Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kıble:
Bakara115. Ve lillahil meşriku vel mağribü fe eynema tüvellu fe semme vechüllah* innallahe vasiun alım
Doğu da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah('ın rahmeti) geniştir. O (her şeyi) bilendir.
Nereye dönülse, doğunun ve batının sahibi, rahmeti bol ve her şeyi bilen Allah'ın vechinin orada bulunduğunu belirten bu âyette, kıblenin çevrileceğine de işaret vardır.
kıble, cihet, yön demektir.
Bu âyette geçen (Allah'ın vechi) yani ciheti veya yüzü (zâtı)anlamına gelir.
Âyetin sonunda Allah'ın vâsi' (geniş) ve 'alîm (bilen) sıfatlarının anılmasında bir incelik, tüm yeryüzünün ma'bed oluşuna bir işaret vardır. Yani Allah bir tek ma'bedle sınırlı değildir, tüm kâinatı kuşatmıştır. Her yerde O'na ibâdet edilebilir. Her yer O'nun yönüdür. Nereye dönülse O'nun zâtı oradadır. O, her yerde yapılan ibâdetten haberdardır.
Bu âyetin hükmüne göre müslümanlar, kıbleyi bilmedikleri, ya da kıble tarafına dönmenin sakıncalı olduğu zamanlarda -meselâ hayvan veya araç üzerinde yolculuk yaparken- yönelebildikleri tarafa doğru durup namazlarını kılabilirler. Korkulu hallerde de tehlikeli olmayan yana yönelip namazlarını kılarlar.
Âyet müslümanlara ibâdetlerinde kolaylık ve genişlik getirmekte, dinin de özünü açıklamaktadır.
Önemli olan, belli bir yöne dönmekten ziyade gönlüyle Allah'a yönelmektir. Gönül Allah'a yönelik olduktan sonra nereye dönülmüş olsa bir zararı yoktur, o eylem gerçek ibâdettir.
Gönül Allah'a yönelik olmadıktan sonra bedence kıbleye yönelmiş olmanın hiçbir yararı yoktur.
İşte bu husus;
Bakara 177. Leysel birra en tüvellu vücuheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahıri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyın* ve atel male ala hubbihı zevil kurba vel yetama vel mesakıne vebnes sebıli ves sailıne ve fir rikab* ve ekames salate ve atez zekah* vel mufune bi ahdihim iza ahedu* ves sabirıne fil be'sai ved darrai ve hıynel be's* ülaikellezıne sadeku* ve ülaike hümül müttekun
"Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o(kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan(köle ve esîr)lere verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı,hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır."
âyetinde de vurgulanmaktadır.
Bakara 142- Bazı düşüncesiz insanlar: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir."
Bakara 143- Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Peygamber de size şahit olsun. Biz, Peygamber'e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Ka'be 'yi kıble yaptık. Bu, Allah'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir.
Bakara 144- (Ey Muhammed,) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) Elbette seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) Yüzünü Mescid -i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitâb verilenler, bunun Rableri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
Bakara 145- Sen Kitâb verilenlere her türlü âyeti getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun.
Bakara 146- Kendilerine Kitâb verdiklerimiz, onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler.
Bakara 147-Gerçek, Rabbinden gelendir, artık kuşkulananlardan olma.
Bakara 148- Her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayır işlerine koşun; nerede olsanız, Allah sizi bir araya getirir, şüphesiz. Allah, her şeyi yapabilir.
Bakara 149- Nereden (yola) çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Bu elbette Rabb'inden gelen gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Bakara 150- Nereden (yola) çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir, nerede olursanız, yüzünüzü o yana çevirin ki, haksızlardan başka hiç kimsenin, aleyhinizde bir delili olmasın. Yalnız haksızlık edenler başka. Onlardan da çekinmeyin, benden çekinin ve (o yana dönün ki) size olan nimetimi tamamlayayım, böylece yolu bulmuş olasınız.
92/142'de kıblenin çevrilmesinden rahatsız olan bazı düşüncesiz insanların, "Onları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekleri bildirilmekte ve bu aldatıcı sözlere karşı müslümanlar uyarılıp, doğunun da, batının da Allah'a âidolduğu, Allah'ın, kullarını dilediği yöne çevirebileceği ve dilediği kulunu doğruya ileteceği anımsatılmaktadır.
Hz. Peygamber Mekke'de iken toplumunun diğer bireyleri gibi Ka'be'ye doğru yönelip ibâdet ederdi. Medine'ye gelince, orada ağırlıklı cemâat olan Kitâb ehli Yahudilerin kıblesi olan Kudüs'teki Sahra'ya yönelerek namaz kılmaya başladı. Onaltı, onyedi ay kadar böyle namaz kıldı.
Tarihi kaynaklarda:Bunu gören Yahudilerin, "Muhammed ve adamları, nereye dönüp ibâdet edeceklerini bilmiyorlardı, biz onlara dönecekleri yönü gösterdik" diyerek övündükleri aktarılmıştır.
İşte bu durum karşısında, zaten daha önce her üç dinin temellerini atmış olan Hz. İbrahim'in yaptığı Ka'be'ye yönelerek ibâdet eden Allah Elçisi, yine oraya dönmek için Allah'ın buyruğunu bekliyordu.
Nihayet Bedir Savaşından iki ay önce bu emir geldi. Kendisi öğle namazının henüz iki rek'atini kılmıştı ki:
"... (Ey Muhammed,) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) Elbette seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitâb verilenler, bunun Rableri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir."
âyeti indi.
Allah'ın Elçisi ve arkasındaki cemâat Ka'be'ye doğru döndüler. Kadınlar erkeklerin yerine, erkekler de kadınların yerine geçtiler.
Müslümanların, Kudüs'ten Ka'be'ye yönelmelerinden rahatsız olan, Yahudiler ve onların etkisindeki münafıklar: "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" demişlerdir. Zaten kıblenin çevrilmesi emri verilirken, bazı düşüncesiz insanların bu değişime karşı çıkacakları belirtilmiştir:
"Bazı düşüncesiz insanlar, 'Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?' diyecekler. De ki: 'Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir'."
Dinin ruhundan ayrılıp sadece şeklinde kalan taklidciler, gerçekte kıblenin, insanlar arasında birliği sağlamanın ve birlikte Allah'a yönelmenin bir sembolü olduğunu unutmuş; Süleyman Ma'bedine veya herhangi bir bir binaya yönelmenin, dinin ruhu olduğunu sanmışlardı. Hz. Muhammed’in, kendi kıblelerine yönelmesini de kendilerince bir övünme vesilesi yapmışlardı.
İşte Bakara 115, ve 177'de ibâdette herhangi bir tarafa dönüşün, sembolik bir eylem olduğu; bilgisiyle her yerde ve yönde olan Allah'ın, kulun amacını bildiği belirtilerek dinin özünün sağa, sola dönmek değil; gönülden Allah'a yönelmek, içtenlikle dine bağlanıp Hakk'ın rızâsını aramak olduğu ifade edilerek dinde kolaylık getirilmekte; Yahûdîlere de şımarıp övünmeleri için bir sebep bulunmadığı anlatılmaktadır.
Bakara 92/148'de de her ümmetin yöneldiği bir yönü olduğu, asıl önemli olanın, bedenen bir yöne dönmek değil, dinin özü olan hayır işlerini yapmak olduğu belirtilmek üzere
"Her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayır işlerine koşun; nerede olsanız, Allah sizi bir araya getirir, şüphesiz Allah, her şeyi yapabilir." buyurulmaktadir.
Kıbleye yönelmek, tevhîd dînine yönelmenin bir sembolüdür. Çünkü Ka'be, tevhidin en büyük önderi olan Hz. İbrâhîm tarafından yapılmış tevhîd ma'bedidir. Oraya yönelmekle İbrâhîm'in getirdiği dinin ruhu olan tevhîde dönülmüş olur.
Yönü bilen ve yönelme imkânı olan kimse, namazda kıbleye doğru durur. Yönü bilmeyen veya yönelme imkânı bulamayan, istediği yöne durabilir.
Tevhîd dininin asıl temsilcisi, üç dinin atası sayılan Hz. İbrâhîm'dir. Ruh itibariyle hepsi İslâm olan Yahûdîliğin, hırıstiyanlığın ve müslümanlığın kurucuları olan peygamberler, hep İbrâhîm'in neslinden gelmişlerdir.
O halde bu üç dinin atasının, Allah adına yaptığı ma'bed olan Ka'be'ye yönelmek en doğru bir hareket olacak ve Ka'be bütün şirk izlerinden temizlenip tevhîdin odağı haline gelecekti. Artık İslâm güçleniyordu, kıblenin Ka'be'ye çevrilmesi bu işareti veriyordu.
Allah, kıbleyi çevirmekle artık çok zinde, Kıyamete dek gelecek kuşakların odağı, herkese örnek olacak orta yolu izleyen, her bakımdan ılımlı bir tevhîd toplumu meydana getirdiğini gösteriyordu. İşte bu husus şöyle belirtilmektedir:
“ Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Peygamber de size şahit olsun. Biz, Peygamber'e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kabe'yi kıble yaptık. Bu, Allah'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir."
Evet Allah, kıbleyi tevhidin asıl mümessili olan Hz. İbrahim'in yaptığı Ka'be'ye döndürmekle İslâm ümmetini orta bir ümmet yapmıştır.
Bütün insanlık dairesinin merkezinde bulunan orta bir ümmet, diğer uluslara şâhid olacak (yani onların eylemlerini ölçecek, değerlendirecek, tevhide uygun ve aykırı noktalarını söyleyecek) bir ümmet.
Bakara143'de bu ümmetin, insanlara şâhid bir ümmet olması hedef gösterilmektedir.
Şâhid bir olayı görüp bilen, bir olay hakkında verilecek hükmün şöyle veya böyle olmasını etkileyen kimsedir.
O halde insanlığın merkezinde bulunacak İslâm ümmeti, bütün insanlığın gözetleyicisi, doğru ve eğrilerinin değerlendiricisi bulunacaktır.
Nasıl peygamberler, kendi ümmetlerinin eylemlerine tanık ise, bu ümmet de tüm ümmetlerin tanığı olmaktadır. O halde bu ümmet, herkesin numunesi (örneği), her bakımdan dengeli, ölçülü bir ümmettir.
Teknikte gerileyen İslâm ümmetinin, Kur'ân 'in gösterdiği bu örnek ümmet olma hedefinin çok gerisinde kaldığı açıktır. Bunun birçok sosyo-psikolojik nedeni vardır. Teknolojide geri kalmakla beraber yine de bugün birçok ahlâkî konuda diğer toplumlardan ileridedir.
İslâm ümmeti, şefkat, merhamet, iyilik, dayanışma, konukseverlik, başkalarını düşünmek, kendi yararını olduğu kadar başkalarının yararını da düşünmek gibi meziyetlerde diğer ulusların önünde olduğunu bilerek silkinmeli, Allah'ın kendisi için belirlediği doruğa ulaşmaya çalışmalıdır. Yoksa batının her yaptığını keramet bilip onu taklide kalkarsa bir gün farkına varmadan zaten insanî meziyetlerini yitirmeğe yüz tutan batının potasında eriyip varlığının temeli olan değerlerini yitirebilir.
Namazda kıbleye yönelmek, namazın sağlığının şartlarındandır. Yalnız korku durumunda veya binek üzerinde namaz kılarken hüküm değişir. Birincisinde güven hangi yönde ise oraya dönülür; ikincisinde binitin gittiği yön, kıbledir.
144, 149-150. âyetlerde namaz kılanın, nerede bulunsalar,Mescid-i Harâm'a yönelmesi emredilmektedir. Mescid-i Haram Ka'be anlamında kullanıldığı gibi, Mescid ve çevresi, Mekke'yi çevreleyen Harem bölgesi anlamında da kullanılır.
"Yüzünü Mescid-i Harâm'a çevir!" âyetinde Mescid -i Haram ile Ka'be kasdedilmiştir.
İsra 1. Sübhanellezı esra bi abdihı leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezı barakna havlehu li nüriyehu min ayatina* innehu hüves semıul besıyr
"Sânı yücedir O'nun ki kulunu, gecenin bir kesiminde Mescid-i Haram'dan yürüttü" âyetinde Mescid-i Haram, Mekke anlamında kullanılmıştır.
Tevbe 28. Ya eyyühellezıne amenu innemel müşrikun necesün fe la yakrabül mescidel haram ba'de amihim haza* ve in hıftüm ayleten fe sevfe yuğnıkümüllahü min fadlihı in şa'* innellahe alımün hakım
"Ey inananlar, (Allah'a) ortak koşanlar pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Harâm'a yaklaşmasınlar."
âyetinde Mescid-i Harâm'dan maksat, Ka'be ve onu çevreleyen Mekke'dir.
Kıble'ye gelince: Kıblenin, Ka'be'nin kendisi mi, yönü mü olduğu ihtilâf konusudur.
Peygamber devrinden beri insanlar mescid yapmaktadırlar. Mihrâb yerini belirlemek için mühendis getirmemişlerdir. Oysa mihrabın, tam Ka'be'nin karşısına düşebilmesi, ince geometrik hesabı gerektirir.
Eğer Ka'be 'nin tam karşısında bulunmak farz olsaydı, geometri öğrenmenin farz olması gerekirdi.
Çünkü bu husus, ancak geometrik hesaplarla saptanabilir. Farzın saptanmasına neden olan şey de farzdır.
Demek ki Ka'be'nin tam karşısına durmak farz değildir; yönüne durmak yeterlidir.
143. âyetin sonundaki:
“Allah sizin îmânınızı zayi edecek değildir" cümlesi,
"şimdiye dek başka yöne durup namaz kılanların namazları boşuna mı gitti?"
şeklindeki bir tereddüdü gidermektedir. Allah, içtenlikle yapılan ibâdetleri zayi etmez.
144. âyette, Peygamber’e,kendisinin razı olacağı bir kıbleye döndürüleceği, bundan böyle Mescid-i Haram tarafına dönüp namaz kılmaları buyurulmakta, kendilerine Kitâb verilmiş olan kimselerin, onun hak yani Allah'ın buyruğu gereği olduğunu bildikleri; Allah'ın, kullarının yaptıklarından haberdar olduğu vurgulanmaktadır.
145. âyette de yine Hz. Muhammed'e hitaben, Kitâb ehline her türlü kanıtı getirmiş olsa da onların, kendisine bildirilen bu yöne dönmeyecekleri; zaten onların (yani Yahûdî ve Hıristiyanların) birbirlerinin kıblesine de uymadıkları belirtilmekte ve onların keyiflerine uyduğu takdirde Hz. Muhammed'in de haksızlardan olacağı vurgulanmaktadır.
Burada "Kitâb ehlinin, birbirlerinin kıblesine uymadıkları" bildirildiğine göre kendilerine Kitâb verilmiş olanlardan kasıt, Yahûdî ve hırıstiyan topluluklardır.
Çünkü Yahudiler Kudüs 'e doğru yönelirken Hıristiyanlar doğuya yönelmişlerdir.
Burada bu ifade ile, onlar arasındaki düşmanlıklara, inanç ayrılıklarına da işaret edilmiştir.
Onların, Hz. Muhammed'e emredilen kıbleye uymamaları, ona gelen bu emrin, Hak'tan geldiğini bilmemelerinden değil, bencilliklerinden ve dini millîleştirmelerinden ötürüdür.
146-147:
"Kendilerine Kitâb verdiklerimiz, onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler. Gerçek, Rabb’inden gelendir, artık kuşkulananlardan olma." âyetlerinde Kitâb ehlinin, Hz. Muhammed’e gelen vahiylerin hak olduğunu, oğullarını tanıdıkları kadar net, kuşkusuz biçimde tanıdıkları, fakat bile bile gerçeği gizledikleri anlatılmaktadır.
Onlar, Hz. Muhammed'e gelen vahiylerin içeriğinin kendi Kitâblarına uygunluğunu biliyorlardı. Kendi Kitâblarının içeriğine âşinâ olan ve Kitâblarıyla, aralarında tıpkı çocuklarıyla olduğu gibi ma'nevî bir bağ kurulmuş bulunan Kitâb ehli, Hz. Muhammed'e vahyedilen sözlerin de tanıdıkları, bildikleri İlâhî sözlere uygun olduğunu ve onların verildiği kaynaktan geldiğini anlamışlardı ama, itiraf etmek işlerine gelmediği için bu gerçeği bile bile gizliyorlardı.
148:
"Her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayır işlerine koşun; nerede olsanız, Allah sizi bir araya getirir, şüphesiz Allah, her şeyi yapabilir."
âyetinde her ulusun, ibâdette yöneldiği bir yönün (kıblenin) bulunduğu, dinin asıl ruhunun, dış görünüşten çok iyi işler yapmak olduğu, Allah'ın bütün insanları bir araya toplanıp dünyâ yaşamında yaptıkları işlerle değerlendireceği belirtilmektedir.
Bu âyet de birçok benzeri gibi her ulusun kendine özgü bir dini olduğu gerçeğini dile getirmektedir. Allah'ın vahyine dayalı oldukça din doğrudur ve onun mensubu, Allah tarafından ödüllendirilir. Ama İlâhî dini yozlaştıranlar, cezalandırılırlar.
Dinin ruhu, doğru iman ve doğru davranıştır. İnanan insanlar, sâlih amele, iyi, yararlı işlere koşmalıdırlar. Allah, insanların yaptıklarını bilir ve tüm insanları bir araya toplayacağı gün, herkesin yaptığının karşılığını verir.
149-150. âyetler, dünyânın neresinde bulunulursa bulunulsun, kıbleye doğru yönelmek gerektiğini bildirmekte; kıbleye yönelme hakkındaki emri pekiştirmektedir. Kıble, dinin bir hükmüdür. İslâm dini, Allah'ın en büyük ni'metidir. Kıblenin çevrilmesiyle Allah, müslümanlara olan ni'metinin bir hükmünü daha tamamlamıştır.
Böyle böyle dinin bütün hükümleri tamamlanmış olacak ki insanlar tam doğru yolu bulsunlar ve artık Allah'a karşı ileri sürecekleri bir bahaneleri kalmasın.
Son âyette geçen haşyet, insanı korunmaya, dikkatli davranmaya götüren gönül huzurudur. Bunu çekinme ile ifade edebiliriz. Bu, korku demek olan havften farklıdır. Havf (korku) insanı tedirgin ederken, haşyet insana huzur ve güven verir.
Peygamberimizin bizzat yapımında bulunduğu kıblesi “Kabe “olan mescitler tarihin tanıkları olarak yeryüzünde durmaktadır.
Allah’ın izni ile kıyamete kadar da duracaktır.
Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle .
Allah’a emanet olunuz.
|