HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an Hükümleri ve Kavramları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an Hükümleri ve Kavramları
Konu Konu: Zülkarneyn Hakkında Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

Akraba Sitemiz Fıtratdini'nden alıntıdır

Zülkarneyn Kelimesinin Anlamı:

         Zülkarneyn kelimesi, Arapça ve el-karneyn kelimelerinden oluşan bir takma addır. Bu isim zülyedeyn [ iki el sahibi] , zülcenâheyn [ iki kanatlı ] gibi iki… ya sahip olmayı ifade eder. İki… ya kelimeside karneyn kelimesine verilecek manaya göre değişir. İkilemli/ikili bir kelime olan   karneyn kelimesinin tekili “karn”dır. Ve bu kelime her kuran dışı kaynakta farklı farklı manalara getirilmiştir. Pek çok manalara gelir. Zülkarneyn Kelimesi Kur’an kaynakları bir kelimedir. O halde Kur’an da Zülkarneyn kelimesine benzer isimlerin kullanılış yerlerine ve karn kelimesinin Kur’an da yüklendiği manalara bakalım. Kuran’da bu isme benzer iki isim mevcuttur. Zünnun ve Zülkif.

Zünnun=Balık sahibi manasına gelir.

 

Enbiya 87. ayette

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِب 11;ا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِر 14; عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُم 14;اتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَان 14;كَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِ 05;ِينَ

Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti.

 

Zünnun isminin açıkça Hz. Yunus için kullanıldığı görülür. Ayrıca Kalem Suresi 48. ayette de Hz. Yunus’un “Sahib-i Hud” [ balık sahibi ] olarak nitelendirildiğini dile getirerek Hz. Yunus için kullanılan bir lakap olduğunu söyleyebiliriz.

 

Zülkif ise Hz. Zülkif’tir.

Keza peygamber olup olmadığı da tam olarak netlik kazanmamışsa da genelde peygamber olduğu kabul edilir. Zülkif=Pay sahibi manasına gelir.

 

Sad 48’de

وَاذْكُر 18; إِسْمَاع 16;يلَ وَالْيَس 14;عَ وَذَا الْكِفْل 16; وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْي 14;ارِ

İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir.

 

 

 

Buyrulmuştur. Yani bu kelimede bir isim değil lakap olarak kullanılır. Keza Zülkarneyn kelime sininde lakap olduğunu düşünebiliriz. Şimdi bu kelimenin kelime kökü olan karn kelimesine bakalım:

 

Karn Kelimesi:

 

Zülkarneyn ismi dışında 19 ayette tekil olarak “ karn” ve çoğul olarak “kurun” şeklinde geçer. Bu ayetlerdeki karn kelimesi neredeyse tümünde ‘nesil / bir devirde yaşanlar, millet’ manalarında kullanılmıştır.

Bkz [ En’âm 6,Furkan 38,Mü’minun 31 ] Yani karn kelimesi büyük ihtimalle ‘ iki nesil sahibi, iki devir sahibi’ anlamına gelir diyebiliriz.

------------------------------------------------

 

Zülkarneyn

 

Allah’ın kendisine dünyada imkân sağlayarak uzak yerlere gidebilmesi için “sebep” isimli vasıtayı/ilmi verdiği şahıstır.

O kendisine verilen sebeple 3 ayrı seyahate çıkmıştır:

  • Güneşin battığı yere
  • Güneşin doğduğu yere
  • İki sedd/süd arasına

Gittiği yerlerde bazı kavimlerle karşılaşmış,3. seyahatinde vardığı yerdeki kavmin isteği üzerine, onları Ye’cüc-Me’cüc’ten korumak için bir sedd inşa etmiştir.

Yukarıda belirtilen Kehf Suresi 83–98 ayetleri dışında söylenecek ve söylenen her söz bir görüşten ibarettir. Doğruluğu sadece anlatanı bağlar ve kimse mutlak doğru olarak algılamamalıdır. Bu konuda bilfiil ayetlerde hiçbir bilgi yoktur. Düşünmek en temel farzdır. Ve Allah’ın insana daima düşünmesini emrettiğini göz önüne alarak ayetler üzerinde değişik açıdan yorum yapalım.

 

------------------------------------------------------------ --------------------------

             Zülkarneyn peygamber mi? Hükümdar mı? Veli mi? Melek mi? Yoksa bir insan mı?

 

         Zülkarneyn ile ilgili diğer konularda olduğu gibi bu konudaki kuran dışı kaynaklarda yıllarca kafa bulandırmıştır:

Hz. Muhammed <s.a.v.> ‘e Zülkarneyn hakkında Tevrat tan soru soranlar, Yahudi veya onların öğrettikleri müşrikler olduğuna göre, Yahudi kaynaklarına bakmak gerekir. Yahudilerin Peygamberimizi imtihan maksadıyla, çok iyi tanıdıkları Tevrat ta açıkça ve defalarca öğülen bir hükümdar olan Kuruş hakkında soru sormaları oldukça yadırganması gereken abes bir durumdur. Ayrıca sınav maksadıyla sorulan sorunun bile az bilindiği yahut hiç bilinmediğine alamettir.

Zülkarneyn Kelimesi ‘ 2 boynuzlu’ anlamına geldiğine göre, Tevrat’ta Daniel Peygamber’in rüyasındaki ‘iki boynuzlu koç’ tan kasıt Zülkarneyn gibi gösterilmiştir. Zira bu rüyanın anlatıldığı bölümün sonunda rüyanın yorumunu yapan Cebrail ‘iki boynuzlu koç’ tan kastın İran kralları olduğunu söylemiştir. Kurandaki bahsedilen Zülkarneyn ile Tevrat ta geçen bu görüş isim benzerliğinden öteye gidemez. Keza Tevrat ta geçen rüyadaki anlatılmak istenen Medya ve Pers krallarının belirli bir süre Ortadoğu’da hâkimiyet sağlayacakları ve sonra Yunanlıların hâkimiyetlerine son verecekleri söylenmiştir. Ve Tevratta ki 2 boynuzlu koç sadece bir krala değil, birden fazla İran kralına işaret etmektedir. Yani bilfiil Kuruş’a saymak yanlışa yanlış şerre şer katmaktadır ve makul değildir. Eğer Kuruş Zülkarneyn ise Ye’cüc-Me’cüc kavmi kimdir? Bu konuda da bazı şahıslar hiç boş durmamıştır. Bazı sözde müfessirler Azad ve Mevdudi’nin söyledikleri gibi Türk kavmi mi? Bu mümkün değildir. Zülkarneyn’in değil! Kuruş’un ve yaptığı iddia edilen seddin bulunduğu bölgenin ahalisinde olan Türkleri; coğrafyanın ve tarihi gerçeklerin zorlanması sonucu Yecüc-Mecüc ilan etmişlerdir. Ne yazık ki günümüzde buna Müslüman kesimlerden inananlar da az değildir!

Kafkaslar da arkeolojik kazılar da bulunan sedd leri Zülkarneyn’in yaptığını iddia etmektedirler. Bir kere Zülkarneyn seddinin Kuranın indiği dönemde hatta kıyamete yakın zamana kadar ayakta olması gerekmektedir. Kazılardaki bulunan seddler kuranla anlatılana yapı bakımından benzese de aşılamayacağı konusundaki gerçekler bu saftirik tezleri bir çırpıda çürütmektedir.

Kur’an da anlatılan Zülkarneyn’in doğuları ve batıları fethetmiş bir hükümdar/cihangir olduğu konusunda ayetlerde bir netlik ve kesinlik yoktur. Keza Kuruş cihangir bir kral olarak bilinir.

Hz.İdris (Hanos) Zülkarneyn Olabilir mi?

Aslında, Zülkarneyn’in Hz. İdris olabileceğine doğrudan atıfta bulunan bir görüşe kaynaklar da rastlanmaz. Kur’an da Zülkarneyn ile Hz.İdris hakkında söylenenlerde hiçbir benzerlik olmaması esas delildir. Keza Zülkarneyn in göklere seyahat ettiğini düşünecek olursak Hz.İdris olma ihtimalini pekiştirmemiz gerekir. Zülkarneyn’in göklere seyahat ettiği düşüncesiyle Hz. İdris’in yüce bir yere yükseltilmesi paralellik arzeder. Hz.İdrisin ve Zülkarneyn’in kıssalarını incelediğimizde de bu benzerlilik kuran üslubuna uygun görülür. Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta; her şeyden önce, Allah<c.c.> Zülkarneyn’in kimliği üzerinde değil ne yaptığı üzerinde durmuştur. Ayete baktığınıza,’Kehf 83…Size ondan bir hatıra okuyacağım’ diye başlar. Kehf suresinde size Zülkarneyn’i anlatacağım denmemiş, Size ondan bir hatıra okuyacağım denmiştir. İnsanlar Zülkarneyn kimliğinden ziyade onun ne yaptığını düşünüp taşınmalıdır. Zülkarneyn’in yaptıklarını bırakıp kimliğiyle araştırıp doğruyu bulmaya çalışmak önce akla ve Kurana oldukça tezat bir durumdur. Keza kesin bir sonuç elde etmekte mümkün değildir.

------------------------------------------------------------ ---------------------------------

        Zülkarneyn’in Yaptığı Sedd ve Yapmadığı Sedd

 

         Kur’an da Zülkarneyn’in yaptığı; demirden tuğlalı, bakırdan sıvalı bir sedd anlatılmakta, Allah’ın dilediği vakte kadar da Ye’cüc-Me’cüc tarafından aşılamayacağı bildirilir. Tarihteki şahıslar içinde demirden bir sedd yaptığı bilinen duyulan bir kimse var mıdır? Makedonyalı İskender’in böyle bir sedd yaptığına dair elde hiçbir delil yoktur. Kuruş veya I.Dara’nınsa Hazar denizi ile Karadeniz arasında birer sedd inşa ettikleri ileri sürülmektedir. Keza bu bölge de gerçektende binlerce yıl önce bazı seddler olduğunu arkeolojik bulgular desteklemektedir. Hatta Zülkarneyn’in inşa ettiği sedde benzeyen demirden yapılmış sedd kalıntılarına rastlanır. Keza bu seddin    Zülkarneyn’in seddine benzediği ne kadar da kabul edilse de <Kur’an ‘ın seddin aşılamayacağına dair olan beyanı ile uymadığı apaçık ortadadır.>Açıkçası; Zülkarneyn’in yaptığı seddin mahiyetine ve aşılamayacağına dair ayetlere bakılacak olursa, Böyle bir sedd yeryüzünde Mevcut değildir. Eğer ki; yerin altında olabilir, arkeolojik kazılarla çıkarılabilir gibi bir varsayım olursa, bu varsayıma da bu seddin gerisinde kalan ve bu seddle yerlerinde tutulduğu sabitlendiği bildirilen Ye’cüc-Me’cüc’ün yeraltında olduğunu da kabul etmek gerekecektir.  Kur’an’daki sedd ve vasıfları ile Çin seddi ve Demirkapı seddi de uygun olmayacağı gibi diğer yerlerde bilinen seddlerinde hiçbirine uymayan, yeryüzünde olmayan bir sedd söz konumuz. Böyle bir seddin yeryüzünde görülmemiş olması ve bu seddi inşa eden bir şahsın bilinmemiş olması bütün tezleri bir anda çürütecektir.

 

        Ye’cüc Me’cüc Editlemesi

 

         Kur’an da Zülkarneyn’in, bir kavmi Ye’cüc-Me’cüc’ün saldırılarından korumak maksadıyla yaptığı bildirilmektedir. Buna göre Zülkarneyn, Yecüc-Mecüc’le savaşmış yahut onlarla savaşan kavimle bir olup onlara karşı sedd inşa etmiş bir kimse olmalıdır. Yecüc-Mecüc’ün hangi millet olduğu konusu açıklık kazansa, Zülkarneyn’in kimliğini tespit etmekte kolay olacaktır. Müfessirlerin Zülkarneyn olabileceğini düşündükleri Makedonyalı İskender, Kuruş gibi şahsiyetlerin savaştığı veya karşılaştığı kavimlere bakılacak olursa, bunlara Yecüc-Mecüc denilecek bir tarafına rastlanılmamaktadır. Maalesef kaynaklarda bu konuda üzerinde durulan tek millet Türklerdir. Kuruş ve I.Dara’nın yaşadıkları bölge ve savaştıkları milletler açısından olaya bakılacak olursa,bu görüş gayet makul gibi görünmektedir.Yecüc-Mecüc denen mahlukların Türkler olduğu iddia etmek,Türklerin din tanımaksızın bütün insanlara saldıracaklarını kabul etmek demektir.Keza Türklerin İslam’a olan bağlılık ve hizmetlerini hatırlatmaya gerek bile yoktur.

--------------------------------------------------------

        Zülkarneyn’e sağlanan Kudret ve Verilen Sebep

 

[KEHF suresi 84. ayet]            (Resmi:18/İniş:69/Alfabetik:54)

إِنَّا مَكَّنَّ 75; لَهُ فِي الْأَرْض 16; وَآتَيْن 14;اهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا

Okunuş: İnna mekkenna lehu fil erdi ve ateynahü min külli şey'in sebeba

 

Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.

 

             Mekkenâ>> İmkân sağladık. “ mekkene” fiili lügat ta “ imkân vermek, güçlü kılmak” gibi manalara gelir ve kullanıldığı cümleye göre anlam kazanır. Ayetin meali bu kelimeye verilen anlama göre farklı şekillerde ifade edilmiştir. Ancak genel olarak Zülkarneyn’e güç ve saltanat verildiği yönündedir diyebiliriz. Allah Zülkarneyn’in kolaylıkla gitmesini sağlayacak olan sebep’e erişmesi için çeşitli vesileler/imkânlar yaratmış, onu elde etmesi için ortam hazırlamıştır. Yani Zülkarneyn’e Sebep’i elde etmesi için imkânlar sağlamıştır. Tam burada bazıları Onun sebep’i elde etmesi için hükümdar, peygamber veya evliya olması gereklidir.Şeklinde kanaate varmak büyük bir yanılgıdır. Çünkü onun Sebep’i elde etmesi için peygamber, veli veya hükümdar olması gerekiyorsa, ona verilen imkân bunlardır.

Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık,

Ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik. /Kehf 84”

Sebep kelimesi lügat ta: ip, halat, tırmanmaya yarayan pi, yol, çare, dostluk, başka bir şeye ulaşmaya yarayan şey gibi manalara gelir. Sebep kelimesinin Zülkarneyn ayetlerinde dört defa kullanıldığı görülür:

 

  • Kehf Suresi 84: Ona her şeyden bir sebep verdik.
  • Kehf Suresi 85: O da bir sebebi izledi.
  • Kehf Suresi 89: O da bir sebebi izledi.
  • Kehf Suresi 92: O da bir sebebi izledi.

 

         Kur’an’da “sebep kelimesi tekil olarak 4 defa konumuz olan Zülkarneyn ayetlerinde, 1 defa Hacc 15’te,4 defa da çoğul olarak “esbab”[ sebepler] şeklinde Sad 10,Mü’min 36–37 ve bakara suresinin 166.ayetlerinde olmak üzere toplam 9 yerde geçer. Bu ayetler de geçen sebep lerin hiçbiri Bizim Türkçede kullandığımız neden manasında kullanılmamıştır. Kelimeyi [sebeb ve esbab] doğru anlayabilmek için Şimdi şu diğer 5 ayetide yazarak kelimelerin nerde ve nasıl kullanıldığına bakalım:

 

[MÜ'MİN suresi 36. ayet]

وَقَالَ فِرْعَوْ 06;ُ يَا هَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَّعَلِّ 10; أَبْلُغُ الْأَسْب 14;ابَ

Firavun:" Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara erişirim."

[MÜ'MİN suresi 37. ayet]

أَسْبَاب 14; السَّمَا 08;َاتِ فَأَطَّل 16;عَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنّ 15;هُ كَاذِبًا وَكَذَلِ 03;َ زُيِّنَ لِفِرْعَ 08;ْنَ سُوءُ عَمَلِهِ وَصُدَّ عَنِ السَّبِي 04;ِ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْ 06;َ إِلَّا فِي تَبَابٍ

Göklerin sebeplerine ulaşırsam, Mûsa'ın tanrısına, da ulaşırım. Ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum." Firavun'a, yaptığı işin kötülüğü bu şekilde süslü gösterildi de yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı hep kayıptadır.

 

Bu ayetler sebeb kelimesinin manasını adeta lügat gibi ilan etmektedir. 36. ayette yollara/sebeplere erişirim dedikten sonra 37.ayetin hemen başında –sanki bir “yani” kelimesi varmışçasına- “göklerin sebeplerine” şeklinde sebepler kelimesinin ne ile alakalı olduğu beyan edilmiştir. Yani bu ayetlerde geçen esbab kelimesi göğe ulaşmayı sağlayan şeyler anlamında kullanılmıştır.

-----------------------------------------------------

Sad Suresi’nin ilk ayetlerinde; müşriklerin Hz. Muhammed <s.a.v.>’i yalancılık ve sihirbazlıkla itham edip onun peygamberliğine inanmadıklarından, Kur’an’ı uyduruk olarak nitelendirip bahsedildikten sonra şu ayetler gelmektedir:

 

[SÂD suresi 10. ayet]

أَمْ لَهُم مُّلْكُ السَّمَا 08;َاتِ وَ الْأَرْض 16; وَمَا بَيْنَهُ 05;َا فَلْيَرْ 78;َقُوا فِي الْأَسْب 14;ابِ

Okunuş: Em lehüm mülküs semavati vel erdi ve ma beynehüma feyerteku fil esbab

Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülk ve saltanatı onların mı? Eğer öyleyse sebepler içinde yükselsinler.

 

Bu ayette bulunan sebepler içinde yükselsinler” [ fe’l-yertaku fi’l-esbab ] ibaresindeki sebebler, bazı tefsir âlimlerince göğün yollarıolarak tefsir edilmiştir. Çoğu âlim tarafından bu ibareye sebebe sarılarak yükselmek manası verilmiştir.

----------------------------

 

[HAC suresi 15. ayet]

مَن كَانَ يَظُنُّ أَن لَّن يَنصُرَه 15; اللَّهُ فِي الدُّنْي 14;ا وَالْآخِ 85;َةِ فَلْيَمْ 83;ُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَا 69; ثُمَّ لِيَقْطَ 93;ْ فَلْيَنظ 15;رْ هَلْ يُذْهِبَ 06;َّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ

Okunuş: Men kane yezunnü el ley yensurahüllahü fid dünya vel ahirati felyemdüd bi sebebin iles semai sümmelyakta' felyenzur hel yüzhibenne keydühu ma yeğiyz

 

Her kim, Allah'ın ona dünyada ve ahirette asla yardım etmiyeceğini sanıyorsa, hemen yukarıya bir ip uzatsın, sonra nefesini kessin de bir baksın, hilesi öfkesini giderecek mi?

 

Bu ayette Allah’ın dünya da ve ahirette Hz. Peygambere yardım etmeyeceğini sanan kimselerin, güçlerinin yetmesi halinde, göğe yükselerek Allah’tan ona gelecek yardımı/vahiyi durdurmaları teklif olunarak kendileri ile alay edilmektedir. Keza onların ne göğe yükselmeye ne de Allah’tan gelen nimeti engellemeye güçlerinin yetmeyeceği aşikârdır. Burada geçen sebeb kelimesi Mü’min 36–37,Sad 10.ayetlerde olduğu gibi insanı göğe yükseltecek ip, yol, vasıta anlamında kullanılmıştır. Bu ayete geçen [ fe’l-yemdüd bi-sebebin iles semai sümme’l-yakta ] mealciler ve müfessirler farklı anlamlar vermişler.


http://fitratdini.sitemynet.com


Devam edecek.



__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

                     Güneş’in Battığı Yere Seyahati

 

-1.Seyahat-

 

[KEHF suresi 85]

O da bir sebebi izledi.

 

[KEHF suresi 86]

Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."

 

[KEHF suresi 87]

Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker."

 

[KEHF suresi 88]

"İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz."

 

فَأَتْبَ 93;َ سَبَبًا

Fe etbea sebeba

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْس 16; وَجَدَهَ 75; تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْن 14;يْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّب 14; وَإِمَّا أَن تَتَّخِذ 14; فِيهِمْ حُسْنًا

Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fi aynin hamietiv ve vecede indeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehize fihim husna

قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّب 15;هُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذّ 16;بُهُ عَذَابًا نُّكْرًا

Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihi fe yüazzibühu azaben nükra

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاء الْحُسْن 14;ى وَسَنَقُ 08;لُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَ 75; يُسْرًا

Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra

 

 

  • “O da bir sebebi izledi.”

 

Zülkarneyn; Allah’ın ona verdiği imkânlar sayesinde elde ettiği sebebi izlemiş ve bir seyahate çıkmıştır. İşte tam bu nokta da hemen hemen bütün tefsirlerde bu seyahat dünyada yapılmış bir seyahat olarak görülmüş ve hatta seyahatten ziyade çoğu zaman ordu ile yapılan bir sefer olarak düşünülmüştür. Bu görüşe göre Zülkarneyn bir seyahate değil ordu ile sefere çıkmıştır ve gittiği yerleri fethetmiştir. Bu sabit bakış açısı sahibini, Zülkarneyn’in cihangir bir kral olduğu sonucuna götürdüğü için. Daha önce anlattığımız gibi Allah’ın kelamına ve beşeri akla mantığa ters düşmüş bir zanndır. Ayetlerde, Zülkarneyn’e verilen sebepleri incelediğinde rahatlıkla onun göğe çıkmasında vasıta olan şey olduğu görülür ve düşündürür. Böylece o kendisine verilen sebep ile gökyüzüne yükselmiş ve Güneş’in battığı yere doğru gitmiştir.

 

  • “Nihayet Güneş’in battığı yere [ Mağribe’ş Şems’e ] varınca”

 

  • Büyük Bir Sorun! Güneşin Battığı Yer Neresi?

 

Öncelikle bu konudaki görüşleri ele alalım:

 

“Güneş’in battığı yer” ifadesi tefsirlerde genel olarak “batı istikametinin sonu” olarak kullanılmış. Alusi bu ibareye “Dünya’nın batı yönündeki sonu, Seyyid Kutub “bakanların Güneş’in ufukların ötesinden kayıp olduğunu gördükleri yer”,Mevdudi “karanın bitip okyanusun başladığı yer” manalarını vermişlerdir. Elmalılı ise “Yerleşmiş olduğu yerin gün batı tarafından ta sonuna vardı. Özetle uzak batıya vardığı vakit. Demiştir. Ve Ebul Kelam Azad da;”Böyle bir şey yoktur! Diyerek, bütün dillerde” Güneş’in battığı yer ve Güneş’in doğduğu yer tabirlerinin “batı ve doğu” anlamında kullanıldığını söylemiş ve bu tabirlerin gerçek dışı olduğu savunmuştur. Ayetteki “Güneş’in battığı yer” ifadesinden ilk akla gelen “dünyanın batısıdır” ve pek makul görünmektedir. Zira Müfessirlerde Güneş’in bir yerde batmasının mümkün olmayacağını düşünmüş ve bu kelimeye batı manası vermişlerdir. Hatta kendisine âlim denilen bir zat-ı muhterem çok aşırıya kaçarak şunları; “Bunların gerçekle bir ilgisi yoktur. Çoğunluğu kitap ehlinin hurafeleri ve onların yalancı ve zındıklarının uydurduğu şeylerdir.” Demiştir. Peki ya gerçek nedir? Neye denir? Yoksa hurafe gibi görünen hakikat midir? Bu konuda mağribe şemse bakarak devam edelim;

 

  • mağrib” kelimeleri ışığında “Mağribe-ş Şems”e bakış

 

         Ayet’te açıkça Mağribe-ş Şems [ Güneş’in battığı YER ] denilirken, yani sadece “batıya” denilebilecekken;

“Güneş’in battığı YER’Edenilmiştir ki, sadecebatıdemek için ayetteki “şems” [ Güneş ] kelimesine yani “Mağribe’ş Şems” e ihtiyaç yoktur! Bu konuyu ayetler ışığında dahada! Netleştirelim: Tekil olarak mağrib kelimesi Kehf 86’dan başka 6 yerde geçer. Ve bu 6 ayetin de hiç birinde güneş olarak kullanılmamıştır. Hepsinde de maşrık [doğu] kelimesi ile birlikte kullanılmıştır. Yani “doğu ve batı” olarak geçer. Kehf 86. ayette ise maşrık doğru kelimesi ile beraber kullanılmakta ve dahası birkaç ayet sonra, yani Kehf 90.ayette “Matli’a şems” [Güneşin doğduğu yer] geçer! Ve Güneş’in battığı yerin zıttı olarak özellikle kullanılmıştır! O halde Allah-u Teala Kur’an’da “mağrib” kelimesini mücerred “batı” manasına defalarca kullandığına göre; “Mağribe’ş şems” [Güneş’in battığı yer] ifadesiyle kastedilen ne olabilir?

Bir isim olanmağrib kelimesi her ne kadar lügat ta “batı” anlamına gelse de, köken itibariyle “göçmek” manasına olan garube fiilinden türemiştir. O halde ayette bulunan bu ibareye “Güneş’in göçtüğü yer” dersek yanlış söylemiş olmayız. Bu kelimeden iki şeyi kastetmiş oluruz ki, 1.si dünyanın dönmesi sebebiyle gökyüzünün gidermiş gibi ve ufukta kaybolduğu yer, ikincisi ise; Güneşin Etrafındaki Gezegenleri ile birlikte Galaksimiz Samanyolu içerisinde yöneldiği noktadır. Burada, dünyanın dönmesi ile Güneş’in ufukta kaybolduğu yer değil, Güneş’in galaksi içinde yöneldiği nokta kastediliyor gibidir.{Değerli okurlar paralel evrenden kasıt işte budur.}

Çünkü mağrib kelimesi zaten Kur’an’da Güneş’in ufukta kaybolduğu yer için defalarca kullanılmıştır.

 

·        Yasin38.Ayet “Mağribe’ş şems” açıklaması

 

Güneş’in Samanyolu içinde yol aldığı rotaya işaret eden Yasin Suresi 38. ayet, “Güneş’in battığı yer”i adeta tanımlamakta ve bu ifadeye açıklık getirmektedir:

 

 

YASİN

 

Suresi

 

38. ayet

وَالشَّم 18;سُ تَجْرِي لِمُسْتَ 02;َرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِير 15; الْعَزِي 86;ِ الْعَلِي 05;ِ

Okunuş: Veş şemsü tecri li müstekarril leha zalike katdiyrul aziyzil aliym

 

Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.

 

 

Tefsirlerde bu ayette geçen müstekarril yani meallerde geçen kendisi için belirlenen yer >> duracak, istikrar bulacak yer, kendine özgü bir durak noktasına, bir durma zamanına gibi anlamlarla eşdeğerdir.[ism-i zaman, ism-i mekân veya mimli mastar şeklinde kabul edilmesi durumlarında] gelebileceğine işarettir. Kısaca, bu ayet-i kerimenin birden fazla manaya gelebileceği ifade edilmekte, fakat daha ziyade, Güneş’in son bulacağı zamana doğru gittiği veya Güneş’in son bulacağı yöne doğru yöneldiği görüşleri üzerinde durulmuştur. Güneş’in karar kılacağı, son bulacağı noktaya doğru aktığından kastın ne olduğu hususuna astronomi ilmi ile açıklık getirelim:

 

·        Güneş Hareketleri’nin Astronomik verileri

 

“Bildiğiniz gibi Güneş’te Dünyamız gibi kendi ekseni etrafında döner. Bu harekete ek olarak başka hareketleride vardır. Bu hareketler bütün yıldızlar için söz konusudur.

 

  • Güneş, Vega yıldızı civarında bulunan Apeks noktasına doğru yaklaşık 19 km/sn’lik bir öz harekete sahiptir.

 

  • Güneş, galaksi merkezinden yaklaşık 28.000 ışık yılı uzaklıkta bulunur ve galaksi merkezi etrafında 220 km/sn’lik bir hızla hemen hemen 250 x 10 üzeri 6 yılda bir devir yapar.

 

  • Ayrıca Güneş, içinde bulunduğu galaksinin hareketine uyarak galaksiyle beraber hareket eder. Keza galaksimiz 521 km/sn’lik bir hızla Virgo galaksi kümesi yönünde ilerlemektedir. Bu hareketten konumuzla alakalı olanları 1. ve 2. hareketlerdir. Güneş sitemi, gökada içinde yaklaşık 250km/sn üzeri -1 hızla çembersel bir yörünge çizer; dolayısıyla tam bir dolanım için 240 milyon yıllık bir süre gerekir. Bütününün bu genel devinimi dışında Güneş, komşu yıldızlara oranla özel bir devinim yapar. Bu devinim 19,5 km/sn–1 hızla gökyüzünde Herkül Takımyıldızı’nda Vega yakınında yer alan ve Günerek [sağ bahar açısı=18 sn; yükselim=+30° ] denilen nokta doğrultusunda gerçekleşir.

 

 

Güneş, gezegenleri ile birlikte “Solar Antapeks” doğrultusundan gelmekte ve normal yörüngesinden sapma göstererek “Solar Apeks” doğrultusunda ilerlemektedir.

 

 

  • Astronomi dilinde Güneş’in saniyede [yaklaşık] 20 km.lik hızla yol aldığı bu yörüngeye “Solar Apeks” adı verilir. Bu hız saatte 72.000 km.yi bulur ve ekvator çevresini bir saatte yaklaşık 2 defa dolanmaya yeter. Bu hızın 1 günde alacağı yolu bulalım: 1.728.000 km. Dünden bugüne uzayda yaklaşık 2 milyon km.ye yakın bir yol aldık.Güneş etrafındaki yıldızlarla birlikte, astronomi terimi ile “Solar Apeks” [Günerek] istikametine yeni Herkül Takımyıldızı yakınında bir yere doğru yol almaktadır. Özellikle belirtmek gerekir ki, Güneş’in bu hareketi, Samanyolu etrafında normalde seyrettiği yörüngesinden sapma şeklindedir. Yani Güneş normal yörüngesinde giderken ayrıca bu yöne doğru çekilmektedir. Astronomi’de, Güneş’in yöneldiği bu doğrultunun aksi istikameti içinse “Antapeks” terimi kullanılır. Yine kaynaklardan öğrendiğimize göre, bu yerde Colomba [Güvercin] Takımyıldızı’nda yer alır.

 

Mağrib kelimesi Kur’an’da batımanasına defalarca kullanıldığında, Zülkarneyn ayetlerinden başka bir ayette de “Mağribe’ş şems” tabirine rastlanmadığına göre; Mağribe’ş şemsile “batı”dan başka bir yere işaret edilmiş olmalıdır. Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Güneş’in battığı yer”in “batıolarak değil de, Güneş’in batıda bir yerde bir bataklığa gömüldüğü yer” olarak düşünülmüş olması da, ayetten ilk anlaşılanın batı olmadığını bize göstermektedir. Diğer bir hususta; Kehd86’daki “Mağribe’ş şems”[Güneş’in battığı yer] Yasin38 deki “Güneş’in duracağı, son bulacağı yer [müstekarril],

Ve nihayet astronomi literatüründeki; Solar Apeks [Günerek]{Güneş’in son noktası} tabirlerinin hepsinin aynı manada olduğudur. Bu bağlamda “Solar Apeks” tabirinin Türkçemize “Günerek” şeklinde çevrilmiş olması da boşuna değildir, aşikârdır. Yani Zülkarneyn’in, Güneş’in Samanyolu içinde yöneldiği doğrultuda gittiğini söylememiz mümkündür. Yani, Zülkarneyn, Herkül Burcu’nda Vega Yıldız’ı yakınında “Solar Apeks” denen doğrultuda bir yere gitmiştir.

Sonuç olarak Zülkarneyn birinci seyahatinde, Vega Yıldız’ı yakınında bir yere varmış, artık bizim Güneşimiz ve Dünyamız çok uzaklarda kalmıştır.

------------------------------------------------------------ ------------------------------------

  • KEHF/86: Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir göze içinde batar buldu…

 

Ayetin bu ilk cümlesinde ilk anlaşılan; Zülkarneyn’in Güneş’i karabalçıklı bir gözenin içinde batarken bulduğudur. Güneş’in “karabalçıklı” veya “sıcak” bir gözede battığına dair pek çok rivayetler vardır. Ancak asrılar geçtikçe bilim ve tekniğin ilerlemesi sonucu bu anlayışın doğru olmadığını düşündürmüş ve kaynaklardaki rivayetler tek tek tenkit edilmiştir. Örneğin;

Ehl-i Ahbar {rivayetçiler} “Güneş, suyu ve balçığı çok bir gözede batar” demişlerdir. Her zaman ki gibi Bu son derece sağlıksız bir beyinden çıkmış, son derece saçma ve akıl dışıdır. Keza, ayın tutulmasını gözlemlediğimizde ve bunu araştırdığımızda, batılıların, bu tutulma işinin gecenin evvelinde olduğunu söylediklerini; doğuluların ise bu işin, gündüzün evvelinde vukû bulduğunu söylediklerini görüyoruz; o zaman, batılılara göre gecenin başlangıcı olan zamanın, doğululara göre, gündüzün başlangıcı olduğunu anlarız. Hatta bize göre gecenin başlangıcı olan o vakit, bir başka yerde ikindi, bir başka yerde, Güneş’in doğuş vakti, bir başka yerde yani toplam 5. E. Beldede gece yarısı olduğunu anlarız.

Evet; bu görüşler, XII. yy.’da söylenmiş olması açısından oldukça dikkat çekicidir. Zira Güneş’in dünya yüzündeki bir bataklıkta batmayacağını en güzel şekilde izah eder. Günümüzde haliyle Uzay ve coğrafya bilgisinin artması ve kâinatın daha iyi tanınmasına paralel olarak ayettin zahirinden çıkan bu pisliklerin, tezatların doğru olmadığı beyan edilmeye başlanmıştır. Bu sebeple de müfessirler, Zülkarneyn’in, “Güneş’i, karabalçıklı bir gözede batıyor” zannettiğini düşünmüşlerdir.

 

Dirayetçilere göre Zülkarneyn, Güneş’ikarabalçıklı/sıcak bir gözenin içine batıyorzannetmiştir.

 

Bu görüşün sahipleri; Zülkarneyn’in deniz ufkunda Güneş’in batışını seyrettiği ve bu manzaranın, onu Güneş’in denizin içine battığı zannına götürdüğü kanaatindedirler. Anlamadığına Yoğurdum kara dememek için ve tezlerini savunmak için ayette bulunan kelimeler üzerinde Allah’ın kelamını dillerini eğip bükerek çeşitli yorumlar ve oynamalar yapmışlardır. Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fi aynin hamietiv ve vecede indeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehize fihim hunsa

 

  • Ayette bulunan “ayn” [göz/göze/delik] kelimesi “deniz” manasındadır.

 

         Meallerde göze şeklinde çevrilenayn kelimesi, lügat ta; göz, pınar, iğne deliği, delik gibi anlamlara gelir. Tekil ve çoğul olarak Kur’an’da pek çok defa geçen bu kelime, “göz” ve “pınar” anlamında kullanılmaktadır. Fakat zat-ı muhterem müfessirlerin çoğu, ayette geçen bu kelimeyi “okyanus” veya “deniz” manasında anlamışlar ve hatta bu denizin hangi deniz olacağı konusunda fikir bile yürütmüşler ve yırtık dondan rivayetler çıkarmışlardır.

Elmalılı Hamdi Yazır; “Bu pınardan maksat, okyanus ve özellikle denizin ufkundaki batış noktasıdır”.

İbn Kesir, burada tarif edilen suyun Atlas Okyanusu olduğunu,

Nuru’l Kahh Tenvir de, Zülkarneyn’in kıyısına vardığı denizin Karadeniz olabileceğini savunur.

Mevdudi, Ege denizine gelmiş olabileceğini söyler. Ayette “bahr” (deniz) kelimesinin değil de,”ayn” pınar kelimesinin kullanılmasını da bunun delili olarak sunar. Keza Ege Deniz’i gibi büyük bir denizi ifade etmek için “pınar” kelimesini kullanıp uygun bulmak hangi mantığa sığar! Ne derece kabul edilebilir?

Genel kanaat; Zülkarneyn’in, Güneş’i batış anında, denizin üzerinde gördüğü yolundadır. Oysa “ayn” kelimesine lügatta “deniz” denmediği gibi “pınar” anlamında kullanıldığında da “bir taraftan bakıldığında karşı yakası da görülebilen bir gözeyi veya “su kaynağı”nı ifade etmektedir. 

 

  • Ayette bulunan “gözede(göze içinde) batar” kelimesi Zülkarneyn’in zannını ifade eder

 

Zülkarneyn’in gördüğü güneşin göze içinde [fi aynin] battığı bildirilmiştir. “gözenin üstünde” veya “gözenin yanında değil de; gözede batar/gözenin içinde batarken” şeklinde ifade edilmiş olması, müfessirlerin bu ayetin zan ifade ettiğine dair kanaatlerinin temelini oluşturmaktadır. Çünkü Güneş’in yeryüzünde bir gözenin içinde batıp kaybolması insan aklına aykırı ve saçmadır. Bazı müfessirler de, ayette geçen “içinde” [fi ] harf-i cerrinin “yanında” [inde] anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Keza müfessirlerinin çoğunun ayetten çıkardıkları ortak manayı değiştirmeyen bu görüşün, hiçte öyle rağbet edilen bir görüş olmadığı anlaşılmaktadır.

 

  • Hami’e kelimesinin anlamı ve okunuştaki ihtilaf

 

Ayette geçen hami’e[karabalçıklı] kelimesi iki şekilde okunmuştur. Buna bağlı olarak müfessirler, esasa aldıkları görüş doğrultusunda kelimeye farklı manalar vermişlerdir.

İbn Abbas; hami’e” {karabalçıklı} ve hamiye {sıcak} şeklindedir,

Ubeyy b. Ka’b, Peygamberimiz(s.a.v.) bu kelimeyi hami’e”{karabalçıklı} şeklinde okumuştur.

Müfessirler; ayette Zülkarneyn’in karşılaştığı bildirilen gözeyi tanımlayan “hami’e/hamiye” [karabalçıklı/sıcak] kelimesi ile bir teşbihte bulunulduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre Zülkarneyn; okyanusu, “karabalçıklı bir göze” gibi görmüştür. Hemen hemen çoğu müfessir, ayeti tefsir ederken, Zülkarneyn’in yaşadığı düşünülen bu sahneyi adeta bir tablo gibi göz önünde canlandırmaya çalışmışlardır.

 

  • Ayetin Zülkarneyn’in zannını ifade ettiği yorumu, ayetten ilk bakışta anlaşılanla ne derece uymaktadır?

 

“Onu karabalçıklı bir göze içinde batar buldu…” [Vecedeha tağrubu fi-aynin hami’e] cümlesi, Zülkarneyn’in zannını ifade ettiği kabul edilecek olursa, ayetten ilk anlaşılan manadan tamamen uzaklaşmış olduğu görülür. Nitekim bu durum, müfessirlerin ayete bakışlarında açıkça görülür:

    1. Zülkarneyn’in zannını ifade ettiğini söylemektedirler. Oysa ayette, Zülkarneyn’in “zannettiğini” gösterir şekilde hiçbir ifade yoktur! Aksine “buldu” denilmekte ve bir olaya şahit olduğuna işaret edilmektedir.
    2. Ayette geçen “fi” [içinde] harf-i cerri, “inde” [yanında] veya “ala” [üzerinde] manasında anlamışlardır.
    3. “Ayn” [göz/göze] kelimesine, lügat anlamı dışında olarak, “deniz” manası verilmiştir.
    4. “Hami’e” [karabalçıklı/sıcak] kelimesinin bir teşbih ifadesi olduğu kabul edilmiş ve bulutlarla kararmış veya Güneş’ten ısınmış okyanusa denk geldiğini savunmuşlarıdır.
    5. Ayetin devamında gelen; “…Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın." Cümlelerindeki azap ve güzel tavrın ne ile ilgili olduğu unutulmuş ve bu soru orta da kalmıştır.

 

  • “Zülkarneyn’in Solar Apeks’e gittiği” Düşüncesi ile olaya bakış

 

Eğer Zülkarneyn “sebeb” vasıtasıyla uzayda seyahat ettiği ve Güneş’in Samanyolu içinde yöneldiği noktaya gittiği düşüncesi ile meseleye bakacak olursak, Zülkarneyn’in vardığı yerde bizim Güneş’imizi gördüğü düşünülemez! O halde Zülkarneyn Herkül Burcu yakınında başka bir Güneş görmüş olmalıdır. Ancak ayette; (Güneş’i), karabalçıklı bir gözede batıyor buldu.” Buyrulmuştur. Yani Zülkarneyn’in vardığı yerde gördüğü Güneş, “onu” zamiri ile ifade edilmiştir. Şu halde “onu” ifadesindeki Güneş kelimesinin mücerred manası sebebiyle başka bir Güneş’e işaret edilmesi mümkündür.

Kısacası, Zülkarneyn’in sebeb vasıtasıyla göklere çıktığı ve Herkül Burcu yakınında bir yere vardığı düşüncesiyle; Zülkarneyn Herkül Burcu yakınında bir Güneş sistemine vardığında, oradaki Güneş’i karabalçıklı bir gözeye/göze batar halde bulmuştur.

 

  • Kur’an üslubu ışığında fi-aynin hami’e [karabalçıklı gözede]

 

Lügatta birincil anlamı “göz” olan “ayn” kelimesinin Kur’an’da “göz” ve “pınar” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Her ne kadar “ayn” kelimesinin delik, çukur gibi başka karşılıkları varsa da, Kur’anda bu anlamlara rastlanmaz, yani yoktur!

Hami’e kelimesinin ise, Kur’an’da, “kara toprak” anlamında insanın yaratıldığı toprağı ifade etmek için kullanılır. O gözenin “kara topraktan=karabalçıklı” bir göze veya Cehennem gibi “sıcak” bir göze olması gerekmektedir. Yani bir deniz veya okyanusun bu şekilde vasıflandırılması ve anlatılması mümkün değildir!

Sonuç olarak; fi aynin hami’e ibaresi, karabalçıklı göze/karabalçıklı göz/yakıcı göze/yakıcı göz manalarına gelir. Güneş’inse yeryüzünde bulunan böyle bir gözenin/gözün içinde batması mümkün değildir!

 

  • Kur’an, Güneş’in battığı yerde [Solar Apeks’te] bir karadelik bulunduğunu bize bildiriyor

 

“Sebeb”e tabi olarak Solar Apeks’e varan Zülkarneyn, orada bulduğu Güneş’i bir karadeliğin içine girerken görmüştür. Keza ayet, bu hususu açıkça ilan etmiştir.

“(Orada) onu (Güneş’i), karabalçıklı/sıcak bir gözede/gözde batar buldu.”

Günümüzdeki ilim ve teknoloji sayesinde biliyoruz ki; güneşlerin battıkları yerler (içinde yok oldukları) yerler karadeliklerdir. Dolayısıyla ayete bu açıdan bakmak için ekstradan çabaya gerek yoktur.

Güneş’in küçük bir göze/gözde battığı bildirilmektedir. Müfessirlerin, Güneş’in büyüklüğüne dikkat çekerek akla aykırı gördükleri bu husus, Güneş’in bir karadelikte batması düşüncesi ile oldukça makul hale gelmektedir.

Güneş’in battığı gözenin, bir okuyuşa göre “karabalçıklı göze/göz” olduğu bildirilmektedir. Karadeliklerin yaklaşan cisimleri yutmaları sebebiyle, “kara bataklık” şeklinde düşünüldükleri ve ışımamamaları sebebiyle de “karadelik” adı aldıkları bilinmektedir.

Güneş’in battığı gözenin, bir başka okuyuşa göre “sıcak göze/göz” olduğu bildirilmektedir. Bugün, yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bulgulara göre karadeliklerin aslında sıcak oldukları sonucuna varılmıştır.

“Ayn” kelimesinin sık kullanılan bir manasının da “delik” olduğu bilinir. Bu manadan haraketle ayette geçen ibareyi, “karabalçıklı/sıcak delik” şeklinde anlamak da mümkündür. Böylelikle; Açıkça Güneş’in karadelikte battığı bildirilmektedir diyebiliriz. Zira Kur’an, “ayn” kelimesine “delik” anlamını değil, “pınar” ve “göz” anlamını yüklemektedir. Çöken yıldızlara verilen isim karadelik tabirinin, gerçekte karadeliklerin, delik olmadığı, kütleleri yoğun, hacimleri küçük yıldızlar olduğunu düşünürsek hakikati yansıtmadığı görülmektedir. Bu nedenle günümüzde karadelik adı verilen çöken yıldızları Kur’an’ın “ayn” [göze, göz] olarak tanımlamasının, gerçeği daha iyi yansıttığı görülür. Günümüzde karadelik denen çöken yıldızlar üzerinde çalışan ünlü fizikçilerin, “ayn” kelimesinden haraketle daha geniş düşünülebilecekleri de hemen hatırlatayım.

 

  • Karadelikler

 

         Karadelikler ölen yıldızlardır. Ancak her ölen yıldız karadelik haline gelmemektedir. “Karadelik olmaya en kuvvetli adaylar, bir süpernova olara patlayan ve geride 3 Güneş kütlesinden büyük kütleli kor bırakan, büyük kütleli yıldızlardır. Ölen bu yıldızlar büzülmekte, küçük bir hacim içinde çok yoğun bir maddeyi barındırmaktadırlar. Keza Güneş’ten 3 kat büyük olan bu yıldızlar sadece birkaç kilometre çapındadırlar. Böyle olunca çekim güçleri müthiş derecede artmakta, ışığı, görünmez ışığı, sesi ve hatta zamanı bile yutmaktadırlar. Kendine yakın olan yıldızları içine çekmekte ve her çektiği yıldız ile çekim güçleri bir kat daha artmaktadırlar.

“Madde yok olmaz” inancını, karadelikler yıkmış tabiri caizse içine çekip çürütmüştür. Binlerce yıllık bir medeniyetin mahsulü olan en gelişmiş gözlem cihazları, koca yıldızların gözümüz önünde yok olup gittiklerini sıcağı sıcağına kaydetmektedirler.

Zülkarneyn’in, bir kara deliğin çekim gücüne girdiğini gördüğü Güneş, ayetten anlaşıldığı üzere Güneş’imizin Samanyolu içinde yöneldiği istikamette bir yerde olması gerekir. Bu istikamet Solar Apeks’tir.

 

 

“…Onun yanında bir de kavim buldu…”

 

Müfessirlere göre, Zülkarneyn’in bulduğu kavim gözenin yanındaydı

…onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. İfadesinde bulunan  “onun” zamirinin, “göze” kelimesini işaret ettiğini söylemişlerdir. Çünkü müfessirlere göre, Güneş’in yanında bir kavmin yaşaması mümkün değildir, Zülkarneyn olsa olsa gözenin yanında bir kavme rastlamıştır. Fakat müfessirler, Arapça kaidelere göre ayette bulunan bu ifadeye:

O (Zülkarneyn), onun (Güneş’in) yanında bir kavim buldu.

O (Zülkarneyn), onun (karabalçıklı gözenin) yanında bir kavim buldu.

Gibi 2 şekilde mana verileceğini belirtmişler ve tercih yaparken bakış açısı esas olacaktır demişlerdir.

 

  • Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmin Güneş’in yanında olduğu düşünülürse, o kavimde Güneş’le beraber batmak üzeredir.

 

Ayette görüldüğü gibi Zülkarneyn’in gördüğü kavmin Güneş’in yanında bulunduğu şeklinde bir anlam çıkarmakta herhangi bir mahsur yoktur. Hatta cümlelerin Arapça üslubuna bakılırsa bu şekilde mana vermek kaçınılmazdır. Keza müfessirlerin; Güneş’in yanında bir kavmin olmasını mümkün görmemeleri, akli açıdan yani insanların Güneş’in yanında bir yerde yaşamalarının imkânsızlığından kaynaklanır. Zülkarneyn, oradaki Güneş’i “karabalçıklı bir gözede batar bulmuştur. Eğer batan bu Güneş’in yanında bir de kavim varsa, bu kavmin de Güneş’le beraber gözeye battığını düşünmek, mantığın basit ve temel bir kuralının kaçınılmaz sonucudur.

 

 

Zülkarneyn; Güneş’imizin Samanyolu etrafında dönerken yöneldiği Solar Apeks doğrultusunda bir yere varmış ve oradaki Güneş’i, bir karadeliğin çekim gücüne kapılmak üzereyken bulmuştur. Adım adım yutulma noktasına doğru ilerleyen Güneş’in yanında da, üzerinde akıllı canlıların yaşadığı bir gezegen vardır. Dolayısıyla, bu kavim ve üzerinde yaşadıkları gezegenleri de, uydusu oldukları Güneş’le beraber kendilerini çeken karadeliğe batmak üzeredir. Nitekim Allah’u Teala buyurmuştur:

 

  • “…Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."

 

  • Bu kelam ile Zülkarneyn’e savaştığı kavim hakkında inisiyatif verildiği düşünülmüştür.
  • Ayette Zülkarneyn’in savaştığına dair bir işaret olmadığı için azaptan kasıt başka bir şey olmalıdır

 

         Zülkarneyn, Allah’ın kendisine; “Onlara dilersen azap edersin” dediği tek şahıstır. Lügatta “ceza” ve “işkence” manasına gelen “azap” kelimesinin, Kur’an’da genel olarak 2 şekilde kullanıldığı görülür: 1.si ahiret azabı olarak, 2.si ise kavimlerin afetle helak edilmesidir. Bu durumda, bazı müfessirlerin “azap” kelimesine sadece “öldürme” manası vermeleri oldukça yadırganması gereken bir durumdur! Zira ayetlerde Zülkarneyn’in savaştığına dair hiçbir kelimeye rastlanmamaktadır. Mademki ortada bir savaş yok, Zülkarneyn’in bu kavme işkence etmesi/azap etmesi nasıl mümkün olabilir?

Zülkarneyn’in 1. seyahatini anlatan ayetleri tekrar hatırlayacak olursak:

“Nihayet, Güneş’in battığı yer [Solar Apeks]’e varınca, Onu karabalçıklı/sıcak bir gözede/gözde [karadelikte] batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın." Buyrulmuştur.

 

Dikkat edilirse, Zülkarneyn’e, “Güneş’in battığı yer” {Solar Apeks}’de karşılaştığı olay üzerine azap ruhsatı verildiği görülür. Vardığı yerdeki kavim bir afetle helak olmak üzeredir ki, Allah Zülkarneyn’e onlardan dilediğini kurtarma ruhsatı vermiş olsun. Bu şekildeki anlayışın Kur’an’ın  “azab” kelimesine yüklediği manaya daha uygun olduğunu görmekteyiz.

 

  • Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker." [87]
  • "İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz." [88]

 

Yukarıdaki 2 ayette Zülkarneyn’in, Allah’ın kendisine verdiği ruhsatı kullanırken esas aldığı prensibi gösterdiğişeklindedir. Müfessirler, burada bulunan “güzel bir mükâfat/ödül” kelimesi üzerinde durup okuma farkındalığından kaynaklanan değişik manalara da temas etmişlerse de, genel olarak bu ödülün Allah’ın ahirette vereceği mükâfat olduğu şeklindedir

http://fitratdini.sitemynet.com


Devam Edecek.



__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

Zülkarneyn’in Güneşin Doğduğu Yere Seyahati

 

--2.Seyahat--


Kehf Suresi

 

Sonra bir sebebi daha izledi. [89]

 

Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu. [90]

 

İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık. [91]

 

 

 

  • “Sonra bir sebebi daha izledi.”

 

Zülkarneyn; birincisinin ardından ikinci bir seyahate daha çıkmış ve bu seyahatini de, yine onu çok uzaklara götüren “sebeb” vasıtasıyla yapmıştır.

 

  • Matli’a Şems’e [Güneş’in doğduğu yer’e] varınca”

 

Matli’a Şems (Güneş’in doğduğu yer) tabirinden anlaşılan; doğuda imar edilmiş olan yerin başlangıcında ki Güneş’in doğduğu yerdir, doğu mıntıkasındaki ufuk noktasıdır, doğuda bir ülkedir, kısacası doğudur.

 

  1. Güneş’in Doğduğu yer konusundaki görüşler

 

Müfessirlere göre, Matli’a Şems {Güneş’in doğduğu yer} tabirinden anlaşılan; doğuda imar edilmiş olan yerin başlangıcındaki Güneş’in doğduğu yerdir, doğu rotasındaki ufuk noktasıdır, doğuda bir ülkedir, kısacası doğudur.

 

  1. “Güneş’in battığı yer’in zıt istikametindeki Güneş’in doğduğu yer”

 

“Matli’a Şems” tabirinin sadece “doğu”yu ifade ettiğini söylemek, Kur’an’da geçen maşrık (doğu) kelimeleri varken büyük bir tezat oluşturur ve pekte öyle makul görülmemektedir.  Zira “doğu” manasına gelen Arapça “maşrık kelimesi, Kuran da tekil olarak 6 yerde ve mağrib ( batı ) kelimesi ile birlikte kullanılmıştır. Matli [doğuş yeri] kelimesi ise, Kuranda sadece 1 defa ve şems (Güneş) kelimesiyle tamlamalı olarak, üstelik mağri-be’ş şems (Güneş’in battığı yer) tabirinin geçtiği ayetten birkaç ayet sonra kullanılmıştır. Bu haliyle Güneş’in battığı yerin zıttını ifade ettiğinde şüphe yoktur.

Daha önce belirtildiği gibi; Güneş’in Samanyolu Galaksisi etrafındaki yörüngesinde seyrederken yöneldiği doğrultuya Astronomi diliyle “Apeks”, bunun zıttı olan doğrultuya ise “Antapeks” denilmektedir. Kur’an’da ise “Apeks” (Günerek) tabiri yerine “mağrib” [batış yeri] kelimesinin Antapekstabiri yerine ise Matli kelimesinin kullanıldığı görülür.

Antapeks doğrultusu ise, Colomba Takımyıldızı yakınında [RA. 6/Dec. —30] yer alır. Dolayısıyla, Zülkarneyn’in uzay yolculuğuna çıktığı görüşü ile hareket ediyorsak, onun 2. seyahatinde Colomba (Güvercin) Takımyıldızı’ndaki bu doğrultuda bir yere gitmiş olma ihtimalini dile getirmek durumundayız.

 

  • “…onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.

 

  • Güneş’ten başka bir örtüye/sipere sahip olmayan kavim hakkındaki görüşler

 

Müfessirler, bu tanımlamayı 2 görüş etrafında toplamışlar:

 

    1. Orada Güneş’in ışığının üzerlerine düşmesine mani olacak ne bir ağaç, ne bir dağ ne de bir yapı yoktu. Bundan ötürü Güneş doğduğunda onlar, yaz yerin içine doğru kazılmış tünellere ya da suya dalıyorlardı. Böylece de, Güneş doğunca, geçimlerini sağlamak için çalışıp çabalayamıyorlardı. Diğer insanların durumunun aksine, onlar geçimlerini Güneş’in battığı zaman sağlamakla uğraşıyorlardı.

 

    1. Onların elbiseleri yoktu ve hayvanlar çıplak idiler. Astronomi (coğrafya) kitaplarında ileri sürüldüğüne göre, ekseri zencilerin ve Ekvatora yakın beldelerdeki insanların durumu böyledir.

 

Müfessir Fahreddin Razi’den aktarılan bu 2 görüşten birini tercih edip savunan âlimler olduğu kadar 2 görüşü birleştirenler de vardır. Ve pek çok rivayet hortlamışlardır.

 

Allah’u Te’ala, Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmi “kendilerine ondan bir örtü yapmadığımız topluluk” şeklinde buyurmuşken, bu tanım içinde onların ne çıplak olduklarına dair, ne de mağaralarda yaşadıklarına dair bir ifade bulunmama maktadır! Ele aldığım ve yazmadığım bütün bu yorumlar, ayetten anlaşılan açık manadan, yani o kavimle Güneş arasında bir örtü bulunmadığı fikrinden haraketle yapılmıştır. Özellikle örtü kelimesine yüklenen bina, elbise, ağaç gibi anlamlar, zihinlerde bulunan örtü imajından kaynaklanmıştır. Kur’an’ın üslubu ve hitabı bu konudaki mantığı ya dikkatlerden kaçmış veya bu mantık yakalanmış ama gerçek olması imkânsız olamayacağı düşüncesiyle hiç telaffuz edilmemiştir. Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmin Güneş’le arasında bir örtü yoktur. Peki, bizim Güneş’le aramıza bir örtü var mıdır? Bu örtü Kur’an’da tanımlanmış mıdır? Evet, Kur’an çok açık ve net olarak bu tanımı yapmıştır.

 

FURKÂN 47/ Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O'dur.

 

Şu halde bizimle Güneş arasındaki örtü gecedir. Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmin Güneş’le arasında örtü yoktur. Keza Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmin gecesi yoktur.

-------------------------------------------------

  • Gecesi olmayan yer var mıdır?

 

         Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz yıldızlardan her birinin bir Güneş olduğunu sanırım bilmeyen yoktur. Bugün alelade bir ansiklopediden bile, bu güneşlerin pek çoğunun çift yıldızlar halinde bulunduğunu öğrenmek mümkündür. Zira gökyüzünde Güneş’imiz gibi tek yıldız şeklinde olan yıldız sayısı, çift yıldız şeklinde bulunanlardan daha azdır. Yine daha düne kadar, bu güneşlerin (yıldızların) pek çoğunun gezegenlerinin bulunduğu ihtimali kesine yakın bir şekilde kabul görmekteydi. Bugünse bu düşünce ispat edilmeye başlanmıştır.

Her gezegenin bir yörüngesi bulunması gerektiği fizik kaideleri icabıdır. Eğer çift yıldızlardan birisinin etrafında bulunan bir gezegenin, kaç farklı yörünge izleyebileceği varsayımları üzerinde düşünülecek olursa, oldukça fazla ihtimal ortaya çıkacağı kaçınılmazdır. Aynı merkez etrafında dönen iki Güneş’ten birinin bir gezegeninin bulunduğunu varsayalım. Bu gezegenin bağlı olduğu Güneş etrafında dönüş süresi ile güneşlerin birbirleri etrafındaki dönüş süreleri dikkate alınacak olursa, bu gezegen hakkında gece-gündüz olaylarıyla ilgili olarak elde edeceğimiz sonuç, dünyada yaşanılana göre oldukça farklı olacaktır:

 

 

 

         Eğer hareketin başlama anında X gezegeni, B ve A güneşlerinin (yıldızlarının) arasında bir konuma sahip ve A güneşinin B güneşi etrafında bir tur yapması için gereken süre, X gezegeninin A güneşi etrafındaki yörüngesini bir kez kat etmek için ihtiyaç duyduğu süreye eşitse, bu durumda X gezegeninin bir yüzü A güneşinden, bir yüzü de B güneşinden ışık alacağı için, gezegenin tamamında sürekli bir gündüz hali yaşanacak, yani gezegenin gecesi olmayacaktır. Veya şu kadar saat A güneşi günü, bu kadar saat B güneşi günü gibi farklı bir “ gün anlayışı ortaya çıkacaktır. Şu halde, günümüz astronomi bilgileri ile uzayda gecesi olmayan gezegenlerin bulunabileceğini söylemek bas baya mümkündür. Zülkarneyn’in 2. seyahatinde “Güneş’in doğduğu yer”e gittiğini ve bu tanımlamadan kastın, günümüz astronomisinin tabiriyle “Antapeks” olabileceğini, bunun da kaynaklara göre, Colomba (güvercin) Takımyıldızı’nda bir yeri ifade ettiğini belirtmiştik. Bu doğrultuya yakın bazı çift-yıldız sistemleri varsa da, Zülkarneyn’in 2.seyahatinde gittiği sistemin, Güneş’in Samanyolu’ndaki yörüngesinde peşinden gelen bir çift-yıldız sistemi olması gerektiğidir. Samanyolu’nda Güneş’in peşinden gelen böyle bir çift-yıldız sistemi var mıdır? Solar Antapeks [RA. 6 Dec. —30] olan doğrultudur. Ancak bu doğrultunun üzerinde bir çift-yıldız sistemi aranmalıdır.

Zülkarneyn’in ilk seyahatinin “Apeks”te bulunan karadeliğe yaklaşmış bir Güneş’in gezegenlerinden birine, ikinci seyahatinin ise “Antapeks”te bulunan bir çift-yıldız sistemindeki gezegene olduğunu düşünecek olursak, bu günkü bili ve teknoloji sayesinde bile mümkün olmayacak bir uzay yolculuğu yaptığını, bugünkü akli kapasite ve idrak seviyemizle bile kavrayıp izah edemeyeceğimiz şeyler gördüğünü kabul etmek zorundayız. Nitekim Allah’u Teala buyurmuştur:

 

 

 

KEHF

Suresi 91

 

كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَ 75; بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا

Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra

 

İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.

 

 

         Zülkarneyn’in 2 seyahatini de bize kısa ama öz bir şekilde bildiren Allah’u Teala daha sonra da; Onun gördüklerini/düşündüklerini/yaşadıklarını kendisinin hubr [kelime kökü olan] {bütün inceliklerini ve hakikatini bilme} Bakımındankuşattığını bildirmiştir.

“Hubr” kelimesi, Kur’an’da, Kehf Suresi 91 ve 68.ayetlerinde 2 defa geçmektedir. Ele aldığımız 91. ayetin daha iyi anlaşılması bakımından 68. ayete de bakmak faydalı olacaktır.

Kehf suresinin 60–82 ayetleri, Hz. Musa ile kendisine “Allah katıdan ilim verilen” bir insanın { halk tabirinde Hızır} seyahatini anlatmaktadır. Hz. Musa bu şahıstan ilim öğrenmek istemiş, bu şahısta, kendisi ile birlikte bulunmaya dayanamayacağını, görecekleri karşısında açıklama yapana kadar soru sormaması şartıyla birlikte seyahat edebileceklerini söylemiştir. Bu şahıs söz konusu seyahat esnasında bir gemiyi deler, suçsuz bir oğlan çocuğunu öldürür, kendilerine kötü davranılan bir köyde yılmak üzere olan bir duvarı meccanen tamir eder. Hz. Musa söz vermesine rağmen her defasında müdahale edince, sonunda Hızır olayların iç yüzünü açar ve; gemiyi deldiğini çünkü geminin gittiği yerde bir kralın gemileri zorla aldığını; oğlanı öldürdüğünü çünkü anne babasının Salih amel işleyen mümin kimseler olması sebebiyle oğlanın büyüyünce onlara zararının dokunabileceğini; duvarı tamir ettiğini, çünkü bu duvarın altında hazine bulduğunu, çocukların büyüyüp hazineyi çıkarabileceklerini söyler. Kur’an’da anlatılan bu kıssadan, kendisine “Allah katından ilim verilen” bir insanın gelecekte neler olacağını bilerek önlemler aldığı anlaşılır. Kendisine ilim öğretmesi talebine karşılık anılan şahsın cevabı şöyle olmuştur:

 

 

 

KEHF

Suresi 68

وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا

Ve keyfe tasbiru ala ma lem tühit bihi hubra

 

(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?

 

 

Hubra kelimesi kelime kökü olan “hubr” [bütün inceliklerini bilme ve hakikatini bilme bakımından, iç yüzünü, havsalının almadığı] gibi manalara gelir. Bu kelime ayette geçen hadiselerden anlaşıldığına göre, insan havsalasının (aklının ve idrakinin) alamayacağı bir ilme işaret etmektedir. Zira geleceğin bir insan tarafından önceden bilinmesi söz konusudur.

Aynı kelime Kehf 91 de de kullanıldığına göre, Zülkarneyn’in gördüğü ve yaşadığı şeyler, insan havsalasının almayacağı şeyler olmalıdır. Ayette geçen “hubr” kelimesi yerine “ilim” kelimesinin kullanıldığı benzer bir ayet daha vardır.

 

 

 

 

 

TALÂK suresi 12

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَا 78;ٍ وَمِنَ الْأَرْض 16; مِثْلَهُ 06;َّ يَتَنَزّ 14;لُ الْأَمْر 15; بَيْنَهُ 06;َّ لِتَعْلَ 05;ُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا

Allahulleziy haleka seb'a semavatin ve minel'ardi mislehunne yetenezzelul'emru beynehunne lita'lemu ennallahe kad ehata bikulli şey'in 'ilmen.

 

Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.

 

 

 

TÂHÂ suresi 98

إِنَّمَا إِلَهُكُ 05;ُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا

İnnema ilahükümüllahüllezi la ilahe illa hu vesia külle şey'in ilma

 

Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

 

 

Her 2 ayette de insan aklının kavramakta zorlanacağı bilgiler verildikten sonra, bunları Allah’ın ilimve hubr ile kuşattığı bildirilmiştir.


http://fitratdini.sitemynet.com


Devam Edecek.




__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

Zülkarneyn’in İki Sedd/Südd Arasına Seyahati

 

---3.Seyahat---

 

Kehf Suresi

 

[92] Sonra yine bir sebebi izledi.

 
[93] Nihayet, iki set arasında ulaştı. Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki neredeyse söz anlamıyorlardı.


[94] Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"


[95] Dedi: "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim."


[96] "Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.


[97] Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.


[98] Dedi: "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır."


[99] O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.

 

 

·          “Sonra yine bir sebebi izledi.”

 

2. Seyahatinden sonra Zülkarneyn, “sebeb”i izleyerek, “sebeb”e tabi olarak başka bir yere doğru yola çıkmıştır.

 

 

  • “Nihayet, iki set arasında ulaştı…”

 

  • “Sedd” kelimesi ve okunuş farklılıkları

 

             “Sedd/südd kelimesi; “deliği tıkamak, yarığı kapamak, ıslah etmek, sağlam yapmak” manalarına gelen sededefiilinden türemiş bir isim olup dağ, engel, baraj, gölge, siyah bulut vb. manalara gelmektedir. Kur’an’ı Kerim’de tekil olarak 2 defa Yasin Suresi 9. ayette, bir defa Kehf Suresi 94. ayette ve ikil olarak bir defa kehf 93. ayette olmak üzere toplam 4 yerde geçmektedir. Geçtiği 4 yerde de ulemanın okunuşunda ihtilaf ettiği kelimeyi bazıları “sedd”, bazılarıysa “südd” şeklinde okumuşlardır. “Sedd” şeklinde okunduğunda insan yapısı engeli, “südd” şeklinde okunduğunda ise tabi olan engeli ifade eder. Ayrıca, sedd şeklinde okunduğunda gözle görülebilen engel manasına gelirken; südd şeklinde okunduğunda gözle görülemeyen engel manasına geldiği, sedd şeklinde 2 şeyin arasına ayıran, süd şeklinde ise gözü karartan şeyi ifade ettiği söylenir.

 

  • Yasin 9. ayet ışığında “sedd/südd” kelimesi

 

         Hemen yukarıda yazdığımız gibi sedd/südd kelimesinin engel, baraj, dağ, siyah bulut vb. manalara geldiğini söylemiştik. Müfessirler Seddeyn kelimesine 2 dağ anlamı vermişlerdir. Oysa sedd kelimesi dağ anlamında kullanılmakta ve herhangi bir şeye engel olan her şey için sedd denilebilmektedir.

Türkçe’deki “dağ” kelimesine Arapça’da gerçek manası ile karşılık gelen kelime “cebel” dir. Bu kelime Kur’an’da 39 yerde geçer. O halde “sedd” kelimesi Kur’an’da hangi manalarda kullanılmıştır?

“Sedd/südd” kelimesi; 2 si Zülkarneyn ayetlerinde, diğer ikisi de Yasin 9. ayette olmak üzere 4 yerde kullanılır.

 

Yasin Suresi 9. Ayet

وَجَعَلْ 06;َا مِن بَيْنِ أَيْدِيه 16;مْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِ 05;ْ سَدًّا فَأَغْشَ 10;ْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُ 08;نَ

Ve cealna mim beyni eydihim seddev ve min halfihim sedden fe ağşeynahüm fehüm la yübsirun

 

Hem önlerinden bir sedd ve arkalarından bir sedd çekmişiz, kendilerini sarmışızdır da baksalar da görmezler.

 

 

         Ayette açıkça görüldüğü gibi sedd kelimeleri ile ifade edilen engel; elle tutulur nitelikte olmayıp, gözün görüşünü engelleyen, ne yöne dönülürse dönülsün gözünün önünde bulunan ve insanı her yanından saran bir sedd ten bir mahiyetten bahsedilmektedir. Bu engel maddi değil, manevi bir engeldir. Peki, Allah böyle manevi bir engele, hangi maddi engelle işaret etmektedir? Acaba “sedd/südd” kelimesi lügatta insanı her yönden saran manasında mı gelmektedir?

İki de bir de “sedd/südd” deyip durduğumuz mevzuda, Yasin 9’ da geçen kelimeyi “südd” şeklinde kabul edersek veya sedd ve südd’ün birbiri yerine kullanılabileceğini düşünürsek, südd kelimesinin lügatta ki manasını dikkate almamız gerekir. Bu anlam “sis/bulut”tur. Bu açıdan bakılırsa ayetin mealini şöyle vermek mümkündür:

Önlerine bir sis bulutu, arkalarına da bir sis bulutu oluşturduk. Onları sardık, artık onlar göremezler.

Görüldüğü gibi südd kelimelerini bulut şeklinde manalandırarak ayeti anlamaya çalıştığımızda, ayetin bütünlüğü açısından en isabetli anlayışı yakalamış oluruz. Velkelev müfessirlerin düşündükleri gibi insanın arkasına ve önüne iki büyük engel, baraj, set çekilmiş olsa, insanın gözlerinin böyle iki engelle her yönde kararması, perdelenmesi mümkün olamaz, İnsanın görmemeside mümkün olmadığı gibi son derece saçma bir zihniyettir!

 

 

·        İki “sedd/südd” [iki bulut {iki nebula}]

 

 

         Astronomi literatüründe, ayette geçen “südd” kelimesini tamı tamına karşılayan bir terim mevcuttur:      Nebula…

Bu kelime lügatta “bulut/sis” demektir. Nebulous {nebülöz} şeklinde ise “sisli” manasında olup, dilimize “bulutsu” şeklinde çevrilmiştir. Bulutsular Samanyolu’ndaki ya da öteki gökadalardaki yıldızlar arası ortamın gaz ve toz bulutlarıdır. Bunlardan, yakınlarında birkaç parlak yıldız bulunan ve o yıldızlardan aldıkları ışıkla parıldayanlara Parlak Bulutsu denir. Böyle bir konumda olmayan, dolayısıyla parıldamayanlar ise Karanlık Bulutsu adını alırlar. Zülkarneyn iki bulut arasına gitmiştir. Bu şekilde birbirine yakın ayetteki ifadeye nazaran koordinat teşkil edecek bulutsu sayısı ise oldukça da azdır. ( Bu bulutsular, elbette birbirlerinden belki de binlerce ışık yılı uzaklıktadır. Keza yakından kastım, gökyüzüne baktığımızda koordinat teşkil edebilecek şekilde birbirlerine yakın görünen manasındadır.) Hangi iki bulutsu arasına gitti? Sorusuna ilk olarak bir ihtimal vererek, cevap bulmaya çalışalım. Bu açıdan Saggitarius [Yay] Takımyıldızında yer alan iki bulutsu oldukça dikkat çekicidir. Lagoon ve Trifid bulutsuları. Bu bulutsular, astronomi il ilgilenen herkesin tanıdığı bulutsulardır.

 

 

 

 

 

 

 

             Lagoon Bulutsusu; Dünya’dan 400 ışık yılı uzaklıkta, 30 ışık yılı genişliğinde, 2 milyon yaşında bir bulutsudur.

 

             Trifid Bulutsusu’nun Dünya’dan uzaklığı ise 3200 ışık yılıdır ve bulutsu 12 ışık yılı genişliğinde, 7 milyon yaşındadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

             Orion [Avcı] Takımyıldızı’nda bulunan ve Büyük Orion Bulutsusu olarak bilinen M42 ve M43 bulutsuları, aslında ayrı ayrı bulutsular olmalarına rağmen tek bulutsu şeklinde görünmektedirler. Orion Bulutsusu {M42+M43} Dünya’dan 1500 ışık yılı uzaklıkta, 30 ışık yılı genişliğinde, 2 milyon yaşından genç bir bulutsudur. Öte yandan bu bulutsulara yakın başka bir bulutsu daha vardır ki, Atbaşı bulutsusu olarak da bilinen IC434 bulutsusudur.

         Bilim ve Teknik Dergisinin Nisan 2000 sayısında yayınlanan şu haber bu konuda oldukça dikkat çekicidir:

         Hawai’de İngiltere’ye ait Kızılötesi Teleskop’u kullanan İngiliz gökbilimciler, Orion (Avcı) Bulutsusu’nu konu alan en kapsamlı araştırmayı yürütüyorlar. Bulutsuyu inceleyen gökbilimciler geçen ayın sonlarında 13 gezegen keşfettiklerini açıkladılar. Araştırma sırasında ortaya çıkan gezegenlerin ilginç bir özelliği var. Araştırmayı yürüten bilim adamları Hertfordshire Üniv. den Dr. Philip Lucas ve Oxford Üniv. den Dr. Patrick Roche, bulunan gökcisimlerinin herhangi bir yörüngeye sahip olmadıklarını, başı boş dolaştıklarını bildirdiler. Bugüne kadar benzer özellik gösteren yalnızca 2 cisim gözlenmişti. 13 gezegenin keşfi, küçük yıldızlarla büyük gezegenler arasında sanılandan daha çok ortak özellik olabileceğini düşündürüyor. Orion Bulutsusu’ndaki Trapezium kümesinde bulunan gezegenlerin en büyüğü Jüpiter’in 8 katı kadar.

 

         Kim bilir Orion Bulutsuları veya Lagoon-Trifid bulutsuları gibi daha kaç ihtimalden bahsedilebilir? Ancak, bu konuda daha ilmî, daha tutarlı fikirlerin yine işin ehli olan kimseler tarafından ortaya konulabileceği inancını taşıyoruz. Bizim tespitimiz sadece; ayette geçen Süddeynkelimesi ile uzayda bulunan iki bulutsunun kastedildiğidir. Bu açıdan Zülkarneyn iki nebula arasına gitmiş olmalıdır.

 

 

·        “…Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki neredeyse söz anlamıyorlardı. “

 

 

         Bu kavim hemen hemen bütün âlimler tarafından ilkel bir kavim olarak vasıflandırılmıştır. Kavim; Neredeyse söz anlamıyorlardı şeklinde tavsif edilen ayette geçen “yufkıhune” şeklinde okunması sebebiyle, müfessirler, bu insanların ya hiç konuşma kabiliyetine sahip olmadıkları ya da kendi dillerinden başka dil anlamadıkları kanaatine varmışlardır. Ayrıca, “Neredeyse söz anlamıyorlardı” ibaresinden ya zorlukla anlayabildikleri veya hiçbir şey anlamadıkları, ancak işaretle anlaşabildikleri sonucu çıkmıştır.

 

         “Süddeyn” kelimesinin “iki nebula” manasına geldiği düşüncesinden haraketle, ayetten; Zülkarneyn’in iki bulutsu arasındaki bir gezegen üstünde yaşayan bir kavimle karşılaştığının anlaşıldığını söyleyebiliriz.

 

 

  • Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"

 

 

         3. Seyahatinde iki dağın arasında gördüğü kavim, Zülkarneyn’le konuşmaktadır. Bir önceki ayette bu kavmin anlaşmakta zorluk çekilen bir kavim olduğu bildirildiğine göre; acaba Zülkarneyn bu kavmin söylediklerini nasıl anlamıştı? İşte, müfessirler öncelikle bu konu üzerinde durmuşlardır. Bir kısmı “Tercümanları vasıtasıyla konuştular.” Derken bir kısmı “işaret vb. şeylerin yardımı ile” konuştuklarını söylemişlerdir. Bazıları da; onların anlatma kabiliyetlerinin olmadıkları, bununla beraber, Zülkarneyn’in kendisine verilen “sebeb” ile ne demek istediğini anladığını düşünmüşlerdir. Sonuç olarak o kavme mensup olanlar, şu veya bu şekilde Zülkarneyn’e dertlerini anlatmışlar, Ye’cüc-Me’cüc denilen kavimden şikâyetçi olmuşlardır.

 

  • Ye'cûc ve Me'cûc

 

         “Kur’an’da işaret edilen Ye'cûc ve Me'cûc, rivayetlerde olduğu gibi Türk boylarından Tatarlar veya Türklerle soy birliği olan Moğollar olamaz! Çünkü Kur’an-ı Kerim indiği zaman Arapların ve bölgede yaşayan Yahudilerin Türk boylarıyla bir münasebeti yoktu. Hatta onların varlığından bile haberdar değildiler. Onlar arasında Türkler aleyhinde böyle olumsuz bir propagandanın yayılmış olmasıda düşünülemez. Ortadoğu’yu tedirgin eden, Cengiz ve Hülagü akınlarıdır. Bunlar peygamberde birkaç asır sonra olmuştur. İşte Cengiz ve Hülagü akınlarında saldırgan askerlerin yaptıkları dehşet koparan zulümler, hunharlıklar bölgede bütün bir millete karşı nefret uyandırmış ve Türkler aleyhinde böyle olumsuz riyakâr propagandalar yayılmasına neden olmuştur. Bunların Türklerle bir ilgisi yoktur. Cengiz ve Hülagü Müslüman değillerdi ama onların torunları Müslüman olmuşlar, Hindistan’da büyük bir İslam imparatorluğu kurmuşlar ve İslami yaymışlardır. Her halde İslam’ı yayan bir millet Ye'cûc ve Me'cûc olamaz!

         Bu olay Zülkarneyn seddinin nerede olduğu mevzusu ile iç içedir. Zülkarneyn seddinin Kafkasya’da veya Türkistan’ın sonunda olduğunu savunan bütün müfessirler, ister istemez Türklerin Ye'cûc ve Me'cûc olduğu kanaatini taşımıştır. { Her ne kadar günümüzde bazı yazarlar Ye'cûc ve Me'cûc’ün Çinliler ve Ruslar olabileceği gibi fikirler ortaya atıyorlarsa da, bu düşüncenin hiçbir delili ve dayanağı yoktur.}

 

  • Zülkarneyn’in iki bulutsu arasına gittiği düşüncesi ile meseleye bakış

 

         Ye'cûc ve Me'cûc kelimelerinin manası, tek millet mi yoksa iki ayrı millet mi olduğu, yeryüzünde ki hangi milletler olabileceği, dünyanın neresinde bulundukları, insan olup olmadıkları vb. konularında bulunan görüşler, bizi

Sonuca, neticeye ulaştırmaktan çok uzaklaştırmıştır ve bizi sonuca götürmeyecek kadar çok ve mesnetsiz dir.

Keza olayın aydınlanması konusunda dinin tek kaynağı olan Kur’an’da bu hususta ayrıntılı bilgi yoktur. Zülkarneyn

‘in “iki nebula” arasında bir gezegene gittiği düşüncesi çerçevesinde ayete bakacak olursak; Zülkarneyn’in orada karşılaştığı ve konuşarak anlaşmakta zorluk çektiği akıllı mahlûklar, bir yolunu bularak ondan yardım istemişlerdir. Gezegenlerine yakında bulunan bir diğer gezegende yaşayan Ye'cûc ve Me'cûc tarafından saldırıldığını, ücret karşılığı Zülkarneyn’in onlarla aralarına bir engel yapmasını istemişlerdir. [Ayette iki gezegene işaret eden bir ibare olmadığı görülür, ancak aşağıda gelecek olan sadefeyn kelimesi bu manayı vermeyi gerekli kılmaktadır.]

Bu engel ayette “sis/bulut” manası verdiğimiz “sedd/südd” kelimesi ile ifade edilmiştir. Buluttan bir engel nasıl yapılabilir?

 

 

 

  • Dedi: "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim."

 

  • Kale ma mekkenni fihi rabbi hayrun fe eiynuni bi kuvvetin ec'al beyneküm ve beynehüm redma

 

 

         Zülkarneyn’in cevabı niteliğindeki bu ayette geçen; ma mekkeni fihi rabbi” [=Rabbimin bana kendisinde imkân sağladığı şey] ibaresi; makam, saltanat, mali kuvvet, nimet, geniş zenginlik manaları ile açıklanmaya çalışılmıştır. O kavim Zülkarneyn’e yardım ettiği takdirde Ye'cûc- Me'cûc’le o kavmin arasına bir sedd redm[kat kat engel] yapacağını söylemiştir. Çoğu müfessirin “sedden büyük engel, sağlam engel” anlamını verdiği “redm” kelimesi sedd kelimesinden daha fazla kullanılır.

         Redm kelimesine lügatta; engel, perde, sedd, duvar gibi anlamlar verildiği gibi ayrıca kesintisiz/deliksizanlamına geldiğide söylenmektedir. Ayrıca müfessirlerin işaret ettiği “redeme” fiilinin yamamak anlamından haraketle “redm”e kat kat manasını vermek mümkündür.

 

 

 

  • "Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
  • Atuni züberal hadid hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atuni üfriğ aleyhi kidra

·        آتُونِي زُبَرَ الْحَدِي 83;ِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَف 14;يْنِ قَالَ انفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا

 

         hadid kelimesi lügatta demir; çoğul olan züberkelimesinin tekili zübreise, omuz, yele, büyük parça, demir parçası anlamlarına gelir. Ayette geçen ve okunuşunda ihtilaf bulunan züber, kelimesinin “büyük parçalar, büyük kütleler” anlamında olduğu yönündedir. Böylece ”züberal hadid” e “demir kütleleri, demir blokları” denilmiştir. Okunuşundaki ihtilaf göz önüne alınarak ” zübrel hadid” şeklinde kabul edilecek olursa, “büyük demir blok” manası vermekte mümkündür.

         Diğer bir husus da; Atuni züberal hadid [Bana demir kütlelerini verin]  “atuni” [bana verin] kelimesinin, bazı âlimlerce i’tuni [bana getirin] şeklinde okumuş olmasıdır. İki okunuş şeklininde birbirine yakın manayı ifade etmesi sebebi ile ayetin anlaşılmasında önemli bir farklılık meydana gelmez. Herhalde o zatlar farklı olmak istemişler kanaatindeyim.

         ”Sava” [eşit oldu] kelimesini, seva[eşit kıldı] şeklinde okuyanlarda mevcuttur. Müfessirlerin; Zülkarneyn’in iki dağın arasını demir bloklarla doldurarak tesviye ettiği düşüncesinde oldukları dikkate alınırsa, bu anlayış için “seva” [eşit kıldı] okunuşu daha uygundur. Fakat bu kelime çoğunluk tarafından “sava” şeklinde okunmuştur.

         Diğer bir kelime de; sadafeyni” [iki uç/iki taraf/birbirine meyl eden iki şey] kelimesidir. Bu kelimesinin manasında müfessirler kesin bir kanaate varmamışlardır. Mesela, Elmalılı, bu kelime hakkında şunları söyler:

iki sadef, karşılıklı iki baş veya iki yanı meydana getiren iki eğik ki; buna iki dağ, iki dağın tepeleri veya tepeleriyle kenarları arasındaki yanları, yani yamaçları demişlerse de, o kavim ile Ye’cüc-Me’cüc veya sedde konulan kütlelerin birleştirilecek yanları demek de olabilir.

         Sadefeyni” kelimesinin tekili olan sadef kelimesinin, esas itibariyle “meyl” [eğilmek/dönmek/sapmak] manasına geldiğine işaret eden Beydavi ise, iki cismin birbirine meyl etmesi için aralarında mesafe olması gerektiğini, sadefin karşı karşıya geliş için tesadüfü ifade ettiğini söyler. Fakat Beydavi, ayete verdiği ilk manada, “sadafeyni” kelimesinin iki dağın aynı yanını ifade ettiğini belirtir. Kelimeye verilen bu mana tüm müfessirler tarafından benimsenmişse de, ayetin anlaşılmasında bir problemi de beraberinde getirmiştir! İki dağın arasının eşit olması mümkün müdür? Mümkünse nasıl?

         Müfessirler bu sorunun cevabını; iki dağın arası eşit oluncaibaresinden önce bir hafz cümlesi, yani söylenmemiş bir cümle olduğunu kabul ederek vermeye çalışmışlardır. Buna göre bu iki cümle, bir ara cümle ile şöyle anlaşılmaktadır:

Bana demir kütleleri getirin! (dedi, onlar da getirdiler, Zülkarneyn onları iki dağın arası doluncaya kadar üst üste koydu) iki dağın arası eşit olunca, körükleyin dedi.

         Hâlbuki ayette Zülkarneyn’in demir blokları üst üste koyduğuna, iki dağın arasına yığdığına dair bir ibare yoktur. Cümle yapısı bakımından da, söylenmemiş bir hafz cümlesinin bulunduğuna işaret edecek, zamir gibi bir emare veya benzeri şey de bulunmamaktadır. Ancak, müfessirlerin görüşleri, yani Zülkarneyn’in iki dağın arasına demirden bir duvar inşa ettiği düşüncesi, böyle bir hafz cümlesini gerekli kılmıştır.

 

 

·                   “…Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.”

 

 

Atuni” [bana verin] kelimesi okunuşta ihtilaf edilmektedir. Bu sebeple söz konusu kelimeyi “bana getirin veya “bana verin” şeklinde anlamak mümkündür.

Bir diğer hususta, Zülkarneyn’in kızgın demir üzerine döktüğü maddeyi ifade eden “kıtr” [eriyik/erimiş bakır/katran] kelimesine verilen mana ile alakalıdır. Bazıları, “kıtr”ın bakır olduğunu söylerlerken; kök manası “damlayan/akıcı/eriyik” olan bu kelimenin, “bakır eriyiği/kurşun eriyiği/demir eriyiği” manalarına geldiğine de işaret edilmiştir. Müfessirler genelde bu ayette “bakır eriyiği” anlamında kullanıldığını düşünmektedirler. Ayrıca Prof. Dr. Süleyman Ateş mealinde doğrudan “erimiş katran”, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’de “erimiş bakır/katran” şeklinde ifade ederek, “kıtr” kelimesinin diğer bir manası üzerinde durmuşlardır.

Kısacası müfessirlere göre; Zülkarneyn, iki dağın arasında demir kütlelerini üst üste yığmış, demir bloklar dağların zirvesi ile eşit olunca da, demir kütlelerin arasına veya kenarlarına yığdığı yakmış ve kendisine yardım edenlerden ateşi körüklemelerini istemiştir. Körüklenen ateş, demir kütlelerini kor haline getirince de Zülkarneyn, üzerine erimiş bakır dökerek seddin inşasını tamamlamıştır. Müfessirler bu şekilde demirle bakır karışımından (tunç) yapılan duvarın akıbetinin daha güçlü olduğunu ileri sürerek aşılmaz sedd” anlayışına açıklık getirmeye çalışmışlardır. Ayrıca bu mahiyetteki bir seddin insan aklının almadığı da düşünülmüş, dolayısıyla seddin demir tuğlalardan yapılmadığını, kayalarla inşa edilerek, demirlerle perçinlendiğini, aradaki boşlukların kapatılabilmesi içinde üzerine erimiş bakır döküldüğünü söyleyenler de olmuştur.

Müfessirler, Zülkarneyn’in seddine mucize olarak bakmaktadırlar. O seddi klasik anlayış içinde, demir tuğlalı, bakır sıvalı, kilometrelerce uzunlukta, metrelerce yükseklik ve genişlikte bir duvar olarak düşünmeleri sebebiyle böyle bir kanaate varmışlardır. Şayet seddin yapısı onların tasavvurlarındaki gibi bir şey değilse, o takdirde bu seddi mucize eseri olarak değil, ilim eseri olarak düşünmek zorundayız.

 

 

  • Zülkarneyn’in seddi dünyadaki seddlerden hangisine uymaktadır?

 

  • Daryal (Darial, Dariel) Seddi

 

             Bu sedd, Kafkas Dağları’nda bulunan ve en büyük geçit olarak tarif edilen Daryal Geçidi’nde, Kazbek dağının doğusunda, Terek Nehri’nin doğduğu yerin yakınındadır. Eskiler bu geçide; Kafkas kapıları adını vermişlerdir.

         Bu görüşü savunan Ebu’l Kelam Azad; Kuruş tarafından demirden inşa edilen bu seddin, günümüz atlaslarında Viladi Kiyokz ile Tiflis kentleri arasında gösterildiğini söyler. “Kuruş Deresi” veya “Kuruş Güzergâhı” şeklinde adlandırılan bu sedde; Ermeniler Behak Gurai veya Kaban Gurai, Gürcüler ise “Demirkapı” demişlerdir. Miladi ilk asırda yaşayan Yahudi Seyyah Yusuf, 6. asırda yaşayan tarihçi Procopius ve ayrıca M. 528 yılında yaşayan Romalı komutan Bolisarius bu seddi görenlerdendir. M. 1557’de bölgeye gelen Anthonie Jenkinson’un bu hususu teyit etmesi gibi, XVII. Asırda yapılan haritalarda bunu göstermektedir. Daryal geçidinde bulunan demir sedd kalıntılarının, Zülkarneyn seddi olduğunu ispata çalışan Azad, bu hususta başkaca detay da vermektedir. Ona göre, demirden yapılmış olan Daryal seddi, Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn seddine, bu seddin yakınındaki taştan yapılmış Derben Seddinden daha çok benzemektedir. 

         Keza bu sedd de; Kur’an’daki sedde uyum bakımından benzese de, aşılamayacağı konusundaki görüş açısından benzememektedir. Çünkü asılar önce harab olup gitmiştir!

 

 

  • Çin Seddi

 

         Müfessirlerin Çin seddi üzerinde durmaları, tarih kitaplarındaki Zülkarneyn seddinin tariflerinden kaynaklanır. Mesela seddin boyutları konusundaki bir rivayette; Seddin uzunluğunun 100 fersah (500 km.) genişliğinin 50 zira’ (yaklaşık 37 km.) yüksekliğinin 100 zira! (yaklaşık 74m.) olduğu söylenmektedir. Bu ve buna benzer hadisleri doğru kabul etmek ebetteki makul değildir ve yanlıştır, zira müfessirlerin bakış açılarının zaten bu boyutlarda bir seddi zorunlu kıldığını da işaret etmeden geçmeyelim. Çünkü müfessirlere göre bu sedd bozguncu bir kavim üzerine/önüne ve ya değişik bir ifade ile ülkenin sınırına boydan boya çekilmiş çok büyük bir sedd olmalı, hemde günümüze kadar ayakta kalmalıdır. Böyle tek sedd görülmüştür o da, Çin Seddi’dir. Ansiklopediler 600 km.lik bu seddin ilk inşa edilen 200 km.lik bölümünün Çin İmparatoru Şi Huangdi (M.Ö. 221–210) tarafından yapıldığını kaydetmektedir. Alusi de; İbn Said’in yeryüzünde bir yer tarif ettiğini, bu yerin de Çin’de bulunduğunu (Çin Seddi olduğunu) söyler. Ancak bu seddin, iki dağ arasında bulunmaması, Zülkarneyn tarafından inşa edilmemiş olması ve Kur’an’da anlatılan vasıflara uymaması sebepleri ile Zülkarneyn’in inşa ettiği sedd olmayacağını belirtir.

 

 

 

  • Dünya da Zülkarneyn Seddi’nin Vasıflarını Taşıyan Bir Sedd Yoktur.

 

 

         Müfessirlere göre ifade ile Zülkarneyn seddi; demir tuğlalı, bakır sıvalı, metrelerce yükseklikte

 Kilometrelerce uzunluğunda bir sedd olmalıdır. Böyle bir seddin varlığı ise ne duyulmuştur ne de görülmüştür. Elmalılı H.Yazır bu konudaki görüşlerini şöyle açıklar: “Doğrusu Kur’an’daki vasıflar, ikisine(Çin seddi ve Derbent Seddi) de uygun olmadığı gibi, diğer yerlerde bilinebilen seddlerin de hiç birine uymuyor.

 

 

  • Yeni bir bakış açısıyla Zülkarneyn Seddi

 

  9  “’Bana büyük demir blok getirin!’ (dedi).”

 

         Zülkarneyn, süddün/duvarın/kalkanın inşasına başlarken ilk önce ”züberal hadid” [demir bloklar] veya okunuşundaki ihtilaf dikkate alınırsa ”züberal hadid” [büyük bir demir blok] istemektedir. Zülkarneyn’in yapacağı işe başlamadan önce bir hazırlık safhasını ifade eden bu ibare, her ne kadar Kehf Suresi 96. ayetin ilk cümlesi ise de, 95. ayetteki Zülkarneyn’in sözünün devamı olması nedeniyle, birlikte düşünülmelidir.

         "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim." (Haydi) bana büyük demir blokları getirin!dedi.

         Burada dikkat edilecek nokta Zülkarneyn’in müfessirlerin düşündüklerinin aksine demir blokları üst üste yığdığının değil, hazırlattığının, ortaya getirttirdiğinin bildirildiğidir.

 

         9      “İki sadefin arası eşit olunca; ‘Körükleyin’ dedi.”

 

         Metnin zahirinden anlaşıldığı üzere Zülkarneyn büyük bir demir blok veya bloklar hazırlattıktan sonra beklemiştir. Bu bekleyiş,”iki sadefin arası eşit olana kadar sürmüştür. Bu eşit oluştan kasır ne olabilir; bunu belirleyebilmek için ilk önce “iki sadef”in ne anlama gelebileceği üzerinde durmak gerekecektir.

Tekili “sadef” olan ve müfessirler tarafından “iki dağın iki yanı” şeklinde mana verilen “sadefeyn” [iki sadef] ;

  1. “Sadef” kelimesinin türediği sadefe fiilinin, Kur’an’da, En’am Suresi 46. ayette 1 ve 157. ayette 3 defa geçtiği ve “yüz çevirmek, dönmek” anlamlarında kullanıldığı görülür:

EN'ÂM suresi 157. ayette:

Ev tekulu lev enna ünzile aleynel kitabü le künna ehda minhüm fe kad caeküm beyyinetüm mir rabiküm ve hüdev ve rahmeh fe min azlemü mimmen kezzebe bi ayatillahi ve sadefe anha seneczillezine yasdifune an ayatina suel azabi bi ma kanu yasdifun

Şunu da söylemelisiniz: "Eğer bize Kitap indirilmiş olsaydı, onlardan daha doğru yürüyüşlü olurduk." Artık size Rabbinizden bir beyyine, bir kılavuz ve bir rahmet gelmiş bulunuyor. Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim var? Ayetlerimize sırt dönenleri, yüz çevirmeleri yüzünden azabın en acıklısıyla cezalandıracağız.

 

 

Şu halde ”sadefe” fiili esas itibariyle “dönüşü” ifade eder. Bu açıdan, ikil bir kelime olan “sadefeyn” kelimesinin dönen iki cisme işaret ettiği söylenebilir. Ancak, “sadefe” fiilinin bir oluş ifade ettiği düşünülecek olursa, “sadefeyn”in doğrudan bu iki cismin kendisini değil, dönüşleri esnasında meydana gelen durumu anlattığı ortaya çıkar. Yani, birbirine bakan iki cisimden birinin, diğerinden yüzünü çevirmesi ile oluşan yeni konumu ile eski konumu arasındaki sapmayı, açıyı, eğimi ifade eder. Bu bağlamda, Lisanu’l Arab’da “sadef” kelimesine eğik manasını belirtebiliriz. Bu sebeple de müfessirler de, “sadefeyn”e sadece “iki dağ” dememişler, “iki dağın birbirine tesadüf eden yüzlerindeki eğik” demişlerdir.

  1.  “Sadef” kelimesi lügatta müfessirlerinde işaret ettikleri gibi “meyl” [eğilmek/sapmak/dönmek] manasına gelir. Meylkelimesinin ise Arapça’da özel bir terim olarak hem günümüz modern astronomisinde, hemde eski astronomi de “declination” anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
  2. Kaynaklarda bir gök cisminin deklinasyonu; “Bu cismin gök ekvatorundan kuzeye (pozitif) veya güneye (negatif) doğru olan açısal uzaklığıdır.” Şeklinde tarif edilir. Kısacası bir gök cisminin, gök ekvatorundan yüksekliğini ifade eder. İki gök cisminin deklinasyonunun eşit olması demek, aynı yükseklikte, aynı seviyede bulunmaları demektir.
    • Bütün bunlar göz önüne alınacak olursa, “iki sadefin arası eşit olunca” ibaresini şu şekillerde ifade edebiliriz:
    • Dönen iki cismin aynı düzleme (karşı karşıya) gelmesi
    • Birbirine meyl eden, yani birbirinden uzaklaşabilen ve yakınlaşabilen iki cismin, karşı karşıya gelmesi, aynı düzlemde bulunmaları.
    • Birbirine meyl eden iki cismin, birbirine tesadüf eden yüzlerindeki eğimlerinin çakışması, aynı düzleme gelmesi.
    • İki gök cisminin deklinasyonlarının eşit hale gelmesi.

 

Şu halde “sadefeyn” kelimesi, “dönen”, “meyl eden (yaklaşıp uzaklaşabilen)”, “birbirine tesadüf eden yüzlerinde eğim bulunan”, “önceki konumu ile sonraki konumu arasında açı/eğim/mesafe olan” iki cismi ifade etmektedir. Bütün bunlar göz önüne alındığında ; “iki sadef”ten kastedilenin, esas itibariyle “iki gezegen” olduğunu söylememiz mümkündür. Peki, bu şekilde iki gezegenin aynı düzleme, karşı karşıya gelmeleri mümkün müdür?

 

 

 

 

 

 

 

 

         Aynı merkez etrafında dönen A ve B güneşlerinden oluşan bir çift yıldız sistemi düşünecek olursak, A güneşi etrafında dönen X gezegeni ile B güneşi etrafında dönen Y gezegeninin birbirine yaklaşacakları ve birbirinden uzaklaşacaklarını söyleyebiliriz. Gezegenlerin bu dönüşleri esnasında belirli periyotlarla karşı karşıya gelmeleri, aynı düzlemde bulunmaları güneşleri etrafındaki dönüş sürelerine bağlı olarak imkân dâhilindedir. Şu halde “iki sadefin arası eşit olunca” ifadesine, “iki gezegen aynı düzleme (karşı karşıya) gelince” şeklinde mana verebiliriz.

         Bu durumda; Zülkarneyn’in seddi inşa etmek için demir blokları hazırlattıktan sonra bekleyişi, iki gezegen karşı karşıya/aynı düzleme gelene kadar sürmüş, bu hal vuku bulunca da demir blokları kızdırmaları için onlardan körüklemelerini isteyerek işe başlamıştır. Diyebiliriz.

 

9      “…Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.

 

 

         Zülkarneyn, demir blok (veya bloklar) kor haline gelince, üzerine kıtr dökerek seddin inşasını tamamlamıştır.

         Müfessirler tarafından bakır eriği şeklinde anlaşılan “kıtr” kelimesi lügatta; damla, su damlası, göz yaşı damlası, eriyik manalarına gelen bir kelimedir. Özel mana da bakır, demir gibi madenlerin eriyiğini ifade ettiği bilindiğine göre, akıcı bir maden olan ham petrol için de kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Ayrıca “katran” şeklinde zaten bu manada olduğu malumdur.

         Diğer ayetlerde geçen “kıtr” kelimelerinin hangi manalarda kullanıldığını inceleyerek, Zülkarneyn’in kızgın demir üzerine döktüğü maddeye Kur’an ışığında bakabiliriz:

         Kur’an’da kıtr kelimesi, konumuz olan Kehf 96. ayet dışında; İbrahim 50 ve Sebe 12. ayetlerde geçer.

 

İbrahim 50’de Cehennemliklerin kıyamet günündeki elbiselerinin sıfatı olarak “kıtranın” şeklinde kullanılmıştır. Müfessirler tarafından “bakır eriyiği” veya “katran” manasına olabileceği söylenmişse de, çoğunluğun katran anlamını tercih ettiği görülür.

Sebe suresi12: Bu ayette Hz. Süleyman (a.s.) için; “Ona kıtr pınarı attık!” buyrulmaktadır. Müfessirlerin genel kanaati “kıtr” kelimesinin burada bakır eriyiği olduğu yönündedir. Oysa günümüzde bazı âlimlerin düşündükleri gibi, Hz. Süleyman’a bakır eriyiğinden bir pınar değil, katran pınarı verilmiş olması daha makuldür. Çünkü ham petrolün günümüzde petrol rezervi yüksek olan Arap ülkelerinde toprağa çok yakın bulunduğu, bazı dağların altındaki mağaralarda ise açıkta aktığı bilinmektedir. Ürdün vadisi katran yataklarının en tanınan katran yatakları olduğu ve Lut Gölü kenarında Katran Gölü bulunduğu da kaynaklarda yer alır.

         Şu halde “kıtr” kelimesinin lügatteki anlamı itibariyle ve Kur’an’ın ona yüklediği manaya göre, “katran” olarak manalandırılması daha uygundur. Dolayısıyla Zülkarneyn’in kızgın demir üzerine “katran” döktüğü anlaşılmaktadır.

Bu seddin inşasını günümüzde nasıl anlayabiliriz?

 

Kor halindeki demir üzerine katran dökülmesi ile oluşacak engelin, mimari bir engel olması doğrusu çok mantıklı değildir! Bu tarif, daha ziyade kimyevi bir araştırmaya işaret eder gibidir. Çünkü kor halindeki demir üzerine dökülen katranın yanacağı ve kaba tabriyle bir duman yükseleceği aşikârdır.

1535 C°’de eridiği bilinen demirin, 800–1500 C°’de kor haline geldiği anlaşılmaktadır. Demir, kimyada, bilhassa kızıl dereceye getirildiğinde en iyi katalizörlerden biri olarak kabul edilir. Yani bazı bileşikleri ayrıştırma da kullanılır.

Katran’ın lügatta; ham neft, akıcı bitüm şeklinde tanımlandığı görülür. Bitüm ise kaynaklarda; Yüksek molekül kütleli hidrokarbonlar ile hidrojen ve karbonca çok zengin organik maddelerin doğal ya da yapay karışımı.Şeklinde tarif edilir. Kısaca katran; hidrojen ve karbonca zengin hidrokarbon olarak tanımlanabilir. Kaynaklar hidrokarbonlardan yanıcı gazların üretilebileceğini söylemektedir. Bu işleme “Gazlaştırma” adı verilir. Aslında gazlaştırma, sadece hidrokarbonlardan değil, karbon içeren madenlerden yanıcı gaz elde etme yöntemi olarak bilinir. Hidrokarbonlardan yüksek sıcaklıkta karbon monoksit, metan, hidrojen gibi gazlar elde edilir. Ancak, bu gazların yoğunluğu ayrıştırma anında ortama etki eden faktörlere göre değişir. Yapılan işlem sırasında doğrudan hava körüklenmesi ile karbon monoksit oranı artarken, saf oksijen körüklenmesi ile ise metan gazı yoğunlukla üretilebilir. Fakat şu kaçınılmaz ki, karbon ve hidrojenden oluşan katranın yüksek sıcaklığa uğratılması ile karbonun yanarak bol miktarda hidrojen üreteceği görülür.

         Zülkarneyn’in hazırlamış olduğu düzenek bunlardan hangisini üretmek için kurulmuştur; aynı anda birden fazla gaz ortaya çıkarmak için mi; bu konuda bir şey söylemek oldukça zordur. Ancak, Zülkarneyn’in “südd” (bulut, sis) yapacağını değilde, redm(kat kat bulut) yapacağını söylemesi, birden fazla gaz çeşidinden katmanlar oluşturduğuna işaret gibidir. Böylece “südd” (gazdan engel) oluşturmuştur.

 

 

9                 Gaz katmalarının aşılmaz bir engel oluşturması

 

 

         Zülkarneyn, saldırıya uğrayan kavmin gezegeni üzerinde mi; yoksa Ye’cüc-Me’cüc kavminin gezegeni üzerinde mi gazdan bir tabaka oluşturmuştur?

        

         Bir sonraki ayette, Ye’cüc-Me’cüc’ün, Zülkarneyn’in inşa ettiği seddi delemedikleri ve aşamadıkları bildirildiğine göre, bu gazdan engelin onların yaşadıkları gezegen üzerinde olması gerekmektedir.

Öyleyse, Zülkarneyn’in, saldırıya uğrayan kavmin üzerinde yaşadığı gezegenin üzerinde ürettiği havadan hafif anıcı gazlar, nasıl olurda Ye’cüc-Me’cüc kavminin yaşadığı gezegenin üzerinde tabaka oluşturabilir. Acaba bir gezegende üretilen hidrojenin, o gezegenden daha büyük yakındaki diğer gezegen etrafında katman oluşturması mümkün müdür?

             Bilinen en hafif gaz olan hidrojenin özgül kütlesi, 0.071 gr/cm küp iken, diğer hafif bir gaz olan Metan’ın özgül kütlesi 0.554 gr/cm küp’tür. Söz konusu iki gaz hafif gazlara, atmosfer içinde doğal ortamlarda rastlanır. Çünkü bu gazlar, özgül kütlelerinin havadan hafif olması sebebiyle atmosferin üst katmanlarına doğru yükselir, hatta üzerinde bulunduğu gezegenin kaçış hızı küçükse, atmosferden de kurtularak gezegenler arası atmosfere yayılır. Şayet çekim gücünden kurtuldukları gezegene yakın daha büyük bir gezegen veya bir yıldız varsa, onun etrafında toplanırlar. Böyle bir durum, pek çok etkenin mevcudiyetine bağlı olarak ortaya çıkabilecek bir sonuçsa da, olabilirlikten uzak değildir.

         Yukarıda “iki sadefin arası eşit olunca; ‘Körükleyin’ dedi.” İfadesinin açıklaması sırasında verdiğim örneği hatırlarsak:

 

 

 

 

 

A Güneş’i ve B Güneşi’nden müteşekkil, aynı merkez etrafında dönen bir çift yıldız düşünmüştük. Şimdi, A Güneş’inin çekimindeki X gezegeni saldırıya uğrayan gezegenin kavmi olarak ve B Güneşi’nin çekimindeki Y gezegenini de Ye’cüc-Me’cüc’ün yaşadığı gezegen olarak kabul edelim. Bu iki gezegenin kendi güneşleri etrafında dönerken belirli bir süre birbirlerine en yakın konumdan geçmeleri imkân dâhilindedir. İki gezegen arasındaki mesafenin; küçük gezegen olan X gezegeninde üretilecek olan hafif gazların, büyük gezegen olan Y gezegeni üzerine akmasını sağlayacak kadar yakın; küçük gezegende bulunan atmosferin tamamının büyük gezegen üzerinde toplanmasına etmeyecek kadar uzak olması gerekir. İki gezegenin kaçış hızları da, küçük gezegenden büyük gezegene sadece hafif gazların akmasını sağlayacak oranda bulunmalıdırlar. Ayrıca gezegenlerin güneşlerinin de olaya etki etmeyecek kadar uzakta olmaları veya uygun uzaklıkta bulunmaları zaruri görünür. Kısacası bu şekilde havadan hafif yanıcı gazların Y gezegeninin etrafında katman oluşturması mümkün görünüyorsa da, burada zikrettiğimiz şartların dışında pek çok şarta bağlı olduğu da kesindir.

 

 

 

 

 

         Konuyu baştan itibaren kısaca şöyle özetleyebiliriz: Zülkarneyn, iki nebula arasında bulunan gezegenden birine gitmiş, oradakiler, diğer gezegen de bulunan Ye’cüc-Me’cüc’ün kendilerine saldırdıklarını söyleyerek, Zülkarneyn’den o gezegenle kendi gezegenleri arasında para karşılığında gazdan bir engel yapmasını istemişlerdir. O da onlara; “Allah’ın kendisine nasip ettiği şeyin onların vereceği paradan üstün olduğunu, kendisine bedensel güçle yardım etmeleri şartıyla iki gezegen arasına kat kat engel yapacağını” söyleyerek, onlardan büyük bir demir blok veya bloklar hazırlamalarını istemiştir. İki gezegen karşı karşıya gelince de, demir blokları kızdırmış, üzerine katran dökerek, yoğun şekilde hidrojen, metan gibi veya oradaki gezegenin şartlarına göre bilemediğimiz başka türde havadan hafif yanıcı gazlar üretmeye başlamışlardır.  Beklide bu üretim yüzlerce demir blok üzerinde aynı anda günlerce sürmüştür. Üretilen bu gazlar atmosferin üst tabakalarına doğru yükselmeye başlamış, niyahet gezegenin atmosferinin üst tabakalarından da ayrılarak, Ye’cüc-Me’cüc’ün yaşadığı gezegenin etrafında bir katman oluşturmuştur. Bu işlemin ne kadar sürdüğü; iki gezegenin arasındaki mesafeye, çekimlerine, kurtulma hızlarına v.s. gibi birçok etkene bağlıdır.

Bu şeklide bir gezegen etrafında havadan hafif yanıcı gazlarla oluşturulan katman, o gezegenden çıkmaya engel midir; bu hususta sadece dünyamızda bulunan şartları göz önüne alarak bir şeyler söylemek oldukça zordur. Yalnız şunu söyleyebilirim ki: O gezegen de bulunan şartlar, Zülkarneyn’in yapmış olduğu bu gazdan katmanı orada yaşanların aşmasına müsaade etmemiştir. Nitekim Allah’u Teala buyurmuştur:

 

 

         Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.

 

Hadislere boğulmadan şunu söylemek mümkündür ki; bu ayet konusunda müfessirler, Ye’cüc-Me’cüc’ün, Zülkarneyn seddini yüksek olması sebebiyle aşamadıkları, sağlam ve kalın olması sebebiyle delemedikleri kanaatindedirler.

 

  • Dünyada aşılamayan ve delinemeyen sedd kalmamıştır.

 

Dünyamızda bulunan aşılamaz ve delinemez bir sedd! Bu mümkün mü? Bu soruya en güzel cevabı veren Elmalılı, klasik anlayışı tenkit edercesine, ayete adeta yeni bir gözle bakmaktadır:

         Hâlbuki ne yüksek dağlar aşılmış, ne sağlam istihkâmlar delinmiştir.

         Bu cevap ayete karşı söylenmiş bir söz değil; Zülkarneyn’in seddi konusunda bulunan klasik bakış açısında karşı aklın yetmezliğinin ifadesidir. Bunu da şöyle vurgulamaktadır:

         Demek ki bunun sırrı, Zülkarneyn’in döktüğü akıcı maddeydi. Demek ki o, normal bir madde değil, ilahi bir kuvvetti.

             Elmalılı’nın bu sözleri Zülkarneyn seddinin gaz ve katman şeklinde olduğu anlayışını bir kat daha güçlendirmiştir. Ayette; ”Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.” Buyrulmuştur. O halde Ye’cüc-Me’cüc gezegenleri etrafındaki bu gaz katmanının bir yanında delik bulamadıklarından oradan çıkmaya vakıf olamamışlardır. Daha sonra da, içinden geçmeyi denemişler, bu denemelerinde de başarıya ulaşamamışlardır. Fakat bir gün gelip, bu seddin tabii bir sebeple ortadan kalkacağına bir sonraki ayette işaret edilir!

 

 

 

Dedi: "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır."

 

  • "Bu, Rabbimden bir rahmettir."

 

             Zülkarneyn, Ye’cüc-Me’cüc tarafında aşılamayan ve delinemeyen bu seddi “Allah’ın bir rahmeti” olarak tanımlamaktadır. “Rahmet” kelimesi lügatte, “esirgeme” ve “merhamet” manalarında gelmektedir. Kur’an’da defalarca kullanılan bu kelime, Allah’ın inananlara bu dünyada veya ahirette merhametini ifade ettiği gibi, bu dünyada insanların istifadesine sunulan şeyler manasına da kullanılmıştır. Mesela ayetlerde Kur’an bir rahmet olarak tanımlamakta, insanların doğru yolu bulmaları için indirildikleri bildirilmektedir. Bilhassa; gece, yağmur, bitkilerin yeşermesi, toprağın canlanması gibi kâinat düzeni içinde cereyan eden ve insanların istifadesine sunulan şeylerin Kur’an tarafından “rahmet” olarak tanımlandığı görülür.

         Zülkarneyn’in o gezegen etrafında gazdan bir katman oluşturmasından sonra; “Bu rabbimden bir rahmettir!” demesi de, seddin aşılamamasını sağlayan fizik kaidelerinin bulunduğuna işarettir. Kısacası bu sedd, insanları Ye’cüc-Me’cüc’ün şerrinden bir süre koruyacak olması sebebi ile “rahmet” şeklinde ifade edilmiş olabileceği gibi, Allah’ın insanların hizmetine sunduğu tabiat kaidelerine işaret etmek maksadıyla da “rahmet” şeklinde tanımlanmış olabilir. Ayete bu açıdan bakarsak, seddin aşılamamasının temel sebebinin tabiat kaideleri olduğunu, seddin fizik kaideler üzerine bina edildiğini söyleyebiliriz.

 

  • Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır.”

 

         Burada, ayette “vaadi” kelimesini “kıyametin yaklaşması” olarak algılayan müfessirlerin görüşleri doğrultusunda bir hususa dikkat çekelim. Enbiya 96 ve 97. ayetler üzerinde düşünüldüğünde, konumuz olan ayetimizdeki “vaad”i pekte kıyamet günü olarak tanımlamak mümkün görünmez. Zira peş peşe gelen bu ayetlerde, seddin açıklamasının kıyamet yaklaştığında gerçekleşeceği bildirilmektedir.

Üzerinde durulması gereken bir başka hususta; “yerle bir eder”, “yerle aynı seviyeye getirir” şeklinde mana verilen “deke” kelimesidir. Bu kelime lügatta; “ufaltmak, yok etmek, yerle bir etmek, zayıflatmak, üstünü düzenlemek” manalarına gelir. Ayrıca müfessirler tarafından bilhassa örnek verilen “devenin hörgücünün yok olması” anlamında kullanıldığı bildirilmektedir.

         Kur’an’da “deke” kelimesi ve bu kelimeden türeyen kelimelerin, 4 ayette, 7 defa kullanıldığı görülür. Bu ayetlerdeki “deke” kelimelerinde de müfessirler tarafından “parça parça olmak, darma dağın olmak, birbirine çarpmak, dümdüz olmak” gibi manalar verilmekle birlikte, dekk olunan şeyin ortadan kalktığı kabul edilmektedir.

Bilhassa Elmalılı’nın kelime üzerinde durduğu “dekk” olunan şeyden geriye bir şey kalmadığını söylemesi, ayetimize şöyle mana vermenin de mümkün olacağını bize göstermektedir.

         Rabbimin vaadi gelince onu yok eder.

Bu kelime ile ilgili önemli bir görüş daha vardır. Kur’an’da geçen bütün “dekk” kelimelerinin kullanılışına uymakta ve ayrıca Zülkarneyn ayetleri üzerindeki bizim düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. İbn Atiyye’den rivayet edildiğine göre “dekk” kelimesi, “yaratılış eseri gerçekleşen, dışardan bir tesirle olmayan” yok oluş için kullanılır.

Buna göre Zülkarneyn’in, Ye’cüc-Me’cüc’ün bulunduğu gezegeninin atmosferinin üst katmanlarında hidrojen gibi yanıcı ve hafif gazlardan oluşturulduğu duvarın, kâinattaki bir takım değişiklerle bir gün kendiliğinden ortadan kalkacağı, yok olacağı bize bildirilmektedir.” Diyebiliriz. Bunun zamanının mutlaka geleceği, Allah’ın sözünün mutlaka gerçekleşeceğide vurgulanmıştır.

         Bilinen en hafif gaz olan hidrojen ve benzeri hafif gazların, gezegenlerin atmosferlerinin en üst katmanlarında bulunduğunu daha önce belirtmiştik. Kaynaklar, bu tür gazların, “kaçış hızı” küçük olan gezegenlerin atmosferinden uzay boşluğuna daldığını söylemektedir. Ayrıca, yüksek ekim gücü ile bu gazları atmosferinin üst katmanlarında tutabilen gezegenlerin, çekim güçleri daha büyük olan başka gök cisimlerine yaklaşması halinde de, bu gazların o gezegenden ayrılabilecekleri bildirilmektedir. Şu halde Ye’cüc-Me’cüc’ün gezegeni üzerinde bulanan gaz katmanlarının, binyıllar içinde gezegenin veya bağlı bulunduğu güneş sisteminin konumunun değişmesi sebebiyle uzay boşluğuna dağılması ve yaklaşan büyük bir gök cisminin etrafına toplanmaya başlaması mümkündür.

         Böylelikle de, “Rabbimin vaadi gelince onu yok eder!” ayetinde belirtildiği üzere, Allahu Te’ala kâinatındaki tecellisi ile yarattığı sebepler zinciri içinde o seddi yok edecektir.

 

 

9  O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.”

 

 

         Ayette bulunan yevmeizin(o gün) kelimesinin, hangi güne işaret ettiği ve birbiri içinde dalgalananların kimler olduğu konularında müfessirler farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bir kısım müfessirlere göre “o gün”den kasıt, kıyamet günüdür. Bu görüşü savunan müfessirler genellikle, ayette kıyamet günü insanların birbiri içinde dalgalandıklarının anlatıldığını söylerler. Diğer görüşe göre ise, “o gün”den kasıt, Ye’cüc-Me’cüc’ün seddinin yerle bir edildiği gün”dür. Bu düşünceye göre, Ye’cüc-Me’cüc seddinin yok olması ile birlikte,  bulundukları yerden dalgalar halinde çıkmaktadırlar.  Bu görüşlerden başka “o gün”den kastın seddin yapıldığı gün olduğunu, Ye’cüc-Me’cüc’ün seddin gerisinde dalgalandıklarını söyleyenler de bulunmakla birlikte, tercih edilmediği görülmektedir.

Daha sonra ayette sura üflendiği bildirilmiştir. İslam literatüründe Sur; meleklerden İsrafil tarafından birinci üflenişte göklerde ve yerde olanların korku ile Allah’a yöneleceği veya bayılacağı; ikinci üflenişte ise Allah’ın dileklerinin dışında göklerde ve yerde olanların hepsinin öleceği; üçüncü üflenişte ise ölülerin dirileceği bir boru olarak kabul edilmektedir.

Ayetimizde bulunan “Sur’a üflenir” ifadesini, bir kısım müfessir 2. üfleniş olarak kabul ederken, bir kısmı da 3. üfleniş olarak kabul eder. “O gün birbirleri içinde dalgalanırlar” ifadesindeki “O gün”ü kıyamet günü olarak kıyamet günü olarak kabul edenler, “Sur’a üflenir” ibaresini 3. üfleniş, yani diriliş olarak anlamaktadırlar. “O gün”ü Ye’cüc-Me’cüc’ün seddinin yıkıldığı gün olarak kabul edenler ise, “Sur’a üflenir”i 2. üfleniş, yani kıyametin kopuşu olarak ele alırlar.

         Bu ayet konusunda özetle şunu söyleyebiliriz: Kıyamete yakın seddin yıkılması ile Ye’cüc-Me’cüc’ün birbirleri içinde dalgalanarak oradan çıkmaları akla uygundur. Onların saldırmalarının ardında da fazla zaman geçmeden, Sur’a üfleneceği ve kıyametin kopacağı Enbiya Suresi 96. ayette görülmektedir. Diriliş gününde insanlar ve diğer akıllı yaratıkların bir araya toplanmaları da bizim düşüncemiz içinde ayrı bir anlam ifade eder; o gün insanlarla birlikte, cinlerin veya dünya dışında yaşayan canlıların hesap vermek üzere bir araya toplanacakları Zülkarneyn ayetlerine de uygun düşer. Zira Zülkarneyn’in uzaya seyahat ettiği görüşünden haraketle, oradaki akıllı mahlûkların Zülkarneyn tarafından imana davet edildiği düşünülürse, dünya dışı varlıklarında insanlar gibi kıyamet günüde hesaba çekilecekleri sonucunu kendiliğinden ortaya çıkarır.


http://fitratdini.sitemynet.com




__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

Sonuç Olarak

  • Kur’an’da ona sebeb verildiği bildirilmiştir. sebeb kelimesi, gerek lügat anlamı gerekse Kur’an’daki diğer ayetlerde kelimeye yüklediği manaya göre, göğe çıkmaya vasıta olan şeyi ifade eder.

 

  • Zülkarneyn’in Seyahatleri

 

         Zülkarneyn’e sebeb verilmiştir. Kur’an’da bu kelime “göğe çıkmaya vasıta olan şey” anlamında kullanılır. Zülkarneyn’i belki de binlerce ışık yılı ötelere götüren bu sebeb bu sebeb nasıl bir şeydir; bu konuda yorum yapmak bugün için mümkün değildir. Zira hiçbir zamanda mümkün olmayacak gibidir. Keza Allah Zülkarneyn’e her şeyden bir sebeb vermiştir.

         Zülkarneyn’in bu vasıtayı nasıl elde ettiği meselesine gelince; Allah’u Teala; Ona yeryüzünde imkan sağladık ve her şeyden bir sebeb verdik. Buyurmuş, onun sebebi elde etmesi için kendisine imkan sağladığını bildirmiştir. Bu anlamda sebeb ona, Allah tarafından verilen bir mucize şeklinde nitelendirilebilir. Ancak ona imkan sağladık ifadesi, onun sebebi elde etmesi için çeşitli vesileler yaratıldığına işaret etmektedir. Bu durumda Zülkarneyn’in kendisini göklere yükseltecek bir vasıta ile karşılaşma ihtimali akla gelir. Zülkarneyn’in başka dünyadaki canlılarla karşılaşmış, onlara ait bir araç ile uzayda seyahat etmiş olması başta (ve yazının sonunda) biraz garip gelebilir. Ancak, her şeyi sebepler zinciri içinde yaratan Yüce Allah Zülkarneyn’e böyle bir imkan sağlaması garip olmasa gerek.

 

  1. Seyahatinde Zülkarneyn, Güneş’in battığı yer” [=Solar Apeks=Günerek; Güneşin Samanyolu içinde yol alırken yöneldiği yer]’e gitmiştir. Burada bulunan Güneş’in bir karadeliğe batmak üzere olduğunu görmüştür. Bu Güneş’in bir gezegeninde akıllı canlılar yaşamaktadır ve tabii olarak Güneş ile birlikte o gezegen de karadeliğe yönelmiştir. Belki 10 yıl, belki 50 yıl sonra bu Güneş sistemi karadeliğin olay ufkuna girecektir. Yani karadelikten etkilenmeye başlayacaktır. Oradakilerin bunda haberleri yoktur. Allah, Zülkarneyn’e o gezegende yaşayanlardan dilediği kimseleri kurtarabileceğini bildirmiştir. Zülkarneyn’de onları, gezegenlerinin bir süre sonra yok olacağını söyleyerek uyarmış, bu bilginin kendisine Allah tarafından verildiğini, Allah’a inananları o gezegenden götürerek kurtaracağını, inanmayarak o gezegende kalanları ise karadeliğin dehşetli azabının beklediğini söylemiştir.

     Zülkarneyn’in 1. seyahatinin anlatıldığı Kehf 86 ve Yasin 38. ayetten bu iki ayetin mecz edilmesinin bizde       oluşan kanaate göre; “Güneş’in son bulacağı yer”de, astronomi tabiri ile Solar Apeks’te bir karadelik   bulunmaktadır. Bu koordinatlardaki bir gezegende, bundan 1000 yıl önce yaşayanlar bulunduğunu da yine      Kehf 86. ayetten öğreniyoruz.

  1. Seyahatinde Zülkarneyn, “Güneş’in doğduğu yer” [=Solar Antapeks; Güneş’in Samanyolu’ndaki yörüngesinde geldiği doğrultu]’da bir yere gitmiştir. Burada iki Güneş’li bir gezegenle karşılaşmış, iki Güneş ten’de ışık alan bu gezegende gece olmadığını görmüştür. “Güneş’in doğduğu yer”de (Antapeks’te) iki güneşli bir gezegende yaşayanlar bulunur. Bu konuyu araştıracak olanların, Güneş’imizin Samanyolu içindeki yörüngesinde geldiği yönde Güneş’imizi takip eden bir çift yıldız sistemi olup olmadığını araştırmalarının doğru olacağını sanıyorum.
  2. Seyahatinde Zülkarneyn, “Süddeyn/Seddeyn” [=iki bulutsu=iki nebula] arasında, iki gezegenden birine gitmiştir. Oradakiler diğer gezegende bulunan Ye’cüc-Me’cüc denen yaratıklardan şikayetçidir. Zülkarneyn’e ücret karşılığı kendileri ile onların arasına gazdan bir engel çekmesini istemişlerdir. Zülkarneyn de, Allah’ın kendisini içine yerleştirdiği vasıtanın onların verecekleri ücretten daha üstün olduğunu, kendisine beden güçleri ile yardım etmeleri şartıyla, Ye’cüc-Mecüc’le onlar arasına kat kat engel çekeceğini söylemiştir. Onlardan demir blok/lar istemiş, demir blokları kızıl dereceye gelene kadar kızdırdıktan sonra da getirttiği katranı üzerine dökmüştür. Kızıl gezegendeki demiri katalizör olarak kullanan Zülkarneyn, oradaki atmosferden daha hafif yanıcı gaz/lar üretmiş, bu gazlar o gezegenin atmosferinden çıkarak çekim gücü daha fazla olan Ye’cüc-Me’cüc gezegenin etrafında bir katman oluşturmuştur. Böylece Ye’cüc-Me’cüc gezegenlerinin yanıcı gazlarla çevrilmiş olan atmosferlerinden dışarı çıkamamışlardır. Allah bu gaz katmanının bir gün gelip ortadan kalkacağını bizlere bildirmiştir. Ye’cüc-Me’cüc’ün yaşadığı gezegen, “iki nebula arasında” bulunmaktadır. Bu gezegenin atmosferinin üst katmanlarında hidrojen, metan gibi yanıcı gazlardan oluşan bir tabaka bulunmaktadır.

 

    • Zülkarneyn’in Kimliği

 

         Zülkarneyn ayetleri, genelin kanaati üzere Peygamberimiz(s.a.v.)’e imtihan maksadı ile Yahudiler veya onların öğrettikleri müşrikler tarafından soru sorulması neticesinde nazil olmuştur. Herkes tarafından çok iyi bilinen bir kişi hakkında imtihan maksadıyla soru sorulması mantıksız olacağına göre; müfessirlerin Zülkarneyn olma ihtimali üzerinde durdukları cihangir kralların hiç birisinin Zülkarneyn olamayacağını yenilemeden geçmeyim.

         Kısaca diyebiliriz ki, Zülkarneyn muhtemelen ilk çağlarda yaşamış, peygamber olma ihtimali kuvvetli, göklere seyahat etmesini sağlayan “sebeb” isimli vasıtayı elde etmesi için, kendisine Allah tarafından imkanlar sağlanmış, yaşadığı olaylar şuan ki ilimle bile kavranamayacak Salih bir kuldur. Ebetteki, gerçeği ancak Allah bilir.

 

 

 

              eKaynakça

 

  • İslam Ansiklopedisi, M.E. B.
  • Hawking, Stephen, Evreni kucaklayan karınca, Aklım Kitapçılık, Ankara basım tarihi 1993
  • Raymond, Furon, İran, (Çev: Galib Kemali), Ankara 1943
  • Gılgameş Destanı, Albert Schott’un metninden Türkçeye çeviren, Muzaffer Ramazanoğlu, M.E. B. İstanbul 1993
  • Alusi, Ebu’s Sena Şihabuddin Mahmud el-Haseni el-Hüseyni el-Bağdadi
  • Asım efendi, Mütercim, Kamus-i Asım efendi, Beyazıt Ktp. nr. K. 20704
  • Azad, Ebu’l Kelam, “Şaysiyyetü Zülkarneyn el-Mezkûr fi’l Kur’an”, Sekafetü’l-Hind, (Yeni Delhi 1950)
  • Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara 1983
  • Çığ, Muazzez ilmiye, İbrahim peygamber (Sümer yazılarına ve arkeolojik buluntulara göre)
  • İbn Kesir, Tefsirü Kur’ani’l Azim, (Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri), (Çev. Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedreddin Çetiner), Çağrı yay. İstanbul 1993
  • Kütüb-i Sitte, (Hadis Ansiklopedisi), Haz. İbrahim Canan Akçay yay. İstanbul.
  • El-Mevdudi, Ebu’l A’la, Tefhimu’l Kur’an (Çev. Kurul), İnsan Yay. İstanbul 1996
  • Seyyid Kutub, Fizilali’l Kur’an, Merve Yayınları
  • Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dili Kur’an Dili, Zaman Yay. İstanbul
  • Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi
  • Uzay Ansiklopedisi, Milliyet yayınları
  • İskender Türe, Zülkarneyn

http://fitratdini.sitemynet.com




__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

İlgili Konu: ZÜLKARNEYN VE YECUC MECUC



__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
elmuh
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 07 eylul 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 435
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı elmuh

Selam Dostlar,

Şimdiye kadar okuduğum Zülkarneyn yorumları içinde, bazı noktalarda ayetlerle uyuşma açısından en iyisi diyebilirim.

- Birinci seyahatte Güneşin bir karadelikte batması  iyi bir açıklama, ancak sonuç bölümünde, Kehf 86'dan 1000 sene önce orada bir kavim yaşadığı sonucuna nereden varıldığını anlayamadım. Olsa olsa orada bir zaman dilimi içinde bir kavim yaşadığını anlayabiliyoruz.

- Zülkarneyn ikinci seyahate niçin çıkıyor ? Birinci seyahatte bir kavme yardım ediyordu, üçüncü seyahatte de bir başka kavme yardım ediyor. İkinci seyahatte ne yapıyor ? Oraya da bir kavme yardım için gitmiş olmalı diye tahmin ederek farklı bir yorumda bulunmak ta mümkün

Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu. [90]

Burada üzerlerinde sürekli olarak güneş ışını olan bir gezegen değil de, oluşmakta olan bir yıldızın yakınındaki bir gezegeni tehdit ettiğini de söylemek mümkün, ayette tek bir güneşten bahsediliyor.

Daha önce uzaydaki kozmik ışınlara karşı yeterli korumayı sağlayan gezegenin atmosferi, bu yeni oluşan yıldızın güçlü radyasyon etkisine karşı korunmasız olabilir. Bu durumda gezegendekilerin yardıma ihtiyacı olmuş olmalı. Bu da bu yazıyı okurken aklıma gelen bir başka ihtimal.

Selam ile,

 

Yukarı dön Göster elmuh's Profil Diğer Mesajlarını Ara: elmuh
 
tr.explorer
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 03 subat 2007
Gönderilenler: 2
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı tr.explorer

selam forum sakinlerine,

bu yazıyı nasıl ve nereden bulup okuduğuma haala inanamıyorum. Ama çok güzeldi.çok uzun du ama okudukça beni çekti ve bana kısa geldi doğrusu. yazandan Allah razı olsun. herşey bir tarafa bırakılsa bile zülkarneynin kimliği ön plana çıkarılırdı. Ama Allah ondan sadece 1 hatıra okuyacağım diye başlamış ve icraatini anlatmış. KuvvetMira arkadaş, biri bana sanal bi sohbette anın içinden zamanı çıkarabilenlere zülkarneynler karn lar denir demişti. yoksa o sen misin?

 

Yukarı dön Göster tr.explorer's Profil Diğer Mesajlarını Ara: tr.explorer
 
ibrahimim
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 17 ekim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ibrahimim

 

Selam dostlar aşağıdaki adreslerde, bu form kapalıyken asmıştım, şimdi açıldığını gördüm, buranın adresini oraya, oranın adresinide buraya alıntıladım.

saygılar sunarım.

http://www.hanifdostlar.com/forum_posts.asp?TID=2901&KW= ibrahimim&PN=0&TPN=1

 

http://www.hanifdostlar.com/forum_posts.asp?TID=2901&KW= ibrahimim&PN=0&TPN=2



__________________
Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Yukarı dön Göster ibrahimim's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ibrahimim
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam kardeşlerim...

Aranıza yenice gelip, anlamaya çalışan biri olarak öteden beri düşünüp durduğum bir meselenin, benim düşündüğümdan çok daha tafsilatlı olan yorumunu okumak beni ziyadesi ile mutlu etti.

Ben arapça bilmiyorum. Sürekli olarak meal okurum (üslubu nedeni ile çoğunlukla Hasan Basri Çantay mealini) ve dinlerim. Kuran ve bugünün insanının "bilimkurgu" olarak adlandırdığı meseleler hakkında uzun bir geçmişe (düşünme sürecine) dayanan görüşlerim var. Belki düşünenlere / salim akıl sahiplerine bir hakikati hatırlatır diye arasıra böyle müdahil olucam inşallah. 

Zülkarneyn kıssası sadece,  ilgili ayetleri ile değil, Kehf suresinin bir bütünü ile  de değerlendirilmeli bence... Mesela, Ashab-ı Kehf, bence insanların gelecekte uzaya yapacağı yolculuk için enteresan detaylar veren bir kıssadır. Uzun bir yolculuk yapacak olanların uzun bir uykuya dalmaları gereği bunun nasıl olabileceği, güneş ışınlarından korunma, bir sağa bir sola döndürülme, kıssa içerisinde detay gibi görünen gümüş paranın / gümüşün yanlarında olması, uyandıklarında zaman yanılgısına düşmeleri, acıkmış olmaları, ama görünümlerinin değişmemiş olması, uyuma sırasındaki görünümlerinin ise korku verici olması, perdeler vurulması / strarilize edilmeleri, uyandıklarında hafızalarından hiç bir şey kaybetmemiş olmaları, kopeklerinin yanında olması ile ilgili bir detayın verilmiş olması, onların uykuda geçirdikleri süre,26. ayette göklerin ve yerin gizli bilgisinden bahsedilmesi ,  27. ayette "kelimelere" / Allah'ın kelimelerini kimsenin değiştiremeyeceğine dikkat  çekilmesi ve nihayet tüm bu kıssaların bence sadece "Evet Hakikaten Rabbimiz her şeye kadir" dememiz için değil, bizim faydamıza işaretler/misaller/ipuçları olarak  vahyedilmiş olması düşünülecek işlerdendir.

Yine, Musa peygamberin genç arkadaşı ile yaptığı yolculuktaki "balık" meselesi, kendisine gizli ilimler verilmiş bir kimse karşılaşması da aynı mantıkla birlikte değerlendirilmelidir. Bunların hiç birisi boş kelimeler / hikayeler değildir.

Bir tefsir kitabında, Zülkarneyn'in İbrahim Peygamber ile görüştüğüne dair bir rivayet okumuştum. İbrahim peygambere göklerin ve yerin melekutunun öylece gösterilmiş olduğu bilgisi, aya, yıldıza, güneşe bakarak Allah'ı Rabb olarak tanıtması, sonra göklere bakıp "Rabbim. Sen bunları boş yere yaratmadın" demesi birlikte değerlendirildiğinde Zülkarneyn'in yolculuğunun dünya üzerinde olmadığına ve bize anlatılmış olmasının sadece bir kıssa olmasından ibaret olmadığına işaretlerdir.

Yine bir tefsir kitabında, "Zülkarneyn" kelimesinin bazı müfessirlerce "Çift Zamanlı" "İki asır / iki zaman insanı" olarak anlamlandırılması, bunun "iki boyut insanı" olabileceğini çağrıştırmaktadır.

Ben, düşüncede biraz daha ileri giderek "iki zaman" insanı tanımlaması ile ilgili olarak, Zülkarneyn kıssasında anlatılanların bizden önce yaşanıp  bitmiş olduğunun kesin delili olup olmadığını soruyorum. Bu seyahet bize göre / Kur'an'ın indirildiği zamana göre geçmişte başlayıp, sonucunun gelecekte zuhur etmesi mümkün olabilir mi? Yoksa, Zülkarneyn, insanların gelecekte yapacağı bir gökler yolculuğunun geçmişteki bir sembolü müdür ? Bunlar hep başka değil, hakiki bir zikir kabilinden Hakk'ın rızası için düşünülecek işlerdir.

Kardeşimizin tefsiri / yorumu çok güzel. Düşünen insanların/kavmin  işlerinden elbette...  Bu yoruma, iki gezegenden birindeki canlıların diğerine nasıl saldırmış olabileceği hususunu da ilave etmelidir.

Bir de, bu gidiş geliş bir zaman tünelinden / hareli yollardan olası ihtimaline binaen seddin buraya / bu iş için kullanılan bir yere çekilmiş olma ihtimalini de değerlendirmelidir. Demir bloklar meselesinde de demirin göklerden indirilmiş olduğu, kaynağının da göklerde olacağı meselesini çok güzel tespit etmiş.

Seddin yıkılışı ile ilgili olarak   Enbiya 96 ve 97 de yer ahalisinin gözlerinin belermesini / dona kalmasını ve biz bundan evvel bundan gaflet içerisindeydik demelerini de düşünmek gerekir. Yani bu saldırı belki uzaydan, bilinmeyen bir teknoloji ile ansız ve şaşırtıcı bir saldırıdır.  Şimdi siz hadisleri bir kaynak olarak görmüyorsunuz ama, hepsinin tam bir uydurma olduğunu da iddia ediyor değilsiniz. Buna dayanarak, Uzay Ayetleri Tefsiri kitabında emsal alınan hadislerde , Yecüc ve Mecüc ün dünya ahalisine saldıracağı, sayılarının çok olduğu belirtilmektedir. İşin en ilginç olan yönü, bu saldırıdan sonra Yecüc ve Mecüc'ün "Yer ehlini hallettik, şimdi sıra gök ehlinde" demeleri ve  göğe ok fırlatmaları, bu okun kan bulaşmış olarak geri dönmesi  meselesidir.  Prof. Dr. Celal Yeniçeri, bu olayda "ok" diye bahsedilen şeyin bir uzay aracı olabileceğini, bu aracın bu saldırı sırasında göklerde bir yerde meskun olmuş bir takım insanlar veya başkaca canlılara gönderilmiş olabilceğini, orada yapılan bir mücadele sonunda yaralı / esir kimselerle geri gelebileceğini örneklemektedir. Bunlar hep düşünülecek işlerdir.

Yine, bazı hadislerde insanlara karşı nerdeyse galibiyet elde edecek olan yecüc ve mecüc kavminin Allah'ın bir rahmeti sayesinde bir rüzgarla yok olacakları anlatılmaktadır. Bu sanki, onların biyolojik yapılarına / genlerine zarar verici bir gazdır da nesilleri kuruyup gitmiştir.

Dostlarım, düşünen ve araştıran insanlar,  Allah sizden razı olsun, iyi işlerinizde size yardım etsin. O, kime yardım ederse onu yenebilecek / ona zarar verebilecek yoktur. İnsana bilmediğini öğreten ancak Allah'tır. O'na iman eder, O'ndan dileriz.

Selam ile...    




__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats