyiz. Üçüncü durumda ise te�vil için ihtimaller çatıştığında te�vil tayin etmekten uzak durmalıdır demektedir. Çünkü Allah2ın Muradı ve Efendimizin Muradı hakkında zan ve tahminle hüküm verilemez. Tahmin ve zan bilgisizliktir. bu yüzden zan İslam da ilmin zıddıdır. Ve son olarak kesin bilginin özüne ulaşmaya imkân yoktur der bu yüzden yukarıdaki uyarılara göre davranmak her akıllı mümin için doğru yoldur. Diyerek bitirir.

mehmet kalkan



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

http://www.kelam.org/dergi/sayi021/KADER02101.pdf


yukarıdaki adreste bu konuda güzel bir çalışma var...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım




Allah Teala, insana akıl ve fikir vererek Onun yaratıkları arasında seçkin ve ayrıcalıklı bir konumda bulunmasını temin etmiştir. İnsan hayrı şerden, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan, güzeli çirkinden, hakkı batıldan ayırt eder.


Aklın tanımlarından biri: �İyiyi kötüden ayırt eden bir meleke�, diğeri: �İnsanı öbür canlılardan ayırt eden ve teorik bilgileri edinmeye elverişli bir durumda olmasını sağlayan özellik.� şeklindedir. Aklı: �Doğuştan insan zihninde var olan zorunlu bilgiler� şeklinde tanımlayanlar da vardır. (bk. Gazali, İhya, Kahire, 1938, I, 90)


Burada şu soruyu sormak öteden beri âdet olmuştur: Madem ki ulu Allah insana hayrı, faydalıyı ve hakkı şerden, zararlıdan ve batıldan ayırt etmeye yarayan bir akıl vermiştir, peygamber göndermeye ve kitap indirmeye ne lüzum vardır? İnsanlar akıllarıyla dünyada hayatlarını düzenleyip mutlu bir şekilde ve huzurlu olarak yaşayamazlar mı? Ateistler, deistler ve vahye dayalı olmayan Brahmanizm ve Hinduizm gibi beşeri dinler dünyada mutlu bir hayat yaşamak için insana aklın yeterli olduğunu savuna gelmişlerdir. İslam alimleri ise çok önemli bir bilgi edinme aracı olmakla beraber aklın yeterli olmadığını, vahiy ile desteklenmesi ve tamamlanması gerektiğini ispat etmeye çalışmışlar, bu maksatla bu konuda çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir.


Bunlardan bazıları kısaca şöyledir. Vahiy gelmemiş olsaydı bile dinde emredilen şeylerin güzel, yasaklanan şeylerin çirkin ve kötü olduğunu akıl bilebilirdi ama bunların tümünü bilemezdi. Mesela Allah Teala�yı bilirdi, fakat Onun sıfat, fiil ve isimlerini tam olarak bilemez, bu konuda herkes aklına göre farklı bir şey söyler, doğru ve gerçek olan bilinmezdi. İnsan Allah Teala�nın varlığını akılla bulur; ama Ona ibadet edip etmeyeceğini, ibadet edecekse hangi şekilde ibadet edeceğini kestiremez, herkes kendi aklına göre değişik bir ibadet şekli ortaya koyar, bu da çekişmelere ve karışıklıklara yol açardı. (bk. F. Razi, el Muhassal, Kahire, 1323. s. 156.)


Razi, Peygamber göndermenin vahiy ile bildirilmemiş olsaydı insanlar ölümden sonra yeni bir hayatın bulunduğunu tam ve kesin bir şekilde akılla bilemezlerdi. Nelerin ahirette ecir ve sevap almaya, nelerin ceza görmeye ve azab çekmeye vesile olduğunu akıl ve fikirle kavrayamazlardı. Özellikle Allah ve ahiret konularında akıl yetersizdir. Vahiyle aklın aydınlanması şarttır. Gazali�nin de dediği gibi akıl temel, vahiy bu temel üzerine inşa edilen bina gibidir. Akıl göz, vahiy ışıktır. Ya da akıl lamba, vahiy onun yağıdır.


Hak Teala �Nur üstüne nur� (Nur, 35) derken akıl ve vahiy nurlarına işaret ediyor. Akıl insanın içindeki şeriat, şeriat ise insanın dışındaki akıldır. Kur�an�da (bk. Rum, 30/30) akla din ismi verilmiştir.


Fıtrat sağlam bir dindir. (bk. Gazali, Mearicu�l-Kuds, Kahire, 46) Akılla aydınlanmayan bir din hurafelere boğulur, taassup ve batıl inançlara saplanır. Vahiy ile desteklenmeyen akıl ise sapıtır, azgınlaşır, kudurur, sefahet ve ahlaksızlık bataklığına yuvarlanır, tanrılık iddia eder.


Şu halde akli ve fikri hayatın vahiyle desteklenmesi bir zorunluluktur. Her toplum için dinin zorunlu olmasının sebebi budur. Cehenneme atılacak olanlar diyecekler ki: �Eğer vahye kulak verseydik veya aklımızı kullansaydık, Cehennemlik olmayacaktık.� (Mülk, 10) Vahiy de, akıl da rehberdir. Kısacası akıl-vahiy ilişkisi şöyle ifade edilir:

a) Aklı aşan ve akılla bilinemeyen ibadet ve ahiret konularında vahiy insana sağlıklı ve güvenilir bilgiler verir, ebedi mutluluğa giden yolu gösterir.

b) Akılla bilinen ziraat, sanat, ticaret, iktisat, siyaset, hukuk ve ahlak konularında, vahiy akla yardımcı olur, onu destekler ve tamamlar.

c) Sırf akılla bilinebilen aritmetik, geometri, fizik, kimya, mantık, astronomi, tıp gibi akli ve tecrübi ilimleri vahiy tavsiye ve teşvik eder. Daha önemlisi bu ilimlerin insanlığa zararlı olacak şekilde kullanılmasını önler.

Bu üç alan nübüvvet bakımından önemlidir. Birinci alanda akıl vahye tabidir. İkinci alanda geniş ölçüde akıl hür ve serbest, üçüncü alanda ise tamamıyla hür ve serbesttir. Bu hiyerarşinin korunması halinde ne kadar hür ve serbest olursa olsun akıldan ve onun ürünü olan ilimlerden fertlere ve topluma zarar gelmez.


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Aklın, vahiy karşısında değeri nedir?

Kuran'da birçok ayet insanı düşünmeye, akıl etmeye çağırıyor. İslam bilginlerine göre de, yaratılan ilk şey, akıl. Peki, Allah'ın ayetleri karşısında aklın rolü nedir? İkisi arasında çatışma olur mu?

İslam araştırmacıları, Allah'ın yarattığı ilk şeyin akıl olduğunu söylüyor. Hatta Hz. Peygamber bir hadisinde "ilk yaratılan aklımdır" diyor. Kuran'da yüzlerce ayet "...düşünmez misiniz?" "...akletmez misiniz?" "....fıkhetmez misiniz?" gibi ifadelerle son buluyor. Peki, insan aklının, dinlerin getirdiği vahiy karşısındaki değeri ne? Akıl (ilim) ile vahiy (din) çatışır mı? Çatıştığı zaman hangisi tercih etmeli veya nasıl bir yöntem izlenmeli? İslam ve Hıristiyan felsefeciler bu sorulara nasıl cevap veriyor?

Bütün bu soruları, felsefe bakış açısıyla değerlendirerek cevap veren araştırmacıların ortak görüşü, akıl ile vahiy arasında bir aykırılığın olmayacağı yolunda. Ancak bilinen şu ki, insanın düşünce tarihi boyunca metafizik problemler hep varolagelmiş. İnsanın bu problemleri akılla çözme girişimine de felsefe denmiş.

Araştırmacıların akıl-vahiy ilişkisine getirdiği yorumlara geçmeden önce aklın Kuran'da nasıl yeraldığını aktaralım. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. M. Sait Şimşek "Yaratılış Olayı" adlı kitabında, Kuran'ın bir tebliğ ve ikna kitabı olduğunu, insanları ayetleri üzerinde düşünmeye çağırdığını, hatta düşünsün diye adeta kışkırttığını söyleyerek şöyle devam ediyor:

Kuran düşünmemizi istiyor!

"Kuran'da yüzlerce ayet, '...düşünmez misiniz?', '...akletmez misiniz?', '....fıkhetmez misiniz?' gibi ifadelerle son bulur. Bu şekildeki ifadeler sadece Allah'ın varlığı, insanın sorumluluğu ve benzeri inanç konularıyla ilgili ayetlerde sözkonusu edilmez, dini hükümleri içeren, hatta ibadetlerle ilgili ayetlerde de geçmektedir. Kuran, dinin bütün alanlarında muhataplarını düşünmeye davet etmektedir. Cehennem ehli olmaya mustahak olanlar ise akletmeyen kimselerdir."

Kuran, "kainat kitabı" üzerinde düşünmeye, Bakara suresi 164. ayette çağırıyor:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah'ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda elbette aklını çalıştıran kimseler Allah'ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır."

Kuran ayrıca aklını kullanmayanın sorumlu olduğunu da haber veriyor: "Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir." (İsra suresi 36. ayet)

"Kişi, ancak gördüklerinin, duyduklarının ve o ana kadar aklını kullanarak muhakeme yoluyla vardığı sonuçların birikimleriyle aklını kullanır. Göz de, kalp de, kulak da bilgi edinmenin yollarıdır. O halde bir bilgi edinmenin peşine düşen kişi göz, kulak ve kalp nimetlerinin şükrünü yerine getirmemiş olur ve bu nedenle de sorumludur" diyen Prof. Dr. Sait Şimşek, insanın yaptıklarından sorumlu olmasının, akıl ve iradesinin varlığından ve bu iradeyi özgürce kullanabilmesinden kaynaklandığını belirtiyor.

Vahyi (ayetleri) akılla alırız

Allah'ın, doğruyu bulmak için, insana akıl ve vahiy olmak üzere iki şey verdiğini söyleyen Prof. Dr. Sait Şimşek'e göre, akıl yalnız başına Hakk'ı tam olarak yakalayamaz ama insana büyük ölçüde rehberlik eder. Çünkü akıl, karar verirken o güne kadarki deneyimlerinden yararlanır. Ayrıca kişi aklını kullanırken kimi duygularının etkisinde kalabilir. Bununla birlikte akıl, insana verilmiş en büyük nimettir. Nitekim vahyi de akılla alırız. Ama vahiy, Allah katındandır, yanılma sözkonusu değildir.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sistematik Felsefe öğretim üyesi Necip Taylan ise "İlim-Din İlişkileri-Sahaları- Sınırları" adlı kitabında insanı, felsefe açısından ele alıyor ve "tanrıyı arayan bedeni bir varlık" olarak tanımlıyor. "Düşünebilen tek varlık olarak insan, yalnızca benliğinin dışında şahit olduğu varlık ve olayları düşünmekle kalmayıp kendisini aşan anlamlara da ulaşır. Bu, onun kendi varlığı ile kainatın varlık sebeplerini zaruri olarak düşünmesinin bir neticesidir. Tanrı fikri, insanın akıl varlığından doğmaz. Fakat onun, akıllı bir varlık olmasının zorunlu sonucu olarak ortaya çıkar" diyen Taylan kitabında, akıl ve inancın uzlaşmaz olduğunu söyleyenlere şu yanıtı veriyor:

"İnsanda, birbirine karışmadan kendi sahaları içinde kalan iki ayrı saha vardır; bunlar akıl ve inanç sahalarıdır. Akıl, ilmi meydana getirir. İnanç ise dini. Akıl faaliyeti, zihin hayatını sınırlandıran hükümlere dayanır ve somut objeler üzerinde çalışır. Kendi prensiplerinin dışına çıkmadığı gibi, tecrübeyi kendisine yardımcı kabul eder. İnanç ise, bu sınırı aşan hislere ve iradeye bağlıdır. Buna göre, ilim ile inancın kaynakları aynı değildir. Biz, değerleri yalnız akıl ile değil; his, irade ve arzularımızla kavrayabiliriz. Bunun içindir ki, ilim ile inançlar ve dinler arasında çekişme görenler bu iki sahayı birbirine karıştıranlar ve her yönü ile farklı sahaları aynı kaynağa bağlamak isteyenlerdir."

Akıl ile vahiy arasında aykırılık olur mu?

Akıl ile vahiy arasında aykırılık olur mu? Bu sorunun cevabı için Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil "Din ve Laiklik" adlı kitabına başvuruyoruz. Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, kendi yorumunu vermeden önce, ilim ve din konusunda biri "akılcı", diğeri "nakilci" iki görüş olduğunu ve bunların birbirini tamamladığını söylüyor. "Akılcı" görüşe göre, akıl ile nakil yani ilim ile din arasında bir aykırılık görülürse, aklın, yani ilmin gösterdiği yol tutulur. Nakil yani din ise, buna göre yeniden anlamlandırılır. Çünkü aklın, dini belirli bir zamandaki anlayışı, bu zaman geçip olayların şekli değişince, değişir. Fakat hükmün de buna göre değişmesi gerekir. Çünkü İslam'da zamanların değişmesi ile hükümlerin de değişeceği inkar olunamaz.

Bu görüşün karşısında olanlar ise, vahiy karşısında aklın zayıf kaldığını söylüyorlar. Onlara göre, insan her durumda vahye tabi olmaya mecburdur. Zira akıl, beşerdir yanılır; vahiy ilahidir, yanılmaz. Ord. Prof. Başgil, "vahy"i savunan Maliki mezhebinin kurucusu Malik b. Enes'i örnek göstererek şu bilgileri veriyor:

"Akıl daima unutma tehlikesi ile karşı karşıyadır. İlahi hükümler, akıl yoluyla idrak edilemez. Bu nedenle akıl, vahye tabi olmaya mecburdur. Ayeti, akıl ve ilme göre anlamlandırmak, onun ilahi hakikatini inkar etmek olur. Zira ayet, bir defada ve bir defaya mahsus olmak üzere ve dünyalar durdukça durmak üzere konulmuş bir hakikattir. Akıl ise devirlere, milletlere hatta şahıslara göre daima değişen bir melekedir. Netice olarak, vahyi akla göre anlamlandırmak, önce dini hakikatleri her devrin ve her milletin hatta her şahsın görüşüne ve anlayışına bağlamaktır. Bu ise dini temelinden sarsmaktır."

Ahiret'in akılla ispatı mümkün mü?

Ord. Prof. Başgil'e göre ise, akıl ile nakil (vahiy) arasında ayrılık hem olur, hem olmaz. Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin ilahi takdire bağlı olduğuna inanmada, yani iman ve itikat meselelerinde aykırılık olamayacağını belirten Başgil, şu açıklamayı yapıyor:

"İman ve itikat meseleleri, kişinin vicdanına hitap eder. Bunları, kişi ister reddeder, ister kabul eder. Bunlarda akıl, hakikaten acizdir; ilim ise yetersizdir. Mesela, ahiret ve öldükten sonra dirilmek hakikati sır, birer dini hakikattir ve ilmin sınırları dışındadır. Bunların akıl ve ilim ile ispatı mümkün olmadığı gibi inkarı da mümkün değildir. Çünkü ilim, ispat edemediği şeyi inkar da edemez; sadece, bilmiyorum, der."

Ord. Prof. Başgil, buna karşılık, ibadetler sözkonusu olduğunda akıl ile nakil (vahiy)arasında aykırılık olabileceğini söylüyor. Çünkü, akıl, zamandan zamana değiştiği gibi aklın ürünü olan ilim de sürekli gelişiyor. "Aklın ve ilmin bu değişmesine ve gelişmesine paralel olarak insanların hareket tarzları ve hayat anlayışları, sosyal ilişkileri de değişmektedir" diyen Başgil şöyle devam ediyor:

"Akla aykırı olan vahye de aykırıdır"

"Vahyin ebedi hakikatlerini, yeniden ve yeni bir ruh ve görüşle anlamamız, onun ta kıyamete kadar bütün zamanları dolduran esrarından, yeni durum ve ilişkilere göre hükümler çıkarıp, vahyi hayata uyumlu hale getirmemiz lazımdır. İbadetler (amel) ve ahlak meselerinde vahiy, insanların hareketleriyle ve birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgilidir. Amel (ibadetler) sahasında nakillerin (ayetlerin) hepsi iman ehline birer 'sorumluluk' yükletir. 'Şunu yap, şunu yapma' gibi emir ve yasak ifade eder. İslam'da sorumluluğun kaynağı ise, bir kelime ile 'akıl'dır. Şu halde kişi, şerrin herhangi bir hükmüyle sorumlu tutulmak için, bu şerri aklının kabul etmesi gerekir. Aksi halde kişi, aklının kabul etmediği bir teklif ile sorumlu tutulmuş olur ki böyle bir şey İslami esasa kesinlikle aykırıdır. İslami esasa göre "Allah kimseyi verebileceğinden fazlasıyla mükellef tutmaz" (Talak suresi 6. ayet) "Allah kimseye takatından fazlasını teklif etmez" (Bakara suresi 276. ayet) "Dinde cebir ve zorlama yoktur" (Bakara suresi 256. ayet).

İşte bu nedenle, yani aklımızın almadığı bir nakil karşısında, nakli akla yaklaştırmaya ve akıl ile nakli barıştırmaya çalışırız. İkinci olarak; İslami usulde, akla ve ilme aykırı bir şey de hakikat olamayacağı için aklın mantığı ve ilmin verileri hakikat olarak kabul edilebilir. Nakil ise, açıklık bulunmayan meselelerde buna göre yeniden manalandırılır."

İlim kavramının anlamı değişti mi?

İlim(akıl) ile dinin(vahiy) birbirinden ayrılamayacağını söyleyen Başgil'e göre, bu hakikati görmek için ilim kavramının bugün uğradığı değişikliğe bakmak gerekiyor. İlim kavramının 17. ve 18. yüzyıllardan hatta 19. yüzyıldaki anlayışından farklı olduğunu belirten Başgil, şu açıklamayı yapıyor:

"Eskiden, ta Yunan filozoflarından gelen bir anlayışla, ilim denince eşya ve tabiatın 'mutlak marifeti'" anlaşılırdı. Ve ilim kelimesi, mutlak, kesin, sabit ve düzgün bilgi anlamına gelirdi. Halbuki bugün anlaşılmıştır ki, ne sabit hakikat ne de bunun mutlak surette idraki mümkündür. Bugün, fiziki sahada ilim demek, sırf tecrübe, gözlem ve kıyas ile elde edilen bilgi demektir. Modern ilim tecrübeye, gözleme ve kıyasa dayanmaktadır. Aslında her şey geçici, izafi ve fanidir. Dün hakikat diye taptığımız, bugün batıl (sahte, hurafe, boş)dır. Bugün, batıl diye sandığımıza mümkündür ki yarın hakikat diye yeniden tapalım."

Akıl ve vahiy arasındaki ilişki üzerinde araştırma yapanlardan biri de araştırmacı-yazar Ali Bulaç. Bulaç, "İslam Düşüncesinde Din-Felsefe Vahiy-Akıl İlişkisi" adını verdiği çalışmasında insan aklının, dinlerin getirdiği vahiy karşısında değeri ile akıl ile vahiy çatıştığı zaman hangisinin tercih edileceği konularında Doğu ve Batı'yı karşılaştırarak bilgi veriyor. Bu karşılaştırmalara geçmeden önce Bulaç'ın vahy, hikmet ve felsefe gibi kavramları nasıl tanımladığına bakalım:

"Vahiy, doğrudan ilahi nitelikte ve Allah tarafından masum bir peygambere indirilen bilgilerin toplamı iken; hikmet, vahye dayalı insanın her tür ve düzeyde ortaya koyduğu zihni faaliyetlerdir. Eğer insan, nübüvvetin (peygamberliğin) nuruyla düşünür, kalbini, zihnini ve insani bütün meleke ve yetilerini bu nurun aydınlığında vahye ve Allah'a açarsa, o da hikmeti bulur; hikmetle düşünür, hayatını hikmetin doğru bilgileriyle tanzim eder ve bol hayırlara sahip olur. Felsefe ise, hikmetin etkisinden çıkmış şekliyle salt anlamda akli ve insani düşünce tarzının adıdır. İnsan, kendini, vahiyden ve peygamber tebliğinden bağımsız görüyor ve gerçekliğin bilgisini yalnızca kendi insani güç ve imkanlarıyla (akıl, deney, sezgi vb.) elde edeceğini iddia ediyorsa, onun bu çerçevede ortaya koyacağı her türden düşünce ve sonuç sadece felsefedir. Bu anlamdaki felsefe ise hakikati ifade etmez."

Her ne kadar filozoflarca akıl ve vahyin çatışmayacağı söylense de Bulaç, vahyin getirdiği bazı bilgileri bireysel aklın hemen ve bir anda kabul etmesinin güç olduğunu vurguluyor. Örnek olarak da Hz. İsa'nın babasız olarak dünyaya gelişini ve yüzlerce yıl uykuda kalan Ehl-i Kehf'i gösteriyor.

Bugünkü filozoflar vahyi gözardı mı ediyor?

Ali Bulaç, yukarıda tarifini yaptığı felsefenin, ne hikmetle ne de vahiyle ilişkisi kalmadığını ve bu tür felsefenin tarihte ilk defa Yunan'da ortaya çıktığını belirtiyor. Felsefenin bu şeklinin karamsarlık, kapris, vesvese, bunalım, şaşkınlık, çelişki, sıkıntı ve mutsuzluk gibi hayatı öldürücü sonuçlar doğurduğunu söyleyen Bulaç, bu tür belirtilerin Rönesans ve Aydınlanma çağından bugüne kadar etkilerini gösterdiğini belirtiyor. Bulaç'a göre, bugün bilim, felsefe ve tarihle uğraşanlar, düşünce tarihinin değişim ve gelişimini izlerken, hikmete dayalı kıstasları kullanmıyorlar. Çünkü onlara göre, ilahi bilgilere dayalı üstün düşünce şekilleri, insanlığın "sihir", "teoloji" veya "metafizik" dönemlerini, yani geri ve ilkel dönemlerini ifade eder. Bulaç, açıklamalarına şöyle devam ediyor:

"İnsan temeline dayalı düşünceyi esas aldığımızda, Batı'da gözlemlenen düşünce tarihinin bir benzeri ortaya çıkar; bu ise vahy etkisinde hikmet ve hikmetin etkisinde düşünce veya felsefe gibi büyük fikir ve kültür hareketlerini kavramada bize yardımcı olmaz. Oysa peygamberlerin doğrudan tebliğ ettiği ilahi bilgi olan vahy ile insanın kendini mutlaklaştırarak geliştirdiği seküler felsefe, genel insan düşünce tarihi dışında kalır. Çünkü biri doğrudan Allah'tan, öbürü doğrudan kendini Allah'ın ilminden bağımsız farzeden seküler insandan kaynağını alır."

Yunan ve İslam felsefelerinde hakikat

Bütün bu açıklamalardan sonra Ali Bulaç, "İnsan, peygamber olmadan da hakikatin bilgisini elde edebilir mi?" sorusuna cevap arıyor. Bulaç'a göre, bu soruya ta eski Yunan'dan beri cevap aranmıştır. Filozoflar, peygamber ve vahy olmadan da insanın hakikati bulabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak Bulaç, Yunan'da dini form içinde temsil edilen hakikat ile İslam felsefesinde sözü edilen hakikatin aynı şey olmadığını söylüyor. Çünkü Yunan'da, hakikati olduğu gibi temsil eden ne bir tek Allah inancı, ne de onu öğreten doğru güvenilir ve kusursuz bir peygamber vardı. Tanrılar, bütün tutum ve davranışlarında olduğu gibi, kainatı kuşatan bilgiyi temsil etme konusunda da zulmediyorlar, insandan saçma şeylerin kabulünü istiyorlardı. Bulaç, İslam felsefesindeki hakikat'i ise şöyle açıklıyor:

"İslam felsefesinde ise, hakikat, insandan bağımsızdı ve Allah katındaydı. Peygamberin tebliğ ettikleri de birer hakikatti. Ne var ki, insanoğlu da burhanla (akılla) o hakikate ulaşabilme imkanlarına sahip bir varlıktı. Şu halde filozof, eğer bir takım seçkin özelliklere ve yüksek erdemlere sahip olabilirse, peygambere gelen hakikati kaynağından alabilirdi. Bir bakıma hakikat, yukarıdan aşağıya vahiyle peygambere gelirken, filozof aynı kaynağa akılla (burhanla) aşağıdan yukarıya yükselip erişiyordu."

Ali Bulaç, vahiy temeline insani düşünce faaliyetinin, Mezopotamya, Mısır, İran, Hint ve Çin gibi dünyanın Doğu yakasındaki belli başlı merkezlerde, geleneksel öğretiler şeklinde ortaya çıktığını belirtiyor. Batı yakasının Yunan kolunda ise, bu Doğulu ve dini karakteri ancak Pisagor'a kadar korunabilmiş; özellikle Sokrat, Eflatun ve Aristo ile Yunan düşüncesi ve ilimleri felsefi bir kimlik kazanmıştır.

Batı dünyasının çözümü

Avrupa Hıristiyanlığının, akıl-vahiy arasında çatışma olup olmadığı sorunuyla karşılaşması ise İspanya ve Sicilya üzerinden İslam ilimlerinin ve hikmetinin Latince'ye tercüme edilmesiyle başlar. Ancak Bulaç'a göre, hıristiyan imanını kilise öğretisiyle formüle etmiş Batı Hıristiyanlığı şu negatif önceliklerden hiç ödün vermez:

"1. Hakikat aranmaz; çünkü bu, kilisenin hakikate sahip olmadığı anlamına gelir. Halbuki kilise, İsa'nın bedenidir ve kilise öğretisi hakikatin kendisidir.
2. Hakikat aranacaksa akılla aranacak; oysa akıl, şeytanın insan ruhunda yuvalanmış ajanıdır. Eğer bu ajan Adem'i kışkırtmasaydı ilk günah olmaz ve ilk günaha keffaret olsun diye tanrı biricik oğlunu feda etmezdi.
3. Bilimsel gerçeklikler, sözgelimi dünyanın yuvarlak olduğu iddiası ile İncil'in öğretileri çatışırsa elbette İncil tercih edilir. Bu, 1+1+1=1 ve 1=3 ve 3=1'dir türünden matematik ve mantığın evrensel kurallarına aykırı düşüp saçma görünse bile bu böyledir ve zaten inanca konu olan şey, tabiatı gereği saçmadır."

Hıristiyan dünyasında, kilise ile laik filozoflar arasında yaşanan çatışmada, 17. yüzyılda Descartes ile uzlaşmaya gidilir. Descartes, "çifte gerçeklik" tasarımından hareketle evreni, fizik ve metafizik olarak birbirinden tamamen ayrı iki alana böler. Metafizik ile, ruhun dünyasını kiliseye bırakırken; fizik dünyayı ve bedeni, laiklere ayırır.

ilkayet.net


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
sorgulayanbeyin
Yeni Uye
Yeni Uye


Katılma Tarihi: 01 subat 2009
Gönderilenler: 9
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı sorgulayanbeyin

 vahiy =bir hikmeti var anlayışı

 rahatlıkla başkasının uçuk kaçık sapıklık ve vahşetini kendisine söylüyon ama o bunu söylediğin gibi kabul etmiyor niye çünkü ona inanmış ama gelgörki ondan daha beteri sende var sende kendikine inandığın için sana iyi geliyor  .Allah adına çoçuk öldürmeyi salih bir davranış gösterip bir hikmeti var diyerekten savunan  bu cani anlayışı inandığından savunur



__________________
sorgulayarak doğruluğunu tespit etmeden inanalar gödülenlerdir(sorgulayan beyin)
Yukarı dön Göster sorgulayanbeyin's Profil Diğer Mesajlarını Ara: sorgulayanbeyin
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Bilgi Kaynağı Olarak Vahiy, Akıl ve Duyu Organları

Felsefenin temel disiplinleri ontoloji (varlık bilim), epistemoloji (bilgi teorisi) ve etiktir (ahlak felsefesi). Her ne kadar bunlar ayrı disiplinler olarak ele alınsalar da, bu disiplinleri birbirinden tamamen ayrı alanlar olarak görmek mümkün değildir. Ontoloji ile â��Var olan nedir?â�� sorusuna, epistemoloji ile â��Neyi bilebilirim?â�� sorusuna, etikte ise â��Ne yapmalıyım?â�� sorusuna cevap aranır. Ontolojide var olan hakkında varacağımız kanaat, bilgisel bir sonuçtur. Bu bilginin doğruluğuna dair epistemolojik irdeleme, bizim ontolojimizin doğru olup olmadığı sonucunu ortaya çıkaracaktır. Sonuçta hedef ontoloji kurmak ise epistemoloji ontolojinin bir bölümü olarak görülebilir. Epistemolojik tavrımız ontolojik sonuca etki ettiği için, ontolojiyi belirleyenin epistemoloji olduğu da söylenebilir. İlk yaklaşım ontolojiyi, ikinci yaklaşım epistemolojiyi ön plana çıkarmakla beraber her ikisi de doğrudur.

Modern felsefenin yaptığı da epistemolojiyi ön plana çıkartan bir yaklaşım sunmak olmuştur. Yoksa her ontolojinin, ister teist ister ateist ister politeist olsun bir bilgi görüşü vardır; fakat bilginin kendisi ve kaynakları ile ilgili epistemolojik tartışma yeterince yapılmamış olabilir. Ontolojik-epistemolojik yaklaşımla varılan kanaatler etik görüşü de belirler. Örneğin duyu verilerini ön plan alan epistemolojik yaklaşımla teleolojik (gaye) delilin doğruluğunu anlayan bir kişi, bu delilden yola çıkarak Tanrı merkezli bir ontoloji kurabilir veya akıldan çıkan verileri ön plana alan epistemolojik yaklaşımla, Descartes gibi akılda olan â��Tanrıâ�� idesinden de Tanrı merkezli bir ontoloji kurulabilir. Epistemolojik yaklaşımların yol açacağı â��Tanrıâ�� merkezli bu ontoloji ise etik alanında â��Ne yapmalıyım?â�� sorusunun â��Tanrı�nın dediğini yapmalısınâ�� şeklinde cevaplanmasına sebep olacaktır. Sonuçta zaten iç içe olan ontoloji ve epistemolojiden bağımsız bir etik görüşü oluşması mümkün değildir. Demek ki her varlık kurgusunun ve ahlak kurgusunun rasyonelliği tartışıldığı anda mutlaka epistemoloji devreye girer. Rasyonel tartışmanın olmadığı anda bile aslında epistemolojik bir kanaat mevcuttur. Toplumdan geleneksel olarak gelen bilginin veya mitolojinin bilgi kaynağı olarak kabulü buna örnektir. 

Kur�an�ın yaklaşımını ele alırsak; Kur�an�da evren üzerinde inceleme ile ilgili ayetlerden duyu verilerine ve Fıtrat�a dikkat çekilen ayetlerden rasyonalist yaklaşıma bilginin kaynağı olması açısından onay verildiğini söyleyebiliriz. Kur�an ayrıca kendisinin vahyin bilgi kaynağı olduğuna da işaret eder. Sonuçta Tanrı�nın gönderdiği kitap, verdiği akıl ve duyu organlarının hepsi doğru bilgiye ulaştıracak epistemolojik araçlardır. Kitabın doğru yorumu, aklın ve duyu organlarının verilerinin doğru kullanımı ve sağlıklı değerlendirilmeleri, doğru yola götürecek araçlardır. Vahiy, aklın bilgilerini daha da geliştirir ve aklın verileriyle ulaşılamayacak bilgiler verir. Ama bu bilgiler akıl ile çelişik değildir. Oysa mitolojik bilgi ve geleneğin doğrunun kaynağı olarak kabul edildikleri toplumlarda, mitlerin ve geleneğin akıl ile çelişik olması önemli olmamıştır. İslam, vahyin, aklın ve duyu organlarının yaratıcı kaynağı olarak Tanrı�yı gördüğü için bu bilgi araçlarının çelişkisi kabul edilemez. Eğer bir çelişki varsa, ya vahiy yanlış yorumlanmıştır, ya Hıristiyanların Yeni Ahiti�nde olduğu gibi Tanrı�sal vahiy ile insani eklemelerin karıştırılmasından doğan bir sorun vardır; ya da akıl ve duyu organlarının yanlış kullanılmasından dolayı yanlış sonuçlara varılmıştır. Vahyin ve aklın çelişemeyeceği fikri vahyin, aklın ulaşamayacağı bilgiler vermesinden farklıdır; vahiy aklın ulaşamayacağı bilgileri akıl ile çelişmeyerek verir. Mantıki olarak bir önermenin çelişiği, diğer bir önermenin değillemesidir. Örneğin â��Evren sonsuzdurâ�� ve â��Evren sonsuz değildirâ�� önermeleri birbirinin çelişiğidir. Kur�an�da bu anlamda çelişik önermeler (akılla, duyu organlarıyla, fıtratla ve kendi içinde) bulunmaz. Oysa mitolojiler ve insani olanın karıştırıldığı dinlerde böyle çelişkiler çoktur. Örneğin Hıristiyanlıkta â��Tanrı birdirâ�� ve â��Tanrı bir değildirâ�� şeklinde gösterebileceğimiz iki çelişik önerme, hem Tanrı bir, hem de üçtür denilerek yer almıştır.

Görüldüğü gibi Kur�an açısından hem vahiy, hem akıl, hem duyu organları bilgi aracıları olmakla beraber, bu kaynakların çelişmezliği ilkesi de bu bilgi araçlarının tek kaynak olan Tanrı�dan gelmesiyle mevcuttur. (Filozoflardan, Kelamcılardan ve diğer İslam düşünürlerinden kimisi bu kaynaklardan birini diğerinin önüne geçirmiş, kimisi ise bu kaynaklar arası ilişkiyi değişik yorumlamıştır.) İslam�ın, din olması için vahiy kaynağının öneminin ortaya konulması gerekmektedir. İslam�ı Hinduizm, mitolojiler ve hurafelere niye tercih ettiğimizi açıklamak için ise, akıl ve duyu organlarından gelen verilerin, İslam�ın ortaya koyduğu Tanrı merkezli ontoloji ve kozmolojiyi diğerlerine niye tercih ettirdiğini göstermek zorundayız. Sonuç olarak Tanrı�nın bize bahşettiği bilgi kaynaklarından olan vahiyden de, akıl ve duyu organlarından da vazgeçemeyiz. Bu bilgi kaynakları birbiriyle çelişmeksizin birbirlerini desteklerler.

Detaylı Bilgi İçin:

Atay, Hüseyin, Kur�an�da Bilgi Teorisi, A.Ü.İ.F.D, XVI. 1968.
Çelebi, İlyas, İslam İnanç Sisteminde Akılcılık, Rağbet Yayınları, 2002.
Çüçen, Kadir, Bilgi Felsefesi, Asa Kitabevi, 2001.
Karaman, Fikret, Kur�an�da İlim Kavramı ve Değeri, Kelâmda Bilgi Problemi Sempozyumu, Arasta Yayınları, 2003.
Kutluer,İlhan, â��İlimâ��, DİA, XXII.
Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, Damla Yayınevi, 6. Baskı.
Yavuz, Yusuf Şevki, Kur�an-ı Kerim�de Tefekkür ve Tartışma Metodu, İlim ve Kültür Yayınları, 1983.
Yavuz, Yusuf Şevki, â��Akılâ��, DİA, II

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
Saffet Metin
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 07 ekim 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 672
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Saffet Metin

 

Şİmdi Akıl ve Vahiy konusunda şu eklemeyi yapmak istiyorum.

İslamda mezhepler ya akla dayanır, yada imana.

Akla dayanan tek mezhep Muteziledir.

Akıl mı vahiymi dendiği zaman. Mutezile der ki. Allah Vahiysiz Akılla bilinir. Örnek Hz. İbrahim Aklıyla yüce Allahı bulmuştur.  Ama akıl olmadan Vahiy anlaşılamaz. Aklı olmayanlar (ör. akıl hastaları, deliler) Vahiy'e muhatap değildir.

Demek ki akıl önem verilmesi gereken özellik.

İmana dayalı Mezhepler  Tüm Ehli Sünnet ve Şia dır.

Bu mezhepler Akıla Mutezile kadar önem vermez. Önemli olan imandır. Onun için günümüzün klasik mezhepleri, tarikatları hep iman a dayalı inancı ön planda tutar. Bütün kitaplarında imanla ilgili felsefe yaparlar.

İman gücü yüksek insanları evliya diye tanır ve tanıtır.

Ama Akıldan yoksun bir iman, insanı zulme, şirke, küfre bile götürür.

BU konu Mutezile varken , diğer mezheplerle arasındaki en büyük tartışma sebebiydi.

Mutezile İslam Aydınlanmasıdır. Bir İslam Rönesansıdır.

Mutezile İslamın yüzakıdır.

Bağdatta Memun zamanında Kurulan üniversite( Beyt ül hikme ) , Yunancadan aktarılan eserler, Hint rakamları, Cebir ve Kimya. Ortaçağı aydınlatan islam güneşi Mutezilenin sonucudur.

1770 İmmanuel Kant 'ın Aydınlanması - bir batı mutezilesidir.

Mutezile islamda maalesef etkisini kaybetmekle birlikte yeniden incelenmesi ve diriltilmesi gereken bir konudur.

İmmanuel Kant'ın Aydınlanma düşüncesi dinin baskın olduğu ülkelerde Laiklik prensibi ile korunmaktadır.

İslamda da Akıldan ziyade, imana önem veren mezhepler topluma hakim olduğundan çağdaş uygarlık yolunda önünde pek engel tanımak istemeyen Türkiye Cumhuriyeti Fransadan aldığı laiklik prensibiyle yoluna devam etmektedir. Fransa da bu prensibi Katolik kilisesinin çıkardığı problemlerden korunmak için yapmıştır.

Belki iddialı bir tez olabilir ama toplumda Mutezile düşüncesi hakim olsaydı, din korkulan, çekinilen bir şey olmazdı diye düşünüyorum.

Herkese selamlar

 

 

 



__________________
Allah Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.
Yukarı dön Göster Saffet Metin's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Saffet Metin
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats