HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: Eşitlik Farz mıdır? (Nahl:71) Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

yanlış anlama yazacağımı.sen ptt de telgrafcımısın.?
çok fazla nokta kullanıyorsun.neyi anlatmak istediğini anlamak biraz zorlaşıyor.

eşitlikden kastın:" biz diyoruzki. her fert. eşit haklara eşit yaşam koşullarına hasip olsun. dünyanın nimetlerini alırken bazı engellerden kurtulsun. evine barkına getireceği şeylerin kazanımı onu elde. etmesi. onun ile geçiminde. bazılarına mahkum kalmasın. allahın yerdeki nimetlerini. aracı ile değilde. direk alsın......"

eşit hak?
eşit yaşam koşulu?
hangi engeller?
mahkum kalmamak?
aracı ile almak?
direkt almak?

bunlar nedir ,izah edermisin?
mesela:hukuk önünde eşitlik mi,maliye önünde eşitlik mi,bürokrasi önünde eşitlik mi?hangi sistem eşitsizliği savunur?uygulamada tam eşitlik nasıl sağlanacak?
eşit yaşam koşulu:zengin ile fakirin yaşam koşullarını nasıl eşitleyeceksin?zenginlik koşulları iyileştiren bir unsurken fakire bu eşitliği nasıl sağlayacaksın?nimetlere ulaşmada enbüyük engel insanın maddi gücündeki acizlikdir.zayıflıkdır.bu engeli nasıl ortadan kaldıracaksın?lafla mı icraatla mı?icraat ise hangi icraatlarla?

nereden bakasran bak:sonunda iş dönüp dolaşacak ve elindekinin yarısını vermeye gelecek.bakalım ozaman verecekmisiniz?
insanlara hayal veremezsin.vereceğin şey mal-meta-para..vs olacak.insanlara saydığın şeyleri vermen için-sağlaman için onların imkanlarını,olanaklarını artırman gerekir.ortadaki büyüklük bellidir.bu büyüklükden onlarında daha fazla elde etmesini sağlaman gerekir.ki o imkanlara kavuşsun.buda senin payının küçülmesi demekdir.ozamanda aynı şeyleri konuşacakmısınız?

söylediğin şeyler yanlış demiyorum.ama yönteminiz muallak.hatta olduğu bile şüpheli.birşey söylüyorsunuz.evet doğru diyeceğim yönleri olan şeyler.ama içini doldurun dendiğinde:ses yok.sadecene edebiyat kısmı var.teşhis var tedavi yok.hangi sistemi kurarsan kur günahı engelleyemezsin.günahın ve sevabın,iyinin ve kötünün,güzelin ve çirkini,doğrunun ve yanlışın olduğu bir imtehandayız.dolayısıyla bütün bu zıtlar her sistemin parçası olacakdır.

ALLAH sistemi kurmuşdur.düzeni anlatmış ve uygulamayı insanlara şart koşmuşdur.sonuçda bunu uygulayacak olan insanlardır.ve inan insanlar bütün kusurlarını sistemin içine akıtmaya çalışacaklardır.
iş adil-ve ALLAH ı tanıyan,iman sahibi,ahiret korkusunu içinde her an hisseden,kur'an ı tek kanun kitabı olarak kabul eden bir lider olmadıkça sizin konuştuklarınız hep hayal.HÜKÜM ALLAHINDIR.ama her hüküm ALLAH ın değildir.işte "ALLAH ın hükmünü "arayan bir lider olmadıkça sizin dediğiniz sadecene edebiyatta kalır.

__________________
De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests


          Sayın Fazıl.

           Dostane açıklamanız ve uslûbunuz beni mutlu etti.

           Diyorsunuz ki: Bu sorun sosyal toplum bilincinin tüme yerleştirilme  sorunudur.
           Parçaları tüme vardırmak için ben de Sayın Av. İlhami Çetin!in Adalet ve Rahmet adlı dev eserinden her kesime hitap edecek iki sahife aktarayım.Bazı sorulara cevap olacağını umarım.

                                      -Birinci sahife-

 

           Önce yine soru soralım ve makul cevabını bulalım. Zekât nedir? Zekât vermek nedir. Bu iki şeyi netleştirmeden sağlıklı sonuç çıkmaz. Eğer zekât “vermeyi” de kapsayan bir kavram olsaydı yüce Kuran, laf kalabalığı olsun giye “atüzzekat”(Zekâtı veriniz) demezdi. Onun mastar ise ZEKÂVET. Nasıl salâtın(namaz) mastarı SALÂVAT ve anlamı Havra ise, Zekât’ın mastarı da Zekâvet’tir.

           Oluşum mantığı tesbit ise, kökünü araştırmakla mümkündür. Böylece gerçekliğini ortaya koyarak Istılahı anlamının perdesinin arkasına bakıp, tedebbür edebiliriz. Şunu hemen belirtelim ki, kavramın birbirine bağlı önemli işlevsel anlamları vardır.

           1-Mal varlığında bir nemalanma, bir artma varsa bu insanı kirletir.

           2-Malında artma olmayan insan kirlenmediği için zekât vermez.

           3-Malda artma, başkalarında azalma yarattığı için, malı artmamış olanların artanda kendiliğinde hakları doğmuştur. Müktesebin miras yoluyla intikalinde zulum yoksa da(Ona bırakanın günahı devam eder).kişinin kendisin çeşitli nemalanmaları artma meydana getirmişse, iki türlü kirlenmiştir. Elindeki mala güvendiği için putlaştırma kiri. Kazanırken istese de, istemese de, diğer insanlardan üstün kazanım vasıtalarına sahip olduğu, elini çabuk tuttuğu için, başkalarına gitmesi gerekenlerde onda toplanmıştır. Temizlenmesi için malını mülkiyetinden, mal sevgisini kalbinden çıkartmadan temizlenemez. Buna tezkiye olmak deriz.

           4-Ancak geçimliğe yeten mal için zekât gerekmez. Onun üstünde kalanın verilmesi gerekir.

           5-Mescid El Haram ve harim(Mülkte iştirak) üzere yaşayana zekât gerekmez. Çünkü:

           a-Kendisine değil, kamuya maişet karşılığı çalıştığı için kesbi kendi nam ve hesabına değil, kamu nam ve hesabınadır.

           b-Kamu onun fazlasını artık değer olarak el koyup, ona sadece maişet(Geçimlik) verdiği için, maişet miktarını aşan zekat verme konusu olduğu için o insan zaten saf ve temizdir. Mülkten dolayı bir kiri yoktur.

           Öyle ise, zekât konusuna, İhram çıkartma ve HELAL STATÜSÜ İÇİNDE YTAŞAMANIN BİR KURUMU olarak bakmak gerekir. Yani “Komşu” anlamına gelen bir kavramdan aşağıya inmemiz gerekir. Bakalım “Ze” harfinde ve zekât kavramına sözlük de en yakın olan Komşu anlamına gelen kavram var mı? Öyle bir kavram var. Hem de geniş cadde anlamına gelen yol değil, maalesef bunun zıttı olan dar yol, hiyerarşik düzen ki, tamda hak dine karşı din icad edecek münafıkların bolca bulunduğu içtimai düzen.

           Ezzekabü: Dar yol. Patika. Yakınlık. KOMŞULUK.

           Münafıklar gerek cebren, gerekse hile ile manastır-Havra Haram üzere(Mülk de iştirak) son vererek insanları sınıflı toplumun komşuluk statüsüne soktu, kollektivizm esarettir, mülk de sınırlama yapar. Ne lüzum var ki, biz kendi irademizle fazlayı size infak ederek sizi kuş sütüyle bakarız. Sizin hamiliğinizi yükleniriz gelin bize dediler. Hatta bize gaipten haber verircesine kavramlar bize, şunu da dediklerini söyleyecek. Bizi sığınılacak hami kabul edin, SİZİ KUŞLARIN AĞIZDAN BESLEDİĞİ GİBİ, KURSAĞIMIZDA KALAN VE SİZİ SEVDİĞİMİZ İÇİN BOĞAZIMIZDAN GEÇMEYEN HAZMA HAZIR OLANI İSÂR YAPAR SİZE İKRAM EDERİZ dediklerini kavramların diyalektik mantığı haber veriyor.

           Zekzekaten ettairu ferhahü: Kuş, yavrusunu ağzıyla beslemek. Yedirmek

           Halktan bu yolda izin alınca veya onları böyle avutup, kimse elini uzatmaya fırsat bulamadan, çabuk çabuk topladı. Toplamakla kalmadı, kursağında bile tutmadan yutuverdi. Sanki Kaz karabatağı gibi diyor kavramlar bize. Karnına zakkum doldurduğu da söylüyor. Çünkü insanları Nahl–71 ve Bakara–219. ayetlerle verilen ölçü dairesinde en güzel ve en tatmin edici şekilde infak etmek yerine, gülünç bir oran vererek infakı unuttu gitti. Paralar zimmetinde yığıldı. Bunu infakı icap edeni hemen infak etmek için gayrı menkule değil, menkul(Para olarak) hazırda tutması güzel elbette, ama ne gezer. Bu kavramların hepsi Ansiklopedik Arapça sözlüklerde var. İlim ve hakikatı arayanlar bakım emin olabilirler. Biz, bu melelere sığınıp onlardan medet umanları zekât kavramının kökünde bulunan “Zekâ” kelimesinden yazarak sürdürelim.

Zekâ: Birine sığınmak. İltica etmek. Dayanmak.

           Harem ve Harim(İştirak halinde malikler olarak yaşamak) terk edilip, komşuluk(Helal) statüsüne geçildiğinde, hami-mahmi sistemine geçilmesinde iki zıt netice doğar. Ya hamiler, ihtiyaç fazlasın, insanları bunaltıp üzmeden ve istemek zorunda kalmadan, itidal seviyesinde bihakkın infak ederler. Ya da onlara ödemek zorunda oldukları haklarını bihakkın ve gününde ödemeyerek “darbe vururlar:

           —Hü hakkahü: Borcunu ödemek.

           —Fülanü keza savtan: Vurmak(Kamçıyla)

           —Hü nukude: Akçe sayıp vermek.

           Bunu verenin kimseyi minnet altında bulundurmasına gerek yoktur. Bilakis alana minnet duymalı ki onu ağır sorumluluktan kurtarmış, onu temizlemiştir. Tıpkı, timsahın diş diplerinde kalan etlerle karnını doyuran kuşun değil, timsahın minnet duyması gibi. Çünkü ağzının ifsada uğramasını önlemiş, onu sağlığına kavuşturmuş, pislikten temizlemiştir. Kendini bilen hami, ihtiyaç fazlasıyla kendisine gayrı menkul almaz, onu sermayede katmaz. Ya devamlı yanında nakit halinde bulundurur ki, muhtacın infakı aksamasın veya sosyal devleti kurarak, üzerinde taşımayıp hazineye verir ve devamlı infak sorumluluğu yönetme emanetini kullananlara yüklenmiş olur. Şöyle ki:

           Ezzükâü: Servete sahip olduğundan daima hazır parası olup, gerektiğinde hemen veren kimse. Peşin veren kimse.

           Yine kavramlar bize bunun bir inayet değil, istenip dava edilecek, belki de merhum Ebu Zer(r.a) isabet buyurduğu gibi, “Birinde var, bende yoksa, hakkım olanı ondan zorla alırım” dediği gibidir. Yani fakirin zenginden hakkı olan infak için lazım olan menbağı zorla alması da meşrudur. Çünkü hiçbir kavram bunun inayet-iane değil, aksine hak olduğunu söylüyor.

           Yine bize kavramlar, hamilerin iki zıt tutumlarını dile getiriyor, hamilik görevini eksiksiz yapmayan, yani insanları suya kandırması gerekirken, kendileri meleleşip az bir şeyle borcu savuşturduğunu anlatan kavramlar vardır sırada, biz bunların bir kısmını atlayarak, görev ve sorumluluğu, kendisini zayıflatarak, muhtacı zayıflıktan kurtarma yerine, görevini bihakkın yapmayanlara giden birkaç kavram kaydedelim.

           İzkaken ala eşşeyü: Bir şey üzerine musir ve hâkim olmak.

                  Bebiblihi: Sidiğini hapsetmek.

           Bilindiği gibi hakları eskizsiz vermek anlamına gelen “kıst” sidik torbası anlamına geldiğine ve kısa periyotlarla sidiği boşaltacak şekilde altı delik olması devamlı ve içerde kirlilik bırakmayacak şekilde boşaltmaktadır. Bu menfur hami bunu bilinçli ve iradi olarak tamamen boşaltıp, artanın hepsini infak etmediği için sidiğini tutmakla teşbih edilen şey, cimrilik yapıp az bir şey vermektedir. İhtiyaç fazlasının hepsini değil, mesela kırkta birini vermektedir.

           Ezzükketü: Tasa. Gam. Öfke. Kin.

           Ezzekkâzikü: Çirkin hakir adam.

           İşin aslının artanın hepsini vermek olduğunu kendiliğinden idrak edip anlayan kimsenin zeki akıllı olduğunu kavram bize bildirir.

           Erzükayetü: Feraset. Zanni sadık.

           Ezzekinü minelrical: Zeki. Tahmininde doğru adam.

           Bu kimselerin hafızalarının da sağlam olduğu açıklanır. Çünkü tecrübeyle sabit olmuştur ki, hami- mahmi sistemin münafıklarıyla bu işin yürümeyeceği, yaşanarak ayn el yakin olarak denenerek bilinmektedir.

           Zeki, zekâen: Bir şey artmak. Fazlalaşmak.

           Zeki insan bilir ki, mülk de artma havadan gelemez, ödenmesi gereken borçlar hak sahiplerine ödenmediği için zengin olunmuştur. Hem çalışanların karşılığı ödenmemiş emekleriyle, hem de şeriat gereği ihtiyaç fazlasının hak sahiplerine kıst yaparak ödenmeyip çoğu elde tutulduğu için birileri zengin olmuştur. Buradan başka bir şeyde anlaşılıyor. Demek ki zekâtın yalın anlamı mal varlığındaki artmadır.  Bu anlamıyla da “Nema” ile benzer anlam taşır. Yani zekât artmadır. Onu vermek fiiliyle kullandığımızda borç ödemek için artanın zimmetten çıkarılması anlamına gelir. Amaç, malın insanı kirletmiş olmasından dolayı fazlanın verilerek günahtan ve haramdan kurtulmaktır. “Fakire lazım olan, zengine haramdır” kuralı devrededir.

           Bir şey daha var ki, kandıracak kadar vermektir. Bu ise infak anlamına gelir. Çünkü nafakalandırmak işi geçinme masraflarını karşılamak anlamına gelir. Bu da ancak, vermesi gerekenin bu oranda vermesi anlamına gelir. Bir başka anlatımla Zekât artma, onun verilmesi infaktır. İnfak “masraf karşılamak” anlamına gelir.

           1-Kamunun masraflarını karşılamak.

           2-itidal ve kavam seviyesinde ellerine masraf parası geçmeyenleri infak(Masraflarını karşılama)

           Kuran, iki kıtsan koymuştur vermeye.

           HEDEFLENEN VE MİKTARI NEDİR?

1-Nahl–71 de verilmiştir. İtidal ve kavam üzerinde varlığı olanlar; bu seviyenin altındakileri yukarı, kendilerini de aşağıya çekecek kadar verirler. Böylece ortada bir yerde eşitlenirler. Her eşitlik bozulduğunda, geliri fazla olan derhal bu eşitliği sağlayacak kadar verir.

MÜKELLEFİYET NE ZAMAN BAŞLAR?

           2- Bunu da Bakara–219. ayet verir bize. Kişi kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu, yani iyalinin ihtiyacının üzerini çıktığı her kuruşu verecektir. Gerek devletin, gerekse kavam üzere olan masrafı karşılamaktan aczi olanlar da bu borcun alacaklısıdırlar.

         Hak dinin hak şeraitinin emri bu iken, sanki Kuranda hükmü yokmuş gibi “kitabı elle yazanlar” ona kendileri kırkta bir oranını haksız yere koymuşlardır. Bakınız Kavramların ses matematiğine göre diziliş yasası burada ki hileyi nasıl ortaya koyar. Buna ihtiyaç vardır. Yukarıda bir nebze konuya girdik ama detay vermemiştik. Biraz sıkıcıda olsa bunu yazmak zorundayız. Allah önce kavramları böylece korumaya almıştır. Kavramlarda vahiyi. İşte onu biz indirdik biz koruyacağız demenin anlamı da budur. Yani onun içindekini doğru dürüst çıkarmayanları, aksine kavramların içini boşaltanları ele vereceğiz demek istemiştir. Çünkü Rahman süresi bize, bozucu insan yaratılmadan kavramların yaratıldığını haber vererek, insanların kavram oluşturması kendi keyfine bırakılmamış olduğunu haber verilmektedir. Öyleyse hemen Arapça sözlükte ki “Zekevât” kavramını yazıp ses matematiğinin seyrini biraz takip edelim. Göreceğiz ki, yüzdelik usulü hak değil hadistir. Yani insan sözüdür.

     

          Ezzekatü- zekae-Zekevat; Bereket. Fazlalık. Temizlik. Salah. her şeyin halis ve pak olanı. Kişinin kendi malından infak ettiği muayyen miktar. Zekât( şeraitte)

          Ezzekkiyyetü; bol güzel arazi yer.

          Yukarıdaki gibi bol ve verimli bir iş ve gelir sahibi olunduğunda, temizlenmek ve salahı bulmak için yapılması gereken şey; bir çocuğun bakıma muhtaç evladını yanından ayırmadığı gibi muhtaç olanları böyle bir ihtimamla devamlı besleyip bakmak farz olur. Hal böyle iken, bundan zühul edilerek ,”Tadımlık” sistemine geçildi. Bir lokma ile avutma gibi. Yıllık ve yüzde iki buçuk zekât bu niteliktedir. Oysa infak bu değildir. Hem çocuk ve anne arasındaki ihtimam gibi devamlı birlikte olup infakından sorumlu olduğunun bilincinde olarak, ne ile kendini infak ediyorsan aynı cinsten ve aynı derecede infak etme şartı uygulamadaki zekât sisteminde yoktur. Yine bir anne çocuğunu nasıl tadımlık değil de doyumluk şartını yerine getirerek besliyor, giydirip barındırıyor, hastalandığında tedavi ettiriyor. İlim veya tahsil ettiriyorsa, muhtaç da muhtaçlıktan kurtulana kadar öylece bakmalıdır. Zekât malı değil, insanı kirden ve necasetten arındırmak ve borçlu olduğu şeyi vermektir. İnsanı malın kirinden, mülk şehvetinden temizleyen şey.  Böyle yapmaktır. Kitabı elle yazıp koydukları oran, hak manada infak emrine uygun oran değildir. Sonraki makalede zekâtın infak( muhtaçların ve kamunun masrafını karşılamak) olduğun Kuransal kanıtlarıyla konuya devam edeceğiz


Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests


                                 -İkinci sahife-

           

         Bu ölçü Bakara 219 ayette verilmiştir. İhtiyaç fazlasının infak edilip biriktirilmemesi. Buna iffetli olmak denilmiştir. Bundan kaçınmak ise iffetsizliktir. Zekâtın icmali anlamını ”Ezzekatü” kavramıyla önceki bölümde verdikten sonra diyalektik ilerlemeyi sürdürelim. Bunun dışında salah arayıp aşağıdaki gibi hareket edenlerin bunu hangi amaçla yaptıkları bahilliklerinin sebep ve sonuçları devam eden kavamlar da tek tek açıklanır. Ahirette mülkten hesaba çekildiğinde günahsız çıkıp beraat edebilmek için şu misal verilmiştir.

          Zelibe-zelben essabiyyü biümmihi; çocuk anasından ayrılmayıp daima yanında olmak.

          Bunun ihmal edilerek “Tadımlık” sisteminin misalleri de şöyledir.

          Ezzelabyetü; Bir çeşit tatlı. zelbiye helvası. ( artanın hepsini vermeyip muhtaca adeta bir lokma tattırmak şeklindeki bahilce zekât)

          Ezzülabetü; el Lokmatü; Lokma 

Lokma kavramının sömürücüye giden tarafını da hatırlatalım,

Lakame-Lakmen ettarika evgayrehü; Yol v.s şeyin ağzını tutmak, kapamak.

Lokman etteamü; Yemek. Süratle yemek. Çiğneyip yutmak

           Hatırlarsak, yutmaması, kursağında bekletip, kendi ihtiyacı da duysa, midesine indirmeyip, geçindirmekler mükellef olduğu fakirlere, miskinlere, mağdur ve mahrumları kuşun yavrusunu beslemesi gibi beslemesinin gerektiğinin, ama bu misaka uymadığını görmüştük. Aynı tavsiye ve eleştiri burada da başka kelimelerle atıf kavramda yineleniyor. Zaten bu nitelikte olmasaydı niçin benzer anlamları taşıyan böyle bir kavrama atıf yapılacaktı. Demek ki “kapattığı kapı” budur. Zekatın infak(Masrafı karşılama) anlamını kapsamdan çıkartıp, deveden bir kulak vererek savuşturmuştur.

Elkame ilkamen hü ettaame; Gagası ile yedirmek. Eli ile ağzına vererek yedirmek

        Kapatılan yol budur. Sanki varsıl her gün beslenmeye ihtiyaç duyarda, fakir senede bir kez duyarmış gibi ona senede bir kere çok yetersiz şey vermektir başka yola girmek. Oysa kollektivizm dışında bir sistem seçenler(Komşuluk veya helal statü) yukarıda anlatıldığı gibi günlük ve hatta öğünlük nafakayı vermesi, eli ile besler gibi bakıp geçim, giyim, barınma ve benzer sorunlarını anında ve gününde karşılaması gerekir. Oysa yüzde iki buçuk zekât bu sorumluluktan kaçmaktır. Kuş gagası ile beslediğini, kendi kursağına girmiş olandan, yani kendi ihtiyacından kısarak dahi besler. Onun midesini gidecek, ona kan ve can olacak şeyden fedakârlık yaparak bunu yapar. Zekât böyle bir infak mecburiyeti getirir. Aşağıda altını çizdiğimiz “Galak” atıf kavramı geleceği için önce onu açıklayıp sonra sıramıza dönelim. Galak atıf kavramının belli bir aralık içersinde tetkikini okuyucuya bırakıyorum yalnız bu kavramı önceleyen “El Ağlaf” kavramını not edip yerimize döneceğiz. Çünkü Galak kavramı hemen bundan sonra kavramlaşmıştır.

 

        El Ağlafü; Kılıflı şey. Kılıflı kalp ki anlamaz, duymaz. Sünnetsiz. GENİŞ BOL DİRLİK.

İşte Bakara 219.ayeti görmezlikten gelerek iffeti terk etmek, kalp katılığı sünnetsizliktir. İnfak kapısını kapatan şey de bol dirlikli olmak tutkusudur. İtidalin ve iffetin terkine sebep olan şeyin mülk şehveti olduğunu anlıyoruz. Yine anlıyoruz ki, halen bu bahillikte ısrar edenlerin kalpleri kılıflı sünnetsiz mizaçlıdırlar. Biz Zekevat kavramının devamı kavramları incelemeye devam edelim.

         Zelece –Zelcen el babü; AĞLAKA BİLMİZLAÇ; Kapıyı sürgülemek

         Zelece- zelcen, zelicen. zelecanen; Yere ayağını pek basmadan, hafifçe ve süratlice gitmek.

         Zelece – zelecanen hü; ÖNE GEÇMEK.

         Zelice –zelecen el mekanü; Yer düz ve kaygan olmak.

         -t  kademe hü ;Ayağı kaymak.

 

         El kelamü min fihi; söz düşüncesiz ağızdan çıkmak.

         Ezlece izlacen Elbab; kapıyı sürgü ile sürgülemek.

         Ezlece hü; kapıyı sürgülemek.

            —kelamen: EFŞAÜ; ifşa etmek. Çıkartmak. Ağzından sözü çıkartıp insanlar arasına yaymak.

              —AYŞÜHÜ: YETECEK KADAR ŞEY İLE GEÇİNMEK HUSUSUNU SAVUŞTURMAK

     SAVUŞTURMAK kavramı ise şu anlamlara gelir. ;Geçiştirmek. Atlatmak

  

        Demek ki zekât fazlalık. Temizlik ve salah bu fazlalıktan muhtaçlara infak ederek kurtulmak ise, salah bu ise, fazlalığın tamamını vermeyip, hileli yollara sapmak. İşi geçiştirip insanları atlatmak. Bu sorumluluğu ve onun kendi bütçesine vereceği “zararını” savuşturup geçiştirmektir. Bunun yarışta öne geçmek farklı olmak için ve bol dirlik sahibi olmak için yapıldığını, ama bunun ayak kaydıracak bir hal olduğunu da öğreniriz.

 

       Zebur ilmi ve Davut Allah anlayışı ve Mesih( takva vera ehli) İsa (kâmil insan, veraya uygun insan) bakış açısından salah ispat edilmiş olsa da kavramlara biraz daha devam etmek yararlıdır.

      Tezellece tiezellücen til kademü; Ayak kayması.

        —Eşşerabe: şiddetle ve çok içmek. ( İştira faili eylemlerindendir)

       Ezzalicü; Şiddet ve sıkıntılardan kurtulmuş adam. suyu şiddetle içen kimse. Yaydan çabuk kayan ok.

           Sorumlulukları üzerinden atıp bol dirlikle refah içinde yaşayan, başkalarının derdi ile dertlenip uykuları kaçmayan adam.

       Ezzülücü-zülicü; yayadan çabuk kayan ok veya yerden gidip nişana vuramayıp giden ok.Uzun uzak yokuş. Çabuk insan veya hayvan..

       Ezzalicatü; seri deve.

       Mekanü zülcün; Kaygan yer.

       Çünkü vermeyi azaltmış, muhtacın dünyasını, kendisinin ahiretini hüsran etmiştir.

       El Müzellecü; AZ ŞEY. Nakıs kişi. Her şeyin alçak ve değersiz olanı. BAHİL. SAF VE HALİS OLMAYAN DOSTLUK, SEVGİ 

       Yüzdelik zekâtla geçiştirilen sözde sevgi

       Zelehahü; tatmak.

       Ezzelhu; EL BATILÜ; Batıl. Asılsız şey.

       Ezzulhu: Büyük kâseler

      Zeleha (hı) zelhan zelahanen erracülü; Yürüyüşte yoldaşını geçmek ( rekabet. Şahsi terakki ve mülkleşme tutkusu bu cinstendir.)

      Zeleha zelehan; SEMİNE; Semizleşme

      Zelizen; kararsız endişeli olmak

 

İtidalin terki ve rekabet ve yarışa sokulan insanın psikolojik durumu panik halindedir. Artık o insan zulme ve haksızlığa hazırdır. Samimi dostluk ve sadakat bitmiş kuyu kazma ve fırsat kollama cari olmuştur.

      Ezzelüzü; Ağırlık. Yük eşya. bir adamın geldiği yol.

      Ezzelzaü; iş ve maslahat

      Elzülzülü; Kıtal. Harp. Şer. 

      Ezlea’ izla’an hü: Etmeahü; Birini bir şeye tamah ettirmek.

      İzdile’a izdilaan; Yankesicilikle. Yalanla, hile ile bir şeyi kapmak.

          İnsanları itidal seviyesinde olmaya alıştırmamak ve mülkleşme yarışına sokmanın hazin sonu budur. Zilzal süresinde de bu anlatılır. Demek ki Kuran da iffet, itidal, kavam tavsiye edilmesi boşuna değildir. Bir takım aklıevvellerin bu ilkeleri ihlal ederek, servet ve sermayenin belli ellerde toplanmasının yolunun açılması şer bir yoldur.

           Ayak kaydıran bu yer, Birru takva, sıla-i rahim ve karz-ı hasenenin terk edildiği dünyevi şeylerin yarış, rekabet ile elde edilerek mülkleşme kavgasının verildiği her sistemdir. Mescid El Haram yaşam biçiminin terki ile geçilen “komşuluk” diye isimlendirilen ihramsızlık sosyo ekonomi politiğin sınıflı topluma müsaade etmediği ve her artanın anında tevzi edilerek eşitliğin korunması şartından gaflet edenlerin macerasını anlatmıştır kavramlar. Hak dinde komşuluk statüsüne geçmek, sadece havra-manastır mahsus arazisi dışına çıkmak anlamına gelir. Eşitliğin ve yardımlaşmanın dozunda hiçbir eksilmeme yapılmaması hak dinin ilkesidir. Dalalet ise, komşuluk statüsünün batıl dinlerin sosyo ekonomi politiğine dönüştürülmesidir. Yani ferdiyetçi anlayışla meleleşmeye izin vermektir. Halka da “bunu sizin için yapıyoruz, zira bunlar girişken ve beceriklidir, size iş ve aş verirler” yalanı ve aldatmacasıdır. Güçsüzlerin daha da zayıflamasından başka sonuç vermez. Üstelik ihtiyaç fazlasının infak için kullanılması maksadıyla zekâtın(artanın) devamlı(infak şeklinde, geçimlerini üstlenmek) yapılmasını terk etmişler şekli ve sembolik maskaralığa dönüştürmüşlerdir. Bahane ise, meleler oluşturmak şarttır yalanıdır. Meleler şartsa, onların çok sermayeye ihtiyacı vardır. Çünkü rakipleri sermaye arttırıyor bunun için vergisi(Zekât miktarı) düşürülmelidir. Size iş aş vereceğine göre o da bir tür infak değil midir hilesidir. Bu tutulan yol zekâtın, zekât olmaktan çıkartılmasıdır. Serbest piyasa zulmü ve rekabetçi düzene zekât(artanın tümünün vergi olarak topluma iadesi) kurban edilmesidir. Samimi dostlar Ensariyet ve isâr sisteminin terkiyle, sosyal siyasette hami-mahmi, ekonomik siyasette “her mahalleye bir milyoner” misali devlet siyaset, teşvik ve desteğiyle inşa etmek Liberalist politikaların ayak kaydırıcı olduğu açıklanmıştır…

           Diyalektik analize başladığımız yerde KAPMAK anlatım ve anlamıyla analize başlamıştık. Bura da dinde hırsızlığın, halka gitmesi gereken miktarda yapılan kısıtlama ile, ihtiyaç fazlasının müktesib de kalması olarak faydalı bir bilgide edindiğimize göre, diyalektik analizi kesebiliriz. Bir başka gerekçe ise, zenginleşen, diğerlerinden çevik olduğu için fazla kapmıştır. Eğer o hız yapacağı vasıtalara sahip olmasaydı, kazanım vasıtaları olmayanlar da elini uzatır, kendi rızıklarını kendileri devşirirdi. Bunun için de hakları mele de kalmıştır. Yoksulun ve devletin zekât-vergi alacağı mihnetle alınacak bir şey değildir. Devlet veya muhtacı mükellef mihnet ve minnet altında koyamaz. Muhtaç da teşekkür etmek ve devlet ödül vermek zorunda değildir. Çünkü bu verilmesi zorunlu olan bir borçtur. Mihnet duyacak birisi varsa o da, timsah misalinde olduğu gibi timsahtır. Çünkü üzerindeki çürütücü ve kirlendirici pisliği vergi olarak almak suretiyle Allah onu temizlemeyi dilemiştir.

         Eski kavimler de, yani ilk ehli kitap kabul ettiğimiz Yahudi kavminde de böyle olmuştur. Zaten üzerinde bulunduğumuz şeriat, tam da Kuran şeriatı değil, çoğunlukla İsrailiyyat’dan devşirilen şeylerdir. Onun için “Yüzünü Mescid el harama çevir” denilmiştir. Mescid aksa ubudiyeti bunun kadar kıymetli değildir. Aksa türü kullukta Kollektivizm terk edilmiş, zenginlerden toplanacak yüzdelikler, orada (Uzak mescide) toplanıyor ve sonra alan el, veren el sistemiyle dağıtılıyordu. Bu “Isran kema hameltehü” sistemidir. Isra suresi iki tür kulluğun inceliklerini Resulullah’a anlatır. Tövbe suresinin 108. ayetinde ise yöneleceği sosyo ekonomi politik ubudiyetin Haram üzere secde etmek olduğu bildirilir. Çünkü aksa türünde çevre bereketlendirilmiş, oradan toplanarak fakir, miskin, muhtaç ve mahrum bırakılanlara telafi kabilinden aktarma yapılır, Haram üzere ubudiyette ise, sistemin kendisi bereketlendirilmiş(Teşrik-i mesai) ve iştirak halinde mülkle yardımlaşarak değerler üretilir. Selam ona İsa sonrası gelen şeriat budur. Yani muttakiler kollektivizmi belki selam ona İsa öncesi nafileydi. Ama son iki Peygamber onun pozitif zühd olarak kalıcı olmasını hem tavsiye ve hem de yaşayarak sünnet yaptılar. Kuran’da bunun üzerine tebliğ edilmiştir. Haram üzere secde etmek bir kuran emridir. Buna kısaca Birru takva diyebiliriz.(Bakara–177).Yüzün Mescid el harama çevrilmesinin sosyo ekonomi politik anlamı da budur.

       Görüşünü, düşünceni bu sosyo ekonomik kurumda topla. Takva ehli bu şeriat(sosyo ekonomik sistem üzerinde yaşardı, ta eskiden beri) yaşardı. Mescid el aksa üzerine değil denmektedir. Çünkü “Aksa” kavramı bir bakıma da uzak secdedir. Yani mülkte iştirak mahallinde değil dışındaki boyun eğmedir. Onda da serbest rekabet değil, ensar ve isâr şarttır. Ama yozlaşmaya açık olduğu için her an liberalizme dönüşebilir. Ayrıca hamiler toplumu bakmayı tekeffül bahanesiyle ganimet peşine düşerler, böylece de Yurtta ve cihanda olması gereken sulhu(Kavramsal İslam) bozarlar. Yukarda kavramların diyalektiği bütün bu hakikatleri bize anlattı. Yani “seri ve sürat yaparak yürümek” itidali ve Kollektif yaşamı terk ederek yarışarak yaşamak ve ondalıkla işi geçiştirmek. İşte üzerinde bulunduğumuz yüzdelikçi zekât sistemi Talmud şeriatıdır maalesef. Kuran şeriatı ile ve İsa ile gelen muttakiler Kollektivizminden önceki halin uygulamasıdır. Bu tarihten itibaren iki büyük Resul gelmesine rağmen, aldırmadan ve anlamak istemeden Talmud şeraitine devam edilmektedir. Biz Müslümanlar çok azımız hariç, yüzümüzü hep Mescid el aksa da tuttuk. Çünkü Peygamberlere itiraz edenlerin dinini örnek aldık. Onların Kuran yorumu şeraitimiz oldu. Hak dinin “El hakkı Musaddıkan” anlayışını topluca hiç tatmadık. O karşılıklı dostluğun kültürüdür. O milleti İbrahim gibi olmaktır. Kalbi tüm putlarından arındırmaktır.”Şetta” ;başka başka, ayrı ayrı, çok ve dağınık olmayı yeğlemektir. Onun için secdemiz “Şetun” ;ırak, uzak, baid nitelikli oldu.

Yani Aksa ile ifade edilen hal üzerine boyun eğdik. Hatta verilmesi gerekeni ondanda eksilttik. Bu ise, tam itaat değildir. Tam teslimiyet değildir. Tam teslimiyet yoksa İslam da yoktur. Çünkü Salât kavramının Salâvat anlamına dikkat etmedik. Onun Nasara kilisesi, onun da yardımlaşma toplumu, onunda havra-manastır, onunda mülkün ortaklaşalığı olduğu fark etmedik. Toplumculuktan söz edilmesine bile tahammül edemedik. Münafıklara uyduk İslam(Tam teslim olmak ve rekabetten barışa geçmek) sosyalizmine savaş açtık. Kıraatten tilavete, Tilavetten Tertile geçemediğimiz için de, Şett-revv diye okumak aklımıza gelmedi. Davarı suya kandırmakta. Dağınık ve tarumar olma yolunu tutuk. Bunun için de, Kuran yerine “Ravi”lerin rivayetlerini şeriat yaptık. Bu ise kitabı elle yazanlara uymaktan başka neydi. Kuran’dan hüküm çıkartma yerine, heyet kararı ile cumhur çoğunluğu ile içtihatlar yapıverdik. Kuran’da açık hüküm olmasına rağmen böyle yaptık kimi zaman. Veya heyetten de vazgeçip “İşaret”; bir şeyi gösterme sureti ile işi halletmeyi o kadar ileri götürdük ki, Şeyhülislamlara işi bırakarak İşareti Aliyye ismini vererek işleri birer hile-i Şeriyye olan fetvalarla hallettik. Ve bir türlü Medine yi ve Ensariyeti kuracak hükümleri, erdem kaynağı olan Kuran’dan çıkartmak istemedik. Çünkü gerçekle yüzleşmekten biz de korktuk. Tıpkı kıssalarını Kuran’dan dinlediğimiz bir kısım İsrail oğulları gibi.

       Mademki, iştira bir şeyi terk edip bir başka şeye yapışmaksa,  bunun tam dayanışmalı Kollektif hayattan vazgeçip yüzdelik vererek yaşamak diye tanımlamıştık. Yani kötüye doğru değişim. Ve yine müktesep hale gelmiş veya intikal dolayısı ile müktesep hale gelenlerden yüzde iki buçuğu, yani kırkta bir ve öşür, yani üretim, ticaret, tarım vesaire gibi kesb yolları ile gelenden de yüzde on olmak üzere yüzde on iki buçuk verip, başkalarının derdiyle dertlenmekten kurtulup, manastır kollektivizmine son verip, bunun yerine bedel verme yolu tercih etmiş olduk. Yani fidye ile sorumluluktan kurtulma yolunu tuttuk. Hak olan misakı yapmadık. Yapsak da uymadık. Çünkü monarşiden ve onu kutsamaktan kurtulamadık ki, ekonomik demokrasiye geçelim. İslam şura üzeredir. Şura monarkın meleye danışması değil, halka devamlı danışıldığı “katılımcı demokrasinin” ta kendisidir.

      Bunu  “Kalil” kavramının az diye nitelenmesini açıklığa kavuşturmak için bu kavramı başka bir kıraat e okuduğumuz da ufkumuz açılır. Kilal kavramı, işte bu Yunanca Eklasia(kiliseden) (toplumculuk) esinlenerek türemiş gibidir. “El Kılletü “ çokluğun zıttı azlık kavramıdır. El kulletü ise her şeyin zirvesi üstü, insan topluluğu kavramlarından sonra sözlük sırası kiliseye (toplumculuk) geçer. Bu mutlu bir azınlığın eşitlik için de yaşamaktansa, ferdileşip yardımlaşma olarak bir yüzdelik verelim diye buldukları bir yöntem ayette anlatılıyor. Kıllet burada “Az şey vermek” anlamına gelir. Yani toplumculuk(Sosyalizmden) kaçış hilesidir. Şu bir gerçek ki, nasıl Aşere(on kavramı ) yine ülfetle bağlılık, aşiret ve yüzdelik verme kavramlarından dolayı kavramlaşmış, sonra bir rakam ismi olarak kalmışsa, Kıllet de böyle kavramlaşmıştır. Sekiz kavramına hep böyle sosyo ekonomik çekişmelerin ortasında oluşmuştur.Yani sekiz de bir vermek adet veya beklide bir dinin zekat kuralından kavramlaşmış gibidir..İşte yukarı da hesapladık.Kollektif yaşamdan kaytarmak isteyenler, öşür ve zekat toplamı olarak toplan %12,5 verdikleri için, buda yüzdelik olarak  1/8 hisseye tekabül eder.Şimdi yine fıkıhta tartışılan ve anlamının ne olması gerektiği kesin karara bağlanmamış “Sünme” kavramı da böyle bir sosyo ekonomik ihtilaftan doğup  daha sonra da, ”Sonra” anlamını almıştır gibi. Oysa Bu kavram ıslah olmanın 1/8 le yerine getirileceği kavramı ile ilgilidir. Dini hayat Kurumlaşması eskiden bu anlama gelmezken, Kollektif dini yaşam terk edildikten sonraki bedelle (fidye) ile yakayı kurtarmayı, yani bozulmayı ifade için kavramlaşmıştır. Bunun kanıtını da  “Sümme te-sümam” kavramında delilini kolayca buluruz. Bunun manası “Bir tutam ot” anlamına gelir. Hani biz deriz ya, ağzına bir parmak bal sürdü. Önüne bir kemik attı diye. İşte Arapça dada bu “Kalil” uygulamaya başlandığın da, bu bir tutam ot vermek, bir avuç azınlığın “malı götürmesi” uygulamalarını izah içindir. Bir başka kanıtta

           Görüldüğü gibi artanın hepsinin infak edilmesi, eğer ilkellikten medeni ve sosyal hukuk devletine geçilmişse, vergi şeklinde toplanacaktır. Bütün vatandaşların insan gibi yaşayacağı işine ve aşına kavuşturulması görevini ihmal ve ihlal eden ferdiyetçilerin dalaleti sonucu kırkta bir gibi gülünç bir hal alan dinin infak kuralı(Muhtaç ve devlet masraflarını karşılama) ferdiyetçi münafıkların bir oyunuyla oran konularak ziyan edildi. Onun oranı aklını kullanan ve suiniyetli olmayan herkese, Nahl–71 ve Bakara–219 ile verilmiştir. Çünkü zekâtın amacı infaktır. İnfak ise: Masraf etmek ve masrafını karşılamaktır. Kimin masrafını kim karşılayacaktır?

           1-Devletin kamu hizmetinin masraflarını kazananlar karşılayacaktır.

           2-Fakir, miskin, yetim, öksüz, yolda kalmış, mağdur ve mahrumların… Masraflarını yine kazananlar karşılayacaktır.

           Buna her kazanan mecbur mudur? Hayır, kazandığı halde muhtaçlıktan kurtulamamış olanlar hariçtir. Peki, ihtiyacını karşılayacak kadar gelirin üzerinde kazananlar, kendilerini muhtaç duruma düşürecek kadar mı verdi(Zekât) verecektir. Hayır, ihtiyacı karşıladıktan sonra artan her kuruşu vereceklerdir ki, kamu da, fakirde ihtiyacını karşılar hale gelsin. İşte bir dinin içi boşaltılıp batıllaştırılmadan önceki infak( Aharın masrafını karşılama) koşul ve miktarı buydu. İşine gelirse böyle. Allah için iş yapmadıktan sonra senin putperestten farkın ne? Öyle ise niçin kazanayım zengin olamadıktan sonra diyorsan. İyi ya kurallar böyle konulmuş ki vaadinde durmayan ikiyüzlüler çekilsin de kar getiren işleri Allah ve insanlık sevgisi taşıyan Birru takva ehli mülkte iştirak içinde “Teşrik-i mesaiyle(El birliğiyle) yapsınlar. Muttakiler kollektivizmini(Mescid el Haram da harim üzere yaşamayı) emreden rablerine şükretsinler.


              Hürmetlerimle.

              Galip Yetkin.

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

bir de herkes maddi yönden eşit olmayı kafasına takmış...

paralarımız eşit olsun yeter...

herkesin cebindeki para eşitlendimiydi allah daha başka ne istesin...

allahın tüm derdi bu zaten...

senin cebine benimkiyle eşit miktarda para girsin diye ne peygamberler kitaplar gönderiyor...

çok çalışıp çok kazananlar nefislerini yenip diğerleriyle paylaşmadıkça cehennemde yansınlar...

allah cehennemi daha niye yaratsın ki...

senin cebine başkasından az para girmesine neden olan herkes yansın...

allah melekler ve peygamberler hep senin cebinin derdine düşmüşler...

 

 



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

"...Hayır, ihtiyacı karşıladıktan sonra artan her kuruşu vereceklerdir ki, kamu da, fakirde ihtiyacını karşılar hale gelsin. İşte bir dinin içi boşaltılıp batıllaştırılmadan önceki infak( Aharın masrafını karşılama) koşul ve miktarı buydu....."
ortak mülkiyetten de bir yerde bahdsedmiş.
bak arkadaş ısrarla soruyorum:ihtiyacından fazla olan her kuruşu dahıtıyormusun?bu yazıyı yazan avukat beyde acaba dahıtıyor mu?
birde yazının sahibi fazla nasara etkisinde kalmış.eski zaman nasara derviş-keşiş anlayışına iyice bulaşmış.fazla nasarvari konuşuyor.bu benim düşüncem.

ihtiyacın sınırı nedir?birisi çıksa dese benim şöyle bir yata ihtiyacım var ne diyeceksin?hayır bu ihtiyac değilmi diyeceksin?ihtiyaç listesi nedir,nelerden oluşur?ben buğday dikecem bin dönüm araziye ihtiyacım var dese ne olacak?ihtiyaçların sınırını kim çizecek?

türkiyede kişi başı milli gelir 10 bin dolar civarı.4 kişilik bir ailede eve yılda 40bin dolar girmesi gerekir.giriyormu?hayır.birileri pastadan fazla alıyor.ama işte o birileri pastadan fazla aldığı için kişi başı gelir 10 bin dolara çıkıyor.herkese 10bin dolar eşitliğini sağlasan;sen zannediyormusun bir sonraki sene bu rakam 10bin olacak?5bin bile olmaz.2bin bile olmaz.adam neden çalışsın.neden fabrika kursun?neden okadar işçinin sıkıntısını çeksin?neden devletle,maliyeyle köşe kapmaca oynasın.açık,gedik kovalamanın peşine düşsün.adam salak mı?sen bir kişinin bile sorumluluğunu üzerine almazken,adam yüzlerce,binlerce insanın sorumluluğunu üzerine alsın,neden?sen gel adamın ihtiyacının üzerindeki her kuruşa kon.yapma.nasıl bir anlayış.nasıl bir yorum.buram buram manastır kokan bir yorum.
adam tarla sürsün,ekin eksin sıcakda güneşde adeta bayılsın.sonra sen gel ihtiyacının üzerindeki her gram mahsule kon.sen ne yaptın,horladın.
bende kapitalizim düşmanıyım.liberalizim düşmanıyım.ama bukadarda olmaz.düşmanlığın vereceği sarhoşluğu kabul etmem.

__________________
De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
takva81
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 13 ocak 2010
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 288
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı takva81

 selamlar.

  yanlış anlama yazacağımı.sen ptt de telgrafcımısın.?
çok fazla nokta kullanıyorsun.neyi anlatmak istediğini anlamak biraz zorlaşıyor.

eşitlikden kastın:" biz diyoruzki. her fert. eşit haklara eşit yaşam koşullarına hasip olsun. dünyanın nimetlerini alırken bazı engellerden kurtulsun. evine barkına getireceği şeylerin kazanımı onu elde. etmesi. onun ile geçiminde. bazılarına mahkum kalmasın. allahın yerdeki nimetlerini. aracı ile değilde. direk alsın......"

eşit hak?
eşit yaşam koşulu?
hangi engeller?
mahkum kalmamak?
aracı ile almak?
direkt almak? 

     ben yazarınız ptt memuru çok ça nokta kullanıyorum. adam bir bağane arayacak. bulamadı da gözünün üstünde kaş var dedi.

     yazıyorum hele benim için yazmak çok zor klavye kullanamıyorum. bir yazıya bir saatimi harcıyorum. ne yapayım inş öğrenirim de milletin gönlündeki ptt memurluğu fikrini çürütürüm.

      gelelim meseleye. allahın dağıtmasında. bir eşitsizlik gören varmı diyorum. o yağmuru yağdırırken sınır hudud tanıyormu. hayır. ama onun halefi insan verdiği nimetleri paylaşırken . insana yapmadığı eziyet yok. allah zengin imal etti demekten dağa büyük bir iftira olabilirmi.

      nahl 71 : de allah rısk bakımından kimini kiminizden üstün kıldım. hemen aklına mülk hırsçılarının ağa gördünmü. allah zengin imalatını ezelde taktir etmiş. elden bir şey. gelmez. o üstün kılınanlar. ellerinin altındakilere verselerdi de. eşit olsalardı ya. evet ya allah zenginin elinin altındakilere vermesini istiyor. o zaman zenginde almak için ona çalışılmalı. nede olsa o zengini allah imal etti.

       hayır olamaz. allah asla zengin imal etmez. ma melektüm. mü elinnin altındaki işçi sınıfı diye çevirenler. köle diye çevirenlerden allah elbet hesabını soracak. rısk kı. para dolar. yer yurt ganimet diye sadeleştirip. güç simgesi yapanlardan allah elbet hesabını sorcak.

       burada elli bin kere açıklasam anlamıyorlar.  ayet nahl süresinde geçiyor. nahl bal yapan arı demek.

       o bal yapan arıyı tarif adiyor. bu araplar bal arsının ne yaptığnı bilmiyormu. elbet biliyor. peki kurana neden yazıldı. bir arının günlük işçiliği 

         allah : biz bal arısına vahy ettik. git dağlardan ağaçlardan ve insanların sana yaptığı evlerden (kovanlardan). kendine mesken tut.Sonra meyvaların hepsinden ye de rabbının müyesser kıldığı yollara koy, içlerinden renkleri muhtelif bir içecek peydâ olur ki onda insanlara bir şifa vardır, her halde bunda tefekkür edecek bir kavm için elbet bir âyet var.

    nerde tefekkür edecek akıl.

      



__________________
ben yanlız kendimi kurana adadım.
Yukarı dön Göster takva81's Profil Diğer Mesajlarını Ara: takva81
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests


          Anlaşılıyor ki konu biraz daha derinleştirilmeli.Bu yönde iki başlık daha açmalıyım:1-Haram üzere secde
                      2-Helal üzere secde
                  *******************************

          1-Haram üzere secde.

           HARAM ÜZERE SECDE ETMENİN NİTELİĞİ: Mükellefiyetler aynıdır, yalnız işleyişler ayrıdır. Birru takva üzere vahyedilen hak şeraitini terk edenler yüzdelik zekâta geçmelerindeki hileyi, bakınız seslerin matematiği nasıl ele veriyor. Bu Allah’ın bir lütfudur, vahilerin özünü koruyan bir mizandır. Bu önemli delile girmeden önce, infak, nifak, nafaka ve münafık kavramlarının Osmanlıca sözlükten anlamlarını hatırlatarak incelemeye başlayalım. Sonra da Hakdin Birru Takvaya ne kadar önem vermiştir. Daha Bakara suresini ilk başında “bu kitap muttakiler içindir” denmiştir(Bakara–2). Birr ise, yine Kuran’ın önemli ilkesindedir. Bu konuda Kuran’ın bütün surelerindeki Birr ve ebrarı anlatacak değiliz. Bu konuda en ağırlıklı ayet olan Maide–2 ayetidir. Burada “Birr”de yarışmak emredilmiş, maddi kazanımlar için yapılacak yarışma yasaklanmıştır. Hakdinler görev ve sorumluluk üstlenmek üzere yapılan ahid ve toplumca birbirini kollamak ve dayanışmak ve rekabet etmemek üzere misak yapılması şartlarına bağlanmıştır. Bunun bütününe Yemin denildiğini yine ortaya koymuştuk. Misaka sadık kalıp, toplumsal dayanışmaya en mükemmel işlerlik kazandırmaya sıla-ı rahim, kendi çıkarını öne çıkartıp tevazuu terk ederek sivrilme bencilliği ise sıla-ı rahimi kesmektir.

           Hakdinde en makbul Birru takva mülkte iştirak halinde malik olup siyasette iştirakı, şerefte iştiraki ve ekonomide iştiraki gerektirir. Bunun adı Haram üzere secde etmek, secde etmek ise boyun eğmektir. Bu alanların kişi veya bir veya birkaç sınıfların tekeline vermek şerde yarışmadır. Rekabeti serbest etmek ise, toplumu ifsad olup fitne oluşturur. Bunun için de misak yapmış olan bu toplumun, vecibelerini yerine getirmede en kolay ve en pratik yol mülk de iştiraktir. Buna Haram üzere secde etmek denilir. Mescid El haramın anlamı Birru Takva üzere yaşamaktır. Yine buna “Kâbe’yi kıble edinmek” olarak belirlenmiştir. Ortak olmak anlamına gelen “Harim” de bu haram kavramından türetilmiştir. Mescid El Haram ile mülk de iştirak böylece ayrılmaz bir bütündür. Sözleri Hakk el Yakin olan Allah bununla ilgili ayetlerde, Kâbe’yi kıble yapışının anlamlarından birisin Rabbim “Allah deyip, sonra da dosdoğru olun” sözünden çıkmayıp, istikamet üzeri olanlarla, cahiliye sosyo ekonomi politiğine geri dönenlerin açıkça ortaya çıkası için İslam mümininin samimiyet testi olarak koymuştur. Yani Gerçek müslüman “aksa üzere değil, haram üzere ubudiyette boyun eğecektir.” Daha önce anlatmıştık. Mescid El Haram da değer üretimi iç dinamiklerin emek ve alın teridir. Aksa üzere ubudiyette ise, helal usulü geçerlidir.  Beyt Lehem Beyt El Mal’dır. Halk bulunduğu neresi ise orada üretim yapar. Ürettiği değerlerinden ancak iyalinin geçimliğini alıkor, gerisini olduğu gibi Beyt El Mal’e teslim eder. Ora da adaletle tevzi etmek için Levililer vardır. Bunlar da, gerek yönetim masraflar, gerek savunma masraflar ve gerekse özel bir fonda birikenleri de nafakası olmayan veya yetmeyenlere bunu dağıtırlar. Bu sistem özel girişim niteliği olsa da, buna liberalizm ve kar sermayeye eklenmediği infak-vergi için çıkarıldığı için kapitalist üretimde değildir.

            Aksa üzere dinin mali sorumluluğunu yerine getiren girişimcilik, liberalizmle kapitalizme dönüştürülerek kısa süre sonra, verginin(zekatın) azaltılması ve sermayeye eklenerek üretime devam şeklini aldı ve vahşi kapitalizme dönüştü. Bunun için ve daha başka sebeplerden dolayı ve insanların yerleşik düzene geçip, üretim biçin ve ilişkileri değiştiği Kuran iniş tarihinden sonra ki dönemler de, Mescid el haram üzere ubudiyeti Birru takva dininin temeline koydu. İster bunu mülkte iştirak içinde, ister helal(Komşuluk) statüsü içinde yerine getirmek üzere misak yapın, kalan şey, toplumun geçimliğini sağlayamayan kesimini bütün ihtiyaçlarını karşılama görevini ihtiyaç miktarının(Geçimlik) üzerinde kazananların sağlama farzı aynı kalacaktır. İşte hileli zekât sistemi bunun terki demektir. Kazanan insan, kendisini hangi miktarda geçindiriyorsa, geçindiremeyenleri aynı miktar harcayarak geçindirmek zorundadır. İşte bu Kahire’yi(Firavunun başkentini değil), Kâbe’yi kıble edinmektir(Nahl–71 ve Bakara–219/2). Hak dinin hakikatını anlattığınız da şimdi dindarlık taslayanların kahır ekseriyeti buna itiraz eder ve kazan kaldırırlar.

Şunu da derler. Kazandığımdan bana sadece geçimliğim kalacak ve üzerini infak edeceksem niçin çalışıp da “o tembelleri” bakayım der. Oysa tembellik değildir asıl sebep, üretin sahaları ve üretim araçları yoktur onların. Ya da, zihinsel ve bedensel engellidirler. Öyle ise mülkte iştiraka razı ol, kim sana ihtiyacından fazla gelir getiren iş yap diyor. Onu infak etmek ve hayırda yarışmak istemiyorsan Kâbe’yi kıble edinmemiş olursun. Bu bir tarafa,  “Yüsra-Yesir”(ekonomik solda olmak (haram üzere kulluğu iştirak halinde mülkiyette yerine getirmek) niçin kolaylık denilmiştir. Maden ki, muhtaç ve mağdurların hakkı sana geçtiği için infak ve bunu karşılayacak çokluk da zekât(Vergi) vermek sana zor geliyor. Onun kolayı kamuya çalışarak içinden geçimliğini al, onu devletin ve yoksul-yoksunun ihtiyaçlarına ulaştıracak sosyal hukuk devletini kur. Zekâtını muhtaca dağıtılmak üzere peşinen kamuya verdiğim fazla emeğin, sadece geçimliği kadarını almakla fazlayı kamuya bırakmış olursun, ayrıca zekât vermen gerekmez, çünkü bunu, bedeli devlet tarafından tam ödenmeyen artık değerinle vermiş oldun. İşte ister ismine zekat, ister infak deyiniz. İster, kendinize çalışarak ihtiyaç fazlasını derhal elden çıkartınız. İster işin en kolayı olan, kamuya maişet karşılığı çalışıp, hak ettiğinizin çoğunu kamuya bırakarak fazlayı peşinen elden çıkartınız. Her halükarda, mademki sana helal olan geçimlik miktarıdır. Akıllı insan, Liberalizmi değil muttakiler kollektivizmini tercih eder. Hem de başkaları tembellik yapıyor ben niye ona bakacağım dememiş olursun. Allah emri de en hassas şekilde yerine getirilmiş olur.

Çünkü Buna sabredip devam etmek akletmeyenlere ağır gelir. Çünkü onlar kibirli ve cimridirler. Aşağıdaki ayetlerde, anti liberalist hayatın Birru takva ehli misaka sadık olanlardan başkasına ağır geleceğini onun için Kavramsal islamın kıblesini kıble edinmeyeceklerini ne de güzel anlatır. Tabi ki kavramlar üzerinde uzmanlaşmış ve ruhuna erdem yerleşip kibir ve cimriliği içinden atmış Rabbiyle karşılaşıp, büyük günahlardan olan Yemin-i bânus ve sıla-ı rahimi kesmekten dolayı zorlu bir hesaba çekileceğini “yakîn” yoluyla bilenler için. Yine kavramsal salât ve salâvatı bilenler, zekâtın tüm fazlalığın emvalden çıkartılması olduğu idrak ve bilhassa kabul ederek içine sindirenler için. Yine Salâtın içersinde Ruku zaten var olduğu halde niçin ve hangi anlamda Rükûdan ayrıca bahsedildiğini merak edenler için Ruku kavramının kavramsal anlamı ve kurumsal minhacını merak edenler için. Yine Salâtın içinde secde(Boyun eğme) zaten var olduğu için mi, ruku gibi ayrıca zikredilmediğini, rukunun ayrıca zikredilmesinin namaz dışındaki kavram rukudan mı ileri gelip gelmediğini açıklığa kavuşturacak kadar ilim merakının niçin olmadığını düşünmek gerekir. Veya bunu bildikleri halde bencillikleriyle üzerinin kapatılıp kapatılmadığını araştırmak gerekmez mi?

“Ey İsrail oğulları size in'am ettiğim nimetimi hatırlayın ve ahdime vefa edin ki ahdinize vefa edeyim ve benden korkun artık benden(Bakara–40)

Allah ahde vefa edenler söz vermiştir, gerek ahdi(Tek bir Allah’a ihtira, yalnız ondan isteme ve yalnız ona dua) ve insanlara adalet ve rahmet üzere davranma) sözüne sadık kalmaktır. Dikkat ediniz, zekat ve infak ta sadık kalmakla ilgili “sadakat” mastarından “Sadaka” türetilmiştir. İnfak, zekat ve tüm bağışları içine alan mücmel bir kavramdır. Hem Allah ahdinin içinde bulunan ve hem de ayrıca yurttaşlarla yapıldığı dinen farzedilen veya anayasal teminat altına alınması gereken ahid kısmına misak denilmiştir. Bu ise sosyal hukuk devletini kurmak ve bundan ödün vermemektir. Muttakiler kollektivizminden(Haram üzere yaşayarak gerçek hacı ismini alan hakka şahitlik yapan ve bütün bu amaçları gerçekleştirmek için “harim üzere olmak” yani mülkte ortak olmak) dönen, helal(Komşuluk üzere yaşamak) statüsünü liberalist olmakla karıştırıp her şeyi berbat ederler. Liberalizmi sistem edinen, böylece artanın hepsinin infak edilmesini misaka dahil eden dini ihlal ederek, onu sermayeye ekleyerek kapitalist üretimi benimseyenler bu ayetleri inkar ve hak dine isyan etmişlerdir.  Devletçiliğe(Farz kavramının etimolojik anlamı olan kamuya maişet karşılığı çalışıp, ayrı gedik edinmemek.(farz ve vacip kavramını Arapça büyük sözlükten incele)) dahi tahammül edemeyip, fi sebilullah’ın en hafifini eline fırsat geçince de ıslahçı gibi görünüp yerlebir edenlerin münafık olduklarını kanıtlarla isbat etmiştir. Bunlar aşağıdaki ayetlere ve namazın “dosdoğru kılınmasına” itiraz edenlerdir. Bunun için kibirli ve cimri münafıklardır.

“Ve beraberinizdekini musaddık olarak indirdiğim Kur'ana iman edin, ona inanmayanların birincisi olmayın, benim ayetlerimi bir kaç paraya değişmeyin ve benden sakının artık benden.(Bakara–41)

Münafığın para, mal-mülk ve mevki dükçünü kibirli cimriler olduğunu ifade eden bir ayet olup, İsrailoğullarının emir ve hüküm sahiplerinin, başkalarına emredip, kendilerinin ihtiraslarından dolayı uymadıklarını anlatan çokça ayetten birisi buradadır. Kuran yabancı bir kitap mı, bu erdem ilkelerini biz size de emrettik, ancak siz, para pul aşkına aksi bir sistemi minhaç ettiniz. Şimdi Müslümanların durumuna bir bakalım. Vâsıt ümmet görevi kendilerine ayetle yüklendiği halde, siyasette mi, adalete ulaştılar, ekonomik sistemde mi adalete ulaştılar ki, başkalarına hakkı, adaleti rahmeti emretmeye hakları ve yüzleri olsun. Çünkü mümin için birisi güzel diğeri daha az güzel iki yol vardır. Mülkte iştirak halinde bulunup, emekle çalışıp ihtiyacı kadarını(Maişet) alıp artanını kamuya terk etmesi zekât ve infakın en iyi verilme şeklidir. Bunun için İslamın içinden kamuculuğu çekip aldığınızda şeklî bir din kalır ortada. İkinci yol ise, Komşuluk statüsüdür ki, burada karma ekonomiye şartlı izin vardır. Kredi almayacak, çünkü Kredi faizi teşvik eder. İkincisi, ana sermayeyi arttırmayacak, yaşantısına lüks katarak çarçurda etmeyecek. Ailesinin geçimliğinden artana oran tutmadan olduğu gibi kendisine hayat veren kamuya iade edecektir. Yani çok yüksek bir vergi verecektir. Yani kollektivist sistemde eline ne geçiyorsa(Sadece geçimlik) bu sistemde de o geçecek. Sadece prosedür tersinedir. Orada üretimi kamu yapıp artık değerlere yine kamu menfaati için el koyarak, emekçiye geçimliğini verecek. Komşuluk statüsünde ise, girişimci iççinde geçimliğini alıp, artık değerleri kamuya iade edecek. Komşuluk statüsüne(Helal) geçmek bu ilkede bir değişiklik yaratmamalı. Yarattığında, başkalarının “Buzağıya tapmak”, bizim ise “Buzağı ittihaz etmek” diye doğru isimlendirdiğimiz, aculiyet(ICL) geçmektir ki, liberalist-kapitalizmi getirerek dinin şeraitini uzaklaştırmaktır.

Bunu bir isminin de Lirik laiklik olduğunu, lüzumlu ve luzumu kadarının devletçilikle ıslah edilmesi gerektiğini açıkladık. Özel teşebbüsün devletçilik ve şeriata uygun olarak, geçimliği haricinde kalan tüm kazancın vergi olarak alınması onu ruku ettirmektir. Yani insanlar için üretim yaparak, insanları severek sırtlaması için başını yere kadar eğerek, sırtına binilmesini kolaylaştırmaktır. Bu sisteme biz “Azgın develeri gütmek” diyebiliriz. Birazdan “Ruku” kavramını diyalektik incelerken idrak edeceğiz. Ama azgın develer(meleler) tarih boyu hiçbir zaman güdülememiş, çünkü ne melelerden ve ne de onların doğal müttefiki olan ve yine mele sınıfından yöneticilerin bunları gütmek istemesi mümkün değildir. Bunun için de “Allah’ın çayırlığı” mübah sahasının kenarında dolaşan azgın develer sonunda Liberalist kapitalist alana geçmişlerdir. Yani ruku ettirilmeleri mümkün olmamıştır. Çünkü âlimler kendilerini ve çağı aşıp, aristokrasiye, feodalizme, liberalizme geçit vermeyen yorumlar ortaya koyarak, helal(komşuluk) statüsüne geçmenin “serbest yer ve serbest ve sorumsuz rekabet ve düşmanlığa geçmek” olmadığını kesin bir dille ortaya koymaları gerekmez miydi? Ama, bunun aksini yaptıklarını ve yapacakların Hakka’l Yakin Allah ilmi bakınız bize nasıl haber vermektedir.

Hakkı batılla bulamayıp da bile bile hakkı gizlemeyin.(Bakara–42)

“Hem namazı dürüst kılın ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.(Bakara–43)

Şimdi yine inkar edilmeyecek kadar çok önemli bir Allah Lütfu olan ve insanın düşüncelerini anlatmak için muhtaç olduğu ve Rahman-2,3) ayetlerinde açıklanan sözlüklerin seslerin matematiğine göre oluşmuş sıraları ve kavramların diyalektik incelenmesine müsait hale getiriliş bulunmaz nimetine baş vurarak ilerleyelim ki, Allah, namazın dosdoğru kılınmasın zikrettiği ve zekatı zikrettiği halde ayrıca ruku edenlerle birlikte ruku edin demiştir? Bunu ancak, kavram ve anlamların ve vahilerin içten bozucusu münafıklara karşı hıfzedişte önemli işlevler yüklenen diyalektik yöntemle aşar, hakkı gizlemekle de kalmayıp, batılla değişen Münafıkların yalanlarından ve çarpıtmalarından hakdini ve Hak vahiyi koruyup kurtarabiliriz. İşte bizde Allah’ın kavramlara açıklık getirmemiz ve dinimizi ve kendimizi sofistlerden(safsatacılardan) korumamız için bize ihsan ettiği mantık, matematik ve kavramların diyalektiği ilminden mutlaka yararlanmamız gerekir. Öyle ise kavam analizini biraz geniş tutalım dini bir terim olan “rükün” anlamına da gelen “errakahu” kavramından başlayalım. Görelim ki hak dinin, onun şeraitinin ve onun minhacının rüknü nedir.

Errükhu-Erkah, rüküh: Dağın rüknü. Yanı. Saha, avlu. Temel. MANASTIR.

Hak dinin sosyo ekonomi politiği, ister havrada, ister helal statüsünde olsun temeli, İslamın kıblesi olan Mescid el Haram rüknü veya “menasiki” içinde ifa edilir. Yani müktesibe helal olan ihtiyacı kadarıdır. Buna itidal ve kavam üzere olmak. Bu nisbetin aşılmasının kavramsal anlamı ifsad, filine de fasık denilir. Hak dinde temel ve temel anlayış Manastır veya havra kollektivizminin dünyanın neresinde yerleşilirse yerleşilsin uygulanmasıdır. Yani “nerede olursanız olun yüzünüzü(yönelişinizi, sosyo ekonomik hayatınızı) haram ve harim(Mülkte iştirak) üzere olsun” emridir. Şunu da hatırlatalım ki, rukuda diz ekleminin tutulmasıyla verilen simgesel mesaj bilinsin.

El rükbetü-Rükbe: Diz. Hayvanlarda, kol ile baldırın kavuştuğu yer.

Bu mesajın bir anlamı “Icl” ittihaz etmemek. Yani bireysel hız yapmamak. Dünyevileşmemektir. Teenni sahibi olmak, safı bozmamak, aynı hedefe yanyana kolkola, biriyle rekabet ve yarışa girmeden varmaktır

Rüküden eşşeyi: Bir şey sakin olmak. Dinmek.

                —El Mizanü: İSTEVA: Bir şey sakin olmak. Dinmek.

                —Ettihuhü: Kuvveti devleti gitmek.

Maddi rekabetin yasaklandığı, varsıla ve çok kazanana halkı infak etmeyi kaytarmadan yerine getirilmesinin yasalarla pekiştirildiği sistemin ekonomik açılımını aşağıdaki kavam şöyle açıklar.

Errakudu: Sütü devamlı olan. Sütü kesilmeyen deve. Dopdolu kap.

El Miraküdü: Sakin ve dinlenme yeri.

Bu kavramları açarsak, manastırı bedenen terk eden ama onun müsavat kurallarını komşuluk statüsü(helal yaşam biçimi) içinde uygulayan Salih kavmini hatırlayalım. Her an liberalizme dönüşecek bu sistem de, Selam ona Salih onları inzar etmekle görevli. Allah mucizesi bir deve ile hak dinin olması gereken pratiğini ifa edecektir. Yani nimete yakın olanlar, olmayanları infak etmek ve ihtiyacının dışındakiyle toplumun sorumluluğunu tam olarak üzerine almayı örnekler. Deve sadece bir günlük rızıklanma karşılığında bütün toplumun infakını üstlenmiştir. Meleler ise her gün rızık kaynaklarının başını devler gibi kesmelerine rağmen, az bir şey vererek gerisini servet, sermaye yaparak ve israf ederek lüks ihtiyaçlarına harcamayı meşrulaştıran bire dini anlayışı yürürlüğe koymuşlardır.

İşte asrımız dada Salihin devesini keserek Allah yolu üzerinde duranlar, az bir şey vermeyi zekât ve infak olarak yorumlayan ikiyüzlülerdir. Halbuki, gerek en güzel ihsan uygulaması olan mülkte iştirak, ikinci derecede iyi olan Deve ile misallendirimiş olan, amacı toplumunu infak etmek için özel girişime girişen muttaki insanın ancak geçimliğini içinden alarak, gözü de verdiğinde kalmayarak, bütün toplumun gücü oranında infakını sağlamaya azmetmektir. Kalantorlaşmak, muhtaca ise çok az şey vererek hile yapmak hakdinde yeri olmayan ve firavunun amel, olan liberalist ve kapitalizmi hak dine hileyle sokmaktır. Bu ise hak dine iftiradır.(Taha–61).Bunu idrak etmek Hikmet ve rüşt sahibi olmaktır.

Rikaz:( Z harfiyle): Hikmet. Rüşt.

Errakizü: Sessiz. Soğukkanlı. Temkinli. Vakur. Ağırbaşlı.

Bu kavramların dad harfiyle yazılışı ise riziko alan, koşan sıçrayan deli, cahil dana gibi, olduğu, tekerlek gibi son surat yuvarlanıp hız yaptığı için “ICL” ittihaz edenlerdir. Dünyevidirler.

Sonraki kavramlar, bu hak yoldan dönüldüğünü, cehaletin yarış ve galebe kültürünü ve rekabet ve galebeyle rızıklara ulaşmaya nisbet edilerek, “İZDİHAM” olarak niteler. Bundan kurtulamadığını ifade eder. Burada boşuna serkeş develeri bağlama masalı anlatıldığını anlarız. Boşunadır. Çünkü özelleştirmeye girilip develer para gücüyle ekonomiyi teslim aldıklarında vergilerinin azaltılmasını dayatırlar. İnfak ve hak manada zekat vermek(İhtiyaç fazlasının vergi olarak hazineye yatırmak), ekonomik tehditlerle yoksuldan yoksuna vermeyi meşrulaştıran ve işi tersine çeviren sistemler zorlar ve bunu da başarırlar. İşte kınana dünyevilik(Bir anlamda kavramsal laiklik), yani liberalizm ve onun doğal sonucu olan kapitalizm, bunun doğal sonucu da az bir vergi(Diyet ödeyerek) toplumun tümünü kendi sosyo ekonomik sevilerine eşitleyecek oranda infak eden “Allah devesi” gibi yapmayı inkâr eden şakiler gibi yaparlar. Önce hak şeraiti boğazlar, sonrada Birru takva ehlinin hayat bulamayacağı acımasız sistemlerle onu kurban ederek, serbest yer ve serbest rekabet sistemlerine dinden onay alır, Allah’a iftira ettikleri halde pişkinlik yapan yalancı münafıklara meydan kalmıştır. Tıpkı dinle sınıflı toplum ve mülk devleti bağdaştıran firavunizm gibi.

Erkas: İnsan topluluğu. Harabe. Pis. Pislik. Murdar.

Bu tahir ve Tayyib olmanın zıttı olan sistem, muavenetten firar edilen rekabet ve galebe sistemidir.

Rekaza-Murakazaten hü: At koşuşmak. At koşuşmada yarışmak.

Daha önce Mizz-Marr kavramını incelerken, Marr hayra, Maratonun şerre gittiğini görmüştük.

Merakız: Koşuyeri

Rekazat: Günaha teşvik etmek.

Errakizü: Seğirten at.

Şimdi bir saptama yapalım, ortalıkta öyle çok münafık vardır ki, şeriatı savunmak anti liberalist olmayı, batı anlamındaki devletçilikle denetim altına alınmamış laiklik, mülkte iştirakın karşıtı olup dinden çıkman ve pis ve murdar olmakken, halkın kavram bilgisinin sıfır olmasından istifade ederek, hakkı batıl, batılı hak göstermekten geri durmamaktadırlar. Oysa hak manada şeraiti savunmak mülkte iştirakı veya sosyalizmi veya kollektivizmi savunmaktır. Bunun için sureti haktan görünen bu güruhun Allah izniyle sonları gelecektir. Çünkü Allah insanlara rüştünü ve hidayetle hikmetli olmayı nasip edecek ve hak dinin olması gereken şeraitini adalet ve merhametten başka bir şey olmadığını idrak ederek reşit olacaklardır.

Bu sistemden dönmek ve dönmeyenleri döndürmek ise, zenginlerin itidal ve kavama çekilmesidir. Yani koşmamak için diz kapaklarını bloke etmeye “ruku” ettirmek denildiği için namaz salat teriminin dışında, kavramının içinde ayette vurgulanmıştır.

Rekaa-Rekan, Rükuan el musalli: namaz kılmak. Rükû etmek. İhtiyarlıktan beli bükülmek. Yahut yüz üzere kapanmak.

      —Fülanü: Bir kimsenin hali vakti yerindeyken fakirleşmek.

Elbette ki namaz emrinden önce kavramlaşmış bu kavrama Salâvat Kurumu içinde anlam verirsek, bu koşuncu kuşların ve uzun bacaklı flamingoların koşmasını engelleyip, ağırbaşlı yapmaktır.

Erkan hü: Birini boyun eğdirmek. Başını eğdirip boyun eğdirmek.

Errukuu fissalat: Namazda zammı sure okunduktan sora elleri diz kapakları üzerine koyarak eğilme.

Verilen mesajın özü ise vüsatten kaçıp, yeteri kadar dirlik üzere bireylerin zayıf Beyt el malın güçlü olmasıdır.

Rekaketen eşşeyi: Bir şey az olmak.

Diyalektik inceleme çok hoş bir ilerlemedir. Maksad hâsıl olduğu için burada bırakıyoruz.

“Nasa iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz.(Bakara–44)

İşte gerek haram üzere secde edenler, gerekse helal(Komşuluk) içinde aynı mükellefiyetleri yerine getirenler hakka, adalet, hak olan şeraite uyanlardır. Bunlar münafık olmayan Birru takva ehlidir.

“Bir de sabır ile salât ile yardım isteyin, gerçi bu AĞIR GELİR fakat saygılı kimselere değil.(Bakara–45)

“Onlar ki kendilerini hakikaten rablerine kavuşuyor ve hakikaten ona rücu ediyor sayarlar, böyle bir huşu ile kılarlar.(Bakara–46)

Bu ise ancak mülkte iştirak içinde yaşayarak yerine getirilir. Çünkü bir insan ne kadar iyi niyetli olsa da, misak yaptığı milyonlarca yurttaşını kendi nafakası seviyesine yükseltmek için ülkenin her tarafına ulaşamaz. İnsanların mantıksız laf edeceğini ve kibirden tevazua dönecek muttakinin çok az olduğunu bildiği için, bakınız bu konuda ne diyor.

“İnsanların beyinsizleri, "Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?" diyecekler; de ki: "Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir".(Bakara–142)

Bilindiği kadarıyla Medine müslümanlarına Namaz emri geldiğinde, dua ve ihtiram anlamındaki Salât(Namaz) da bir istikamete yönelerek icra edilmesinde önce Kudüs istikametine doğru kıyam edip(Ayakta durup) O istikamete secde edilirken, sonradan Aksa üzere secdeden Haram üzere secde emri verilince Mescid el harama dönüldüğüdür. Daha öncede söyledik Salâvat(Havra toplumu) mastarından oluşturulmuş bu kavramın iki anlamından birisi ihtiram salâtı olan bildiğimiz namaz, diğeri ise bilip de ihmal ettiğimiz kamucu sosyo ekonomi politik. Yani başkasının iyiliğini istemek. İstemekle kalmayıp, kendimiz için istediğimiz kadar istemek. Bunu yürürlüğe koymanın yine iki yolundan birisi, kazancımızı servet ve sermaye yapmayıp, ihtiyacımızdan artan miktarı zekât veya infak olarak misaka dâhil diğer yurttaşlara aktarmak. Bunu yerine getirmek için de artanı servet ve sermaye yapmamak. Buna helal statüsü(İhramsızlık) denilir. Birr’de(İyilik yapmada) yarış gibi İsa(Kamil insan) olmak istiyorsak, bu kez mülk de iştirak üzerinde olarak bu borcu ödemekte kolay olan sosyo ekonomi politiğe yönelmektir. İşte Yukardaki ayet bunu vurgular. Yani ister Medine’nin batısına yani doğuya, ister batıya yönelin, ama illa ki, Haram üzere kulluk görevinizi yerine getirin. Çünkü “aksa üzere secde etmekten” daha efdal olan mülkte iştirak içinde olmaktır. Yaşanan olumsuzluklar bize göstermiştir ki, helal statüsüne geçen ümmetler, kısa zamanda zekat ve infakı kuşa çevirmişler, ihtiyaç fazlasının hepsini Zekat(vergi) veya infak olarak harcamaları gerekirken, bundan dönmüşler ve kapitalizme kaçıvermişlerdir. Hele müslümanların asla liberalizm ve kapitalizme geçmelerine izin yoktur. Çünkü kütü örnek değil, iyi örnek olmak zorundadırlar. Zaten “meseli” idealist olmaktır, realist değil.

“Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırt etmek için KIBLE yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.(Bakara–143)

Bu ayette geçen “vasat” kavramına noksan anlam verilegelmiştir. Ümmet vasat değil, diğer ümmetlerin hayranlık duyacağı Birru takva ehli olacaklardır. Çünkü orta doğuda ve dünya ümmetlerinin tam orta yerinde bulunmaktadır. Hidayete giden yolda vasıta görevi görecekler. Bunun için ümmet-i vasat değil, isbatı vücut eden(Şahit) “vâsıt” ümmet olacaklar. Çünkü “vasat” olmak, iyide, kötüde olmamaktır. Bunlar kendileri Araf ehli olduktan sonra hangi insanlığa hakka götüren yolda örnek alınacak idealist rehber olabilir? Vâsıt görevinin çarpıcı bir misyonu da, “adaletle arayı bulmak”

Vasataten: Adaletle arasını bulmak.

Kuran’ın ümmete verdiği göreve bak, ümmetin geldiği yerde, Avrupa birliğini(Tâğutu) hakem yapan zamanımız ümmetine bak. Hala kılık kıyafet kavgası yapıyoruz da, saçımızı başımızı yolmuyoruz…

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir.(Bakara–144)

Karyelerin(Havra ve manastırların) anası olduğunu onlarda bilir ama cimrilik, kibir ve hasetten kurtulup da, servet ve sermaye biriktirmekten vazgeçmedikleri için Allah onların gittikleri yolda kazandığı Yemin-Bânus günahını elbette ki yazıyor.

“Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.(Bakara–145)

Maalesef, müslümanlar kendi kıblelerine de çoğunlukla uymadılar, yurttaşlarıyla eşitlenene kadar vermeyi şeriat yapmadılar(Nahl–71). Artanın hepsini yurttaşlarına infak edip harcayarak iffeti tercih etmediler(Bakara–219/2). Ehli kitabın kıblesine uydular. Hatta bunda son yıllarda teslimiyet derecesinde onların kıblesi olan mülk şehvetine o kadar düşkün oldular ki, Allah onları tâğuta uşaklık yapacak raddeye getirdi.

“Biz ise Musâya ve kardeşine şu vahyi verdik: kavminiz için Mısırda bir takım evler ihzar edin ve evlerinizi kıble yapın/KARŞILIKLI yapın ve namaz kılın, hem de mü'minleri tebşir(Müjde) eyle.(Yunus–87).

Burada iki önemli mesaj vardır. Birincisi Ataları İbrahim’in, Yakup ve Yusuf’un bir ve takva yoluna davet vardır. Mesela selam ona İbrahim Allah elçisi olmadan önce fityandı Fetâ kelimesinin sözlük anlamlarının bütününü ihtiva eden ayetlerden en önemlisi Enbiyâ sûresinde geçmektedir. Selam ona İbrahim'in; yiğit, güzel huylu, doğruluk ehli, mülk şehvetinden kaçınan. Haramdan kaçındığı gibi helalin bile ihtiyaç fazlasından kaçınan(Kanit) ve eşyayı taparcasına sevmekten kaçınan(Hanif) ve erdemli Birru takva sahibi olduğu ayetle kesindir. Kuran İbrahim(a.s)ın Fityan ehli olduğuna şahitlik yapar. "Dediler ki bir fetâ duyduk, bunları kötülüyor, kendisine İbrahim deniyormuş."(Enbiya–60) .İbrahim(a.s) kerem, vefâ, doğruluk ve takvâ sıfatlarını ihsan ettiğinden ona, fetâ denilmiş ve bu sıfatla övülmüştür.

Resulullah’a Dırar(Liberalistlerin reel politiğini) göre secde edenlerden olmaması Tevbe–107 ayette tenbih edildikten sonra, Tevbe–108. ayete göre secde etmesi emredilir. Bunun sebebi ise: Temizlenmesini sevenlerin bidayetten beri Haram üzere secde ettiklerini çokluktan kaçınan vefalı ve Muhsinlerin bu hayat tarzını seçtikleri anlatılır ve takva tanımı yapılır. Muttakiler ancak bunlardır. Diğer sistemlerde takvaya soyunmanın bir hayal olduğunu anlamış oluruz. Yine evlerin karşılıklı olması Manastır türü yerleşimleri ifade eden bilinen bir şeydir. Bütün bunlara rağmen, fitne ve fesat üretip ayak kaydıran bir resmi sistem yürürlük de ise, bir gurubun Birru takva üzere yaşamalarının mümkün olmadığını Allah selam ona Musa’nın fikriymiş gibi söyletir. Bu Kuran üslubunun harika tertibidir. Bize iyi ve güzeli anlatırken bu üslubu kullanır. Herşeyi bilen Allah’a selam ona Musa hatırlatacak değil ya. İşte Yunus–88 ayet.

Musâ, ya rab! Dedi, sen Fir'avne ve cem'iyyetine, Dünya hayatta bir ziynet ve haşmet ve nice nice mallar verdin, yolundan saptırsınlar diye mi ya rab, ya rab! Mallarını sil süpür ve kalblerini şiddetle sık ki o elîm azâbı görmedikçe iman etmeyecekler.(Yunus–88)

           Bu ayetin mesajı çok açık ve Liberalist kapitalist sitemler mensupları fitne ve fesadın reklâmını yapar gibi çekim odakları oluştururlar. Takva üzere kullukta başarı şansı bu toplunda yaşayan Muhsin insanların veya onlardan sonra gelecek ikinci nesli mutlaka yollarından çevirip, liberalistleşmeleriyle sonuçlanacak etkiler yapar. Bunu bize bu ayette ilm el yakin olarak bildirir. Kapitalizm varsa, herken başının çaresine bakıyor ve sosyal hukuk devleti yoksa iki şeyden birisi olar. Sisten sana mecburen infak etmeyip, ne olur ne olmaz diye mal biriktirmeye sürükler. Buna insan mecbur kalınca, Birru takvadan vazgeçer ve Dırar üzere boyun eğer. Eğer herşeye razı olarak buna devam ederse, eşi, çocukları kendisini terk eder. Çünkü bu sistemlerde doğru insanın kazancı nerede ise sıfırlanır. Eğer safsatacı öğütçüler, insanlar dinden çıktıkları halde hala onlara salah saslah diyorlarsa o başka. Muttaki ya helak olur, ya da eşi ve çocukları onu terk ederler ve bir nesil sonra muttaki bulamazsınız. İslam’ın kıblesinin anlamı bunlardır. Haram üzere secde etmek herkesin harcı değildir. Bu sabır ve azimet ister. Kıble ve haram üzere secde etmeye ilişkin diğer ayetleri incelemeye gerek kalmadan hakikat yeteri kadar ortaya çıktığı için burada bırakıyoruz.       & ;nbs p;         & ;nbs p;         & ;nbs p;         & ;nbs p; (Adalet ve Rahmet sitesinden alınmıştır)


             Saygılarımla.

             Galip Yetkin.


Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

  
          2-Helâl üzere secde:

         

HELAL STATÜSÜNDE BOYUN EĞMENİN NİTELİĞİ: Mükellefiyetler aynıdır, işleyişi değişiktir. Bunun iki ifadesi daha vardır. Birisi ihramı çıkartmak, diğeri ise, komşudur. Bu statüye geçtiğimizde sadece havra ve manastır ve mülk de iştirak kurallarında değişiklik olmuştur. Dünyanın neresinde olunursa olunsun sosyal ve ekonomik sorumluluk da bir azalma olamaz. Sadece mülk de iştirak ve kamuya çalışmada, meydana getirilen değere girişimci sahip olur, onu yurttaşlarına anında ve gününde iyalinin ihtiyacından artanı tevzi etmek bireyin vebalindedir. Yani o, kendi nam ve hesabına iş yapıp para doğrudan ona geldiği için, ihtiyaç fazlasını o tevzi edecektir. Muttaki kamu mal ve hesabına çalıştığı için, ürettiğinde ona iade edilen maişetidir. Zekâtı(İhtiyaç fazlası) bıraktığı için o maişet alandır. Özel girişim ise zekâtı verilmemiş para elindedir. Diğerinin tersine maişetini ayırıp, artanı topluma vermesi şeklindedir. İşte helal statüsünde zekât ve infak sorumluluğunu yerine getirmek daha zor bir iştir.

Bırakınız bütün yurttaşı fıkıhın tanımını yaptığı ve dört yönden kırk olmak üzere yüz altmış hanelik bir komşular toplumunu bile aynı seviyede infak edemezde, içlerinden en muhtaç olanlarını da değil canının çektiği birkaç kişiye bir fayda verir de yine eşitlenene kadar vermediği için haramdan kaçınmamış olur. Ulul Elbab olan Birru takva sahipleri bunu bilen çok akıllı ve iman kalplerine yerleşmiş kinseler oldukları için bu ağır vebalden kurtulmak için “Harim” sistemini oluşturmuşlar ve bunlara Havra, manastır gibi isimler takmışlardır. Bu örneklerin hepsinin anası Mescid el haramdır. Yani ilk örneklerini Birru takva sahipleri Mekke toprakları üzerinde gerçekleştirmişlerdir.

Dejenere olmamış havra ve manastırlar bunun kurumlaşmasıdır. Kavim ve kabilecilikten çıkıp medeni bir toplum haline gelmiş, toplumca kemali yakalamış toplumların dince ideal örgütlenmesi budur. Çünkü haklar ancak bu sistemde kıst üzere verilir. Buna da sosyal hukuk devleti denilir. Bu devlette, mülk iştirak halinde kullanıldığı gibi, devlet denilen kamunun kendisi olan sistem de görev alanlar, misaka dâhil bütün fertlerin eşit infakından sorumludur. Onlara öncelikle insana yakışacak ve infak ve iaşesine yetecek şekilde maaş karşılığında iş vermek mecburiyetindedir. İş veremedikleri ve çalışamayacak derecede, bedensel ve zihinsel özürlü olanları da milli gelirden maişetini karşılamak zorundadır. Çalışana verdiği geçimliğe maaş ve maişet denilir. İş veremedikleri ve malul durumda olanlara yaptığı yardıma da infak denilir.

ZAMANIMIZ EKSİK ZEKÂTININ VERİLMESİNDE DE SÜNNETE AYKIRILIK VARDIR.

           Günümüzde acayip bir uygulama vardır. Vergiyle zekâtın arası ayrılmıştır. Oysa zekât devlet tarafından alınan bir vergi ve devlet bütçesinde infak faslına konan bir meblağdır. Devletin ayrı vergi alması ve zekâtın elden verilmesi sosyal hukuk devletinin oluşmadığı ilkel kabileler üzgü bir uygulamadır. Bunun için kimse onun oranıyla ilgilenmemiştir. Bu ise, yine ehli kitabın Sezar’ın hakkı olarak vergi, Allah’ın hakkı olarak ta zekât uygulaması devam etmiş olmalıdır. Oysa toplum ehlikitapla karışıkta olsa, kâfirde olsa, onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek vergi kısmı zekât, devlet harcamalarına ayrılan fasın masrafların karşılanmasıdır. Toplamada bir fark olmayıp, harcamaya tahsis de değişik isim alır. Fark bundan ibarettir. Hem devletleşememiş kabile toplumlarına özgü uygulama olan zekâtın elden verilmesi ve hem de sosyal devleti inkâr edenlerin liberalizme devam arzularının ısrar ettikleri bir ayrımcılıktır. Müslüman vergi toplamada ve onları fakirlere tevzide ayrım yapamaz. Çünkü Kuran, kâfirde olsa adalet yapmamızı emreder. Çünkü vergi anlamına da gelen zekât, kâfirin zengininden de alındığına göre, onun fakirine de vermek, aşiretin görevi olmasa da, adil, medeni devletin görevleri arsındadır.

Çünkü zekât ve infaktan beklenen fayda, gelir dağılımındaki dengeyi muhafaza için, varsıldan yoksula devamlı ve kafi gelecek bir akıştır. Devletleşmenin olmadığı, olmakla birlik de, sosyal devlete geçilmediği, geçilse bile vergi toplamaya hakkı olan yönetici kesimin mali, siyasi ve sosyal yaşam denetiminin halk tarafından yapılmasının olanaksız olduğu bir gerçektir. Haraççı, monarşi, aristokrasi, oligarşi ve göstermelik demokrasilerde, verilenin amaca uygun yerlere harcanmama riskinin çok fazla olduğu dönemlerde vergi ve zekâtın toplanış ve verilişinin ikili bir vaziyet göstermesi normal sayılabilir. Vakıflarda böyle bir itimatsızlık döneminin eseridir. Ama zamanın sonuna yaklaşıldığı şu dönemde, yöneticilerin hala mali denetim sorumluluğu taşımadığı bir sistemle sistemleşmesi, kamu görevini yerine getirmiyor diye vakıf kurulması ne insana, nede İslama yakışacak işlerden değildir. Sosyal devlet dini ve medenidir. Demek ki, müminin devleti hem sosyal ve hem de, hukukun üstünlüğü gereği, hukuk ve yargının herkesin üstünde olduğu hukuk devleti olma zorunluluğu vardır.

Verginin, zekâtın, infakın amacı aynı olduğu için tek kalemde devlete yüksek oranda verilerek, halkın hazır beslenmesinden ziyade iş ve aş sahibi yapılarak ve sosyal güvenlik için kullanılmasını hak dine aykırı olduğunu hiç kimse iddia edemez. Aksini yapmak, Yemini Banus üzere olmaktır. Nitekim hak olan sünneti ortaya koymak ve elden zekatın İslam da yeri olmayıp, kabile topluluklarının ilkel yöntemi olduğunu aşağıdaki hadis bize kesin olarak anlatır. Çünkü teknik anlamda sadaka küçük iyilikler olmasından dolayı elden verilebilir. Ama zekât ihtiyaç fazlasının tümünün verilmesi şeklinde olduğu için misak yapılan kocaman bir ülkenin veya hiç şüphesiz 160 hanenin komşu kabul edildiği fıkıh yorumunda dahi, mahalleler arasında gelir dağılımı farkı vardır. Böyle bir mahalle bile baz alınsa, mahallenin birsinde on zengin, birinde tek bir zengin bulunabilir, zekat zamanı gelince o zengin o mahalleden göç etmiş olabilir. Olabilirler o kadar çoktur ki, bir mahallenin fakirine diğer zenginlerde zekât vermiş, birçok muhtaç unutulmuş olabilir. En doğru yöntem Zekât türü de dâhil olmak üzere bütün alacaklar toplum adına devlet tarafından alınmalı ve onun tarafından dağıtılmalı. Devleti yönetenlere her vatandaş bunun hesabını soracağı hukuk devleti de yürürlükte olmalıdır. Zaten sünnette budur. Zekâtılar kamu alacağı olarak vergi dâhilinde toplanır ve sosyal devlet onu, iş sahibi açarak kendisini geçindirme, kamuda çalıştırıp maaş verme ve hazırdan bakılacakları öyle bakma gibi oluşturacağı sosyal politikalarda harcamasıdır hak olan. Nitekim aşağıdaki hadis bunu bize anlatır. Bunu da Hakdin sosyo ekonomi politiği Cilt 1 den alalım.

 

DEVLET ZEKÂTI ZENGİNDEN ALIP FAKİRE VERMEK ZORUNDADIR:

405- İbn-i Abbas’tan (r.a) Resulullah (a.s) Yemen vilayetine Muaz bin Cebel’i gönderirken:

             “…sen onları önce Kelime-i şahadetin içeriği olan: Yüce Allah’tan başka mabudun olmadığına ve benim de Allah’ın Peygamberi olduğuma sehadet etmeye davet et. Eğer onlar buna iman edip itaat ederse, tekrar yüce Allah’ın onlar üzerine beş vakit namazı farz kıldığını bildir.

             Namazı da kabul edip itaat ederlerse, bu defe onlara Allah’ın kendi mallarından zekât vermelerini farz kıldığını bildir. Onların zenginlerinden alıp, fakirlerine bu zekâtı dağıt.” (Ömer Dağıstani-Zübdetü’l Buhari şerhi)

           Bir toplum bedeviyetten, medeniyete geçememişse, yönetim kamunun müşterekliğinde değilse, kamu olmadığı için fertler kendi başlarını çaresine bakan çıkarları birbiriyle çatışan küçük ve karmaşık kabile ve aşiretlerden oluşmuştur. İşte bu kez infak görevi bireylerin keyfine ve vicdanına kalmıştır. Verilen şeyler de, niteliğine göre, hediye, ata zekât, sadaka gibi isimler alır. Peki Resulullah sünneti zekatı bir vergi hukuku kapsamına alarak medeni devletin görevleri arasına aldığı, devletçilik, halkçılık ve giderek sosyal devlet, giderek sosyal hukuk devleti niteliğini kazanma hedefine oturttuğu halde, hangi münafık ruh, sosyal devletin görevlerini vakıflar devredip, devletin gelirlerini vergi yerine, haraç niteliğindeki ganimet ve fey gelirlerine bağlayarak, sosyal yardımlaşmayı keyfi ve az bir ifnan ve zekat sayılmayacak kadar çok küçük bir orana indirip bunu meşrulaştırdı? Yosa ümmetin müsrif devletin lüks harcamaları ve kodamanların devleti haline gelmesiyle toplanacak zekâtların bu kesime peşkeş çekilip muhtaca ulaşmayacağı kanısına varıpta mı elden vermeye başladı. Yoksa devlet ayrıca ağır vergiler aldığı için mi ona mahsup düşüncesiyle iki buçukta kaldı ve infakı karşılıyor mu diye hiç hesap etmedi.

Çünkü zekât vermek sorumlu olduğunu yerinme getirmek, infak ise, toplumun tümünü kavam üzere yaşama seviyesine yükseltecek miktarda vermek ve bunun için kullanılıp kullanılmadığını denetlemektir. Yani dini görev geçi, mini sağlayamayanları bu seviyeye çıkartmayı hedeflemek infak, bunun için, ihtiyaç fazlası olanlardan bunu tahsil etmek ise zekât almaktır. Yani infak maksadına uygun olmayan her vergilendirme infakı ihmal etmektir, infaka yetmeyen zekât da hakdinin emrettiği zekât değildir. Sapmanın sebebini yukarda ihtimallere göre düşündük. Devlete yine dini bir nitelik taşıyan öşür verilirken, niçin zekat isimli vergiyi toplamaya ilişkin kamu görevi mükelleflerin ihtiyarına bırakıldı. Biz Ayn el yakın olarak görüp yaşadığımız zamana bakarsak, bu konuda bir tahminde yürütmüş oluruz. Toplumlar haram üzerine secdeden helal üzere döneme geçinde, durumu istimrar ederek serbest yer gibi algılayıp algılattılar. Devlet diğer kamu görevlerini terk edip özel kesime bıraktığı ve onlara da üstelik Gedik- teşvik uygulamasını başlatınca, fakirden zengine bir para akımı doğuyor. Bu durumda da fakire ulaşsın da oranı az olsun, hiç gitmemekten iyidir düşüncesidir. Çünkü liberalizmin sistemi toplumcu olmayan Mülk-Devlet modelidir.

Geçmişinde siyasi sistemleri farklı da olsa mülk-devlet modelleri aynı zamanda devlet kapitalizmini uygulayan devletlerdir. Halkımız doğru bilgiden çok uzak, çok sayıda insandan meydana gelmiştir. Sosyalist devletin icraatına “DEVLET KAPİTALİZMİ” diyenleri gördüm ve üzüldüm. Kaptalimi üretim yapmak zannediyor her halde. Fert kapitalist üretim yaparsa fert kapitalizmi, sosyalist devlet kamu adına üretim yaparsa, ona da, devlet kapitalizm denir diye düşünmüş garibim. Oysa Kapitalizm, karın tamamının infak edilmeyip, sermayeye ekleyerek ve gittikçe büyüyerek devam etmesidir. Yani hak dinin, “artanın tümünü infak edin veya infak edilmek üzere emaneti üzerine alan devlette iade edin” demsine rağmen bunu yapmayan isyan ve inkârla mülkleşen insanın sistemidir. Devletin üretim yapıp halkına maişet vermesi aynı zamanda onu infak etmesi bir kazancı olduğunda da sermayeye ekleyerek ve zevk ve lüksü için harcayan değil, sosyal hukuk devletini kurduğu için özel teşebbüsten artanı alarak yetmeyene vermesidir. Bunun için sermaye artırımına da gitse, bunu kamu menfaati ve bütün halkın hayat seviyesini yükseltmek amacı taşıdığı için bu üretim tarzına kapitalizm denemeyeceği için devlet kapitalizmi de denemez.

DEVLET KAPİTALİZMİ NEDİR:

Devlet kapitalizmi, sosyalizmin değil, kapitalizmin bir terimimdir. İyice fasıklaşmamış devlet türüne sosyal demokrasi dersek, bu sistem zenginden vergi/zekat alarak fakire, mağdura, mahruma aktararak bir biçimde adaleti sağlar, yani Helalin, yani Mescid el haram üzere yaşanan manastır toprağından uzaklaşmış ve de komşu statüsüne geçmesin fasıklaşıp, ferdiyetçi olmak ve serbest yer statüsüne geçmek anlamına gelmediğinin bilincindedir. Devlet kapitalizmi müşrik ve münafık toplumların ve onların idarecilerinin sl*gonudur ki, iki eylemi kapsar. Devletçiliktten dönülerek, herşey özelleştirilerek, Muaz İbnü Cebele(r.a) Resulullah’ın emrine isyan eder. Yani devler gelir dağılımındaki dengeyi, varsıldan yoksula bol akışı denetlemekten vazgeçmiş ve mürted yöneticiler hile ile iktidarı ele geçirmiştir. Bu dini ve insani görevi terketmiş, bırakınız yapsınlar, devlet asayişi sağlasın ve ekonomiden elini çeksin, sınıflar arsı gelir dağılımı dengesine de müdahale etmesin, her şeyi özel girişime bıraksın sl*gonu ortaya atmak ve bunu uygulamaya koyması fasıklaşmasıdır ve bu birinci safhadır.

Tamamen zalimleşmesiyle devlet kapitalizmine geçiş de şöyledir. Özel girişimin daha da palazlanması için teşvik tedbirleri, vergi haraç v.s muafiyetleri tanınması ve imtiyazlı iltimaslı duruma geçirip arpalık(gedik) edindirmeyi devlet politikaları uygulanmasına “devlet kapitalizmi” denilir. Yani fakirden topladığı vergileri, bunlar yetmediği takdirde devleti ve borçlandırarak halkını ipotek altında bırakmak pahasına ağır borçlara sokup, devlet eliyle bazı insanları veya bazı sınıfları palazlandırmasına devlet kapitalizmi denir. Yani hakdinin ve gerçek demokrasinin varsıldan yoksula akması emrine karşı gelmenin ve böylece küfretmenin pratik tanımını anlatan bir kavramdır. Ne yazık ki gemi azıya alan münafıklar bunu yapmaktadırlar. İşin tuhafı ise bu politikaların daha dini diye destekleyen gafillerin veya menfaatperestlerin sayısı da az değildir. Bunlara da üzülmemek mümkün değil her şey göz önünde cereyan ettiği halde bu dalalete düşmekteler. İnşallah kendilerini hala din ve şeriat üzerinde zannedecek kadar lanetlenmemişlerdir. Çünkü bu hal Kuran da adil olmadıkları ve zalimleri destekledikleri için lanetlenme olarak tanımlanır

Biraz da, Müslümanların geçmişindeki devlet kapitalizmine veya devlet eliyle ve tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla zaten güçlü olan yandaş, akraba, partizan v.s kesimde aktarılmasıdır. Veya ganimet ve haraçla geçinen toplumsal politikalarda, fakir erlerin kanı canı pahasına kazanılan menkul ve gayrı menkul zenginlikleri, hısım akrabaya, aristokratların, komutanların kendilerine ve karılarına peşkeş çekilmesidir. Fakirden ganimet savaşlarında can alarak, zengini daha da zengin yapma uygulamaları, hak dindeki verme ve akış istikametini tersine çeviren Firavundan kalma haksızlıklar olduğu için “devlet kapitalizmi”dir. Çünkü yandaşlar arpalık ve gedikler verilmiş, halkın, yetimin, yoksulun, çaresize, mağdura, miskine, mahruma Allah’ın tanıdığı alacak ödenmeyerek, hak sahibi olmayana hem de geçimi gayet yerinde iken verilmesi zulmüdür….

 

           Tam tekâmül edip devlet teşekkül ettiyse, ama sosyal hukuk devleti henüz kurulmamışsa, devlet kazananlardan alıp, kazamayanların infakı amacıyla zengin veya kazanandan alıp, işli veya işsizlerle, çalışamayan veya çalıştığı halde geçinemeyen kesime verir. Yine, hakka ulaşıp reşit olmuş bir toplumun meleleşmek isteyenlerin baskısıyla, medeniyetten dönüp, hadarata geçmişse, yine devletin sorumluluğu devam eder ve zenginden veya kazanandan vergi(Zekât) alıp muhtaç kesimi infak eder. Başka bir anlatımla, hakdin minhacı olan mülkte iştiraktan dönülüp Liberalist-Kapitalist sistem(ICL) tercih edilmişe devlet, kazananlardan alıp, kazanamayanları kavam üzere infak eder. Mülkte iştirake, haram üzere secde denildiği halde, liberal sistemde yaşama biçimine Helal üzere secde denilir. Bu ise ikinci derecede iyi olan bir durumdur. Bunların dışında mali sorumluluk sitemlerini kurup işletmek mümkün değildir. Biz, zekâtı ve infakı işleyeceğimiz için bu ikinci derecede güzel olan şeyi inceleyeceğiz ki, zekât neydi, neye çevrildi, infak neydi, neye çevrildi açıklayabilelim. Öyle ise, nafaka ve infak kavramlarının basit anlamlarını Osmanlıca sözlükten vermekle işe başlayalım.

           NAFAKA:(a.i Nefk’den. C. Nafaka).1-Yiyecek parası, geçimlik.2-Birinin kanunen geçindirmekle mükellef olduğu kimselere vermesi gereken maaş.

           İNFAK: Nafaka verip geçindirmek

           Din dâhilinde görünmesine rağmen ihtiyaç fazlasının hepsinin toplumdaki muhtaçları bakıp, besleyip, itidal üzere ihtiyaçlarının karşılanmasına itiraz edip, zekâtı da kuşa çeviren insanlar İnfak görevini yerine getirmezler. Bu eyleme nifak denilir. Bu suçun failine de münafık denilir. Şimdi zekâta geçebiliriz.

·        DİYALEKTİK İLMİ BİZE ZEKARTIN TETECEK KADAR OLANIN ÜZERİNDEKİNİ ORAN TUTMADAN VERMEYE ZEKÂT DENDİĞİNİ İHBAR EDER.

     

        Ezzekatü, Zekâ, Zekavat; Bereket. FAZLALIK. Salah. Her şeyin halis ve pak olanı. Kişinin kendi malından infak ettiği (Muayyen ?) miktar. Zekât.

 

             Zekât kavramı bu anlamlara gelir. Şu anlama gelmez.”Kişinin malından infak ettiği muayyen miktarı” anlamına gelmez. Bu haktan sapıldığı dönemin kavrama yamanan anlamıdır. Zekât artmadır. Zekât vermek ise,  maldaki fazlalığın dışarı atılmasıdır. Fazlalık nedir? İtidal ve kavamı aşan her kuruş. Bunun dışarı çıkartılıp toplumun infak edilmesi ise iffettir(Bakara–219).İffet varsa hayâ da vardır. Şunu hemen belirtelim ki, bu analizi şimdilik bazı kavramları ve atfı yapılan eş anlamlı fakat başka harflerden oluşmuş kelimelerle atıf kavramlarını da katarak tekrar incelemeye alacağımız için atlayarak gideceğiz. Burada sadece, yüzdelik zekâtın hangi hakkın üzerine kapatmak ve hangi mükellefiyeti örtmek için ortaya konulduğuyla yapıldığının kavram diyalektiğiyle bize haber verişiyle sınırlı bir amacı vardır.

        Ezzekkiyyetü; Bol, güzel arazi, yer.

        Ezzekiyyü- ezkiya; Günahsız. Masum.

 

        Zelibe- zeleben essabiyyü bi emmihi; çocuk anasından ayrılmayıp daima yanında olmak (yani bakıma muhtaç olanın eline senede bir kere üç beş kuruş sıkıştırıp salmak değil devamlı olarak kendi nafakasından artanla çok sayıda muhtacı kendi imkânları ne ise aynen o seviyede yaşatmak. Ona süt veren bir anne gibi davranmak)

         Ezzelabiyatü; bir çeşit zelbiye helvası

       El Zülbetü: El lokmatü; Lokma ( o tatlıya bazı yerlerde lokma derler. Ama lokmanın genel anlamını da hesaba katmak gerekir. Bir lokmacık bir şey verip savuşturmak gibi)

       Zelece –Zelcen el babü; AĞLAKATÜ BİL MİZLAC; kapıyı sürgülemek

 

        Şunu belirtelim ki, bu atıf kavramları ayrı ayrı koordinatları ile birlikte incelemek gerekir. Bizim tahmin ve takdir pratiğimiz geliştiği için bunu yapmıyorum. Çünkü Kapı sürgüleme işi başka kavramlarda da geçtiği ve bunun hayra değil şerre alamet olduğunu bilirim. Bu iş devamlı infak ve artanın hepsini paylaşma gereklilik ve gerçekliğinden dönmektir. İyali için kazanmak, toplumla paylaşmayıp Beyt-Ullah yaşam biçiminden kopmaktır. Zaten devam eden kavramlar bize sosyo ekonomik yarışın insanı ayak kayan yere alıp götürdüğünü çok güzel anlatır.

 

         Zelece- Zelcen, zelicen, zelecanen; Yere ayağını pek basmayıp hafifçe ve süratlice yürümek. (işi sağlam yapmamak. Baştan savma yapmak. Çünkü konsantre olduğu şey mülk şehvetidir. Bunun için uaçarcasına koşmayı da simgeler.

         Zelece- zelacanen hü; Öne geçmek.(dünya hayatında kurtuluşun yolunu, öne geçerek, yukarı çıkarak fark atmakta görenler)

         Zelice –zelecen el mekanü; Yer düz ve kaygan olmak.

                         — Til kademe, Ayağı kaymak (sürçmek)

—El kelamü min fihi; söz düşüncesiz ağızdan çıkmak.

 

Zekâta Istılahı anlam vererek artanın hepsini infak etmeyip, büyük olma arışını sürdürmeye izin verir şekilde yüzdelikle geçiştirmek

                    —ezlece- izlacen el babü; kapıyı sürgü ile sürgülemek.

          Zellece – tezlicen hü; Kapıyı sürgülemek.

                          —Kelamen: EFŞAHÜ; ifşa etmek… Çıkarmak. Ağzından sözü çıkarıp insanlar arasına yaymak.

 

         Burada bir saptama yapalım. İnsanlar arasında yayılan bu söz. yani bakara 219’a riayet etmeyip, vereni etkilemeyen, onu itidal seviyesine çekip indirmeyen, verdiği insanı da sıkıntıdan kurtarmayan az bir şey ver işte bu salahtır, seni temizler sözü hakkın değil, onu uyduranın ağzının sözüdür. Bunu devamlı infak ve samimi dostluk, Sadakat ve Sıdk’tan kurtulmak Hakikati ve borcu, vazifeyi “Savuşturmak” için yapmış. Nasıl Allah’ın gerçeğin ve Allah kelamının muhafızları yaptığı müzik matematiği ile korunan kavramlar, nasıl da hırsızı yakalayıp ele veriyor görelim. Her Vahiyi bozanı ses matematiği bize haber verir.

 

                  —Ayşühü; YETECEK KADAR ŞEY HUSUSUNU SAVUŞTURMAK

          

          İşte kavram bize suçun failini de, infaktan ve artanın hepsini vermekten niçin saptığını, bunu öne geçmek, semirmek ve mülk şehvetinden dolayı yaptığını anlatır. İhtiyaç fazlasının infak edilmesi hakdin ilkesi pek zoruna giden ve bahillik damarına dokunan “afv” yani iffeti olmak, itidal üzere yaşamak için ihtiyaç fazlasının tamamının ahara infak edilmesi şartını böylece SAVUŞTURMUŞ.

 

            Allah vahiysini böyle korur. Suçluyu ele verir. Niçin sünnet olmaya şeylere sünnet diye diretip, Kuran er meydanından kaçıp, rivayete sığındıklarını Sözlüklerin oluşum mantığı ortaya koyar. Apaçık ortaya koyar. Kaldı ki böyle önemli bir hususta çokça hadis olması gerekirken bir iki hadis vardır. O da anlamları zekâtın 1/40 olduğu anlamını zorlanarak çıkartabilirsiniz. Her ne kadar anlayana sivrisinek vızıltısını da geçti ama davulla ilan edelim de bizden vebal gitsin. İrileşme ve semirme pahasına mülk şehvetleri ile kendi amellerini boşa çıkardıkları gibi, sosyo ekonomik imkânları ellerinde toplayarak, imkânsız ve az imkânlılar için hayatı çekilmez hale getirirler. Utanmadan da kendilerini “Veli-Nimet” ilan ederler. İş-aş veriyoruz derler. Mesih (takva vera) ruhu da onlara der ki;” Gölge etme başka ihsan istemem” Bu şekildeki sistem yoksul ve yoksun üretmeye odaklanmış ve gittikçe bunlar için hayat çekilmez hale getirir. Bilinçsiz Muztazaaf bilmez ki ekonomi ilmini ve hak dinin kurtuluş ipini sarılsın. Onun yüzdelik zekâtının, kendisinden aldığı koca bedenden, yalnız kulağını kesip ağzına verdiğini. Müjdelenen şey, sömürülenleri bilinçlendirip, ona Hakdinin ve ekonominin gerçeğini öğretmektir. İşte bu Muztazaaflar kesiminin bir tesellileri, bir de kurtuluşları vardır. Tesellileri, zenginlerin cennete girmesinin devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zor olduğunun bildirilmesi ile zengin olamadıklarına hayıflanmamaları gerektiğinin bildirilmesi ile teselli edilmeleri.

 

        İşte Kritik nokta budur. Müjdenin bu kısmını bildirip, fakiri uyutmakla kalırsanız, fakire kötülük yapmış olursunuz. Bu açıklamayı yaptıktan sonra asıl yapılması gerekenin, itidal üzere yaşamanın toplumsal sistem olması için Cihad etmesi olduğunu ihmal etmektir. Fakir olduğuna sevinmek ve miskinleşmeyi istemek pasifizmdir. Müjde fakire teselli değil zalime tehdittir. Cihadın başı içtihattır. Bu ise ancak tecdittir. Yani bir başka anlatışla,”zenginin cennete gitmesi devenin iğnenin deliğinden geçmesinden zordur” sözü fakire teselli için değil, zengini tehdit içindir. Ne yazık ki kilise babaları bunu tersine çevirdiler. Kendileri zulme karşı sessiz kaldıkları, zenginlerden kilise yardımı “Rüşvet” alarak zulmü meşrulaştırdıkları gibi, fakiri de pasifize ettiler. Onu el açan inae ile geçinen vakarsızlar yaptılar. Şöyle ki; “ sen fakirliğe kanaat et karşılığını Ahiret’te alırsın”.Tabi ki fakir olmak Ahiret hesabını kolaylaştırır. Ama Müjdenin amacı fakirin tesellisi, avutulması değildir. Zalimdeki hakkını dünyada da alacak sistem değişikliğini de yapmak hakkı ve vazifesi olduğunu bildirip, harekete geçmesini sağlamaktır müjdenin nihai amacı.

        Âbidin amacı nasıl Rabbi’nin amacı dışında kalır. Yüce Allah, Kasas süresi 5. Ayette amacını apaçık söylemişse. Bu amaç Muztazaarların yönetime geçip yeryüzünün mirasını devralmaları ilahi amacı ise, bunun ismi Melekût le birlikte anılıyorsa, batının ve doğunun “din babaları” nasıl bunu tersine çevirip, zulmün devamını meşrulaştırırlar. Daha doğrusu, Muztazaaflar sınıf olarak başa geçmezler, sistem semirmeyi değil, itidal üzere olmayı, semirmiş olmamayı resmileştirir. Sistem fakir, mağdur ve mahrum üretmez. Çünkü fakirliğin sebebi, o toplunda itidalin üstüne çıkanların bulunmasıdır. Bunun önlenmesi muztazafların lehine çalışan bir sistemin iktidar olmasıdır. Yoksa burada anlatılan bir Proletarya(Elinin emeğinden başka çare ve geliri olmayanlar) diktatörlüğü değildir. Onda zülüm devam eder, sınıflar yer değiştirmiş, zülüm ise baki kalmıştır. Din literatüründe iki kavram vardır ki, bunların ayırımını bilmeyen doğru yolu bulamaz. Birisi sonunda “ayn” harfi olan ve mastarı “Kanaat” olan kavram. Diğeri “Kanete” veya Kunut olan kavram. Bunu İbrahim gibi milletleşme konusunda izah ettik. İbrahim Kanaatkâr değil Kunut sahibidir. Kanaat şöyle bir hata ihtiva eder. Liberalist sistem içersinde sözde züht sahibi pozunu takınıp, adaletsiz gelir dağılımına kör bir katlanmadır, zillettir. Kanete veya Kunut ise, mülk şehvetinin söndürmüş olanların iştirak halinde itidal seviyesinde kalmayı misak yaparak ideal sistemi kurdukları yerdeki sabırdır.Demek istediğimiz şu ki,hak din ilkeleri arasında zulüm düzenine son vermeden mihnet ve minnet içinde yaşamak anlamına gelen kanaat tavsiye edilmez.Sistemin “suya uzak durma” ahlakını pekiştirecek şekilde organize edilmesi doğru olandır..İbrahim Milleti olmakta budur.Yani hırs ve tamahı bütün toplumun bırakarak veya mülkü şehvet olmaktan çıkartıp bırakma mecburiyetinde tutarak “itidalKavam üzerine yaşamak üzerine tesis edilmesidir.İşte Ahd-i Yakiyn buna “Dini Kayyime” demektedir.Kamil insanların toplumu,Kemal’in sistemleştirilmesidir.Hak şeriat budur.Mesih ruhu budur.Yani lafzı değil,anlamı. Kavramın anlamını zaten açıkladık.

 

        Yine hatırlatalım ki, Mesih kavramının oluşmasında temel alınması gereken kavramlardan birisi “Seyahatti” .Antichrist’te gezip dolaşır. Ama Deccal kâr ve kazanç için çerçi gibi gezer dolaşır. Hakk nazarında bir değeri olmayan boyalı cicili şeyleri pazarlar. Rızkı oradan buradan toplar. Kunut üzere yaşamaz ve yaşayanlara da düşmandır. Gördük ki Siyahat ehli de (oruç, Birru takva ve vera ehli) seyahat eder. Şu farkla ki, onun seyahat maksadı; ibret. Terehhüb ve ibadettir. Yine bildiğimiz gibi, “Terehhüb” Rahibe de sıfat olan şeydir. Anlamı ise; korku içinde olarak Allah’a sağlam kulluk etmek. Huşu sahibi. Bunun için Allah’ın Kuran’da saydığı fitne olan şeylerden uzak duran kimsedir. Onun için Mülkü iştirak halinde kullanır ki, putlaştırmış olmasın. Şimdi Allah aşkına bir durup bakalım. Emperyalizmin misyonerlerinin Mesih idealiyle ne alakası vardır? Bir Antichrist hareket olan Amerikan Evangelistlerinin Mesih(Takva vera, anti Liberalist, ati kapitalist, antiemperyalist) olmakla ne alakası var?

 

      Hakikileri ise, fakirlerin kurtuluşu için çaba göstererek suya giden yolun hak dinin ekonomi politiğini aslına göre tanzim edilerek, Muztazaarların nefes alacakları günün oluşturulması olarak Salih, hakir ve fakirlerin yeryüzüne mirasçı olmalarını içermektedir. Allah’ın, gökte olduğu gibi, yeryüzünde de sözünün geçmesi budur. Gökyüzü nasıl bir ölçü ve mizanla ayakta duruyorsa, yeryüzünde insaniyet, sulh ve barış, kardeşlik ve samimi dostlukta böyle bir mizanla ayakta durur. Adaletle, Nısfetle, kıst la, rahmetle. Sosyal, siyasal ve ekonomide Adil bir sistem yoksa denkler birbirine eşit değilse, geri kalan herşey asimetriktir. Asimetride ise, adalet değil zulüm hâkimdir.

                                                                   ( Adalet ve rahmet sitesinden alınmıştır.)

              Saygılarımla
              Galip Yetkin.
Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
fazıl
Yasaklı
Yasaklı


Katılma Tarihi: 06 subat 2011
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 335
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı fazıl

Merhabalar,

Gücüm yettiğince asılanları okudum. Birkaç sorum olacak.

 Fedek Hurmalığı meselesi nedir?

 Sosyalizm, sosyal devlet kavramını içinde barındırmaya müsade eder mi?

 İman edenlerin haram üzere secdeye varması, imanlarından mümkün iken, iman etmeyenlerin akibetleri ne olacaktır? Onlar, iman edenlerin ellerinde, kıh emrine itaat ettirilecekler midir yoksa ya öldürülecek ya da sürülecekler midir? Saygılarımla

Yukarı dön Göster fazıl's Profil Diğer Mesajlarını Ara: fazıl
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests


           Maide-71 ve ilgili Bakara 219. ayetler ile Fedek Hurmalı'ğıyla  Peygamber'e üç-kağıtçılık damgası vurulmaya çalışılma ilişkisinin bu soruda nasıl birleştirildiğini sorgulamadan insan yapamıyor.

           1-Muhammed Peygamber hakkında, O'na atılan iftiralarla karar verebilecekler bellidir. Eğer Allah'ın emirlerine riayet etmez, dışına çıkarsa akıbetinin ne olacağı Kur'an'da açıktır. Peygamber nezdinde İslâm'ın kalbine bıçak saplamaya teşebbüstür.Devletin bütün malı, beyt-ül mal elindedir. Hesap sorabilecek biri var mı idi?

             2-Bir devletin düzeni yasalarla belirlenmiştir.Buna göre komünist de olur liberalist de. ''sosyalizm, sosyal devlet kavramını içinde  barındırmaya müsaade eder mi?'' şeklinde kurulmuş bir sorudan hiç bir şey anlamadım. Anlayan anlatsın.

             3-Devletçilik düzeni kurulmuş bir memlekette kişi ister bu düzene inanır ister inanmaz (iman eder veye etmez).Kime ne, zorla huni ile kafasına mı boca edeceksin. Mesele o sisteme uymasıdır (secde etmesidir). Mükellefiyetlerini yerine getiren nimetlerinden faydalanır, isterse ''bana uymuyor'' der, çeker gider. Bozgunculuk yapanlara karşı kanunlar vardır. Öldürmek de nereden çıktı. Allah'ın emrine uyarak devletçilik sistemini (mescid el haram sistemini) getirdiğinde Peygamber kaç kişinin kafasını kesti. Medine'de sisteme uymayanlar göçe zorlandı, uyanlar kaldı. Mekke'de de uymayan müşrikler gönderildi. Adem cennet gibi yerdeki yaşama uymadı, kovuldu.

              Vaz geçin böyle sorulardan. İki sahife çevirip üzerinde düşünemeyecek kişiler değilsiniz ki. Hani seçimden evvel televizyonlarda bazı kişilerin karşısında süt dökmüş kediye benzeyip de diğer bazılarının karşısında düşünce sisteminin tersini söyletebilmek için akla gelmeyecek tuzak sorular soran, taklalar atan gazeteci kılıklı adamlar vardı ya. İşte onlara  benziyorsunuz.

               Saygılarımla.
               Galip Yetkin

            
            
Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 

<< Önceki Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats