| Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
		     | 
                    
            		  
           | 
           
          
           
  | 
           
          
			 AŞAĞIDAKİ MUHTEŞEM YAZI  - KURAN ARAŞTIRMALARI (!) VAKFININ SİTESİNDEN ALINMIŞTIR. Bir Hayrettin Karaman klasiğidir. 
  
  http://www.kurav.com/sunnetin_kaynak_degeri.htm
 
 
			Sünnetin Kaynak Değeri (1) 
			
			Soru: 
			
			�Niğde 
			Üniversitesi 3. sınıf edebiyat öğrencisiyim. Akademik hayatımla 
			ilgisi olmayan bir konuda görüşlerinizi istirham edeceğim. 
			
			Allah, 
			bize doğru yolu bulmamız için kitabı Kur'an-ı Kerim'i indirmiştir ve 
			Kitabı anlamamız için de Peygamberini bize örnek kılmıştır. Biz 
			dinimizi en güzel bir şekilde O'ndan öğreniriz. O'nun sünnet-i 
			seniyyesi bu dinin yegane açıklayıcısıdır. Kur'an-ı Kerim'de 
			Peygemberin bize örnek olduğuna dair birçok ayet vardır. Rabbimiz 
			dinini tamamlamıştır ki, bu konuda hiçbir şüphe yoktur. Hadisler 
			Kur'an-ı Kerim'i açıklamada başvurulan en önemli kaynaklardır. Bu 
			kaynaklar hadislerden sonra icma, kıyas vs. devam eder gider. 
			
			Size 
			sorum hadisler ve hadislerin sıhhatiyle ilgilidir. Bir arkadaşım 
			bana birçok alimin hadisler noktasında eksik olduğunu söyledi. Bu 
			arkadaşıma göre Kur'an-ı Kerim hadislerle açıklanmalıdır ama 
			hadislerle açıklama yapan pek de müfessir yoktur. Onun dediğine göre 
			ayetler ikiye ayrılır. 
			
			1- 
			Müteşabih. 
			
			2- 
			Muhkem. 
			
			
			Muhkemler de kendi içinde ikiye ayrılır. 
			
			1- 
			Hadislerle açıklananlar (Kendi elinizle kendinizi ateşe atmayın.). 
			
			2- 
			Hadislerle açıklanma gereği olmayan, insanların üzerinde yorum 
			yapabilecekleri ayetler (Allah bal arısına vahyetti). 
			
			
			Kendisi, istediğim takdirde bu ayetlerin tasnifini getirebileceğini 
			söyledi. 
			
			Ben 
			kendisine hadislerin kimisi şüphelidir, kimisi de yanlıştır dedim, 
			hatta İbrahim (as) ile ilgili sahih bir hadisin -"Üç yerde İbrahim 
			yalan söylemiştir."- Kur'an-ı Kerim'in mantığına ters düştüğünü 
			Tefhimul Kur'an'dan aktararak söyledim. Bu yüzden hadislerin 
			tamamına (bütün hadis kitaplarına ya da bütün hadislere) 
			güvenemeyeceğimizi belirttim. 
			
			
			Kendisi bu hadisin sahih olduğunu, Mevdudi'nin ise hata yaptığını, 
			bunun sadece Mevdudi'yi bağladığını söyledi. 
			
			Kimi 
			hadislerin uydurma (İsraliyat) olduğunu anlatarak birçok tutarsız ve 
			birbiriyle çelişen hadis gösterdim. 
			Kendisi bana hadislerin korunduğunu Hicr sûresi 9. ayeti delil 
			getirerek idda etti. Yanlış ve uydurma olan hadislerin belli 
			olduğunu sen de biliyorsun işte diyerek bunların bilindiğini ileri 
			sürdü. 
			Ben de o ayetin Kur'an-ı Kerim için koruma vaat ettiğini, Ali 
			Bulaç�ın vb. mealini göstererek ��Zikir� kelimesiyle Kur�ân-ı 
			Kerîm�in kastedildiğini- açıkladım. 
			
			
			Kendisi bu sadece onları bağlar dedi. Bu konuda bazı meallerin 
			"Zikir" kelimesin Kur'an ve hadis diye verdiğini iddia etti. Ona 
			sizin İslam Hukuk Tarihi adlı kitabınızdan mezhep imamlarının 
			hadislerle ilgili görüşlerini gösterdim. 
			
			Bana 
			onların hataları da beni bağlamaz dedi. 
			
			Bu 
			kadarı konuyu anlamanıza yardımcı olur inşallah. Bu konuda bana 
			yardımcı olmanızı ve açıklamalarınızda da kaynak göstermenizi 
			istirham ediyorum. 
			
			
			Hadislerle ilgili birkaç sorum daha var: 
			
			1- 
			Bütün hadisler toplanmış mıdır, toplanmışsa sayısı kaç? 
			
			2- 
			Bütün hadisler korunmuş mu dur? 
			
			3- 
			Dinin kemale ermesi hadislerin korunmasıyla alakalı mıdır? 
			
			4- 
			Sahih-i Buhârî ve diğer hadis kitaplarında bulunan şüpheli ve 
			bir¬biriyle çelişen birkaç hadis gösterir misiniz? 
			
			İslam 
			Hukuk Tarihi kitabınızda naklettiğiniz bir hadisin kaynağında yer 
			almadığını söylediler. "Alimlerin ihtilafı bu ümmet için rahmettir. 
			Herkes kendine göre doğru olana uymuştur, hepsi doğru yoldadır ve 
			Allah'ın rızasını istemektedirler." 197.sayfa dipnot numarası 101. 
			
			
			Cevaplarınızı kısa zamanda göndereceğinizi ya da yayınlayacağınızı 
			(Gerçek Hayat dergisi veya Yeni Şafak gazetesi) umut ederim, 
			saygılarımla..." 
			  
			
			Cevap: 
			
			Bu soru mektubu birkaç 
			bakımdan önemli: a) Dinimizin vazgeçilmez, olmazsa olmaz bilgi ve 
			hüküm kaynaklarının ikincisi olan Sünnet (hadisler ve Siyer) ile 
			ilgili, b) İslam'ı kuşa çevirmek, başka düşünce sistem ve dinlere 
			-aslında onlara birçok yönden aykırı olduğu halde- kolayca uygun hale 
			getirmek için, modernizmin İslam âlemini etkilemeye başladığı 
			zamanlardan beri "sünneti inkar etmek ve devreden çıkarmak" için 
			gösterilen yerli ve yabancı gayretlerle ilgili. [ YAW HAYRETTİN KARAMAN BEY BAZEN GERÇEKTEN ÇOK KOMİK OLUYORSUNUZ. İSLAMI KUŞA ÇEVİRMEK LAFINA ÇOK GÜLDÜM SAYENİZDE, ALLAH DA SİZİ GÜLDÜRSÜN]
  
			
			
  
 
 Bu önemi dolayısıyla 
			mektubun cevabını biraz uzun tutmak gerekiyor. Önce Sünnet kaynağı 
			ile ilgili genel bilgiler vermek, sonra bu genel bilgiler içinde 
			cevabını bulmuş olan sorular dışında kalan soruları ayrı ayrı 
			cevaplandırmak uygun olacaktır. 
			
			İnşaallah gelecek 
			sayıdan itibaren. 
			  
			
			
			Sünnetin Kaynak Değeri (2) 
			
			a) Hüküm (dini kural ve 
			açıklama kaynağı olma) bakımından yeri ve önemi: 
			
			Doğumdan ölüme, 
			ibâdetten hayat nizamına kadar çok geniş bir sahayı içine alan ve 
			düzenleyen Fıkh'ın iki ana kaynağından ikincisi Sünnettir. Burada 
			Sünnet'ten maksat, Rasûlullah'ın (s.a.) ümmet için örnek teşkil eden 
			davranışlarının bütünüdür. Ancak bunları bize ileten ifadeler çoğu 
			kere ashaba ve diğer râvilere ait bulunduğu (hadîsi Rasûlullah'ın 
			sözleri ile değil, mânayı ve meali esas alarak naklettikleri) ve 
			hadîslerin çoğunun ilk nesillerde tek râvi tarafından nakledildiği 
			(haber-i vâhid olduğu) için Sünnet -Kur'ân-ı Kerîm'e nisbetle- 
			ikinci kaynak olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber hadîs 
			âlimlerinin ortaya koydukları ince ve sağlam güvenilirlik ölçülerine 
			uygun bulunan hadîslerin, ister haber-i vâhid olsun, ister meşhur 
			veya mütevatir olsun, bilgi ve hüküm kaynağı olacağı konusunda sünnî 
			mezheblerin ittifakı vardır. Özellikle Fıkıh'ta kesin bilgi yerine 
			zan ve kanâat yeterli bulunduğu için, Rasûlullah'a aidiyyeti ve 
			ifadesi konularında haklı bir şüphe bulunmayan, bu iki bakımdan 
			kişiye kanâat ve itminan veren hadislerin delil (hüküm kaynağı) 
			olarak kullanılması tabiîdir. Hadîslerin ve dolayısıyla Sünnet'in 
			kaynak olmasına karşı eski ve yeni muhalifler tarafından ileri 
			sürülen deliller ve bunlar arasında bulunan: "Hadislerin Kur'ân-ı 
			Kerîm ile karşılaştırılması ve ona uyanların kullanılması, 
			uymayanların atılması" mânasını ifade eden uydurma hadîs, Fıkıh 
			usûlü ve Hadîs usûlü kitaplarında ele alınmış, ilmî tenkit ve 
			tahliller ile çürütülmüştür. Hadisi sahih kabul edenler ise, 
			"uymayan" kavramına açıklık getirerek meseleyi klasik usulde bilinen 
			metin tenkidine irca etmişlerdir. 
  [ HOOOOPS ... ORDA DUR. BAŞKASI SENİN DELİL EDİNDİĞİN HADİSLERE UYDURMA DEYİNCE KÜPLERE BİNİP - İSLAMI KUŞA ÇEVİRİYORLAR- DİYORSUN,  KURAN'A AYKIRI  HUSUSLAR IN ATILMASI  DİYE BİR HADİSE DE SEN UYDURMA DİYORSUN. ALLAH SENİ ISLAH ETSİN HAYRETTİN KARAMAN ! KURAN'A AYKIRI BİR ŞEYİN REDDİ İÇİN HADİSE NE GEREK VAR ! UYDURMA OLSA NE YAZAR, OLMASA NE YAZAR... ] 
  
 
 
			Fıkıh kaynağı olarak Sünnet bir yandan Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanmaya 
			(beyâna) muhtaç bulunan âyetlerini açıklarken 
  
 
 [ BEYAN KELİMESİNİN NE MANAYA GELDİĞİNİ ÖĞRENMEK İÇİN TÜRK DİL KURUMUNUN SİTESİNE GİR ÖĞREN, SONRA PROF'LUK TASLA, Bİ DE SIRF ŞU SÖZÜN İÇİN EN ACİL TARAFINDAN TEVBE ET]  diğer yandan 
			boşlukları doldurmakta; yani müstakil olarak -Kur'ân-ı Kerîm'de 
			bulunmayan- hükümler koymaktadır. "Onlara indirileni halka açıklaman 
			için sana sözü (Kur'ân'ı) indirdik." (Nahl: 16/44) mealindeki âyet 
			Rasûlullah'ın ve dolayısıyle Sünnet'in birinci rolüne; "Rasûl size 
			neyi getirirse onu alın, kabul edin, size neyi yasaklarsa ondan da 
			uzak durun" (Haşr: 59/7), "Gerçekten Rasûlullah'ta sizin için güzel 
			bir örneklik vardır." (Ahzâb: 33/21), "De ki, Allah'a ve Rasûlüne 
			itaat edin..." (Alü-İmrân: 3/3.2), "...Rasûl onlara güzel şeyleri 
			helal kılar, pis ve çirkin şeyleri de haram kılar..." mealindeki 
			âyetler ile bunları teyit eden hadîsler de Sünnet'in ikinci rolüne 
			mesnet teşkil etmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de genel 
			çizgileriyle anlatılan iman ve İslâm konularının, namaz, oruç, hac, 
			zekât gibi temel ibâdetlerin ve benzeri hükümlerin geniş 
			açıklamaları, Sünnet'in "açıklama" fonksiyonunun; fıtır sadakası, 
			vitir namazı, evli kişilerin zinalarının cezası, bir kadının üzerine 
			hala ve teyzesini almanın haram oluşu, ehlî eşek etinin haram 
			olması, ramazan orucunu kasten ve mazeretsiz bozan kimsenin yerine 
			getireceği keffâret vb. yüzlerce hüküm de "boşlukları doldurma" 
			fonksiyonunun örnekleridir. Sünnet kaynağının Fıkıh açısından 
			önemini göstermesi bakımından İbn Kayyim'in verdiği rakkam da ilgi 
			çekicidir;  buna göre Sünnet kaynağında, Fıkıh hükümlerine esas 
			teşkil eden hadîslerin sayısı beş yüz civarındadır; [ YALANA BAK !] esas ile ilgili 
			bulunan bu hadîsleri açıklayan, tafsîlât yeren, kayıt ve şartları 
			bildiren hadîslerin sayısı ise dört bine ulaşmaktadır.  
			
			
  
 
 b) Sünnette nesih: 
			
			İslâm'ın bünyesinde 
			bulunan kolaylık prensibinin gereklerinden biri de nesihtir (sonra 
			gelen bir hadisin, daha önce gelen bir hadisi (hükmünü, getirdiği 
			kuralı) kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırmasıdır); bu sayede 
			ilk Müslümanlar, önemli ve köklü bir kültür değişimini, arızasız 
			olarak gerçekleştirme imkânı bulmuşlardır. Bu cümleden olarak Kur'ân-ı 
			Kerîm âyetleri arasında olduğu gibi hadîsler arasında, hattâ 
			hadîsler ile âyetler arasında nesih tartışılmış olmakla beraber bazı 
			hadîslerin birbirini neshetmiş olması vakıası genellikle kabul 
			edilmiş ve bu konuda müstakil eserler kaleme alınmıştır. Sünnet'te 
			nesih olayı da Rasûlullah devri özelliklerinden biri olup, daha 
			sonraki devirlerde Sünnet'in neshi mümkün değildir. [ YAW ASLINDA SIRF BU PARAGRAF İÇİN SAYFALAR DOLUSU YAZILIR... NEYMİŞ ? NESH, İSLAM BÜNYESİNDEKİ KOLAYLIK PRENSİBİNİN BİR GEREĞİ İMİŞ. KOLAYCA DİN UYDURMANIN YANİ... VEYA APAÇIK BİR DİN KURALINI KOLAYCA GEÇERSİZ KILMANIN BİR YOLU... NESH OLMASA İMİŞ, KÖKLÜ DEĞİŞİM GERÇEKLEŞEMEZMİŞ... EH... DOĞRU SÖZE NE DENİR ? GERÇEKTEN BUNLARA GÖRE NESH OLMASAYDI, BUNLAR İŞİN İÇİNDEN ÇIKAMAZ, KAFAYI YERLERDİ. ONUN İÇİN DİNDE KÖKLÜ BİR DEĞİŞİM YAPTILAR. YİNE SÖZÜNÜN ARASINDAKİ - ... hattâ 
			hadîsler ile âyetler arasında nesih tartışılmış olmakla beraber... KISMINA DİKKAT EDİNİZ. EĞER HANİFLİK ANLAYIŞI BU DERECEDE AYYUKA ÇIKMASA İDİ, BU ADAM HİÇ ENDİŞE ETMEDEN İÇİNDE GİZLEDİĞİ ŞEYİ AÇIĞA VURACAKTI. AMA ARTIK O BİLE BUNDAN ENDİŞE EDİP, LAFI GEÇİŞTİRİYOR. AZ ZORLASAN, HADİSLER AYETİ NESH EDER DEYİVERECEK]
  
			
			
  
 
 c) Sünnetin yazılması ve 
			toplanması: 
			
			Fıkh'ın kaynakları 
			bakımından ilk tedvîni Kur'ân-ı Kerîm'in yazılıp Mushaf haline 
			getirilmesidir, ikinci tedvîni ise Sünnet'in yazılıp ayrı kitaplarda 
			ve farklı tertipler içinde derlenmesidir. Bu son iş yani çeşitli 
			tertipler içinde Sünnet'in kitaplara geçirilmesi, kitaplaştırılması 
			(tasnif) hicrî ikinci asırda gerçekleşmiş olmakla beraber tertipsiz 
			olarak yazılması ve büyük küçük mecmualarda ve sayfalarda muhafazası 
			(tedvîn) Rasûlullah (s.a.)'in zamanına kadar uzanmaktadır. Gerçi 
			Rasûlullah (s.a) başlangıçta, Kur'ân âyetleri ile karıştırılmasın 
			diye hadîslerin yazılmasını yasaklamıştır. Ancak yine başlangıçta 
			güvendiği kimselerin yazmalarına izin verdiği gibi, karıştırılma 
			ihtimali ortadan kalktıktan sonra yasağını geri almış ve genel 
			olarak yazmaya izin vermiştir. Buhârî'nin Sahîh'i ve Müslim'in 
			Sahîh'inin İlim bölümleri ile benzeri kaynaklarda, Hz. Peygamber'in 
			hayatının sonlarına doğru yazma izni verdiğini gösteren açık ve 
			güçlü ifadeler mevcuttur. Süleyman Nedvî, Prof. M. Hamîdullah, Prof. 
			Fuad Sezgin gibi âlimlerin araştırmaları, hadîsin çok erken bir 
			zamanda yazılmaya başladığını ve Buhârî, Muvatta gibi önemli hadîs 
			kaynaklarının sözlü rivayetler yanında yazılı rivayetlere de 
			dayandığını ortaya koymuştur. [ HA... ŞÖYLE BOL BOL ARAŞTIRIN ARAŞTIRMAKTAN ZARAR GELMEZ, SİZ DE BİR GÜN AKLINIZI KULLANACAKSINIZ]
  
 
 
			Şüphesiz hadîslerin konularına göre kitaplara geçirilmesi daha 
			sonraki zamanlarda yapılmıştır ve bu yapılırken daha önce yazılmış 
			bulunan Fıkıh kitaplarının tertibinden istifade edilmiş, yahut 
			bunların tesiri altında kalınmıştır. Ancak böyle bir tertiple olmasa 
			bile hadîslerin, Hz. Peygamber zamanından itibaren hâfızlar yanında, 
			yazılarak da muhafaza edilmesi ve müctehidlerin fıkıh hükümlerini 
			çıkarırken bu hadîslerden istifade etmeleri vakıası Fıkh'ın oluşması 
			ve tedvîni bakımından büyük önem taşımaktadır. [UYDUR, UYDUR... YABANCI YOK, BİZ BİZEYİZ... DEMEK HAFIZLAR YANINDA YAZILARAK TA MUHAFAZA EDİLMİŞ.. BAK İDDİA EDİYORUM, BİRAZDAN HADİSLER DE KURAN GİBİ KORUNMUŞTUR DİYEBİLİR]  
  
			  
			
			
			Sünnetin Kaynak Değeri (3) 
			
			Kitab ve Sünnet'in Fıkıh 
			hükümlerini ifade şekli: İlmî eserler ve bu arada Fıkıh kitapları 
			belli bir metod ve üslûb ile yazılır; ifade şekli tekdüzedir, aynı 
			hüküm ve fikirler belli cümle şekilleri ve terimler ile anlatılır. 
			Kitâb ve Sünnet ise insan eseri değil, Allah'ın vahyi mahsûlüdür. [ARTIK BURADA YUH DEMEDEN EDEMEYECEĞİM. NİYE ? ÇOK UZUUUUNNNN MESELE...] 
  
 
 Bu 
			iki kaynakta insanlara gerekli bulunan bilgiler en güzel ve tesirli 
			ifade şekilleri ile verilmiş, üslûb usanmadan tekrar tekrar okunacak 
			şekilde ayarlanmış, hem konular, hem de ifade şekli bakımından 
			çeşitliliğe yer verilmiştir. Bu sebeple mezkûr kaynakların ve 
			özellikle tertibi de ilâhî olan Kur'ân-ı Kerîm'in belli bir 
			bölümünde, Fıkıh hükümleri, "şu haramdır, şu helaldir, şu akit şöyle 
			yapılır, şartları şunlardır..." şeklinde verilmemiştir; bilgi ve 
			hükümler yeri geldikçe değişik kelime ve cümlelerle ifade edilmiş ve 
			çeşitli sûrelere serpiştirilmiştir. Bu cümleden olarak: Helâller ve 
			haramlar, "şu helaldir, size haram kılındı size helâl kılındı" 
			şeklinde; farz kılınan hususlar "farz kıldık, Allah size farz kıldı, 
			Allah hükmetti (kaza), üzerinize şöyle yazıldı..." tarzında ifade 
			edilmiştir. 
			
			Kimisi kesin, kimisi 
			teşvik mahiyetinde olmak üzere istenen şeyler "Allah emretti, 
			emreder, Allah şundan hoşnut ve razı olur, şöyle yapmanızda sakınca, 
			günah ve kınama yoktur (bu üslûb daha ziyade serbest bırakılan 
			davranışlar ve şeyler için kullanılır), şu işte, bu davranışta 
			iyilik vardır, hayır vardır... şeklinde ifade edildiği gibi "şöyle 
			yapın, şunu yapın" şeklinde açık emir kipi de kullanılmıştır. 
			
			Kesin veya teşvik 
			mahiyetinde yasaklanan, yapılması istenmeyen hususlar da yukarıda 
			geçenlerin tersi olan ifadelerle anlatılmıştır: "Allah şunu 
			yapmanızı sevmez, şundan hoşnut kalmaz, razı olmaz, şu iyilik 
			değildir, şunda hayır yoktur, şunda günah ve vebal vardır, şunu 
			yapana Allah lanet eder, şu pistir, şeytan işidir, şunu yapmanın 
			cezası cehennemdir, şunu yapmayın, şundan uzak durun..." 
			
			Bu ifadeler yanında Hz. 
			Peygamberin fiilleri, özellikle bir iş ve davranışı devamlı yapması 
			yine hüküm kaynağı olarak değerlendirilmiştir. 
			
			Gerek ashâb ve gerekse 
			daha sonra gelen müctehidler Kitâb ve Sünnet üslûbuna alışmış, 
			maksadını anlamış, karineleri de değerlendirerek gerektiğinde Fıkıh 
			hükümlerini çıkarmış ve uygulamışlardır. Bu arada gerekçesi, 
			dayanağı (illeti) zikredilen hükümlere kıyas yaparak da meselelere 
			çözüm getirmişlerdir. Bununla beraber müctehidler Kitâb ve Sünnet'in 
			açık ve kesin ifadelerine dayanmayan, ictihad ve yorum ile elde 
			edilen bilgileri ve hükümleri için kesin ifadeler kullanmamış, "şu 
			haram, bu helal, şu farz" dememiş, aksine "şunda sakınca yoktur, bu 
			bana hoş gelmiyor, şu geçmişlerin fiillerine uymuyor, bu bana daha 
			sevimli geliyor" gibi ifadeler kullanmayı tercih etmişlerdir. [ÇEVİR KAZI YANMASIN] 
  
			
			Buhârî'nin Sahih'ini 
			İngilizceye çeviren, Avusturyalı mühtedi M.Esed'in, hadisler ve 
			sünnet konusundaki şu sözleri, sünnete yan bakan yerli Müslümanlar 
			için bir ibret levhasıdır (İz Yayınevi'nce yayımlanan "Yolların 
			Ayrılış Noktasında İslam" isimli kitaptan): 
			
			Muhaddislerin görüşü 
			şudur: "Sahîh hadîs aynı mânada, çeşitli ve müstakil senedlerle 
			(rivayet yollarıyla) nakledilendir." Bununla beraber hadîslerin, 
			gerek derece ve gerekse sıhhat bakımlarından Kur'ân-ı Kerîm 
			derecesinde olduğu, hiçbir Müslümanın aklından geçmez. Hadîslerin 
			incelenmediği ve tenkid edilmediği hiçbir devir geçmemiştir. Bazı 
			Avrupalı tenkidçilerin üstünkörü ileri sürdükleri gibi hiçbir yalan 
			hadîs muhaddislere gizli kalmamıştır. Biz, iddianın tam zıddına 
			kaniyiz. Sahîh hadisleri uydurma olanlarından ayırmaya ihtiyaç 
			duyulduğu anda, hadîs ilmi başlamıştır. İmam Buhârî ve İmam 
			Müslim'in sahihleri bu ayıklamanın direkt sonuç ve meyvesinden başka 
			bir şey değildir. 
			
			Şu halde, uydurma 
			hadîslerin var olması, bütün hâlinde hadis sisteminin zayıf olduğunu 
			göstermez. Nitekim, Binbir Gece Masalları'ndan dolayı, bu masalların 
			ilgili bulunduğu asrın tarih haberlerine dâir rivayetlerin sıhhat 
			veya za'fına istidlal ve hükmetmek beklenemez. Bugüne kadar hiçbir 
			tenkitçi, kaidelere dayanan düzenli bir metod ve delille, 
			hadisçilerin kaidelerine göre sahîh olan hadislerin sahîh olmadığını 
			isbat edememiştir. [ÖYLE YA KURAN, HADİSLERİN DEĞERLENDİRMESİ İÇİN BİR KISTAS OLMADIĞI İÇİN, - az yukarıda böyle buyurdu zat-ı muhterem -  HADİSLER ANCAK HADİSÇİLERİN METOD VE KAİDELERİ İLE ÇÜRÜTÜLEBİLİR ]
    Sahîh hadisleri toptan veya kısmen kabul etmemek 
			-daha önce de söylendiği gibi- bugüne kadar sadece hissî bir 
			hükümden ibaret olmuştur; hissî (sübjektif) duygulardan uzak, sırf 
			ilmî bir etüd ve incelemeden mahrum olan bir hüküm... Muasır 
			Müslümanlardan çoğunu, şu "hadîslere karşı olma durumuna" sevkeden 
			sebebi, kaynağına kadar takip etmek mümkündür: Bu sebep, Resûlullah 
			(s.a.)'in sünnetinde parıldayan gerçek İslâm ruhu ile gerileyen asrî 
			düşünüş ve yaşayış yolumuzu, bir düzen içinde birleştirmenin 
			imkânsızlığıdır. Hadîsi kıymetten düşürmek isteyen tenkitçiler, 
			kendilerine ve çevrelerine ait kusurları meşru göstermek için 
			sünnete uymanın kaçınılmaz bir esas olduğunu inkâra yelteniyorlar. 
			Çünkü onlar bunu yapınca, Kur'ân-ı Kerîm'in öğrettiği esasları 
			-her 
			biri kendi meyline ve şahsî düşünüşüne göre- istediği gibi tevil 
			etmek ve anlamak imkânını elde edecektir. [ TABİ  HADİSÇİLER, HADİSLERİ KENDİ MEYİLLERİNE GÖRE SEÇMEZLER, BU ADAMA KALIRSA HERHALDE ONLAR DA VAHİYLE SEÇİYORLARDIR. GERÇİ BEN YUKARIDA BUNA YAKIN Bİ ŞEY OKUDUYDUM HERHALDE (!)]  
  
 
 Fakat İslâmın, ahlâkî ve 
			amelî, ferdî ve sosyal bir nizam olarak sahip bulunduğu mümtaz 
			durum, o yolu çıkmaz kılmaktadır. İslâm âleminde, Batı medeniyetinin 
			tesirinin arttığı şu günlerde, bu mesele (sünnete uymak) karşısında, 
			aydın adını verdiğimiz kimselerin aldıkları garip durumun yeni bir 
			sebebi daha vardır; bu da onların şu sözlerinde ifadesini bulur: 
			Aynı zamanda, hem sünnete uymamız hem de Batı'nın hayat 
			yoluna/tarzına ayak uydurmamız mümkün değildir. Ayrıca bugünün 
			Müslüman nesli, sırf yabancı olduğu, parlak ve maddî bakımdan 
			kuvvetli bulunduğu için Batı'ya ait olan her şeyi büyütmeye ve 
			yabancı her medeniyete tapınmaya hazır bulunmaktadır. İşte bu 
			yabancıya ve Batı'ya özenme, Resûlullah (s.a.)'ın hadislerinin ve 
			onlara bağlı olan sünnet nizamının kabul görmemesinin en kuvvetli 
			sebebi olmaktadır. [ ALLAH BÖYLE KURU İFTİRADAN VE İFTİRACILARDAN SAKLASIN ]
  
			
			
  
 
 Sünnet, Batı 
			medeniyetinin dayandığı fikrî temellere açıktan açığa karşıdır. 
			İkincisinin (Batı medeniyetinin) cazibesine kapılanlar, bu müşkül 
			durumdan kurtulmak için -mevsuk olmayan hadislere dayanması 
			sebebiyle-Müslümanlara sünnete uymanın gerekli olmadığını 
			söylemekten başka bir çare bulamıyorlar. İşte bu vecîz (!) 
			muhakemeden sonra Kur'ân-ı Kerîm esaslarının, Garb medeniyetinin 
			ruhuna uyacak şekilde tahrif edilmesi daha kolay bir hale 
			gelmektedir. [ AFERİM SANA (!) ]
  
			  
			
			
			Sünnetin Kaynak Değeri (4) 
			
			Bundan önceki üç yazıda 
			bir okuyucunun, sünnet ve bunu bize taşıyan hadisler hakkındaki 
			sorularına (şüphe ve tereddütlerine) cevap bulabileceği genel 
			çerçeveli -bir kısmı alıntı olan- bilgiler verdik. 
			
			Bu yazıdan itibaren ise 
			tartışmalarına katılacak ve madde madde sorularına cevap vereceğiz. 
			
			"Bir arkadaşım bana 
			birçok âlimin hadisler noktasında eksik olduğunu söyledi." 
			
			Bazı âlimlerin hadis 
			ilminde zayıf olması ondan yararlanmaya engel değildir, ayrıca hadis 
			ilminde de zayıf olmayan yeterince âlimimiz olmuştur, hâlâ da 
			vardır. 
			
			"Bu arkadaşıma göre 
			Kur'an-ı Kerim hadislerle açıklanmalıdır ama hadislerle açıklama 
			yapan pek de müfessir yoktur." 
			
			"Hadislerle açıklama 
			yapmayan bir müfessir yoktur" dense daha doğru olur. Bazı 
			tefsirciler ise ya tamamen hadislere ve rivayetlere dayalı tefsirler 
			yazmışlardır yahut da bol miktarda hadis kullanarak tefsir 
			yapmışlardır. 
			
			
  
 
 "Ben kendisine 
			hadislerin kimisi şüphelidir, kimisi de yanlıştır dedim, hatta 
			İbrahim (as) ile ilgili sahih bir hadisin -" Üç yerde İbrahim yalan 
			söylemiştir."- Kur'an-ı Kerim'in mantığına ters düştüğünü Tefhimul 
			Kur'an'dan aktararak söyledim. Bu yüzden hadislerin tamamına (bütün 
			hadis kitaplarına ya da bütün hadislere) güvenemeyeceğimizi 
			belirttim. Kendisi bu hadisin sahih olduğunu, Mevdudi'nin ise hata 
			yaptığını, bunun sadece Mevdudi'yı bağladığını söyledi."  
			
			Yalan kötüdür, ama bir 
			kimsenin malına, canına, namusuna haksız olarak zarar vermek daha 
			kötüdür; daha kötü olanı önlemek için gerekirse yalan söylenir; 
			bunda ahlaka aykırılık yoktur. [CANIM HAZIR KONU AÇILMIŞKEN, ÜMMETİN YÜKSEK ÇIKARLARI İÇİN HADİS UYDURMANIN DA MAHZURU YOKTUR DESEYDİN İŞ TAMAM OLACAKTI]
  
			
			
  
 
 "Hadislerin kimi 
			şüpheli, kimi yanlıştır" ifadesi ilmî bir ifade değil. "Hadis 
			yanlıştır" ne demek? Peygamberimizin dini açıklayan söz ve 
			davranışlarını bize taşıyan ve sahih olan bir hadis için böyle bir 
			ifade kullanılamaz ve böyle (şüpheli ve yanlış olmayan) yüzlerce 
			hadis vardır. [ HİŞŞŞŞŞTTTT KENDİ KALENE GOL ATTIN ABİ, ÇÜNKÜ AŞAĞIDA 46.600 HADİSTEN BAHSEDECEKSİN  ]
  
			
			
  
 
 "Kimi şüpheli" 
			ifadesinden de "Hadisin rivayet yolunda bazı arızalar var" veya 
			"Böyle bir sözü Peygamberimiz söylemez" denecek kadar hadis metninde 
			bozukluk var" manası kast ediliyorsa böyle rivayetler vardır, fakat 
			onları kullanan veya sahih olmadığı sonucuna vardığı için 
			kullanma¬yan alimlerin şüphesi yoktur; onlar önce hadisi inceler, 
			sıhhati konusunda bir sonuca varır, ondan sonra kullanırlar veya 
			"Bu hadis değildir" diyerek bir tarafa koyarlar. 
			
			"Kimi hadislerin uydurma 
			(İsrailiyat) olduğunu anlatarak birçok tutarsız ve birbiriyle 
			çelişen hadis gösterdim." 
			
			Hadis âlimleri "hadis 
			diye uydurulmuş" sözleri ve bunlar arasında bulunan İsrail 
			metinlerinden ve kültüründen aktarılmış ifadeleri tespit etmiş ve 
			kitaplarda toplamışlardır; bunlar bilinmektedir, piyasada sahte 
			para var diye sağlam paralar hakkında şüpheye düşülmez ve bunlar 
			tedavülden kaldırılmaz. [ VALLA İLK BAKIŞTA BABA Bİ LAF GİBİ GELDİ AMA ALLAH BÖYLE DEMOGOJİ ÜSTADLARINDAN SAKINDIRSIN. EFENDİ ! MESELE PİYASADAKİ SAĞLAM PARALAR DEĞİL. PİYASADA BİR KISIM PARA VAR, BUNUN ÜZERİNDE MERKEZ BANKASI YAZIYO. BİR KISIM PARA VAR, MERKEZ BANKASININ VERDİĞİ YETKİYLE YAZIYO. MERKEZ BANKASI DA PARAYI SADECE BEN BASARIM DİYO. İŞTE ASIL MESELE BU.]
  
			
			
  
 
 "Ona sizin İslam Hukuk 
			Tarihi adlı kitabınızdan mezhep imamlarının hadislerle ilgili 
			görüşlerini gösterdim. Bana, onların hataları da beni bağlamaz 
			dedi." 
			
			Mezhep imamları birinci 
			sınıf âlimler, milyonlarca Müslümanın tarih boyunca fetva ve 
			içtihadlarıyla amel ettikleri büyük müctehidlerdir. "Onlar yanlış 
			yaptı, beni bağlamaz" diyebilmek için en az onlar derecesinde ilim 
			sahibi olmak gerekir. Çok kere cesaret cehaletten gelir. [ VALLA ÇOK DOĞRU BİR SÖZ, ALLAH YERİNE GEÇİP DİN ÜRETMEK BÜYÜK CESARET İSTER, EH BU DA ANCAK CEHALETTEN KAYNAKLANIR]
  
			
			
  
 
 Şimdi sorulara gelelim: 
			
			1- 
			Bütün hadisler toplanmış mıdır, toplanmışsa sayısı kaç? 
			
			Cevap: 
			Peygamberimizin bütün söylediklerinin ve yaptıklarının bize 
			nakledildiğini söylemek isabetli olmaz. [KENDİ KALENE GOL ATTIN BABA 2-0 OLDUN - EKSİK OLAN ŞEY DE DİN OLMAZ BE ABİM] 
  
 
 Dinimizi anlamak ve yaşamak 
			için gerekli olanların nakledildiği de şüphesizdir. [DELİLİNİZ NEDİR EFENDİM ? HAYIR "ŞÜPHESİZ" DEYİNCE İLLAKİ ZANDAN UZAK Bİ DELİL LAZIM BUNA. VAR MI ? YOK. ] 
  
 
 Uydurma rivayete 
			yer vermemeye çalışan bir hadisçinin kitabında (Kenzü'l-ummâl) 
			topladığı rivayet sayısı (46624) tür. Bu kitap rivayet sayısı 
			bakımından en zengin olanıdır (veya olanlardan biri) diyebiliriz.  [BRAVO... SADECE BRAVO...]
  
			
			
  
 
 2- Bütün hadisler 
			korunmuş mudur? 
			
			Cevap: Dinimizi 
			anlamak ve yaşamak için ihtiyacımız olan miktardaki hadisler 
			korunmuştur. [ AZ DAHA SIKIŞTIRSAN BU KONUDA AYET BİLE GETİREBİLİR] 
  
			
			3- Dinin kemale 
			ermesi hadislerin korunmasıyla alakalı mıdır? 
			
			Cevap: Dini 
			Kur'an, Sünnet ve ictihad kaynaklarının bütünü tamamlamıştır ve 
			bunların da tamamı vahye dayanmakta; akıl ve ilim vahyi yorumlamada 
			devreye girmektedir; yani akıl bağımsız olarak din kuralı koyamaz, 
			vahyi yorumlayarak din kuralına ulaşır. [ İÇTİHAT KAYNAKLARI DA VAYHE DAYANMAKTAYMIŞ... BEN DEDİM AZ ÖNCE AZ DAHA SIKIŞTIRSAN BUNLARA DA VAHİY DİYECEK DİYE...   ]  
  
			
			4- Sahih-i Buhari ve 
			diğer hadis kitaplarında bulunan şüpheli ve birbiriyle çelişen 
			birkaç hadis gösterir misiniz? 
			
			Cevap: Buhârî'nin, 
			sahih hadislerin önemli bir kısmını toplamak için telif ettiği 
			kitabında merfu hadis sayısı 6397'dir. Bunların tekrarlananları 
			çıkarılınca sayı 2513 e düşmektedir. Onun rivayet ettiği hadislerden 
			110 kadarı hadis ilmi ve tekniği bakımından tenkit edilmiş, İbn 
			Hacer (Buhârî'nin kitabını şerhedenlerden biridir) gibi âlimler 
			bunları teker teker ele almış, incelemiş ve ortada, Buhârî'den şüphe 
			edecek bir durumun bulunmadığı sonucuna varmışlardır. 
			
			
  
 
 5- 
			İslam Hukuk Tarihi kitabınızda naklettiğiniz bir hadisin kaynağında 
			yer almadığım söylediler. "Âlimlerin ihtilafı bu ümmet için 
			rahmettir. Herkes kendine göre doğru olana uymuştur, hepsi doğru 
			yoldadır ve Allah'ın rızasını istemektedirler." 197.sayfa dipnot 
			numarası 101. 
			
			Cevap: Ben böyle 
			bir hadis nakletmedim, verilen sayfadaki ifade imam Malik'e aittir 
			ve kaynağı da gösterilmiştir. 
			
			  
			
			[Prof.Dr. (?) Hayrettin 
			KARAMAN, Gerçek Hayat Dergisi] 
 
 [ALLAH ISLAH ETSİN] 
  
  __________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
 
         |