Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Değerli Kardeşlerim!
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah:
Asr (Çağ) Suresinde:
1 – “Asra ant olsun ki,”
2-3-“İman eden, salihat işleyen, hakkı tavsiyeleşen ve sabrı tavsiyeleşenlerin haricindeki tüm insanlar kesinlikle tam bir hüsran/kayıp-zarar içindedir.”
Bu ayette, insanların hüsran (kayıp-zarar) içinde kalmamasını sağlayacak özelliklerin neler olduğu açıklanmış (iman etmek, salihat işlemek, hakkı tavsiyeleşmek ve sabrı tavsiyeleşmek) ve bu özelliklere sahip olan insanların, ikinci ayette belirtilen felâketten istisna edilecekleri bildirilmiştir
“Islah” sözcüğünden türemiş olan “salihat”; düzeltmek demektir. “Salihat işlemek” ise; bozuk olan şeyi düzeltmek, düzelticilik yapmak, düzeltmeye yönelik işler yapmak anlamlarına gelir.
Kur`an, bozuklukları düzeltme faaliyetinde bulunanları tek kelime ile ifade etmiş ve bu kimseleri “muslih” olarak isimlendirmiştir (Bakara; 11, 220 , A`râf; 56, 85, 170 , Hud; 117 ve Kasas; 19).
Diğer taraftan da Kur`an; bu ayette geçen “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”, Bakara suresinin 277. ayetinde geçen “namaz kılma ve zekât verme”, Hud suresinin 23. ayetinde geçen “edep ve gönülden Allah`a boyun eğme” kavramlarını, aynı ayet içinde ayrı ayrı zikretmek suretiyle, “salihat”tan ayırmıştır. Yani, “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”, “namaz kılma ve zekât verme”, “edep ve gönülden Allah`a boyun eğme” gibi hasenat, Kur`an`a göre “salihat”tan sayılmamaktadır.
Kur`an`daki bu hususlar dikkate alınarak “salihat” konusunda şunları söylemek mümkündür: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek salihat işlemek değildir. Ama öğüt verme yolu ile namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek, zekât vermeyeni zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek, salihat işlemektir. Bu kavramı toplumsal boyuta taşıdığımızda ise; bulunduğumuz zaman ve zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî … alanlarda her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, salihat işlemektir.
Bu konuda, “dışa yansımayan işler” demek olan hasenat ile salihat arasındaki fark iyi anlaşılmalıdır. Rabbimiz de bu iki konu arasındaki farkı; her bir haseneye on karşılık verirken (En`âm 160), salihat karşılığında cenneti vadetmek suretiyle çok açık bir şekilde belirlemiştir (Bakara; 25, 82, Nisa; 57, 122, 124; Hud; 23, İbrahim; 23, Kehf; 107 ve daha birçok ayet).
Hakkı tavsiyeleşmek:
İsim, mastar ve sıfat olarak kullanıldığında değişik manalar alan ve Kur`an`da toplam 285 kez yer alan “Hakk” sözcüğünün asıl manası; “uygunluk ve denk gelme” demektir.
“Hakk”; aklın inkâr edemeyeceği derecede gerçek ve değişmez olandır, doğrudur, isabetlidir, maksada uygundur, arzu edilene denk düşendir.
Her an ve her yerde gerçek ve değişmez olarak bulunan Allah, gerçek Hakk`dır. O`ndan gelen vahyler de “hakk”tır. O`nun gönderdiği peygamberler de “hakk”tır. O`nun gönderdiği din (İslâm), dinin bütün hükümleri (Kur`an) ve dinin haberleri (Kur`an`daki haberler, ölüm, kıyamet, mahşer, cennet, cehennem…) de “hakk”tır.
“Hakk” kavramının, “Allah`ın hakkı”, “insanların hakkı”, veya “Allah`ın ve insanların müşterek hakkı” gibi bizzat Rabbimiz tarafından belirlenmiş değişik şekilleri de vardır. Ancak bu ayette geçen “hakk”, kavramın iman boyutu ile alâkalıdır.
“Hakkın tavsiyeleşilmesi” deyimi, kavramın toplumsal boyutta da ele alınması gerektiğini, yani kişileri ilgilendirdiği kadar toplumu da ilgilendirdiğini ifade etmektedir. Toplumsal açıdan ele alındığında ise bu deyim, müminlerden oluşan toplumun sürekli bir duyarlılıkla, hakka karşı batılın yayılmasına seyirci kalmaması anlamına gelir. Batıl; hakka göre, temelsiz, boş, gerçek olmayan, uymayan, geçersiz demektir. Yani toplumdaki her fert, hakkı, doğruluğu, adaleti sadece kendisi yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Bu tavsiye bir zorunluluktur. Çünkü hakka sarılmak zordur; nefsin arzuları, menfaatler, azgınların zulmü, zalimlerin adaletsizliği, kendisine batılı örnek almış insanların baskısı, cehalet gibi bir çok husus, hakka sarılmaya engel teşkil etmektedir.
Allah`ın emirlerini yerine getirmek ve koyduğu yasaklardan kaçınmakla birinci derecede kendi nefsinden sorumlu olan Müslüman, bu ayetle, “neme lâzımcılık” ruhunu, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” zihniyetini terk etmeye çağırılmaktadır.
Müslüman, başta aile fertleri olmak üzere çevresindeki diğer insanlar arasında da hakkın uygulanması ve batılın engellenmesi için var gücü ile çalışacaktır. İnsanlar hakkı birbirlerine tavsiye edecekler, hatırlatacaklar ve birbirlerini bu yolda teşvik edeceklerdir. Böylece gaye ve hedef birliği sağlanacak, bireylerin akıllarına, her türlü koşulda sorumlulukta ortak olunduğu bilinci yerleşecektir. Bu davranışların yaygınlaşması sonucunda kişisel gayretler birleşip toplumsal gayrete dönüşecek, bu davranışlarda bulunan bireylerden oluşan toplum da her alanda güçlü hâle gelecektir. Zaten hakkın kendisi olan dinimiz de bizlerden; birbirine bağlı, birbirini destekleyen, birbiriyle yardımlaşan ve birbirine doğru tavsiyelerde bulunan bir toplum olmamızı istemektedir. Eğer bir toplumda bu ruh yoksa, o toplum hüsrandan/ zarardan kurtulamaz. Çünkü bir toplumu, ahlâkî düşüş ve çöküşten korumak ancak bu şekilde mümkündür.
Müslümanların birbirlerine hakkı tavsiye etmeleri bir zarurettir. Hakkı tavsiye etmek demek; hakkı her zaman başkalarına hatırlatmak, başkalarını hakka uygun davranmaları için teşvik etmek, hakka uygunluğu toplumda ortak amaç hâline getirmek demektir. Hakkı birbirine tavsiye eden bireylerden oluşmuş bir toplum, ortak sorumluluk bilinci gelişmiş bir toplum olduğundan, pek çok sorununu bu sayede aşmış bir toplumdur. Çünkü toplumdaki her birey bilir ve görür ki, hakkın bekçisi sadece kendisi değildir. Böyle bir toplumda kişisel amaçlar birleşerek hakkı yaşamak ve yaşatmak hedefine yönelmiştir. Bireyler, böyle bir toplumun mensubu oldukları için asla mahcup olmazlar, aksine kıvanç duyarlar. Hakkın kendisi olan bu din (İslâm) de zaten, birbirine bağlı, birbirini destekleyen, birbiriyle yardımlaşan ve birbirine tavsiyelerde bulunan bireylerin bekçiliği altında yaşanabilir.
Bu ayetler aslında dehşetli bir tehdidi işaret etmektedir. Bu tehdit, tüm insanlığın önerilenler yapılmazsa hüsrana (kayba-zarara) uğrayacağıdır. Ama Rabbimiz, bizi tehdit ettiği felâketten nasıl kurtulabileceğimizi de göstermiş ve hakkı tavsiyeleşmemizi önermiştir.
Son olarak, bu konuda şu husus asla akıllardan çıkarılmamalıdır: Kişisel olarak “hakk” üzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalmaları hâlinde, kendileri de “hakk” üzerinde kalamazlar, hüsrandan (zarardan) kurtulamazlar.
Sabrı tavsiyeleşmek:
“Sabr” en geniş anlamıyla; aklın ve dinin gösterdiği yolda azimle yapılan mücadele demektir. Yapılan haksızlıklara “katlanmak”, “ses çıkarmamak” gibi kavramlarla taban tabana zıt bir kavramdır.
Bu konuda gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, sabrın kesinlikle bir atalet değil, bir hareketlilik içerdiği noktasıdır. Miskin miskin oturarak payına düşen rezillikleri “kader böyle imiş, tahammül etmeli” mantığıyla kabullenmek; M.Akif ERSOY’un da çok yerinde olarak saptadığı gibi asla Kur`an`da geçen “sabr” sözcüğü ile açıklanamaz:
“Aman yarabbi! Kur’an ne söylüyor biz ne anlıyoruz. `Sabır`; `katlanmak` değil, `göğüs germek` demektir. Neye göğüs germek? Evet, sonunda katlanılamayacak acılara katlanma ıstırabına mahkûm olmamak için, önceden her türlü şedaide (sertliklere, çetinliklere), her türlü mezalime (zulümlere), mertçesine, insancasına göğüs germek. Fedakârlıkların semtine uğramayarak, miskin miskin oturmak, sonra da hissesine düşecek rüsvaylığı (rezilliği, kepazeliği) `kader böyle imiş, tahammül etmeli` diye hazıma (sindirmeye) çalışmak, hiçbir zaman `sabır` sözcüğü ile telif olunamaz (bağdaştırılamaz).” (Doç. Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu, Nuran Abdülkadiroğlu,, Mehmet Akif`in Kur`an-ı Kerim`i Tefsiri, Mev`ıza ve Hutbeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları)
Gerçekten de Kur`an “sabr” sözcüğü ile katlanmayı değil, göğüs germeyi kastetmektedir. Göğüs germek ise, içinde bulunulan zorlukların verdiği acılara katlanmak ama aynı zamanda o zorluğu yenmek için onunla mücadele etmek demektir. Dolayısıyla “sabr” sözcüğü, tam bir aktivite, tam bir canlılık ihtiva etmektedir.
Sabrın tavsiyeleşilmesi; azgınlıklarla, haksızlıklarla, karanlıklarla karşılaşan herkesin, bunlarla mücadele edebilmesini sağlamak için desteklenmesi, yüreklendirilmesi anlamındadır. Hakkın tavsiyeleşilmesi bahsinde söylediğimiz gibi, insanın hüsrandan/ zarardan kurtulabilmesi için kişisel çabası yeterli olmamakta, toplum olarak birlikte hareket edilmesi, yardımlaşılması gerekmektedir. İşte bu birlikteliğin sağlanması için Kur`an “teşvikleşme” tabirini kullanmıştır. Kur`an`da bu tabirin kullanılması, ayrıca dikkate değer bir noktadır. Çünkü tarihî gerçekler ve toplum bilimi bize göstermiştir ki, toplumsal birliktelik emir ve yasaklarla sağlanamaz. Ama tavsiye, hatırlatma, teşvik ise; aynı amaçta oluşun bir göstergesi ve sorumluluğun paylaşıldığının bir bildirgesidir. Kendisini haksızlıklar karşısında âciz hisseden kişi, yapılan teşvik sayesinde, kendisinden başkalarının da bu haksızlıkları gördüğünü ve mücadelede yalnız kalmayacağını görür ve güç kazanır. Kişilerin güçlenmesi ise toplumun güçlenmesidir ve böylece toplumun hüsrandan/ kayıptan-zarardan kurtulma şansı da artmaktadır.
Bu surede bize işareten emredilen ilkeler, bizlerin ahiret kurtuluşunu sağladığı gibi, dünyada da varlıklı ve refah içinde yaşamamızı sağlayacak ilkelerdir. Yirmi birinci asrın ilk yıllarında zenginlik ve refahın ana ilkeleri şu maddeler halinde özetlenmiştir: “Temel ahlâkî kurallara uyma, dürüstlük, sorumluluk, kanun ve kurallara saygı, başkalarının haklarına saygı, çalışkanlık, tasarruf ve yatırıma inanç, irade ve dakiklik”. Bin bir zahmetle araştırılıp tespit edilen bu ilkeler, Kur`an`ın asırlar önce ortaya koyduğu ilkelerden başka bir şey değildir.
NOT: Abdullah 16 ‘nın yaptığı tesbitlerin önemine binaen uzunca tuttuğum bu yazı için tüm dostların hoşgörüsüne sığınıyorum. Hakkınızı helal edin lütfen. Asr Suresi –İşte Kur’an (H.YILMAZ)’dan) alıntıdır.
Abdullah 16 yazdı:
Savaş kardeş,burada kavram kargaşası yaratmaya gerek yok.Elbette rabbimiz kitabında kıyamete kadar geçerli olan haramlarını bildirmiştir.
Biz bunlar dışında haram tanımayız demek,insanların kendi sağlıklarını ve toplumun geleceğini inşa edecek,onu sömürülmekten kurtaracak yaptırım ve yasakların konulmasını engellemek değildir.Senin bu anlayışınla hareket etmek trafik işaretlerini bile kaale almamak demektir ki,bunun bedelinin ne olduğunu bir çocuk bile anlar.
Bizler hanif olma iddiasında olan insanlarız.Ancak bu hanifliği sadece Kuran ayetlerine uymakla sınırlayıp tabiattaki ayetleri görmezlikten gelmek,onlara da uygun yaşamayı önemsememek bence gafletin başka bir boyutudur.
Örneğin rabbimiz ayetlerinde bize suyun öneminden ve bizim için büyük nimet olduğundan bahsederken ben kalkıpta "ya rabbi,bu nimetinin büyüklüğünü biliyorum ama ben abd patentli kolayı senin suyuna tercih ediyorum .." türü yaklaşımlarla insan yapımı olan ve özellikle sömürülmemde en büyük paya sahip olan bu nesneleri daha çok tüketmeye eğilimli olursam bu şekilde hanif olmamız mümkünmüdür?
Bu örnekten hareketle diyebilirimki,haniflik kitabi ayetlere teslimiyet kadar,kevni ayetlere teslimiyeti de içermeli ve hanif bir müslüman başta kola ve sigara gibi her türlü sömürü araçlarını kendisine yasaklayıp yalnızca Allahın arzından beslenme kültürüne katkıda bulunmalıdır.
Bundan dolayı haram-helal ile ilgili kıstaslara evrendeki ayetlere uyum içinde yaşama formülünü de katmak gerekir diye düşünüyorum vesselam.
Abdullah 16 yazdı:
Mesele sadece sağlıkla ilgili değil,bizi fıtratımıza uygun davranmaktan alıkoyan herşeydir hanifliğe aykırı olan.
Bünyemiz ve çevremiz şu anda o kadar çok yapay olan sanayii ürünüyle doluki neredeyse bunlardan dolayı Allahın tabiatına bağımlı olmayı unuttuk,bizi sömüren odaklara gönüllü bağımlı olmaya kadar geldik.En önemlisi birçoğumuz fıtratımızın özü olan toprağı işlemeyi ve onu gereği gibi tanımayı bile unuttuk,zikr(hatırlama) bu açıdan da gerekli değilmidir?..
Bunları birer tavsiye olarak görmek gerektiğini söylüyorsun.Evet hakkı ve sabrı tavsiye kapsamına girdiği için doğrudur vesselam.
Abdullah 16 Kardeşimizin yukarıdaki tesbitlerinin hepsine de katılmamak mümkün değil.Bunun için Asr Suresi ile ilgili açıklamalara girdim zaten.
H.Karaman’ın fetvasına katılma dışındaki tavrını “Muhsin “olarak görüyorum.
Nahl 128: “Hiç kuşkusuz, Allah, sakınanlar ve güzel düşünüp güzel iş yapanlarla beraberdir.”
Lukman 22:İyilik yaparak kendini Allah'a veren kimse, şüphesiz en sağlam kulpa sarılmış olur. İşlerin sonucu Allah'a aittir.
Lukman 3: Muhsin olanlara bir hidayet ve bir rahmettir.
Kehf 30: İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz
Kardeşimiz de :
“Bunları birer tavsiye olarak görmek gerektiğini söylüyorsun.Evet hakkı ve sabrı tavsiye kapsamına girdiği için doğrudur vesselam.” Diyerek doğru bir tesbitte bulunmuştur. Allah razı olsun.
Deli_Veli yazdı:
ARAF:157. Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları ümmi peygambere uyarlar; o onlara iyiliği emreder, kötü ve çirkinden onları alıkoyar. Güzel şeyleri onlara helal kılar, pis şeyleri onlara yasaklar. Sırtlarından ağırlıklarını indirir, üzerlerindeki zincirleri, bağları söküp atar. Ona inanan, onu destekleyen, ona yardım eden, onunla indirilen ışığa uyan kişiler, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. SİGARA TEMİZMİ ?
Tabi ki pis. Pis olduğunu söylemek, içilmemesini tavsiye etmek başka bir şey, haram kılmak başka. Birincisi insanı Muhsin yapar. İkincisi de hüküm vermede insanı Allah’a ortak yapar.
Rabbımiz olan Allah:
İsra 77: “Bu, senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de uyguladığımız yasadır. Sen bizim yasamızda değişiklik bulamazsın.”
Ahzab 62:” Allah'ın geçmişlere uyguladığı yasası budur ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın.”
Fatır 43: “Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.”
Fetih 23: “Allah'ın önceden gelip geçmişlere uyguladığı yasası budur. Allah'ın yasasında değişme bulamazsın.”
Diyerek;Sünnetullah’ında asla bir değişme olmadığını belirtiyor. Bize düşen Abdullah 16’nın dediği gibi kevni olan ayetleri de okuyarak sünnetullah’ı anlama yolunda gayret etmek ve anladıklarımızla da bu doğrultuda amel etmektir. Bu gün “Fen Bilimleri” ve ”Sosyal Bilimler’in” çalışma alanı da bu tür ayetleri öğrenmek için değil mi? Bunun için “Hayatta en hakiki mürşid ilim” değil mi?
Nisa 125: İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrahim'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrahim'i dost edinmişti.
Bakara 148: Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir.
Bakara 195: Allah yolunda sarf edin, kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın, işlerinizi iyi yapın. Şüphesiz Allah iyi iş yapanları sever.
Nahl 128: Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir
Hac 77: Ey inananlar! Rüku edin, secdeye varın, Rabbiniz'e kulluk edin, iyilik yapın ki saadete erişesiniz.
Değerli İman Kardeşim!
Sıgara illetinden kurtulduğun için çok mutlu oldum. Darısı tüm içenlerin başına olsun.
Kusursuz olan Allah'tır.
En doğrusunu Allah bilir.
ALLAH'A EMANET OLUNUZ.
Mü’minun 61: İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
|