| Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
		     | 
                    
            		  
           | 
           
          
           
  | 
           
          
                            Kaynağı kurutmak 
Su hayattır. Kur'ân-ı Kerim'in Enbiya Suresi'nde 
“Hayatı olan her şeyin sudan yaratıldığı” buyrulmaktadır.
 Gerçekten de insan olsun, hayvan veya bitki olsun canlıların hayatını idame 
ettirebilmek için su kenarlarını mesken tuttukları biliniyor.
 Ben de su meraklısıyım; pınarları, dibinde çakıl taşları sayılan duru suları 
pek severim. Neyini seviyorum diye düşününce; işte saflığını, serinliğini, 
berraklığını, sesini, rengini, kokusunu, parıltısını vesaire saymak icap ediyor, 
ama bu sıfatlar kâfi mi?
 İnsan sevdiğini, niçin sevdiğini anlatabilir mi?
 Anlatır, ama hep eksik bir şeyler kalır.
 Daha da açıkçası asıl anlatacağını anlatamaz. Bu sebeple midir ki “hal dili”, 
“şiir dili” gibi diller doğmuştur?
 Beyhude Ömrüm adlı kitabımda, Anadolu'nun çorak bir köyünde, bir köylünün su 
sevdasını, bahçe hasretini anlatmayı denemiştim.
 Kitabın kahramanı uzun uğraşlar sonucu, Ferhat misali kayayı yarıp suyu 
bulduğunda şöyle düşünür:
 “Akşam ezanının önü sıra suyu toplayıp, demir çivi ile açtığım taş oluktan 
akıttım. Akan suyun yanı başına toprağın üzerine bağdaş kurup oturdum.
 Taş oluktan akan su önüne açılan bir kazma ağzı yolu temizlemiş, 
arınıp-durulmuş, şırıldamaya başlamıştı. 
 Yeni doğmuş bir oğlak kadar sevimliydi.
 İncecik yoldan, iniş aşağı akıp gidişine, bunca zamandır hasretini çektiğim 
sesine daldım.
 İşte su diye bir şey vardı dünyada.
 Su sesi vardı.
 Şu oturduğum toprak, sırtını verdiğim kayalar vardı.
 Akşamın alacasında mordan laciverde doğru tüllenen gökkubbe vardı. Çalılar, 
bodur meşeler, Ortayokuş'un yamacında birkaç ihtiyar ardıç vardı.
 Ardıçların yanında yöresinde mutlaka bir çift ürkek kuyruksallayan vardı.
 Dere aşağılarda günün son ışıkları ile pul pul yanıyordu. İki yanında 
söğütler, ılgınlar; içinde bıyıklı, kılçıklı kara balıklar vardı.
 Bütün bunlar ne için vardı?
 Su geçip gitsin diye açtığım bir kazma ağzı yoldan çıkan toprağı avuçladım.
 Nemli toprağın içinde kimbilir nice tohumlar vardı. Koklayıp ağır ağır 
avucumdan boşalttım.
 Kar niçin yağar?
 Yerin yeşili tükenmesin diye yağar.
 Rüzgâr bulutun, bulut yağmurun, yağmur suyun, su toprağın dilinden anlıyor.
 Suyun yokuşa aktığı, güneşin batıdan doğduğu görülmemiş. Âdemoğlu dayalı 
döşeli tıkır tıkır işleyen bir dünyanın ortasında. 'Bize düşen aracılık' diyorum 
içimden. Otu atın, eti itin önüne koyabilmek.”(s. 81-83)
 Ülkemizin su kaynakları şimdilik yeterli, ancak hor kullanılıyor ve giderek 
kirlenip yok oluyor.
 Şimdi bir bilinç uyanmış ama bu uygulamaya yansımıyor. En büyük sorun malî 
kaynak. Çok sayıda çevre mühendisimiz var ama bunlar iş bulamıyor. Suları 
özellikle kanalizasyon ve sanayi atıkları kirletiyor. 3215 belediyenin yalnızca 
128'inde atık su arıtma tesisi var. Otuz bin köyde kanalizasyon yok.
 Suyun miktarı sabit ve bunu bir gram bile artıramazsınız. Bu gidişle otuz yıl 
sonra Türkiye'de temiz su sıkıntısı çekilecek. 
 Sade bizde değil Avrupa'da da durum farklı değil. Dünya Doğayı Koruma 
Vakfı'nın (WWF) raporu Avrupa ülkelerinin üçte ikisinin su kaynaklarını korumada 
başarısız olduğunu belgeliyor.
 Sait Faik ünlü “Son Kuşlar” hikâyesinin sonunda çocuklara seslenerek “Bizler 
çok gördük çimenleri, çiçekleri, kuşları; ama çocuklarımız, torunlarımız bu 
güzelliklerden mahrum kalacak” mealinde sözler ediyordu.
 Ben de tekrar ediyorum: Bizler soğuk pınarlardan çok sular içtik, billur gibi 
derelerde alabalıkları seyrettik, korkarım bizden sonraki nesiller suyu sadece 
şişede görecek.
 Kaynaklar kuruyor.( M.Kutlu) 
 
 
  
  __________________  "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
         |