Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
arkadaşlar... sabah gazeteyi açtığımızda yada televizyonda haberlerde öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki... amam allahım bu nasıl olur....aman yarabbi bunuda mı yapmışlar... diye diye bir hal oluyoruz... küçücük çocukların başlarına gelen işkence tecavüz yakma eziyet öldürme gibi hadiseler... öte yandan peygamberlerin bile öldürüldüğü tarih zamanları... nasıl oluyor bunlar... herşeye gücü yeten kendisinin izni dışında yaprağın bile düşmeyeceği rabbim bunları görüyor.... bunlara neden izin veriyor... neden oluyor bunlar... bir çok kötülüğe kafamda çare buluyorumda bazılarını aklım almıyor... bazı kötü görünen şeyler aslında kötü değildir... aslında alemde genel olan iyilik sakinlik huzur dur ama kötülük çok azdır... ama bazı kötülükler bilhassa çocukların başlarına gelenler anlamlandırmakta zorlandığım şeyler... sizler bu konuda neler düşünürsünüz...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Felsefeyi, özellikle de din felsefesini meşgul eden en önemli
meselelerden birisi şer problemi’dir. Evrendeki düzen ve mükemmellik bu
işin tanrısız olamayacağını gösterir, buna diyecek yok. Ama Tanrı hep
hayırdan ve güzellikten yana ise dünyada cereyan eden bunca kötülüğe
neden müsaade etmektedir? Savaşlar, yangınlar, feláketler, zulüm ve
haksızlıklar, hayvanların birbirlerini parçalaması gibi şeyler neden
sürüp gitmektedir. Bütün bu olumsuzlukları engellemeye tanrının gücü mü
yetmiyor, yoksa yettiği halde bunların sürmesini mi istiyor? Derler.
Öncelikle diyebiliriz ki, tanrıların gücü yetmeyebilir, ama müminlerin inandıkları Allah (cc) her şeye kadirdir. Hakîm’dir, yani her yaptığı hikmetlidir, olabileceklerin en güzelidir. Abes iş işlemez Allah. Ádildir, kimseye zerre kadar zulmetmez. Rahman’dır, Gafûr’dur,
kullarının pek çok suçlarını bağışlar, bağışlamayı sever, affetmek için
bahane arar. ‘Rahmeti gazabına galiptir’. Küçücük aklımızla biz tanrıyı
da şekillendirmeye, yönlendirmeye ve ne yapacağını öğretmeye
kalkışmamız gülünçtür. Böyle bir tavır onu hakkıyla bilememek olur.
İnsanın en kötü yanı haddini bilmemesidir.
Sonra hayatta şer
olarak gördüğümüz her şey aslında şer değildir. Kötü sanılan nice
görüngüler; yağmur, fırtına, deprem ve seller bir açıdan kötü olarak
görünseler de kötüleri cezalandırmaları, atmosferi temizlemeleri,
dünyanın dengesini sağlamaları gibi pek çok açıdan büyük hayırların ve
bereketlerin sebebidirler. İğne acıtır ama acıtması faydaları yanında
hesaba katılmayacak kadar küçüktür.
Şer ya da kötülük izafîdir
/ görecelidir. Birisine göre şer olan, birçoğuna nispetle hayır
olabilir. Hüküm toplam orana göre verilir.
Dünya hayatının
kısalığı, öbür álemin kalıcılığı hesaba katıldığında buradaki şerler de
hayırlar da üzerinde durmaya değmeyecek kadar kısa ve küçüktür. Önemli
olan öbür álemin hayrıdır. Burada şer görülen şeyler de oranın hayrının
bir çekirdeği mesabesinde ise aslında şer değildirler demektir. Nice
kötü sanılan şeylerin, kısa dünya hayatı için dahi içlerinde nice
hayırlar barındırdıklarına şahit olmaktayız. İnsanoğlu acûldür, acelecidir. Her iyiliğin hemen olmasını ister. Dikende gül bitirilmesine değil, gülde diken olmasına takılır.
Allah’ın
yaratması elbette bizim aklımıza göre olmayacaktır. Çünkü onun bilgisi
ve kudreti de bizimki gibi değildir. Onun için zaman ve mekán yoktur.
Biz anlık düşünen varlıklarız. O ise bize göre milyarlarca yıldır
yaratmakta, yaşatmakta ve öldürmektedir. Biz bir olaya sadece bir
yönüyle bakabiliriz, geçmişini ve geleceğini hesap edemeyiz ve bir
noktaya kilitlenerek onun sadece bize görünen yönleriyle hayır ya da
şer olduğunu sanabiliriz.
Tabiatta insan iradesinin sonucu
olanlar dışında şer yoktur. Pek çok şerre insan kendisi sebep olur.
Hataları cezalandırılır ve sonucu itibariyle bu dahi hayra dönüşür.
Tabiatı hoyratça kullanır, çevre bozulur, denizler kirlenir, ozon
yırtılır. İnsan da yaptıklarının cezasını çeker, aklını başına toplar.
İkbal: ‘İnsan hürriyetinin var olabilmesi için Allah kendi kudretini
sınırlar’ diyor.
Her şeyden önemlisi, bir mümin için bu dünya
hayatı bir imtihan alanıdır. Hem kısadır, hem de imtihanda elbette
sıkıntılar çekilir. Bu sıkıntılarla dünyadaki mücadeleye alışacak ve
imtihan edene saygısızlık etmediği sürece, karşılaştığı her durum, puan
alması için bir sebep oluşturacaktır.
Yumurtadan çabuk çıksın
diye kabuğunu kırdığımız civcive biz aslında iyilik yapmış olmayız.
Onun hayata alışması için zorluklarla boğuşması gerekir. Aksi halde
cılız kalır, hayatla mücadele edemez. Kozasından insan eliyle çıkan
kelebeği kanatları uzun süre taşıyamaz.
Bilgisayar oyunları
sürekli kazanılacak şekilde yapılsa ne anlamları kalır. Bu oyunların
her kademesinde oyuncunun önüne farklı canavarlar çıkar, oyuncuya onlar
da karşı hamle yaparlar. Bazen oyuncu yenilir, yeniden başlar ve
düştüğü hataya düşmemeye çalışarak daha ileriki düzeylere doğru
ilerler. Ne kadar büyük ve güçlü canavarları alt ederse kendini o kadar
başarılı sayar ve o kadar çok zevk alır.
Sonra biz kalıcı olan
dünyanın burası değil, áhiret olduğunu kabul ediyoruz. Burada her şeyin
isteğimize uygun olması, cennetin buraya taşınması anlamına gelir.
Peki, iyiler için bunun var olduğunu düşünelim, kötülerin cehennemi
neresi olacaktır?
Durum Allah’ın dediği gibidir: ‘Biz sizi hayırla da şerle de imtihan ediyoruz’
faruk beşer....
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DOĞAL FELAKET VE ISTIRAPLAR KONUSUNDA KELAMCILARIN GÖRÜŞLERİ -Tahlil, Tenkid ve Öneriler-
Hulusi ARSLAN
İnsan,
varoluluşundan
itibaren hep içinde yaşadığı
dünyayı
bir anlama kavuşturma
çabası
içerisinde olagelmiştir.
Onun bu çabası,
son çözümlemede bir mutluluk arayışı
olarak değerlendirilebilir.
Bu açıdan
bakıldığında
Allah inancı,
varlığı
ve hayatı
bir anlama kavuşturan
en temel unsurlardandır.
Bu inanç sayesinde varlık,
kaos ve tesadüf olmaktan çıkıp
alîm, kadîr, mürîd bir müdebbirin eseri olarak
insana hizmet eden bir nizam haline dönüşür.
Buna ilaveten adalet, hikmet, rahman, rahim ve
vedûd gibi adalet ve şefkat
içerikli sıfatları
da insanın
Allah�a karşı
güvenini besleyen ve onu iyimserliğe
sevk eden hususlardır.
Ancak
tecrübî hayat, insanı
karamsarlığa
sürükleyen bazı
olaylarla karşı
karşıya
olduğumuzu
da göstermektedir. Deprem, sel, kasırga,
hastalık,
açlık,
kıtlık
vs. birçok insanın
acı
çekmesine hatta ölümüne neden olan ve kalbimizde
derin izler bırakan
doğal
olaylar mevcuttur. İşte
bu gibi olayların,
Allah�ın
yukarda saydığımız
sıfatlarıyla
nasıl
bağdaşacağı
sorunu, bizim burada ele alacağımız
konunun esasını
teşkil
etmektedir. Aslında
konu, Din Felsefesinde �kötülük problemi�
olarak ele alınmaktadır.
Bu sebeple, meselenin daha iyi anlaşılması
açısından
felsefî anlamda, kötülük problemi üzerinde
kısaca
durmak istiyoruz.
Kötülük
problemi, dünyadaki kötülüklerin iyi, her şeye
kadir, her şeyi
bilen bir Tanrı
tasavvuru ile nasıl
bağdaştırılabileceği
sorunu olarak tanımlanabilir.[1]
Problemin, kuramsal düzeyde ele alınışı
Grek Felsefesine dayandırılır.[2]
Bu probleminin, bazı
dinî ve felsefî akımların
doğmasına
da tesir ettiği
görülmektedir. Mesela o, Eski İran
dinlerinden Mecûsîlik ya da Maniheizm�de
olduğu
gibi çift kutuplu tanrı
anlayışının
(dualizm) ortaya çıkma
nedenlerinden sayılır.[3]
Keza, kötülüğün
varlığı,
Teizme karşı
ileri sürülen bir itiraz olarak karşımıza
çıkar.
Nitekim kötülüğün
varlığı,
ateistlerin fikir planında
en büyük dayanaklarından
biridir.[4]
Zira ateistin geliştirdiği
argümana göre; Tanrı
varsa ve her şeyi
biliyorsa, kendisi yapmasa bile, kötülüğün
hangi şartlardan
kaynaklandığını
bilecek, keza o, her şeye
kâdir ise kötülüklerin gerçekleşmesini
önleyecek, böylece kötülük olmayacaktır.
İşte
bu sebeple ateistlere göre, Tanrının
varlığı
kötülüğün
olmamasını,
kötülüğün
varlığı
da Tanrının
olmamasını
gerektirir.[5]
Bu
problemin çözümü noktasında
gerek diğer
din ve düşüncelerde
ve gerekse İslâm
düşüncesinde
çeşitli
fikirler ileri sürülmektedir. Allah�ın
kötülüklerden sorumlu olmadığını
belirtmek için genellikle kötülük, tabiî
ve ahlakî diye ikiye ayrılmakta;
birincisi İslâm
filozoflarının
yaptığı
gibi maddenin her kemâli kabul edecek durumda olmadığına,
ikincisi ise insana dayandırılmaktadır.
Buna ilaveten kötülüğün,
iyiliğin
bilinmesi için gerekli olduğu,
alemdeki estetik yapıyı
tamamladığı
gibi çözüm önerileri de ileri sürülmektedir.[6]
Biz,
belli başlı
kelam okullarına
göre meselenin yalnızca
tabiî veya doğal
kötülük boyutunu inceleyeceğiz.
Ahlakî kötülükler, insan iradesinden kaynaklandığı
için, doğal
kötülük problemi, Allah�ın
sıfatları
açısından,
ahlakî kötülük problemine oranla daha tartışmalı
bir alandır.
Nitekim yaşanan
doğal
felaketler karşısında,
bunların,
Allah�ın
cezalandırması
mı
yoksa ibreti mi olduğu
yolundaki sorular ve cevaplar sürekli gündemde
kalmaya devam etmektedir. Bu yönüyle konunun önemli
olduğu
söylenebilir.
Konuya
yaklaşım
tarzımız,
kesin bir çözüm getirme iddiasını
içermemektedir.
Problemi, tespit, tahlil ve tenkit şeklinde
ele alacağız.
Bunun yanında,
bazı
değerlendirmeler
de yapmaya
çalışacağız.
Dolayısıyla,
bu
araştırmanın
temel amacı,
klasik İslâm
Kelam okullarının
probleme ilişkin
görüşlerini
tespit etmek
ve yeni çözüm ve arayışların
yolunu açmak için bu görüşlerin
getirdiği
sorunları
ortaya koymaktır.
[1]
Bkz. Cafer Sadık Yaren, Kötülük
ve Theodise,
Ankara, 1997, s. 34
[2]
Charles Werner, Kötülük Problemi, çev.
Sedat Umran, İstanbul,
2000, s. 13-21.
[3]
Bkz. Şehristânî, el-Milel
ve�n-Nihal, Beyrut 1993, I, s. 277; Ayrıca
bkz. Werner, Kötülük
Problemi, s. 61
[4]
Peter Berger, Dinin Sosyal Gerçekliği,
çev. Ali Coşkun, İstanbul, 1993, 96; Necip Taylan, �Din
Felsefesinde Kötülük Problemi�,
M. Ü. İ. F. D. , sy. 11-12, İstanbul, 1997, s. 47.
[5]
Richard Swinburne, The Existence of God, O.
U. Pess, 1985, s. 200.
[6]
Bkz. Mehmet Aydın, Din Felsefesi,
İzmir, 1990, 4. Bölüm
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KÖTÜLÜK PROBLEMİ
Konuyu "Kaza
ve Kader" konumuzda her ne kadar işlemişsek te daha detaylı
olarak burada yeniden ele almak istedik!
David Hume:Tanrı;
Kötülüğü önlemek istiyor, gücü yetmiyorsa:Güçsüzdür,
Kötülüğü önlemek istiyor, gücü yetiyor, önlemiyorsa:Kötüdür,
Hem güçlü hem iyi niyetli ise, kötü değilse bu kötülükler neden oluyor?
Tanrı ne güçsüz ne de kötüdür!
a-Kötülük iki kısımdır:Tabii ve ahlaki kötülük.Tabiattan kaynaklanan
kötülüklere karşı tedbir almak bizzat dinin emridir.Geri kalan zarar
durumları ise "imtihandır!"Ahlaki kötülüklerden dolayı ise tanrı sorumlu
tutulamaz.Çünkü insan hürdür.İyiliği de kötülüğü yapanda insandır.Allah iyi
olmamızı ister ve kitap ve pratik örnekleri -Kutsal kitaplar ve peygamberler
- ile bizlere bu talebini bildirir.Hala kötülük yapanlara ise cezayı
hatırlatır.Ayrıca Allah iyilere, kötülüklere engel olma görevi de
vermiştir.Yani asla tanrı kötülük istemez!Allah insanı özgür iradeli
yaratmıştır.Sonucu insana bırakmıştır.Allah doğru yolu da gösterir.İyilik
yapanı cennete, kötülük yapanın cehenneme gireceğini bildirir.İyilik
ve kötülüklerin listesi de kitapla bildirilmiştir zaten.İyiliklerin nasıl
uygulanacağını ise görevli peygamberler pratiği ile gösterir.Geriye
kalan iyi olduğunu iddia edenlerle , kötülerin mücadelesine kalmıştır.Kısaca
insanlara...!Kötülüğü yapan insandır.Eli ile kötülük yapar sonra cezasını da
kendi çeker.Mesela Ozon'u egzoz gazı, parfüm ile biz deldik.Şimdi iklim
değişi.Cezasını çekiyoruz...!
b-Tanrı her maddeye kemale ulaşma yeteneği vermiştir.Ama kemale ulaşma gerek
kendi kapasitesi gerekse dış etkenlerden ötürü tam olamayabilir.Mesela
tohumun büyümesi.Tohumda büyüme yeteneği vardır ama her tohumda ağaç
olamaz.Ama tanrı o yeteneği vermiştir.Önemli olanda budur.
c-Kötülük, iyiliğin bilinmesine neden olur.İyiliğin önemi ve değeri, kötülük
ortaya çıkınca anlaşılır.
d-Kötülük kemalin yokluğudur.Kainatta genelde iyilik hakimdir.Su boğar ama
genellikle insanın iyiliği için vardır...Aynı zamanda kötülük diye
algıladığımız bir çok durum aslı itibari ile iyilik olarak
nitelendirilebilir.Mesela bazı kötülükler vardır, büyük hayırların meydana
gelmesine vesile olur.Atalarımızın deyimi ile " bir musibet bin nasihatten
iyidir" cümlesi ile kastedilen gibi.Veya bazı kötülükler daha büyük
kötülüklere engel olur.Mesela kangren olan kolun kesilmesi gibi.
Kötülüğün olmasının sebebi tanrı değil, tanrısızlıktır.Tanrı
inancı kötülüğün en büyük engelidir.
İyilik
Problemi
Ayrıca materyalizmin ana dayanağı olan Darwinizmin "iyilik
problemi"nden de söz etmek gerekir:"İyilik sorunu" şu: Materyalizmin canlılığı açıklama yöntemi olan
rastlantısal evrim teorisi ve onun en gelişmiş biçimi olan Darwinizm, yaşamın
"yaşam mücadelesi" ile ortaya çıktığını ileri sürüyor. Bu mücadele, her bireyin
bencil bir yaşam savaşı sürdüğünü öngörüyor. Dahası, böyle olmayan davranışların
da "hayatta kalma değeri" taşımadığı için elenmesi gerekiyor. Çünkü eğer bir
canlı fedakarlık yapıp kendini tehlikeye atıyorsa, aldığı risk yüzünden yaşama
şansı azalıyor. Yani fedakarlık bir "aptallık". Öyle olduğu için de elenmesi
gerekli.Eğer bu teori doğru olsaydı, bugün hiç bir fedakar insan davranışı görmememiz
gerekirdi; çünkü hepsi çoktan elenmiş olmalıydı. Oysa insanlık hayranlık verici
fedakarlık örnekleriyle dolu. Yaşamını sadece başka insanlara iyilik yapmaya
adayan hayırseverler, doktorlar, hemşireler, eğitimciler, din adamları vs. var.
Ve bunların gösterdiği samimi "iyilik", Darwinizm ile açıklanamayan bir problem.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Elie Wiesel 1944 yılında, 13 yaşında bir çocukken
Transilvanya’daki köyünden alınarak, bütün ailesi ve köydeki tüm
yahudilerle birlikte Auschwitz’e götürülmüş. Ailesini fırınlara kurban
vermiş ancak kendisi sağ kalmayı başarmış. 1958′de yaşadıklarını kitap
haline getirmiş ve 1986′da Nobel Barış Ödülü’nü kazanmış. Bu ince kitap
(”Night”) Auschwitz-Birkenau ve sonrasında Buchenwald’da başından
geçenleri anlatıyor.
Kitap oldukça vurucu. Keyifle değil gerginlikle okudum diyebilirim. Wiesel iki kere fırının ucundan dönmüş, “Ölüm Meleği” Dr. Josef Mengele
tarafından muayene edilmiş (ve sağ kalmış!), önce annesini ve
kardeşlerini, daha sonra da babasını kaybetmiş ve kendi deyimiyle
“hayatta kalmak için birşey yapmadan”, tamamen şans eseri kurtulmayı
başarmış.
Kitap, konusu ve önemi itibariyle okunmayı gerektiriyor zaten. Ama
bence bir önemli özelliği daha var: dindar bir gencin, karşılaştığı
kötülükler karşısında inancıyla hesaplaşmasını ve yitirme noktasına
gelmesini anlatıyor. Bunun, felsefede “kötülük problemi” adı verilen
argümanla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum.
Kötülük problemi Tanrı’nın varlığına karşı kullanılan argümanlardan
birisidir. Tanrı’ya atfedilen özelliklerle dünyadaki gerçeklerin
örtüşmemediğine dikkat çeker. Şöyle:
Eğer Tanrı’nın gücü herşeye yetiyorsa,
Eğer Tanrı herşeyi biliyorsa,
ve eğer Tanrı iyi yürekli, kullarını seven ve koruyan bir varlıksa,
Dünyada neden acı, kötülük ve ızdırap var?
Dünyada acının, kötülüğün ve ızdırabın olması tartışılmaz bir
gerçek. Durumun böyle olması garip, çünkü Tanrı herşeyi bilir ve
dünyadaki halin böyle olacağını biliyordu. Gücü herşeye yettiği için
eğer isteseydi tüm acıyı, kötülüğü ve ızdırabı yok edebilirdi.
Yani Tanrı eğer isteseydi insanı yaratırken insan psikolojisinden
zalimliği, saldırganlığı, iktidar hırsını çıkarabilirdi. Diğer
canlıları yaratırken mikropları, parazitleri ve virüsleri
yaratmayabilirdi. Evrenin ve Dünya’nın düzenini kurarken depremleri,
fırtınaları ve tayfunları ortadan kaldırabilirdi. Bütün bunları
yapmadı, ancak yapmamasının nedeni “yapamıyor olması” olamaz, çünkü
gücü herşeye yeter. Olayların böyle olacağını “bilmiyor olması” da
olamaz, çünkü herşeyi bilir.
Geriye ne kalıyor? Tanrı kötülüğü ve acıyı ortadan kaldırmadı, çünkü
kaldırmak istemedi. Böyle bir Tanrı nasıl sonsuz derecede “iyi”
olabilir? Nasıl bizi seviyor olabilir?
Dünyadaki ortamla ilgili gözlemimiz, bizi Tanrı’nın bu üç
özelliğinin tutarsız olduğu sonucuna götürüyor. Tanrı’nın ya herşeye
gücü yetmiyor, ya herşeyi bilmiyor, ya da iyi kapli değil; bizi
sevmiyor.
Bu argümana verilen klasik cevaplara da bakalım:
1) İyilik olması için kötülük olmak zorundadır.
O halde Tanrı kötülüğün olmadığı, ancak iyiliğin olduğu bir dünya
yaratamıyor ve bu da Tanrı’nın herşeye gücünün yetmesi ile çelişiyor.
Bazen deniyor ki Tanrı ancak mantıksal olarak imkanı olan şeyleri
yaratabilir (örneğin dört kenarlı üçgen mantıksal olarak mümkün
değildir) ve iyiliğin olup kötülüğün olmaması mantıksal olarak mümkün
değildir. Tabii bunun neden mantıksal olarak mümkün olmadığını
göstermek pek kolay değil.
2) Kötülüğün olması insanların suçudur. İradesizliğin, inançsızlığın sonucudur.
Bu cevap da yine Tanrı’nın özellikleri ile çelişiyor. Tanrı
insanların ne mal olduğunu hepimizden iyi bilmektedir. Öyleyse neden
insanları böyle yaratmıştır? İnsanları daha farklı yaratma seçeneği
varsa (ki olmak zorundadır), neden bu şekilde, iradesiz ve zayıf
yaratmayı seçti? Ayrıca bu alemdeki bazı kötülükler ve acılar insanlar
tarafından meydana getirilmiş değildir. Deprem gibi doğa olayları bu
kadar acı ve ızdıraba yol açarken Tanrı neden bunlara izin vermektedir?
Afrika’da, 4-5 yaşında masum çocukların ne günahı, ne yanlışı, ne suçu
vardır ki gözleri kurtlar ve parazitler tarafından yenmektedir?
3) Tanrı insanları denemektedir. Kötülük yapanlar için adalet sonraki dünyada gelecektir.
Kimse kusura bakmasın ama böyle bir Tanrı’nın “iyi” olduğu iddia
edilemez. Tanrı pekala insanları kobay haline getirmeden de sonsuz
mutluluk ve sonsuz acı dağıtabilir. Neden bu kadar vahşi bir test
kafesini tercih etmiştir? Bütün dünyada masum bebeklerin çektiği acılar
böyle açıklanabilir mi? Doğuştan tip 1 diyabet hastası bir çocuğa bunu
nasıl açıklayacaksınız?
4) Tanrı bütün evreni kusursuz bir sistem olarak
yaratmıştır. İyilik ve kötülük kaynakları da bu sistemdeki yerleri
sebebiyle vardır.
Bu biraz 1. cevaba benziyor, dolayısıyla benim de cevabım benzer
olacak: Kötülük kaynaklarının daha az olduğu ya da hiç olmadığı bir
sistem mümkün değil miydi? Tanrı’nın böyle bir sistem kurmaya gücü
yetmez miydi? Tamam, bize acı çektiren bazı şeylerin bu sistemde çok
önemli yerleri var (zehirli yılanlar, akrepler, çeşitli
mikroorganizmalar). Ancak bazıları için bunun doğru olduğunu
sanmıyorum. Örneğin Tanrı neden HIV’i yaratmıştır? Bu virüsün
sistemdeki elzem rolü nedir, insanların ölümüne yol açmak dışında?
Hangi biyolojik süreçlerde HIV “olmazsa olmaz” bir rol oynamaktadır?
Bilgim dahilinde söyleyebileceğim, HIV’in böyle elzem bir rolü yoktur.
O halde Tanrı neden HIV’in olmadığı bir dünya yaratmayı seçmemiştir?
5) Tanrı’nın metodları ve düşündükleri bilinemez. Elbet vardır bir bildiği. Sen kimsin ki bunu anlamaya çalışıyorsun?
Maalesef bu cevaba karşı verilebilecek bir yanıt yoktur çünkü hiçbir
argüman, hiçbir mantık, hiçbir düşünce bu duvarı geçemez. Bu cevap
insan aklının bittiği, teslimiyetin başladığı yerdir. Bu sebeple ben
kaçar… kkthxbai
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KÖTÜLÜK PROBLEMİ VE THEODİSE
- KÖTÜLÜK PROBLEMİ NEDİR?
Hayatta
karşılaştığımız şeylerden bazıları bize mutluluk verirken bazılarından
da üzüntü duyarız. Bazen bu mutluluk ve acılar bireyin ötesinde
toplumsal çapta olabilir. Depremler, savaşlar, haksızlıklar ve
bunalımlar geniş kitleleri derinden etkileyebilir.
Bu
tür zorluklarla karşılaşan insanlar “neden bu olaylar başıma/ başımıza
geldi” şeklinde bir soruyu düşünmesi doğaldır. Bu olaylarla ilgili
nedenler araştırılırken doğa ve insan kaynaklı gerekçeler ileri
sürülür. Yine aynı olaylar ve acılar bir de Tanrı inancı açısından
değerlendirilir ve sorgulanır.
Sonsuz
güç, bilgi, irade ve iyilik sahibi bir Tanrı’nın yarattığı ve idare
ettiği bir evrende kötülüğün yeri ve anlamının ne olduğu sorusu dindar
olsun olmasın bütün insanları ilgilendirmiştir.
2. İNSANDAN ÖNCEKİ EVREN:
Kötülüğü ve iyiliği daha iyi kavramak için evrenin ve insanın neden
yaratıldığını yani var oluşu kavramamız gerekir. Günümüz gökbilimcileri
eskilerden farklı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğunu
savunmaktadır. Üç çeşit delil evrenin bir başlangıcı olduğunu
göstermektedir: Galaksilerin hareketleri, termodinamik yasaları ve
yıldızların hayat hikâyesi…
Termodinamiğin
ikinci yasasına göre kapalı bir sistemde kullanılabilir enerji miktarı
azalmaktadır. Yani, bir ısı kaybı vardır. Bu durum evrenin çöküşe doğru
gittiğini; dolayısıyla bir başlangıcı olduğunu göstermektedir.
1925’te
Hubble teleskopundan elde edilen verilere göre galaksiler birbirinden
uzaklaşmaktadır. Bunun anlamı evrenin genişlediğidir. Filmi tersine
sararsak evren bir zamanlar çok daha küçüktü..Bilim adamları 15 milyar
yıl önce iğne ucu büyüklüğündeki sonsuz yoğunlukta bir maddenin
patlaması sonucunda evrenin oluştuğunu bulmuşlardır. ( Bing bang
teorisi ).
Gözlemlediğimiz
tüm gezegenlerin bir yaşı vardır. Örneğin Dünya’nın yaşı en az değişen
maden olan uranyumun yaşı hesaplanarak tahmini olarak bulunmuştur. Yani
Dünya gibi evrende var olan bütün cisimlerin bir yaşı vardır; hepsi de
sonradan var olmuştur.
Bütün bunlardan çıkardığımız sonuç şudur:
Her sonradan var olanın bir var edicisi vardır.
Evren ve içindekiler sonradan var olmuştur.
Evren ve içindekilerin de bir var edicisi vardır; o da Tanrı’dır.
Aynı önermeyi şu şekilde de kurabiliriz:
Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır.
Evrenin de bir başlangıcı ve sonu vardır.
Başlangıcı ve sonu olan şeyler Tanrı olamaz; çünkü yaratılmıştır.
Şu halde evren de yaratılmıştır. Onu yaratan da tanrı’dır.
Evrenin
Allah tarafından yaratılmadığını düşünürsek o zaman evrenin maddesinin
yokluktan ve yokluk tarafından geldiğine inanmamız gerekir. Evrenin
“yokluk tarafından” yaratıldığını öne sürmek akıl dışı acıklı bir
durumdur.
Evrenin
başlangıcı ve sonu olması evrenin kendisinin Tanrı olmadığını
delillendirmektedir. Evrende gece ve gündüzün, mevsimlerin peşi sıra
gelmesi, gezegenlerin yörüngelerinde hareket etmesi, diğer fiziksel ve
biyolojik kurallar da evrende bir düzen olduğunu ve bu düzenin de bir
yöneticisi olması gerektiği anlamına gelir ki, o mutlak güç Allah’tır.
Evrendeki düzen Tanrı’nın tek olduğunu göstermektedir.
- İNSANDAN SONRAKİ EVREN VE KÖTÜLÜĞÜN ORTAYA ÇIKIŞI:
Evrenin
ve içindekilerin Yaratıcı tarafından meydana getirildiğini kabul
ettiğimize göre insanı da O yaratmıştır. İnsan yaratılmadan önce de
volkan patlamaları ve depremler oluyordu. Doğadaki bu olayların kötülük
olarak vasıflandırılması insanla birlikte oldu. Şu halde kötülük
problemi de insanidir.
Öyleyse insanın niçin yaratıldığını ve kötülüğün ne şekilde ortaya çıktığını anlamamız gerekir.
İNSANIN YARATILIŞI:
İnsanın
nasıl yaratıldığı ile ilgili pek çok bilimsel teori ortaya atılmıştır.
Son bilimsel verilere göre insan, maymun ve orangutan, birbirinden
değil, aynı ortak atadan evrimleştirilerek türetilmiştir.
Kur’ân
– ı Kerîm’e göre insanın yaratılışı safha safha olmuştur. Toprak, su ve
balçık gibi safhalardan sonra embriyo safhasına geçilmiştir. ( 4/ Nisa
Sûresi, 1 ; 22/ Hac Sûresi, 5 )
Teoloji açısından insanın nasıl yaratıldığından daha önemli olan soru niçin yaratıldığıdır:
“Rabbin
meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dediği zaman,
melekler ‘Orada fesat çıkaracak, kan dökecek bir kimse mi yaratacaksın?
Oysa biz seni öve öve tesbih ediyoruz ve seni yüceltip duruyoruz’
dediler. Allah ‘Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.”
( 2/ Bakara Sûresi, 30 )
Sonraları
siyasi bir sisteme ad olacak olan “Halife” kavramı Kur’ân’da çeşitli
anlamlarda kullanılmıştır. Bu âyette kullanılan anlam ise, “sonradan
gelen, birinin yerine geçen” şeklindedir. İnsan yeryüzünde biri ya da
birilerinin yerine geçmiştir. Taberî’nin rivayetine göre bu birileri,
insandan önce yeryüzünde “irade” sahibi varlıklar olarak yaşamış ve bu
iradelerini kötülük yapmak için kullanmış; bundan dolayı da bedensel
olarak ortadan kaldırılmış olan cinlerdir.
Yine,
Hz. Âdem’den önce belki bin tane daha Âdem’in geldiği ve şu andaki
insan neslinin babası olan Âdem’in son Âdem olduğu da bazı rivayetlerde
bildirilmiştir. Kısacası, melekler insanın kan dökeceğini, yerini
aldıkları önceki türlerin kan döküp karışıklık çıkarmasından dolayı
biliyorlardı. Çünkü irade sahibi bu türler iradelerini kötülük için
kullanmışlardı. Melekler ise, kötülük yapmak için programlanmamış
varlıklardır. Bundan dolayı insanın niçin yaratıldığını soruyorlar.
Sonraki âyetlerde bu sorunun cevabı eşyanın adları melekler ve Âdem’e sorulunca meleklerin bilemeyişi; Âdem’in ise adları tek tek söylemesi ile anlaşılır.
Meleklerin
kendiliğinden öğrenme kabiliyetleri yoktur. İnsan ise adlarla yani
kavramlarla düşünür. Sembollerle düşünen insan bu sembolleri
başkalarına aktarır. Her insan nesli yeni kavram ve sembolleri
ekleyerek sonraki nesle okullar aracılığı ile birikmiş ( kümülatif )
olarak aktarır. Bu bilgi birikimi sonucunda insan tabiata egemen olur,
medeniyet ve kültürü oluşturur.
Şu
halde insan, evren ve içerisindekilere bakarak tümevarım yoluyla
Allah’ı aradığı gibi; Allah da varlık türleri içerisinde insanı
aramıştır, denebilir. O, öyle bir varlık türü aramaktadır ki, melekler
gibi programlanmış olduğu için değil, kendi isteği ile O’nu arasın,
O’na ibadet etsin ve sevsin… İşte insanı diğer varlıklardan ayıran en
önemli özellik budur…
“Biz
âdemoğullarını diğer yarattıklarımızdan üstün kıldık. Onları karada ve
denize çeşitli vasıtalarla taşıdık. Onlara temiz yiyeceklerden rızklar
verdik. Onları yarattıklarımızın birçoğundan gerçekten üstün kıldık.” (
17/ İsrâ Sûresi, 70 )
Bu
üstünlüğünden dolayı meleklere, Âdem’e secde etmeleri emredilir. O
sıralarda ruhani bir varlık olarak çokça ibadet ettiği için meleklerin
arasında gezen İblis adlı cin bu emri yerine getirmez. “ Beni ateşten
yarattın, onu çamurdan yarattın “ diyen İblis, Allah’ın
huzurundan kovulacak ve Şeytan adını alacaktır. Şeytan insan ile Allah
arasındaki bağı koparmak ve bu şekilde insandan intikam almak için süre
ister. Allah da ona kıyamete kadar süre tanır ve samimi kullar
dışındakileri yoldan çıkaracağına yemin eder. ( 71/ Sad Sûresi, 71 – 83
)
Bunun
gibi Şeytan’dan bahseden âyetler incelendiğinde Şeytan’ın, insanın
düşmanı olduğu, kendine inanan ve dostluk kuranlar üzerinde etkisi
olduğu, samimi inananlar üzerinde zorlayıcı bir etkisinin olmadığı
ifade edilmiştir. Şeytan Allah’ın dengi veya düşmanı değildir. İnsanın
düşmanıdır. Şu halde İslâmiyet’te kötülük, Allah’ın bir süreliğine izin
vermesinden dolayı ortaya çıkan ve iyiliğe zıt olmakla birlikte
Allah’ın zıttı şeklinde düşünülemeyecek olan bir kavramdır.
Bu
durumda Allah kötülüğe neden izin vermiştir? Şeytan’ın kıyamete kadar
da olsa kötülük için çalışma yetkisine sahip olmasının anlamı nedir?
Kur’ân – ı Kerîm bunu, “imtihan” kavramı ile açıklamaktadır:
“Her
can ölümü tadacaktır. Biz, bir imtihan olarak sizi kötülükle ve
iyilikle deneriz. Sonunda bize döndürülürsünüz.” ( 21/ Enbiya Sûresi,
35 )
Kötülük
ve iyilik insanın önüne iki seçenek olarak çıkmaktadır. İnsanın
yükselmesi iyiliği seçmesi ile; düşüşü ise kötülüğü tercih etmesi
sonucunda meydana gelmektedir. İyiliği seçip yükselen
insanın kötülüğü seçip düşenlere göre az olması insanın dünyaya
gönderiliş projesinin başarısızlığı anlamına gelir mi? “Büyük
hayır için az şer” terk edilemeyeceğinden; sözgelimi tarlaya ekilen yüz
elma fidanından sekseni tutmasa bile yeşeren yirmi fidan için bu işleme
devam etmek doğru olacağından dolayı cevabımız “hayır” olacaktır.
Başka türlü olamaz mıydı? Şeytana izin verilmeseydi, daha çok ve hatta bütün insanlar iyiliği seçseydi daha doğru olmaz mıydı?
Kötülüğün
yaratılması bizatihi kötülük değildir. Ameliyat yapması için eline
neşter verilen bir doktorun hastayı öldürmesinden dolayı ona ameliyat
görevi veren hastane suçlanabilir mi? Allah’ın, insana kötülük tercihi
vermesinin nedeni de onun kötülük yapması için değil; kötülük
yapabilmesine rağmen iyiliği tercih etmesi içindir. Bunu “meşiet” ve
“mardiyet” kavramları ile açıklayabiliriz: Meşiet, Allah’ın kötülüğü
yaratması ve istediği zaman yok etmesini anlatan mutlak iradesidir.
Mardiyet ise, Allah’ın kötülükten razı olmaması; iyilikten hoşnut
olması anlamındadır. Şu halde “imtihan” kavramını göz önüne aldığımızda
“bizim dünyamız Tanrı tarafından olabilecek dünyalar arasında en iyi
dünya olarak seçilmiştir.”
- BATI DÜŞÜNCESİNDE KÖTÜLÜK PROBLEMİ:
“Evrendeki
kötülüklerin iyi bir Tanrı ile bağdaşmayacağı” savını ilk
formülleştiren Epikür ( ö. M.Ö. 270 ) olduğu söylenir. David Hume’un ,
Epikür’e atfederek öne sürdüğü formül etkisini sürdürmektedir:
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse O, güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyleyse O, iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da varoldu?”
Kötülük
problemi, bize kısaca şunu hatırlatmaktadır: Tanrının ilim, kudret ve
iyilik sıfatlarını aynı kuvvetle savunamazsınız. Bunu savunanlar, büyük
bir çelişki içindedir.
Kötülük problemine karşı Hristiyan düşünürler “teodise” yani “savunma” tarzında görüşler ileri sürmüştür.
St.
Augustine’e göre “…özgür iradesinden dolayı günah işleyen yaratık
sadece hiçbir özgür iradesi olmadığı için günah işlemeyen yaratıktan
daha mükemmeldir.” Burada Augustine, geniş anlamda, Tanrı’nın kötülüğe
izin vermekle daha mükemmel bir dünya yaratmış olduğunu iddia ediyor. Kötülüğe
izin verme nedeninin ne olduğunu da açıkça belirtiyor: “Yaratıkların,
akıllı, ahlâklı ve bilhassa özgür olmalarının murat edilmesi.”
“Özgür
İrade Savunması” böylece ahlâki iyilik için ahlâki kötülüğün zorunlu
olduğunu iddia etmektedir. Çağdaş filozof J.L. Mackie, bu anlayışın
sonucunda Tanrı’nın özgürce daima iyiyi seçen bir varlığı yaratamadığı
düşüncesine ulaşır ve bunu kadir – i mutlak olmasıyla çelişkili olarak
görür.
Buna
karşılık Plantinga, özgür iradenin, determinizmin hiçbir biçimiyle
bağdaşamayacağını savunur: “Eğer bir kişi belli bir eylemle ilgili
olarak özgürse, o eylemi yapmakta da onu yapmaktan kaçınmakta da
özgürdür; hiçbir ön koşul ve yasa bu eylemi yapacağını veya
yapamayacağını belirlemez.” Yani, Tanrı, daima iyilik yapan yaratıklar
yaratabilir, ancak bu durumda onlar özgür değildir. Tanrı, özgür
yaratıklar yaratabilir, ancak onlar gerçekten özgürse, onların
eylemlerinin daima doğru ve iyi olması zorunluluk ve kesinlik içinde
önceden belirlenemez.
Prof.
Mehmet AYDIN da, Mackie’nin görüşünü sadece zayıf değil; aynı zamanda
anlamsız ve emprik içerikten yoksun bulur. “her şeyden önce ‘daima
iyiliği seçmek’, insanda kötülüğe karşı herhangi bir yatkınlığın
bulunmaması demek olur. İnsan kötülüğe rağmen iyiliği seçiyor. Onun
seçiminin ahlâki değeri de bundan ileri gelmektedir. Oysa ‘İnsan şu
şekilde de yaratılabilirdi’ dediğimiz zaman, artık yatkınlığa,
dolayısıyla ahlâki seçime yer kalmaz. Bundan başka, Tanrı’nın insanı
hem özgür hem de daima iyiliği seçecek şekilde yaratabileceğini
varsaymak emprik bir içerikten de yoksundur. Çünkü “ortada böyle bir reel varlık yoktur. Var olsaydı da ona ‘insan’ değil başka bir ad bulmak gerekirdi.
Özgür irade savunmasının geliştirdiği bu cevap karşısında kötülük problemi savunucuları sağlam bir kanıt oluşturamamıştır.
Öte
yandan özgürlük kavramının sorgulanması tartışmayı fiziksel kötülük
alanında devam ettirdi. Özgürlük, uğruna çekilen acı ve sıkıntıları
mazur gösterecek kadar değerli mi? Özgürlüğün mazur gösterileceği
kötülük, özgür insanların kendi özgür iradeleriyle yaptıkları
kötülüktür, yani ahlâki kötülük dediğimiz kötülük çeşididir. Oysa bir
de insan karar ve eylemleriyle alakası olmayan fiziksel kötülükler
vardır. Depremlerin, sellerin ve benzerlerinin insan iradesiyle bir
alakası gözükmediğine göre bunlara özgür irade savunması ne diyebilir?
Bu konuda geniş bir araştırma ve açıklama için http://h_h_yildiz.sitemynet.com/bilimvekut.htm adresindeki “Bilim
ve Kutsal Metinler Açısından Evrenin Başlangıcı, Sonu ve Tabiî Afetler”
adlı makaleme bakılabilir. St. Augustine’e dayanan geleneksel Hristiyan
düşüncesi, doğal kötülüğün çoğunu şeytan ve avanesine atfeder. Şaytan,
Tanrı’ya isyan ettiğinden beri elinden gelen kötülüğü ardına
bırakmamaktadır. Sonuç, doğal kötülüklerdir. Bu durumda doğal
kötülükler, insan olmayan ruhların özgür eylemlerinden
kaynaklanmaktadır.
İnsan
özgürlüğü Tanrı’nın lutfunu ve cömertliğini gösterdiğine göre büyük
doğal afetlere sebep olabilecek derecede olağanüstü güçlerle donatılmış
şeytana verilen özgürlük ve güç nasıl izah edilebilir? Büyük doğal
afetlere neden olacak kadar güçlü bir ontolojik kişiliği, gücü ve
etkisi olan şeytan anlayışı monoteizmden oldukça uzaklaşmakta, bir
dinsel düalizme oldukça yaklaşmaktadır. İslâm dininin anlayışına da
uymayan böyle bir şeytan anlayışı çözümden çok problem üretmektedir.
Fiziksel
afetleri üç başlıkta inceleyebiliriz: Birincisi, insan yaratılmadan
önce de var olan ve aslında doğadaki dengenin bir parçası olan afetler.
( Volkan patlamaları, depremler vs. ), İkincisi, Tanrının yeryüzüne
müdahalesi olarak Kutsal kitaplarda geçen afetler ( Bu afetler
“adaletsizlik” anlamında “kötülük” olarak kabul edilmemektedir.),
üçüncüsü ise, özellikle günümüzde gittikçe önem kazanan insan kaynaklı
afetlerdir ( Ozon tabakasının delinmesi, bazı türlerin yok edilmesi,
nükleer gücün ve savaşların çevreye etkisi vs.. ). Bunların hepsinde de
kötülük yine insan kaynaklı olarak ortaya çıkmaktadır.
Kötülük problemi savunucularından bazıları teistlerin önermelerini tutarlı bulmakla birlikte makul kabul etmemektedir. Gazali ve Leibniz tarafından ileri sürülen “ Bu âlem mümkün âlemler arasında en iyisidir” önermesine karşı çıkan ve “delilci
kötülük problemi” adı verilen bu düşünceye göre, gerçek dünyada
bulduğumuz kötülük ile Tanrının varlığı mantıksal olarak çelişik
değildir. Ne var ki, dış dünyadaki kötülük ve yetersizlikler Tanrı’nın
varlığını makul olmaktan çıkarmaktadır. Delilci kötülük bu düşüncesini,
Siz her şeye gücü yeten, her yönü ile iyi ve bilen biri olsaydınız ve
içinde mutlu ve üzgün olan, hazdan hoşlanan, acıyı hisseden, sevgi,
öfke, merhamet, nefret ifade eden duygulu varlıkların bulunduğu bir
evren yaratacak olsaydınız ne çeşit bir dünya yaratırdınız? Besbelli
ki, her yönüyle iyi olduğunuz ve yaptığınız her şeyde en iyi şeyi
yapmayı isteyeceğiniz için, tüm mümkün dünyaların en iyisini, yani
mümkün olan en az miktarda kötülük içeren dünyayı yaratırdınız? Şu
andaki gibi bir dünya yaratır mıydınız?
Bu
yönlendirmeli önerme bilinenden bilinmeyen hakkında kesin bir hükme
varmayı gerektiriyor. Hâlbuki hem Tanrı ile ilgili bilinenler hem de
dünya ve geleceği ile ilgili bilinenler böyle bir karara varmamız için
yeterli gözükmemektedir. Bilinçli ve özgür bir varlık bir eser ortaya
koyacağı zaman, bu amaç onun gücü, bilgisi ve iyiliği ile orantılı
olarak yapabileceği en mükemmel eseri, daha başlangıçta, hedeflediği
mükemmelliği ortaya koymasını gerektirmez. Mekanik varlıkların ürünü
önceden kestirilebilir; ancak özgür varlıların ürünü ileri planda
ortaya çıkar. Örneğin ünlü bir ressamın bir tablo yaptığını
gördüğümüzde, henüz başlangıç aşamasında baktığımız bu tablonun
beklediğimiz kadar mükemmel olmadığını söylememiz doğru olabilir mi?
Bize anlamsız gibi gözüken şeyin gerçekte öyle olduğundan emin olabilir
miyiz?
Kısaca,
Tanrı’nın yaratma süreci devam ettiğine göre, şu sonuçlara
ulaşabiliriz: “Mümkün evrenlerin en iyisi” henüz yaratılmamıştır ya da
yaratılmaktadır. Mevcut evren oluşum halindeki bir sürecin parçasıdır.
Bizim evren hakkındaki bilgimiz oldukça yetersizdir; dolayısıyla
topyekûn evrende gereğinden fazla kötülük var mı, yok mu, bu konuda bir
şey söyleyemeyiz. Delilci kötülük problemini savunanların da çok sağlam
bir temellendirmeye sahip olmadıklarını söyleyebiliriz.
- SONUÇ:
Kötülüğün
insan ile ilintili olması ile ilgili olarak insan iradesi ile Tanrı’nın
dilemesi arasında nasıl bir denge olduğu tartışılmıştır. İnsanın ne
kadar özgür olduğu hakkında yapılan tartışmaları burada sıralamak bile
yazının amacını aşacaktır. Ancak bu konuda şunları söyleyebiliriz.
İnsan dünyaya geldiği zaman fiziksel kanunların, biyolojik kanunların
ve hatta sosyolojik kanunların kendi dışında belirlenmiş olan hazır
bulmuşluğu içindedir. Bu konularda hiçbir iradesi yoktur. Öte yandan,
seçme hürriyeti ve iradesi kavram oluşturma ve araç yapabilme gücü ile
birleşince insanın tabiata egemen olması; diğer varlıkları egemenliği
altına alması sonucunu doğurmuştur. Şu halde insana verilen kısıtlı
özgürlük gerçekte oldukça güçlü bir etkiye sahiptir. Bazı düşünürler
insanın eylemlerini kendisi yaratacak kadar özgür olduğunu iddia
etmiştir. Böyle bile olsa insansın yaratması son derece izafidir ve
Tanrı’nın meşieti çerçevesine mümkündür. Bu durum Tanrı’nın gücü ve
bilgisinin sınırsızlığı ile insanın özgür ve sorumlu olduğu iç içe bir
çözümlemeyi doğuracaktır.
Mutlak
kötülük kötülüğün yaratılması değil; iyiliğe rağmen seçilmesidir.
Kötülüğün yaratılmasında bir takım faydalar olabilir ve yaratma süreci
tamamlanmadığı için insan kötülüğün önlenemediği ya da önlenmek
istenmediğine dair kesin bir yargıya ulaşılamaz.
Hristiyan
düşüncesinde kötülük ilk günah anlayışı ile dile getirilmiştir. Bu
nesilden nesile devam eden günah anlayışı Augustine’nin anlayışına göre
tabii afetlerin de nedenidir ve bu cezalar adaletlidir. İslâm
düşüncesinde ise ilk günah anlayışı olmamakla birlikte insanın seçim
gücü ile kötülüğün ortaya çıkması arasında ilinti vardır. Tabii
afetlerden bazıları insandan önce de var olduğuna göre bunların hepsini
kötülük olarak nitelemek doğru değildir. Kutsal kitaplarda bahsedilen
ve Tanrı’nın yeryüzüne müdahalesi şeklinde ortaya çıkan afetler kötülük
olarak değil adalet olarak vasıflandırılmıştır. Temelinde insan
iradesinin kötüye kullanımı olan bu müdahalelerin en büyüğü kıyamet
şeklinde olacaktır.
KAYNAKLAR
- Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yay., Ankara, 5. Baskı, 1996
- Gusdorf, Georges, İnsan ve Tanrı, Çev: Zeki Özcan, Alfa Yay., İstanbul,2000
- Heyet, Satanizm Girdabı ve Sahte Metafizik Akımlar, Işık Yay., İzmir, 2003
- Heyet, İslâmî Bilimde Metodoloji Sorunu, Yay.Haz.: Mehmet Paçacı, Fecr Yay., Ankara, 1991
- Manafov, Rafiz, John Hick’in Din Felsefesinde Kötülük Problemi ve Teodise, İz Yay., İstanbul, 2007
- Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’ân Açısından Şeytancılık, Yeni Boyut Yay., İstanbul, 2002
- Tillich, Paul, Din Felsefesi, Çev.: Zeki Özcan, Alfa Yay., İstanbul,2000
- Ünal, Ali, Kur’ân’da Temel Kavramlar, Nil Yay., İstanbul, 2001 ( 2. Baskı )
- Vergote, Antoine, Din, İnanç ve İnançsızlık, çev: Veysel Uysal, M.Ü.İlahiyat F. Vakfı Yay., İstanbul, 1999
- Wernwr, Charles, Kötülük Problemi, çev: Sedat Umran, Kaknüs Yay., İstanbul, 2000
- Yaran, Cafer Sadık, Kötülük ve Theodise, Vadi Yay., Ankara, 1997
hasan hüseyin yıldız
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam...
Dün akşam üzeri evde uzanmış haber seyrediyorum tabi ki yine yürek acıtan sahneler, çıkar uğruna her yolu ortaya koyan siyasiler, dünyadaki sistemden ve yaşamdan bihaber ve umursamaz görünen insanlar vs vs.
Her haber seydedişimdeki ruh sıkıntısı içinde olduğum bir haldeyken, 5 yaşında olan çocuğum geldi kucağıma babacım babacım diyerek yattı. işte o anda; şimdi ben şu an ölmüş olsam bu yavrucuk babacığım diye kime sarılacak Allah'ın bu masumu babasız koyarak bu acıyı ona yaşatması merhametine sığarmı diye düşünmeye başladım. Ama hemen ardından böyle bir durumla karşılaşacak ne ilk nede son çocuk olacağı aklıma geldi hatta daha doğmadan babasını kaybeden çocukları ve bunun tam tersini yani çocuklarını kaybeden babaları ve anneleri düşündüm.
Evet ilk bakışta, bizim öğrendiğimiz ve iman ettiğimiz merhametli olan Allah bu olamazdı. Lakin unuttuğum bir şey varki, bu olaylar bizdeki imanın kanıtı olarak vukuu buluyordu. Bizim sınırlı aklımız ve merhametimiz bunu anlayamasada sistem böyle idi. Kendi başıma veya yavrumun başına gelebilecek, ama benim engelleyemeyeceğim bir durumda sınırlı imkan ve gücüm nasıl yeterli olmayacaksa çevremde buna mani olamayacaktı. Bu gücün yanlız Allah'ta olması, işte bu düşünce insanı yatıştıran tek duyguydu. (Rabbim bu duyguyu eksik etmesin inşaallah)
İman bize bu anlaşılmazı anlamlı kılıyor. Nasılki kendimizin ve hiç bir şeyin gerçek sahibi değiliz. (sahip olduğunu düşünenlerden belli bir süre sonra kim kalmış) Bunları bize verenin sınama için emanet olarak verdiğini ve mutlu olmak istiyorsak sadece ona itaat etmemiz gerektiğini bildirmiş.
Mutluluk sahip olduklarımızda değil, neden sahip olduğumuzun bilincinde olmakta. Ben bu bilince daha ulaştığımı hissedemiyorum. Demek ki sorun bizde.! Her işi Hikmetli olan Allah'ta değil. İnsanlar ona gitse başa gelen herşeye katlanacak. O hikmetsiz hiç bir iş yapmadığını da bize bildiriyor.
Herkezin bildiği meşhur bir hikaye vardır;
Adamın biri berbere girer, bir yandan traş olurken bir yandan da berber ile sohbet eder. Sohbet döner dolaşır Allah'a gelir. Berber adama orada dur bakalım der, Ben Allah diye bir varlık olduğuna inanmıyorum ve başalar;
Eğer bir Allah olsaydı dünyada savaşlar olmazdı.
Eğer bir Allah olsaydı dünyada afetler olmazdı.
Eğer bir Allah olsaydı dünyada açlık olmazdı.
Eğer bir Allah olsaydı masum çocuklar ölmezdi.
Bu böyle devam etmiş, ama bizim adamda hiç ses yok, nasıl olsun ki insan aklı her zaman her şeyi açıklayamıyor ki. işi biten adam çıkmış berberin kapısından dışarı, aaa ne görsün saçı sakalı birbirine girmiş bir adam oradan geçmez mi.! hemen dönmüş berbere doğru, yok yaa ben dünyada berber diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Bunu duyan berber hemen dışarı çıkar, nasıl olur.! şimdi traş olmadın mı bana. yok yaa ben inamıyorum diye tekrarlar adam. berber; arkadaş şimdi çıktın nasıl inkar edersin benim varlığımı der. Adam saçı sakalı birbirine dolanmış adamı göstererek; Eğer berber diye bir varlık olsaydı bu adam bu halde olmazdı der. berberde eee ben burdayım ama o adam bana gelmiyor ben ne yapayım der. Bizim adamda işte tam bu lafın üstüne evet berber efendi, işte Allah'ta vardır ve insanı kendine gelip gelmemekte özgür bırakmıştır.
Arkadaşlar bir sınama hayatındayız bazı olaylar bizim idrakimizi aşar bunuda kimse izah edemez. Sadece sınamada olduğumuzu unuttuğumuzda izaha kalkarız ki bunuda yapamayız ve zaten engelleyemeyeceğimiz bu sistem içinde böyle bocalar dururuz. İyisimi biz şu var mı bu yokmu, bu niye böyle değil gibi idrakimizi aşan düşüncelerden sıyrılmaya çalışalım, her yerde hazır ve nazır olan Allah'a doğru yürümeye gayret edelim ve etrafımızdakileri de yürütmeye çalışanlardan olalım, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edelim.
Erzurumlu İbrahim Hakkı dedem ne güzel demiş;
"GÖRELİM MEVLAM NEYLER, O NEYLERSE GÜZEL EYLER."
selamet dilerim..
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selamlar...
üzerinde düşündüğümüz bu mesele önemli...
bir zamanlar bu forumda kuranı savunuyorken şimdi ateist olduğunu ifade eden biri o zaman peygambere üç bin melekle yardım eden neden tecavüze uğrayan yada açlıktan ölen çocuklara birkaç meleğini gönderip te yardım etmiyor diyor...
bu düşünce onun dini ve allahı ve kuranı terketmesine neden olmuş...
hala da ateistlerin en büyük argümanları bu...
açlıktan ölmek üzere olan ve onun ölmesini bekleyen leş yiyici kuşun fotoğrafına bakıp tanrı buna nasıl izin veriyor diyerek imanlarından oluyorlar...
her şeyi bilemeyiz bunları sorgulamayız hikmetinden sual olunmaz türü cevaplar zaten imanını kaybetmiş biri için pek bir şey ifade etmiyor...
hangi konuda bir şey anlatsan mesele gelip buraya dayanıyor...
bu konuda akla mantığa vicdana uygun söylemler varsa onları önce bir iyice belleyip sonra güzelce anlatabilmek için aynı zamanda kendi imanımızı da koruyup devam ettirebilmek için bu konuda açık anlaşılır anlatımlara ihtiyaç var..
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
öğrenci98 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 21 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 432
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhabalar
Konuya ilişkin belki okunabilecek bir kitap:
Başlangıcı; "İyi veya kötü oluşan olaylar raslantı gibi görünse de her şey gereklilikten doğar." sözüyle başlayıp...
"Başkalarını tanıyarak onları 'bilge-tanrı' yapacağınıza, neden kendinizi tanıyarak 'bilge-kul' olamıyorsunuz?" sözüyle biten bir kitap...
"Bilinmeyen bir bilgi/Mehmet Ali Şadoğlu" (UNO yayıncılık 2006)
Muhabbetle...
__________________ Benliğin galebe çaldığı hiçbir yerde, vahiyden, adaletten ve merhametten bahsedilemez.
|
Yukarı dön |
|
|
mert8 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 23 nisan 2006 Yer: Saudi Arabia Gönderilenler: 111
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bıisim Allah erRahman erRahim
Allah ın izni ile
aşağıdaki yazımı bu sitede bir forumda açmış veya başlık yapmıştım. yazdıklarımın içinde çok şeye itiraz edeceksiniz veya hadi canım sende diyeceksiniz. biliyorum ama bu yazdığım sonuçlara yaşadığımız hayattan ve Kur'an-ı Kerim den yorumlar ile ulaştım. şunu bana Kur'an-ı Kerim den göster derseniz cevap vermeyeceğim/veremeyeceğim. çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi yazdıklarım benim yorumlarım üzere çıkmıştır.
sanıyorum, sorduğunuz soruların hepsine cevap verebilmek açıklığına sahip bir yazı okuyacaksınız.
================================================
Bıisim Allah erRahman erRahim
Allah ın izni ile...
ezel den ahiret e
(1) zaman, bizim evrenimizin zaman dilimleri çalışmaya başlamadan önce idi. Allah bir şeyden dolayı (ihtiyaç, eğlence veya bir görev. Kur’an-ı Kerim e ters gelse de, benim yanımda birinci şık ağır basıyor.) bir şeyler yaratma ihtiyacı duydu.
(2) önce bu yaratılacak şeyde yani evrende bir nizam, bir intizam olması için tabiat/doğa kanununu yazdı. “en sonuna kadar bu kanun değişmez” şartını koydu.
(3) sonra bu evrende görevleri yapacak ve hareketliliği sağlayacak varlıkları (yani melekleri, cinleri ve insanları), kendi Ruhundan üfleyerek, ruhları, yarattı ve onları görevlendirip kademelere ayırarak/derecelendirerek gönül gözü açıklığı verdi.
melekleri (ruhlarını) yarattı ve kademe kademe görevlendirdi: Meleklerin temel görevleri, Allah'a kulluk etmek; O'nun emirlerini yerine getirmektir Melekler görevleri açısından bir kaç gruba ayrılır Melekler yüklendikleri görevler itibariyle farklı isimlerle anılmışlardır Bunlardan dördü, büyük melek olarak bilinmektedir: Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl ve Azrail Bilinen diğer melekler de şunlardır: Kirâmen Kâtibin/Hafaza (İnsanların amellerini yazmakla görevli melekler), Hamele-i Arş (Arşı taşıyan melekler), Hazin (Cennet ve cehennemde bekçilikle görevli melekler), Zebânî, Mâlik (Cehennemde görevli melekler), Rıdvân (Cennette görevli melekler), Mukarrabûn ve İlliyyûn (Allah'a çok yakın ve onun katında üstün mevkie sahip melekler) (alıntı,internet) meleklerde sadece ruh vardır ve sadece verilen görevleri yaparlar.
cinleri (ruhlarını) yarattı ve kademe kademe görevlendirdi:
zamanı gelince, cinlere ayrıca insiyatif, nefis/nefs verildi.
zamanı gelince, cinlere ayrıca ateşten beden verildi.
{[( cinlerdeki ve insanoğlundaki bütün iyi ve kötü özellikler (ruhlarımızı kendisinden bize aktardığından dolayı, ve, insiyatif ve nefis verdiği için) Allah tan gelmiştir.
bütün özellikler Allah tandır.
insan veya cin kendisinde olmayan hiçbir şeyi açığa vuramaz/çıkaramaz.
bu yaratılışa aykırı olur.
ayrıca insanoğluna, kendine benzeyen beden ve yüz güzelliği vermiştir. )]}
insanları (ruhlarını) yarattı ve kademe kademe görevlendirdi: derecelerine göre kimi din adamı olacak, kimi bilim adamı olacak, kimi zengin olacak, kimi yönetici olacak, kimi ... , ve geri kalanlar da (görevsizler) ibadet edeceklerdir. herbir görevin derecesine görede insanoğluna gönül gözü açıklığı (eminim bundan daha güzel bir (3) kelime vardır) verilmiştir. bu görevlerin hepsi levhi mahfuzda kaydedilmiştir. (zaman içerisinde, kıymetli görevleri olan insanları (çocukluk ve gençlik yaşlarında), şeytanın direkt şerrinden, uzak tutabilmek için bu görevlerin yazıldığı kitap/defter yani levhi mahfuz Allah tarafından korumaya alınmıştır.)
zamanı gelince, insanoğluna ayrıca insiyatif, nefis/nefs verildi.
zamanı gelince, insanoğluna ayrıca maddeden beden verildi.
(4) Allah, evrenin özünü/plazmayı eline aldı(???) ve “ol...” dedi. big bang oluştu ve evren doğa kanununa göre genişlemeye başladı.
(5) evrenin çok sıcak ve yeterli bir döneminde ve yerinde, cinlerin faaliyet gösterebilicekleri bir ortam yaratıldı/oluşturuldu/oluştu. aynı dünyamızdaki sistem gibi, orada da melekler görev yapıyordu ve orada da vahy leri aktarıcı resul ve nebi cinler vardı. en büyük ve en son resulleri şeytan dı(???). Allah orada (da) cinlerden kendisine ibadet etmelerini istemişti. oradaki faaliyet (yaşantı diyemiyorum, çünkü herhangi bir yorum yapamıyorum.) birkaç milyon yıl sürdü. taaa ki, ta ki evrenin soğuyupta cinlerin ateşten bedenlerinin oluşamamasına kadar, yani cin kıyametine kadar sürdü. cin kıyametinden sonra bedensiz cinler ahireti beklemek/yargılanmak için bir yerde toplandılar.
(6) evrenin az sıcak ve yeterli bir döneminde ve yerinde, insanların faaliyet gösterebilicekleri bir ortam yani dünya yaratıldı/ oluşturuldu/oluştu. uygun zaman ve ortamda Allah, inşa ettiği Hz Adem in bedenine, daha önce kendi Ruh undan üfleyerek oluşturduğu ruhunu koydu ve melek ve cinlerden bu maddi bedenli ruha secde etmelerini istedi. sadece, bunu kendi içine sindiremeyen şeytan bu emri yerine getirmedi ve Allah tan “kıyamete kadar insanoğlunu doğru yolundan saptırabilme” müsaadesi aldı.
(şeytana Allah tarafından verilen “insanoğlunun insiyatif ve nefsine müdahale ile onu doğru yoldan ayırabilme müsaadesi”ne “hayır ve şer Allah tandır” cümlesini bağlıyabilirmiyiz acaba?) (pekiii şeytana ve cinlere kötülüğü emreden/fısıldayan ne/kim idi diye sorarsanız: cevabım: bilmiyorum/yanıt yok... olacaktır.)
(7) Allah, insanoğlunu yaratarak insiyatif ve nefis/nefsi vermiş ve çeşitli dini hükümleri/emirleri (görev değil/demiyorum) vererek onu dünyaya yaşamaya salmıştır. bu yaşantımız sırasında, Allah’ın (resul ve nebi aracılığıyla; gerek kitap, gerekse sayfa(lar) çokluğunda veya gerekse sırf vahy vasıtasıyla) bizden istediği/bize emrettiği, O’na ibadet etmek, şükretmek ve kötüden tövbe etmek, kul hakkı yememek, ... ; bizlerden istediği en büyük emirlerdendir.
bunun yanında sabır, iyilik, doğruluk, aşk, sevgi, muhabbet, sadakat, hoşgörü, ... , barış ve affetme duyguları Allah’ın insanoğluna verdiği yüksek değerlerdendir.
(8) Allah, bunları insanoğlundan ister. çünkü bu görev, emir ve değerlerin yapılıp uygulanması O’na iyi gelmektedir.
(9) Allah adildir, kendisini hoşnut edeni, zamanı gelince, kendiside hoşnut eder. bunun için Allah ın verdiği görev ve emirleri yerine getirmeliyiz.
(10) Allah, insanoğluna insiyatif ve nefis vererek onu dünyada hür bırakmıştır. ruhuna verilmiş görevi ve bedene verilmiş emirleri yapıp yapmamasına istinaden, insanın seçeceği yola ve iki omuzu üzerindeki meleklerin tuttukları kayıtlara göre onu yargılayacak ve cennet ödülü veya cehennem cezası verecektir.
(11) yukarıda da değindiğim gibi (ruhlara değişik kademelerde görevler verilmesi) bu dünya üzerinde hiçbir insanoğlu eşit yaratılmamıştır. bu Bıisim Allah erRahman erRahim den de anlaşılabilir (ne anlaşılır: bu dünyada iyiye de kötüye de veren, ahirette de sırf iyiye veren Allah ın adı ile (edebiyatı güzel olan bu cümleyi daha güzel döktürebilir)). onun için ben niye fakirim, benim niye buyum yok şuyum yok, çocuk niye bir veya beş yaşında öldü, bu adam niye çok zengin akıllı ve yakışıklı ama bende yok... gibi boş fikir ve kuruntular ile günaha girmeyelim.
bu dünyada adalet yoktur. bu dünyada insanın 1, 5, 10 veya 20 yaşında ölmesi Allah ı ilgilendirmez, çok fakir olup cehennemi veya zilleti dünyada görmen, yaşaman Allah ın sorunu değildir. bunlar dünya ve insan sorunlarıdır. sen Allah ın görev ve emirlerini layıkıyla yap. Allah ın bu dünyada insanoğlundan istediği budur.
{[(Bıisim Allah erRahman erRahim den de anlaşılacağı üzere, bu dünya üzerinde adalet aramam. sizde aramayın bulamazsınız.)]}
Allah insanın cinsiyetini önceden bilir, ne zaman ve nerede doğacağına ise zaman,yer ve ortam şartlarına göre karar verir (ruhlara verdiği görevlerden ötürü).
insanın ruhuna verdiği görevlere istinaden dünyada manevi olarak insana müdahalelerde bulunur.
ama insanoğlunun ileride ne yapacağını ve ileride nasıl öleceğini ve ne zaman öleceğini bilmez.
verilen görevin yapılıp yapılmaması şartlarına/durumlarına göre insanoğluna yardımcı olur veya canını alır veya bu dünyada yaşayabildiğin kadar yaşa diye müsaade verir.
en sonunda ahirette, cinleri ve insanoğlunu herşeyiyle, ne bir eksik ne bir fazla, yargılar ve sonuca kendisininde isteğini ekleyerek cennet veya cehenneme yollar.
{[(adalet yargılamada ve sonuçtadır.)]}
(12) bu dünyada Allah a ibadet vardır. görevler ve emirler vardır. insiyatif vardır, nefis/nefs vardır. ahirette nereye gideceğin senin bu emir ve görevleri yapıp yapmamana bağlıdır. her insan kendi yolunu seçer ve oraya gider.
(13) adalet yargılamadadır ve sonuçtadır.
bundan hiç şüpheniz olmasın.
{[(daha önce de/yukarıda bahsetmiştim. Allah ın ruhlara verdiği görevler vardır. bir insan dünyaya geldikten ve yaşı kemale erdikten sonra (veya Allah a karşı sorumluluğu başladıktan sonra) kendi ruhuna verilmiş olan görevi yapmaya veya yapmamaya başlar. yapmaya başlarsa görevini ne zaman bitireceği kendi insiyatifine ve zamana kalmıştır. işte bunun için Allah insanoğlunun ne yapacağını ve ne zaman öleceğini bilmez. insanın görevi bitince (yani yapınca) veya görev sekteye uğrayınca (görev sonuçlanamayacak bir hale gelirse veya görevi yapmamaya başlarsa (veya yapmaz ise)) işte o zaman Allah devreye girer ve isterse o insanın canını alır veya isterse ((1)) ihtiyarlayıp ne yapacağını bilemez bir duruma gelinceye kadar onu dünyada bırakır.
((1)) tabi bunun anlamı insanoğlu 100 veya 150 sene garanti yaşayacak değildir. yorum (gerekmez ama yinede yapacağım): Allah onun canını almak için meleği görevlendirmez. o insan o andan sonra kendi yaşayış tarzına ve kendine dikkat etmesine göre ve kendi vücuduna ne kadar özen göstermiş ise o kadar uzun yaşayacaktır. ta ki kendi vücut organları yaşlılıktan dolayı iflas etmeye ve görev yapamamaya başlayıncaya kadar. yani vücut görev yapamayınca ölür. bu arada insanın kendine dikkat etmesi, sağlığını koruması, kazaya uğramaması, ayağı kayıpta kafasını yere vurmaması, başka biri tarafından öldürülmemesi, .... lazım gelir. ölüm anı gelince Allah ın izni ile ölüm meleği ruhu alır.)]}
ALLAH, canları, ölümleri sırasında alır, ölmeyenleri de uykuları sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır. ZÜMER 42.
O O’dur ki; sizi önce topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan yarattı. Sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkarıyor, sonra güçlü çağınıza ulaşasınız ve nihayet ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor. İçinizden bir kısmı daha önce vefat ettiriliyor. Tüm bunlar, belirlenen bir süreye ulaşasınız ve aklınızı işletesiniz diyedir. MÜMİN 67.
Andolsun ki, senden önce de ümmetlere elçiler göndermiştik. O ümmetleri, bize yaklaşıp sığınsınlar diye zorluklar ve darlıklarla yakalamıştık. Zorluğumuz kendilerine gelip çattığında bir sığınabilselerdi! Ne yazık ki kalpleri katılaştı; şeytan, yapmakta olduklarını onlara süslü-püslü gösterdi. Öğütlenmeye çağırıldıkları şeyi unutunca, her şeyin kapılarını üzerlerine açıverdik. Nihayet, kendilerine verilenle sevinç şımarıklığına daldıkları bir sırada, ansızın onları yakaladık. Tüm ümitlerini bir anda yitirdiler. Böylece, zulme saplanan topluluğun kökü kesilmişti; hamt olsun âlemlerin Rabbi’ne! ENAM 42…45
Bir kent inansa da imanı kendisine yarar sağlasa ya! Yunus’un kavmi müstesna… Onlar inanınca, dünya hayatında rezillik azabını üstlerinden kaldırmış ve kendilerini belirli bir süreye kadar nimetlendirmiştik. YUNUS 98
“Bu ayette yunus peygamberin kavmi inandığında üzerlerinde var olan rezillik azabının kaldırıldığı ve belli bir süre kadar nimetlendirildikleri belirtiliyor. Dikkat çekici nokta ise, inanmalarından sonra azabın giderilmesi ve belirli bir süreye kadar nimetlendirilmeleridir. İnanmayıp var oldukları yolda devam etselerdi tam zıttı bir durum söz konusu olabilirdi.” (alıntı)
“Kimi helak edeceğini kime zaman vereceğini rabbimiz daha iyi bilir. Elbet O her şeye kadirdir. Yaşarken yaşatanlar, yaratılışına uyanlar elbet rabbimizden refaha erenler olacaktır. Zalimleri, inkâr edenleri ise görüldüğü üzere dünya ve ahirette zor bir yaşam beklemektedir. Ki uyarılara uyup, zalimlikten inkârdan dönenler ve ALLAH’a sığınanlar hariç.” (alıntı)
Muhakkak rabbim bizi bizden daha iyi bilendir. Hayra iş yapanlar veya zulme sapanlar hakkındaki hüküm onun katındadır. Dilediğinin ecelini önce alır dilediğini sonraya bırakır. O sonsuz rahmetin sahibidir: Eğer ALLAH, insanları, kazandıkları yüzünden hesaba çekseydi, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar, ecelleri gelinceye kadar erteliyor. ALLAH, kullarını iyice görmektedir. FATIR 45.
Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir. HACC 5.
O, odur ki, geceleyin sizi öldürür. Gün boyunca neler yapıp neler kazandığınızı bilir. Sonra, belirlenmiş süre işletilip tamamlansın diye, gün içinde sizi diriltir. Nihayet O’nadır dönüşünüz. Sonra, yapıp ettiklerinizi size haber verecektir. ENAM 60.
not: Kur’an-ı Kerim in birçok yerinde, türkçeye çeviride ve tefsirde birçok hata olduğunu hatırlatmak isterim...
Allah a emanet olun
mehmet rende
...
__________________ 16cdgaabçcg
|
Yukarı dön |
|
|
|
|