| 
          
           | Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP |   |  
           | 
 |  Bir kardeşimiz çok öncelerden tarikat yoluyla Allah ı arayan insanlarla birlikteydi ,  o günkü yaşadıklarını anlattığında - ki bugün kendiside hayretler içinde kalıyor -  yaptıkları  uygulamalar  o kadar garipki , dinimizle hiçbir alakası yok. 
  Örneğin bir rabıta meselesi:  Kişi  namazdan sonra oturuyor şeyhini yüksek bir yerde hayal edip , onun huzurunda acizliğini gösteriyor , Allah ın nurunun  önce şeyhine , daha sonrada  kendine geleceğini sanıyor. Bu davranış  Allahla beraber başka birine tapmaktan başka bir şey değildir, yani apaçık şirktir. Kendileride, biz Allahı ne şekilde hayal edelim o bu tür şeylerden münezzehtir diyorlar.  Allahın rahmeti sadatın veya şeyhin  himmetine endeksli değildir ,  sanki böyle yapınca  Allah’u tealanın hoşuna mı gidiyor sanıyorsunuz ? Vermiş olduğu nimetleri , yapmış olduğu lutufları ve yarattığı muhteşem eserleri düşünmek , daha doğru değilmidir ?  
 
  Rabbimiz Bakara suresinin 186. ayetinde “ Eğer kullarım sana beni sorarlarsa , şüphesiz ben yakınım . Dua edenin duasını kabul ederim . Ohalde onlarda benim davetime uysunlar ve bana hakkıyla inansınlar ki doğru yolu bulmuş olsunlar”. 
  Allah a hakkıyla inanmak nasıl olur , bilmek  gerekir.  Başka bir ayettede “ Ben size şah damarınızdan daha yakınım” buyurmaktadır. 
  Arkadaşlar !  Allahın rahmetini ikinci planda tutmayalım , Allahtan gelen iyiliği şeyhimizden ötürü gelmiş gibi bilmeyelim . Aklımızı , irademizi birilerine  endekslemeyelim  , bilmediğimiz bir işin peşinden körü körüne  gitmeyelim. Hoca sevgisinin ve saygısının üstünde kıymet vermiyelim .Bir şeyhin kalbine gir kurtul zihniyetini bırakalım. O’na ulaşmak o kadar zor ve problemli bir iş değildir, bilindiği üzere O bizlere çok   yakındır. Başka insanların kalbinde Allah’u tealayı arama zahmeti çekmeden , öncelikle kendi kalbimizde aramalıyız, elbette bu bizim için daha doğru ve kolay olandır. Kendi kalbimizde aramadığımızı , başkasının kalbinde asla bulamayız.  Bulduğumuzu sandığımız şey gerçek değildir.  Kişinin Rabbini tanıması için vesile olması maksadı dahi , zaman içersinde faydasından büyük zararlara yol açacağından , daha risksiz yollar aramalıyız. 
 Allah ın huzurunda namazını kıldıktan sonra arkasını dönüp giden zihniyetlerin , şeyhinin huzurundan dergahın kapısına kadar elleri bağlı bir şekilde , geri geri gitmesine ne buyrulur ?   
 Şeyh in söylediği her sözü kur’an la kıyaslamadan kabul eden kimseler , o kişiyi rab edinmişlerdir. Halâ vesile diyorsanız !   sizleri tutarlı olmaya ve kur’an ı baz almaya davet ediyorum. 
 Kişilere gösterilen aşırı itibarın aynı zamanda , Allah a ibadet olduğunu savunan ideoloji nin  dışında  kalanların , mutluluğu göğüslemeleri çok  daha rahat olacaktır. 
  Peygamberin emanet ettiği dinin içinde bu tür yollarla ibadet etme şekli  yoktur , hayatının hiçbir aşamasındada olmamıştır. Sizler peygamberin hayatını çok iyi bilen , kur an ı elinden düşürmeyen kimselersiniz ,  onun için bu tür konularda tutarsız  tavırlar sergilemeniz hiçte doğru değildir.  Tövbe etmek için kilometrelerce yol tepmeye gerek  yok , tövbesine birilerini şahit etme ihtiyacıda yanlıştır. O   şahitlerin en hayırlısıdır. Allahu teala kullarından tövbeyi bizzat kabul edeceğini , 
 Tövbe suresi 104. ayette “ Bilmedilermi ki  Allah kullarından tövbeyi bizzat kabul eder ve sadakaları alır. Gerçekten tövbeleri  kabul  edici O, çok merhametlide O dur”  buyurmaktadır. 
 Hadi bu ayeti  tövbe almak isteyen kişi bilmiyor  diyelim , tövbeye şahitlik eden kişinin bilmemesi veya biliyorsa ne şekilde yorumladığını çok merak ediyorum. Vesilelik sınırlarını aşan ve şirk e  kapı açan bu tür  davranışlardan  kaçınıp , daha uygun yöntemler araştırılmalıdır. Güzel dinimiz islam hiç kimsenin tekel inde  değildir, hepimiz çabalarımızla Rabbimizin dostluğunu kazanabiliriz. 
   Zaten Rabbimiz kişi ile kalbinin arasına gireceğini ,  Enfal suresinin 24. ayetinde  “ Ey iman edenler size hayat verecek şeylere, sizi davet ettiği vakit Allah a ve peygamberine icabet edin ! bilin ki Allah , hakikaten  kişi ile kalbinin arasına  girer  ve siz  muhakkak toplanıp ona varacaksınız”. 
  Bunlarla alâkalı çok önemli bir meselede , 
 Nahl suresinin 76. ayetinde “ Allah iki adamıda misal getirdi : Bunlardan biri dilsizdir , hiçbir şeye gücü yetmez, sade sahibine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getirmez. Hiç bu , adaletle emreden ve doğru yolda olan bir kimseye müsavi olurmu?”. 
  Bizler buradaki birinci adama benzememek için dikkatli olmalıyız. Bizim yerimize başkalarının düşünmesini  ve ahirette bulunacağı noktayı etkileyeceğini  zannettiği unsurların varlığını düşünmek , az önceki ayette  Allahın beğenmediği insan profiliyle örtüşmektedir. İnançlarını  birilerinin himmetine ve şefeatine bağlayan kimseler  olmaktan kurtulmak , elbette kişilerin elindedir.   Yine konu ile bağlantılı olaraktan  , 
 Ali imran suresinin 64. ayetinde mealen “Deki: Ey ehli kitap bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin. Allahtan başkasına tapmayalım. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allahı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim !  Eğer bundan yüz çevirirlerse şahit olun biz müslümanlarız deyiverin”. 
  Şirkin muhteviyatıyla alâkalı aklını kullananlar için çok açık bir  ayet daha . Bu ayetler herkesin çok rahat anlayabileceği  nitelikte ve uslupte olduğundan , uzun uzun irdelenmesini ve  mesajın alınmasını  tavsiye  ediyorum. 
 Kişi rabbini tanımıyor olabilir , kötü yoldada olabilir , böyle kişilerin ibadet etmelerine ve Rablerini tanımalarına vesile olmak  çok hoş bir davranıştır. Ancak bunu Rabbimizin  emrettiği şekilde , sınırları aşmadan uygulamalıyız . İnsanlara yardımcı olmak için samimi çaba gösterildiğine eminim , ancak  dinimizi tam olarak tanımamanın uzantısı olarak   pisliğin içinden çıkarıp , tekrar başka bir  pisliğin içine insanlar sürüklenmemelidir. 
  Tarikat ve cemeatler her geçen gün çoğalmalarını ve genişlemelerini kendileri için hayır sanmasınlar , belkide bu istidraç olabilir. Her şeyin yolunda gidiyormuş gibi görünmesi , aynı zamanda gidişatın doğru olduğunu göstermez.   
 Bu konu En’am suresinin 40 ile 44. ayetlerinde açıkça izah  edilmiştir. “ Deki: Bir düşünürmüsünüz  kendinizi ? Eğer Allah ın azabı size gelir yahut kıyamet başınıza koparsa , sizde doğru söyleyen insanlarsanız , Allahtan   başkasınamı yalvarırsınız . Bilakis yalnız ona dua edersiniz , O da dilerse bertaraf edilmesine yalvardığınız belayı kaldırır, sizde ortak koştuğunuz putları unutursunuz. And olsun  Biz senden önce bir takım ümmetlere peygamberler gönderdik  . Onları darlık ve çeşitli  hastalıklarla  kıvrandırdık , olur ki yalvarırlar. Hiç olmazsa , böyle şiddetimiz geldiği vakit bari yalvaraydılar. Lakin onların kalpleri katılaşmış , şeytanda yaptıklarını  kendilerine süslü göstermişti. Vakta ki  edilen ihtarları  unuttular.  Bizde ( istidraç için)  üzerlerine herşeyin kapılarını açıverdik . Nihayet kendilerine verilen bu genişlik  ile tam  ferahladıkları  sırada , onları ansızın  yakalayıverdik .  Bir anda  hepsi  bütün ümitlerinden  mahrum  kaldılar.” 
 Bu ayeti , çok net olduğundan  izah etmeye gerek görmüyorum. 
 Tarikat zihniyetinin dine verdiği zararlardan biride , Kur an ın evrensellik ilkesine muhalif olmaktır. Asırlar boyu kendinden öncekini taklit ederek  süren uygulamalarla  gelişimin , değişimin ve ilerlemenin önü tıkanmış , dinde yozlaşmaya gidilmiştir.   Tarikat ı Allah a giden yol olarak  gösterip , saf ve temiz duygularla  dinini yaşamaya çalışan kimselerin ateşe sürüklenmesi çok acıdır. Günümüzde yaşanılan tarikat anlayışı , islam dinine alternatif bir inanç sistemi haline getirilmiştir.  Kısacası  din  parçalanıp  , kendi başına apayrı dinler topluluğu  haline gelmiştir. 
 Oysaki  kur’an ı evrensel olarak  yorumlayıp , doğru bir inanç sistemi benimsenmiş olsaydı , eleştirilmek  yerine taktir ediliyor olunabilirdi. Böylelikle tarikat ve cemeatler mükemmel bir eğitim öğretim yuvaları olabilirdi. Tarikatlar muhteviyat olarak bu sistem ile hareket ederlerse , dinimiz açısından herhangi bir sorun olmayacak , aksine Rabbimiz tarafından taktirle karşılancaktır. Hiç bir şey için geç kalınmış değildir , zararın neresinden dönersek  kârdır anlayışını benimseyip , çizgimizi bu doğrultuda değiştirmeliyiz. Bu sistemle hareket etmeyi kabullenmemek  ,samimi olmamanın göstergesidir. 
   Allah ın rızasını kazanmak için her türlü doğruyu kabullenmediğimiz sürece , şirk ten  ve yanlışlıktan kurtulmamız mümkün değildir. 
  Diğer bir pencereden bakacak olursak , madem herkesin yolu haktır , neden diğer cemeatin dergahında bulunmuyorsunuz ?  Herkes birkaç aylığına bulunduğundan farklı bir cemeatte hizmetine devam edebiliyormu ? edemez neden ? çünkü sadakatsizlik  olur ve en doğru yolun , kendi gittiği yol  olduğunu  zannetmesindendir. İddia  edildiği gibi herkesin yolunun ,  kendi yolu kadar hak olmadığı ve bu surette takıyye yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun altında kendi gittiği yolun en doğru yol olduğunun düşünülmesi yatmaktadır.  Asıl gayenin ve birinci hedefin Allah dan ziyade anlayışlar olması durumu , farkında olmadan Allah ı ikinci plana düşürdüğünden  , uygulamaların  bir kez daha gözden geçirilmesi  gerekmektedir. 
 Bu sistem hiçbir mantıklı dayanağı olmayan , akıl dışı uydurma bir sistemdir. Birileri şeytan ın tuzağına düşmüş , arkasından gidenlerde körü körüne tuzağa atlamaktadırlar. Güzel kardeşlerim gelin vazgeçin , herşeyi silip , hayatınızda yepyeni bir sayfa açın. 
   Günümüzün en mühim hastalıklarından biride  bencilliktir, bana bir şey olmasın kime ne olursa olsun  zihniyeti ,  müslümanlıkla bağdaşmayan bir tutumdur. Aynı zamanda  biz gittiğimiz yol itibarıyla  en güzel  mevkiye hak kazanıyoruz , diğerleri bu haktan mahrum kalacaklar şeklinde düşünerek , bencil bir tutum sergilenmiş oluyor. İslam dininin kardeşliğe verdiği önem , tarikat ve cemeatlerin birbirlerine karşı tutumlarında , hiç dikkate alınmamaktadır. 
 
  Toplumda dayanışma bilinci yok olmak üzere , kendi karnı doyan   ve dünyevi beklentileri yerine gelen ,  kendini  bahtiyar olmuş  gibi  görmektedir . Ne yazıkki  inancı olanda , olmayanda bu amansız hastalığa yakalanmış  durumda , Allah hepimizin yardımcısı olsun. İslam dininin birlikteliğe vermiş olduğu önemden , bencilliğin ne kadar vahim bir hâl olduğunuda anlayabiliriz. Cehalet ve bencillik bu toplumun yakasından düşene kadar , gerçek mutluluğa ulaşmak  mümkün değildir. Bunu başarmakta  kişilerin  elindedir , çaba sarf etmeden  cehaletten kurtuluş mümkün değildir. 
 |