HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: Her Müslüman Bir Kova Su Dökse Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
yalnız_kürt
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 27 haziran 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 155
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı yalnız_kürt

şiarım kuran Yazdı:
Rabbim İbrahim resulumzun merhametinden ver bize.

   Taş kalpli olanlardan eyleme bizi

   Yeryüzünde dini,dili,ırkı ne olursa olsun Zulme maruz kalan; çocuklara,yaşlılara,mazlumlara 'kendı hakettıklerı bize ne' diyenlerden eyleme bizi.

Savunduğunuz yada ifade etmek istediğiniz konuda Allah rızası için oradaki insanlara yardımda bulunmak isteye insanlarıın yardımına engel olursanız Sorumlulugu oldugunu hatırlatırım.

......

Filistinliler Toprak Sattılar mı?

28 Mayıs 2003 Çarşamba /ahmet varol /

Filistin meselesinde bir çok insan şunu söylüyor : "Onlar Osmanlı'ya olan ihanetlerinin ve para için topraklarını satmalarının cezasını çekiyorlar?" Acaba ben bu şekil düşünen bir insana nasıl karşılık verebilirim?

Sami

Filistinlilerin Osmanlıya ihanet ettikleri ve kendi elleriyle toprak sattıkları bu yüzden de bugünkü musibetlerin başlarına geldiği iddiası yıllardan beridir kullanıla gelen bir anti-propaganda malzemesidir. Bu malzemeyi en çok da siyonist işgal güçleri kullanmaktadır. Biz inşallah bu konuyu ileride çok daha ayrıntılı olarak ve tarihi gerçeklerle de aydınlatacak şekilde ortaya koymaya çalışacağız. Ancak bu konularda çok sık sorular sorulması sebebiyle burada bazı noktalara parmak basarak özet bilgilerle izah etmeye çalışacağız:

Birinci olarak: Siyonist lobiler Amerika'da: "Filistin boş bir araziydi, bir çölden ibaretti. Biz girdik ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir" diye propaganda yapıyorlar. İslam alemine yönelik olarak ise: "Filistinliler kendi topraklarını kendi elleriyle sattılar, biz de büyük paralar verip satın aldık" diye propaganda yapıyorlar. Burada çok açık bir çelişki dikkat çekmektedir. Çok fazla tarihe gitmeye gerek yok. Bugün yaşanan vakıa her iki iddiayı da yalanlamaktadır. Bugün Filistin'in içinde dört, Filistin'in dışında ise beş milyon civarında olmak üzere dünyada toplam 9 milyon Filistinli yaşamaktadır. Filistin'in dışındakilerin tamamına yakını, Filistin'in içindekilerin de yarıya yakın bir kısmı mülteci durumundadır. Yani tehcire tabi tutulmuş, göçe zorlanmışlardır. Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 28.220 km2'dir. Bunun bir bölümünü Nakab çölü oluşturmaktadır. Burası hala ihya edilmemiştir ve ihya edilmeye de müsait değildir. Sadece bazı bölümleri otlak olarak ve küçük çaplı tarım için kullanılmaktadır. Bir de İsrail bu çölü Filistinli tutsakları atmak için kurduğu bazı zindanlar ve meşhur Dimona nükleer santralı için arsa olarak kullanmaktadır. Fakat bununla birlikte Nakab çölünü de dahil ederek nüfus yoğunluklarına bir bakalım: Dünyadaki tüm Filistinli nüfus halen burada yaşıyor olsaydı, tehcire tabi tutulmasaydı ve dışarıdan yahudi göçü olmasaydı, bu topraklarda km2 başına 318 kişi düşüyor olacaktı. Türkiye'de km2 başına ortalama 80 kişi düşmektedir. Yani Filistin'deki nüfus yoğunluğu Türkiye'dekinin 4 katına tekabül ediyor olacaktı. Halen de nüfus yoğunluğu buna yakındır, çünkü göçe zorlanan Filistinli sayısına yakın sayıda yahudi dışarıdan göç ettirilmiş, bunların bir kısmı intifada dönemlerinde tersine göç etmiştir ve şu anda 5 milyon civarında yahudi nüfus bulunmaktadır. Peki nasıl oluyor da boş araziye mensup nüfus bu kadar büyük bir yoğunluk oluşturabiliyor? Zaten Lübnan'da, Suriye'de, Ürdün'de, Gazze'de ve Batı Yaka'da kurulan mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı siyonistlerin söz konusu iddialarını yalanlamıyor mu?

İkinci olarak: İşgalci siyonistler, Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin de buraları almak için büyük paralar ödediklerini söylüyorlar. Peki sattıkları araziler karşılığında büyük paralar alanların bugün gittikleri ülkelerde mülk edinmiş ve rahat bir hayata kavuşmuş olmaları gerekmez miydi? Bunların hepsi de herhalde o kadar büyük miktarlarda paraları birkaç günlük zevkleri için çarçur edecek ya da kumarda kaybedecek kadar aptal değillerdi. Oysa Filistinliler zikrettiğim yerlerde kurulmuş mülteci kamplarında tam anlamıyla sefalete mahkum durumdadırlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının ellerine bakmaktadırlar. O insanların yaşadıkları hayatı ben gözlerimle gördüm. Arzu edenler gidip görebilirler. Bir insan kendi öz mülkünü kendi eliyle satıp da sefaleti tercih eder mi? Bu durum o insanların, arazilerini satarak değil de tehcire zorlanarak topraklarını terk ettiklerinin akli bir delilidir.

Üçüncü olarak: Filistin'den dışarıya toplu göç 1948 Savaşı'nda başlamıştır. Bu tarihten önce toplu göç olmamıştır. Bu olay Filistin dışına çıkan Filistinlilerin yurtlarını, topraklarını satarak değil de savaş yoluyla ve kendilerine karşı şiddete başvurulması sebebiyle terk ettiklerinin delilidir. Çünkü yahudi örgütleri toprak satın alma konusunda en yoğun çalışmalarını 1948'den önce yürütmüşlerdir. Bu tarihten sonra tehcir yoluyla zaten geniş arazilere el koymuşlardır.

Dördüncü olarak: İsrail işgal devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerini yahudi göçmenlere vermek amacıyla "terk edilmiş arazilerle ilgili kanun" başlığı altında bir kanun çıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yüz binlerce dönüm arazi yahudi göçmenlere peşkeş çekilmiştir. İşgal devletinin zaten 55 seneden ibaret olan tarihini objektif bir bakış açısıyla incelerseniz bu kanun ve uygulanması hakkında bilgi edinmeniz mümkündür. Şimdi burada bir çelişki ortaya çıkmıyor mu? Madem ki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar "terk edilmiş araziler" hükmüne girdi.

Beşinci olarak: İsrail bugün mülteci durumundaki Filistinlilerin geriye dönme haklarını red konusunda oldukça ısrarlı davranıyor. Bakın en son "Yol Haritası" planını kabul ederken de mültecilerin vatanlarına dönüş haklarının reddini şart koştu. Peki neden bu insanların yurtlarına dönme haklarını red konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor? Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi. Ama öyle değil. Göçe zorlanan insanların arazilerine "terk edilmiş arazilerle ilgili kanun" yoluyla el koyduklarından mülteciler yurtlarına döndüklerinde o terk edilmiş arazilerin gerçek sahipleri ortaya çıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak. İşte bütün mesele bu. Sadece bu gerçek bile siyonistlerin "Filistinliler topraklarını sattılar" iddialarını yalanlamaya yetebilir.

Altıncı olarak: Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948'de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7'si.

Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi'nin Kanuni'yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla 1917'de Filistin'in işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.

300 bin dönümünü İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.

200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satım işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti.

600 bin dönümü de kendileri Filistin dışından olan, Lübnan ve Suriye'de ikamet edip Filistin'de mülk edinmiş bazı Arap kökenlilerden satın almışlardır.

Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani yahudilerin 1948'e kadar edindikleri arazilerin 8'de 7'sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.

250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9'una (binde 9'una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin'i terk etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim: Bir halk hakkında hüküm verirken % 0,9'un tavrına göre mi yoksa % 99,1'in tavrına göre mi hüküm verilir? Filistin halkının en az % 99'u göçmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer yahudi göçmenlerin, yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.

Yahudi göçmenlerin 1948'den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.

Yedinci olarak: Filistinlilerin arazilerini sattıkları iddiasını bu halk aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya çalışanların da itiraf ettikleri gibi arazilerini satanlar Filistin topraklarını terk etmişlerdir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Filistin halkının oldukça basit bir kısmını teşkil eden bu insanların, ya aldıkları paralarla başka yerlerde mülk edinmek amacıyla ya da şiddetli tepkilerle karşılaşmaları sebebiyle Filistin topraklarını terk ettikleri bir gerçektir. Yani bugün Filistin topraklarında yaşamaya devam edip de o toprakların İslami kimliğini savunanlar, her türlü zorluğa katlanarak, sürekli ölümü başlarının ucunda hissederek direnenler, toprak satanlar veya onların çocukları değildir. Bu durumda bu insanların başlarına gelenlerin, arazilerin yahudilere satılmasından kaynaklandığının iddia edilmesi Allah'ın adaletine bir iftira olmaz mı?

Sekizinci olarak: Kur'an-ı Kerim'de iki önemli iftira olayı üzerinde durulmakta ve bu olaylarla ilgili ayetlerde Müslümanların iftira konusunda nasıl bir hassasiyet göstermeleri gerektiği hakkında çok önemli ölçüler verilmektedir. Bu iki iftira olayı Hz. Yusuf (a.s.)'a atılan iftira ile Hz. Aişe (r. anha)'ya atılan iftiradır. Her iki olayla ilgili ayetleri de dikkatlice ve üzerinde derinlemesine düşünerek okuyun. Göreceksiniz ki ispat edilmemiş bir iddiadan dolayı bir kimseyi suçlu görmek büyük bir sorumluluk ve vebal yüklemektedir. Şunu da unutmayın ki bir halka iftira atılmasının sorumluluğu bir ferde iftira atılmasının sorumluluğundan çok daha büyüktür. Çünkü bir halka iftira atıldığında binlerce bazen milyonlarca insan haksızlığa uğramaktadır.

Dokuzuncu olarak: Aslında şu anda Filistin'de mücadele edenlerin ve mülteci kamplarında mağdur edilenlerin söz konusu iddiayla hiçbir ilgilerinin olmadığını yeterince ortaya koyan delilleri sıraladık. Zaten o insanların şu anki durumları da bu gerçeği ortaya koyan bir vakıadır. Fakat bir farz-ı muhal olarak öyle bir şey varsayılsa bile o insanların şu an işgale karşı tavır koymaları ve işgal altındaki vatanlarını kurtarmak için mücadele etmeleri hatalarından döndüklerini ve doğruyu seçtiklerini gösterir. Küfürden imana dönmüş bir insanın bile geçmişindeki küfürden dolayı suçlanması söz konusu değilken herhangi bir hatadan döndükten sonra hala ısrarla o hatadan dolayı suçlu gösterilmesi mantıklı bir şey olur mu? Kaldı ki biz bunu sadece Filistin halkının davasına ilgisiz kalınmasına gerekçe olarak kullanılan iddiaların her yönden tutarsız olduğunu ortaya koymak için bir farz-ı muhal olarak zikrediyoruz. Gerçekte bu davaya sahip çıkan direnişçilerin, büyük bir mücadele azmiyle vatanlarına sahip çıkan o insanların iddia edilenlerle hiçbir ilgilerinin olmadığını bir kez daha vurgulayalım.

Onuncu olarak: Siyonistlerin söz konusu iddiaları ortaya atmalarının temel amacı Müslüman halkların Filistin davasına ilgilerini zayıflatmak ve Filistin halkının mağduriyetine bigane kalmalarına sebep olmaktır. Ne yazık ki bu konuda amaçlarını kısmen gerçekleştirdiklerini de görüyoruz. Çünkü Filistin davasına ilgisiz kalanlar genellikle "toprak sattılar" iddiasını kendilerine gerekçe gösteriyorlar. Oysa İslam tüm Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bir kimse kardeşini herhangi bir hatasından dolayı canavarın önüne atmaz. Siyonizmin Filistin halkına layık gördüğü zulüm bir canavarın yaptığından farksızdır. Bu durum karşısında o insanların mazlumiyetlerine ve mağduriyetlerine bigane kalmamıza, "toprak sattılar" iddiası gerekçe teşkil edebilir mi? Kaldı ki bu iddia, yukarıda ifade ettiğimiz üzere şu an Filistin topraklarında varlık mücadelesi verenleri ilgilendiren bir iddia olmadığı halde o insanlar üç ayrı zulme maruz kalıyorlar: Bir: Topraklarını gasp eden işgalcilerin zulmüne. İki: Kendilerinin işlemedikleri bir hatadan dolayı iftiraya maruz kalma zulmüne Üç: O hatayı işlemiş olanların zulmüne. Buna bir de Müslümanların o hatayı gerekçe göstererek davalarına bigane kalmalarını eklerseniz o insanların her yönden mağdur oldukları sonucuna varırsınız.

On birinci olarak: Filistin davası kuru bir toprak meselesi değildir ve sadece Filistinlilerin omuzlarında taşımaları gereken bir dava da değildir. Bu dava tüm ümmeti ilgilendiren ve inançla bağlantılı bir davadır. Bu konuda bizim "Filistin Davasının İslami Temelleri" başlıklı dosyamızı okuyabilirsiniz. Dolayısıyla Filistinlilerin tamamı bu davayla ilgilerini kesseler bile yine İslam ümmetinin Filistin davasına sahip çıkması ve siyonist işgale karşı mücadele etmesi gerekir.

Filistinli Mülteciler Siyonistlerin İddialarının İftira Olduğunun Canlı Belgeleridir

Bugün muhtelif mülteci kamplarında sefalet içinde yaşayan Filistinliler ve onların yurtlarından çıkarılmalarının, geride bıraktıkları mülklerine el konulmasının öyküsü de işgalci siyonistlerin "Filistinliler topraklarını sattılar" iddialarını yalanlayan canlı belgelerdir. Bu yüzden bu konuya da biraz temas etmekte ve mülteciler dosyasını biraz açmakta yarar görüyoruz.

  • Bugün dünya üzerinde Filistinlilerin sayısı 9 milyonu bulmuştur. Bu nüfusun sadece 4 milyonu Filistin toprakları içinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında onların da çoğu mülteci kamplarında yaşıyorlar. Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekanları değiştirilmiş, mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının % 75'ine yakın bir kısmı ikamet ettikleri yerlerden silah zoruyla ve şiddet yoluyla çıkarılmışlardır. Bu vakıa siyonist işgalin sebep olduğu tehcir gerçeğini gözler önüne sermektedir. O insanların bu şekilde tehcire zorlanmaları topraklarını satmama konusunda gösterdikleri kararlılıktan kaynaklanıyordu. Aksi takdirde topraklarını satarak büyük paralar alabilir ve Filistin dışında rahat bir ortama yerleşebilirlerdi.
  • Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin % 78'i, bu topraklar üzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları ise Filistin topraklarının tümünün % 15'ine tekabül etmektedir. Kalan % 22'lik nüfus ise Filistin topraklarının % 85'ine tekabül eden bölgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin dönümdür. Onların kullandıkları araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle ve daha öce sözünü ettiğimiz terk edilmiş topraklarla ilgili kanunun işletilmesi suretiyle işgalcilerin eline geçmiştir. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudiye dağıtıldı. İşgal devleti bu mültecilerin yurtlarına dönmelerini engellemek için var gücüyle çalışıyor ve herhangi bir "barış (!)" anlaşması imzalanabilmesi için göçe zorlanan bu beş milyon Filistinlinin yurtlarına dönüş haklarından kesinlikle vazgeçmelerini şart koşuyor.
  • Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da % 90'ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Bu boşaltma ve yıkım işlemi de göçe zorlama politikasında kullanılan bir metottu. Eğer ki Filistinliler topraklarını elleriyle satmış olsalardı işgalcilerin böyle bir metoda başvurmalarına gerek olmayacaktı.
  • Filistinli mülteciler maruz kaldıkları bütün zorluklara rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmemekte ısrarlıdırlar. Mülteci kampları belki onlar için adeta birer bekleme salonları olmuştur. Onlar belki isteselerdi biraz daha iyi ortamlarda yaşamanın yollarını araştırıp yurtlarına dönüş haklarının peşine düşmeyebilirlerdi. Ancak sırf bu haklarından vazgeçmemek için oralarda beklemeyi ve onca zorluğa katlanmayı tercih ediyorlar. İsrail işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin bütün entrikalarına rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmediler ve vazgeçmeyeceklerini de ısrarla söylüyorlar. Eğer ki topraklarını satmış olsalardı böyle bir haktan söz etmeleri bile mümkün olmazdı. Topraklarına sahip çıkma hassasiyeti taşımasalardı mülteci kamplarında beklemek yerine siyonizme destek veren uluslararası güçlerin sunduğu imkanlardan yararlanarak bir yerlere yerleşmeyi tercih ederlerdi. Onları göçe zorlayan şey, vatanları konusunda duyarsız olmaları değil Müslümanların kendilerini yalnız bırakmaları ve İslam coğrafyasında ortaya çıkan kukla yönetimlerin işgalcilerin arkasında duran emperyalistlerle işbirliği yapmalarıdır. Zaten her savaşta bu tür toplu göç olayları olur. Çünkü kalabalık kitlelerin bütün fertleri savaşma gücüne sahip değildir.

    Yahudilerin Filistin'e Yerleşmeleri

    Aslında burada problem yahudilerin Filistin topraklarında ikametlerinden ziyade siyonizm ideolojisiyle birlikte gelen işgal olayından kaynaklanmaktadır. Osmanlı döneminde normalde yahudilerin legal yollarla ve herhangi bir tehdit oluşturmayacak şekilde Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olunmuyordu. Ancak Basel konferansından sonra siyonizmin teşkilatlı bir hale gelmesinden ve Filistin topraklarından bir devlet kurma çalışmaları başlatmalarından sonra Osmanlı sultanı II. Abdülhamid yahudilerin Filistin'e yerleşmelerini ve buralardan toprak satın almalarını engellemiştir. Ne var ki İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ihanetiyle onun bu konuda aldığı tedbirler kaldırıldı. Zaten söz konusu cemiyetin mensuplarını incelerseniz birçoğunun yahudi veya dönme olduğunu görürsünüz. (Bu konuda bizim Türkiye'de Yahudi Lobiciliği başlıklı dosyamızda ayrıntılı bilgiler mevcuttur.) Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin en önemli sebebi de siyonistlerin Filistin'le ilgili emellerinin önüne set çekmesidir.

    İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1908 ihanetinden sonra yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri kolaylaştırıldı. Fakat buna rağmen yine de yahudi göçünde söze gelir bir artış olmadı. Sonra İngilizlerin 1917'de bu toprakları işgal etmeleriyle yahudi göçünün hızlandırılması için önemli teşvikler oldu. Daha önce de zikrettiğimiz üzere İngiliz işgalciler, vergi zulmü yoluyla Filistinlilerden zorla aldıkları arazileri yahudilere bedava dağıttıkları halde yine de göçte istenilen oranda bir artış olmadı. En büyük göç dalgası 1933'te Avrupa'da Nazi fırtınasının estirilmesinden sonra başladı. (Bu konuda da bizim Gizli Dünya Devleti ve Siyonizm başlıklı dosyamızı okumanızı tavsiye ediyoruz.) 1933'e kadar İngiliz işgalcilerin tüm teşviklerine rağmen Filistin topraklarına yerleşen yahudi sayısı 150-200 bin civarındaydı. Bunların da epey bir kısmını Osmanlı döneminde yerleşmiş olanlar oluşturuyordu. Nazi tehdidinden dolayı Filistin'e göç eden yahudilerle 1947'ye kadar bu nüfus 800 bine çıktı.

    Gelen yahudilerin hepsi tabii ki toprak sahibi olarak gelmiyorlardı. Filistinliler o zaman yahudi akınına karşı mücadele ettiklerinden öyle kırsal alana pek yayılmıyor daha çok şehir merkezlerinde veya Siyonist örgütlerin kurduğu yerleşim merkezlerinde toplanıyorlardı. Bugün bile Filistin topraklarına yerleştirilmiş yahudi nüfusun % 78'i şehirlerde ikamet etmektedir. O dönemde siyonist oluşumlar göçmen yahudilerin gençlerini kullanarak çeşitli terör örgütleri kurdular. Bu terör örgütlerinin gerçekleştirdiği katliamları Filistin tarihiyle ilgili kitaplardan okumanız mümkündür. Bütün bu katliamların ve saldırıların amacı Filistinlileri yıldırmak ve üzerlerinde bir tehdit gücü oluşturmaktı. Ancak yaptıkları bütün saldırılara rağmen bir "İsrail" devleti kurulmadan önce Filistinlileri göçe zorlama konusunda başarılı olamamışlardır.

    "İsrail" devletinin ortaya çıkması ise siyonist terör örgütlerinin başarısıyla değil, emperyalist güçlerin yardımlarıyla ve Arap ülkelerindeki kukla yönetimlerin ihanetleriyle olmuştur. İşte bu ihanetin sonucunda bir işgal devleti ortaya çıkmış ve Filistinlilerin göçe zorlanması da o devletin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. İşte yahudilerin geniş mülkler edinmeleri, büyük arazilere el koymaları bundan sonradır.

    Filistinliler Osmanlı'ya İhanet Etmediler

    Filistin halkına yapılan en büyük haksızlıklardan ve atılan en önemli iftiralardan biri de bu halkın Osmanlı'ya ihanet ettiği iddiasıdır. Burada Suud ailesinin öncülüğünde Hicaz bölgesinde çıkarılan Vehhabi isyanları, Mekke şerifi Hüseyin'in (bugünkü Ürdün kralının dedesinin dedesi) İngilizlerle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği ihanet, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ile onun oğlu İbrahim Paşa'nın ihanetinden kaynaklanan gelişmeler, Yemen isyanları ve Arabistanlı Lawrance'ın kandırdığı birkaç kabilenin çıkardığı isyanlar hep birbirine karıştırılıp çorba yapılarak toptan Filistin halkının üzerine yükleniyor. Oysa bu ihanetlerle Filistin halkının hiçbir ilgisi yoktur ve tarihi incelerseniz Osmanlı'ya karşı bir Filistin isyanından söz edildiğini göremezsiniz. İngilizlerin Filistin topraklarını işgalinde de en büyük ihaneti yapan Mekke şerifi Hüseyin ile onun oğullarıdır ki bu aile Filistin halkına da en büyük ihaneti yapmıştır. Ne kadar ilginçtir ki Filistin halkına ihanet etmiş birinin yaptığı Filistin halkının ihaneti olarak takdim ediliyor. Atı çalınan kimse hakkında "at çaldı" denmesi gibi. Bunda da siyonistlerin çeşitli medya organları vasıtasıyla yürüttükleri manipülasyonun büyük rolü var. Osmanlıya en büyük ihaneti yapan Şerif Hüseyin ve oğulları siyonistlerle işbirliği yaptıklarından onların ihanetleri hep gizlenirken, İngilizlerin Filistin topraklarına girmelerine yardımcı olan bu ailenin yaptığı ihanet ne yazık ki Filistin halkının Osmanlı'ya ihaneti olarak takdim ediliyor. Çünkü siyonistler kendileriyle işbirliği yapanların kirli çamaşırlarını gizlerken, kendilerine karşı mücadele edenlere çamur atarak onları lekelemeye çalışıyorlar.

    Artık lütfen zihnimizden, tarihin saptırılmasından kaynaklanan bu büyük yanlışlıkları silelim ve her yönden mağduriyete, haksızlığa duçar olmuş bir halkın haklı davasına sahip çıkalım. Bu halkın maruz kaldığı zulmün ortadan kalkması için hiçbir şey yapmazken bir de haklarındaki iftiraları onaylayarak biz de haksızlık edersek bunun vebali büyük olur.

    Kendimizi de Sorgulayalım

    Osmanlı devletine ihanet konusu gündeme gelince hemen parmaklar Arap dünyasını gösterir. Oysa Osmanlı'ya en büyük ihaneti İttihat ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler gibi fitne odakları yapmıştır. Bunu söylerken, Arap dünyasından çıkıp da İngiliz sömürgecilerle işbirliği yapmış hainleri temize çıkarma gibi bir niyetimiz yok. Bununla şu hususa dikkat çekmek istiyoruz: Bizim içimizden çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti veya Jöntürkler sebebiyle bu halkı toptan mahkum etme hakkımız var mıdır? Eğer böyle bir şeyi makul görüyorsak o zaman önce kendimizi mahkum etmekle işe başlamamız gerekir. Kaldı ki Arap dünyasından çıkmış hainlerle Filistinlilerin, Arap ulusundan olma dışında zikre şayan bir ortak yanları bulunmamaktadır. Hele bugün Filistin'in özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele edenler onlarla taban tabana zıt durumdadırlar.

    Daha yakın zamanda Irak'ta bir halkı hedef alan iğrenç saldırıya halkımızın bütün kesimlerinin karşı çıktığı malumdur. Bu tepki çok farklı ideolojik anlayışlara sahip kitleleri birlikte hareket etmeye ve ortak eylemler düzenlemeye sevk etti. Böyle olmasına rağmen birilerinin üç beş kuruş dünyalık kazanabilmek için sömürgeci güçlere çeşitli imkanlar sağladıklarını da gördük. Bu durumda tepki gösterenlerle, ellerindeki dünyevi imkanları saldırganların hizmetine verenleri, aynı ülkenin insanları olmaları sebebiyle aynı kategoriye mi sokacağız?

    Halkımızın topyekün mücadele verdiği İstiklal Savaşı döneminde bile içimizden ihanet edenler çıkmadı mı? Peki ihanet edenlerle İstiklal Savaşı'na katılanları ve destek verenleri aynı kategoriye mi sokacağız?

    Bugün Filistin halkının, bağımsızlık ve hürriyet için sürdürdüğü mücadele bu ülke halkının geçmişte verdiği İstiklal Savaşı'nın aynısıdır. Bu mücadeleyi yürütenleri ihanet edenlerle aynı kategoriye sokanlar en başta kendi geçmişlerine haksızlık etmiş olurlar. Çünkü ihanet edenlerle, hakları ve hürriyetleri için direnenleri, zilleti kabul edenlerle başlarını dik tutanları aynı kategoriye sokma anlayışını makul ve kabule şayan bir anlayış olarak benimsemiş olurlar. Böyle bir anlayışı benimseyebilecek birine de bizim söyleyecek bir sözümüz yok.

  • http://www.vahdet.com.tr/soru/soru-frm.html

  •  



  • __________________
    Gideni az olan yoldan gidin (İncil)

    Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
    Yukarı dön Göster yalnız_kürt's Profil Diğer Mesajlarını Ara: yalnız_kürt
     
    yalnız_kürt
    Uzman Uye
    Uzman Uye
    Simge

    Katılma Tarihi: 27 haziran 2007
    Yer: Turkiye
    Gönderilenler: 155
    Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı yalnız_kürt

    Filistinliler Toprak Sattılar mı?

    Bir kardeşimiz Filistinlilerin toprak sattıklarına dair iddialara gerekçe olarak kabul edilen ve tarihî kaynaklardan çıkarılan bazı bilgiler çerçevesinde yazılmış makaleyi göndererek bu bilgilerin doğruluk derecesini sormuş. Aslında bu makalede dayanılan bilgiler, Filistinlilerin toprak sattıkları iddialarının genelleştirilmesi anlayışının tutarsızlığını ortaya koymaktadır. Makalenin orijinal şekli aşağıdadır. Arzu edenler okuyabilirler. Fakat makaleyi okuyanlara bizim cevabımızı ve daha önce konuyla ilgili bir soruya verdiğimiz cevabı da mutlaka okumalarını tavsiye ediyoruz.

    Tarih ve Düşünce dergisinde yayınlanmış olan ilgili makalenin dipnotlarıyla birlikte tam metni:

    Filistin'i Kim Sattı?

    Yahudilerin, Filistin'e yönelik yerleşme, yurt ve bağımsız ülke kurma operasyonları, Temmuz 1882'lerde resmen başlamıştır. Önceleri Batılı Yahudi zenginlerin Filistin'den para ile Yahudiler için Osmanlı'dan toprak satın alma girişimleri ile başlayan bu operasyonlar, Siyonizmin lideri Theodor Herzl'in 1896-1902 yılları arası tam beş defa İstanbul'u ziyaret ederek amacına ulaşmak için yaptığı girişimlerle yeni bir boyut kazanmıştır.(1) II. Abdülhamid, Theodor Herzl'in her teklifini -vaat ettiği para ve medya desteğine rağmen- kesin bir dille reddetmiş, padişah, arkadaşı Newslinski aracılığı ile Theodor Herzl'e şu ültimatomu göndermişti:

    "Eğer Bay Herzl, senin arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim, bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla örteriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarının askerleri birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Devlet-i Aliyye bana ait değil, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Musevîler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman, Filistin'i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak, bu ülke taksim edilebilir. Ben, canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem.(2)

    "Filistin'i satmayız"

    Fakat buna rağmen bugün olduğu gibi dün de Yahudiler Avrupa'da "Ermeni Meselesi"nde Türkiye'yi destekleyecek, Osmanlı'nın Avrupa'daki borçlarını ödeme girişiminde bulunacak, hatta 30 milyon sterlini bulan tüm Osmanlı borçlarını Filistin'e karşılık tasfiye etme ve ödeme girişiminde bulunacaklardı. Hiç olmazsa Hayfa dahil Akkâ sancağı kendilerine verilmeliydi. Fakat Osmanlı yetkilileri, buna karşılık, Yahudi girişimcilere ekonomik bazı imtiyazlar verebileceklerini, ama asla Filistin'i vermeyeceklerini söylüyorlardı. Washington'daki Osmanlı Büyükelçisi Ali Ferruh Bey, 24 Nisan 1899'da bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte "Ceplerimize milyonlarca altın doldursalar, hükümetimiz Arap memleketlerinin hiçbir bölümünü satmak niyetinde değildir" diyordu. Ali Ferruh Bey aynı beyanatında, Filistin meselesinin ekonomik değil, siyasî bir mesele olduğunu, bu nedenle de Maliye Nezareti'ni ilgilendirmediğini söylemişti.(3)

    Siyonistlere tedbir

    II. Abdülhamid, sadece Siyonistlerin teklifini reddetmekle kalmamış, onlara karşı Filistin'e yerleşmemeleri için etkin önlemler de almıştı. Bu nedenle de büyük güçler nezdinde diplomatik girişimlerde bulunulmuş, Musevîlerin Siyonistleşmesini engellemeye çalışmış. Duhûliye Nizamları hazırlatmış, Siyonistlerin yabancı himaye elde etmelerini önlemek için çaba harcamış ve Filistin'den Yahudîlerin arazi satın almalarını yasaklamıştı. (...) 1867 tarihli Osmanlı Arazi Kanunnamesi, Mûsevîlerin Kutsal Topraklar'da arazi almalarını engellemiyordu. 5 Mart 1883'de çıkarılan yeni kanun yabancı Siyonistlerin Osmanlı ülkesinde taşınmaz mal satın almalarını yasakladığı halde, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilere herhangi bir yasak getirmiyor, bu nedenle de yerli Yahudilere Siyonist örgütlerce para verilerek, bölgede önemli bir toprak parçasının Siyonistlerce satın alınması sağlanıyordu.

    Filistin'i satanlar

    15 Ağustos 1893'de üç Filistinli yöneticinin gönderdiği bir rapor, Filistin'de yaşananları, ihanet ve gafletleri bir bir ortaya koyuyordu. Raporu, Akkâ'nın eski Umumî Müdürü Nabluslu Muhammed Tevfik, Bihke'nin eski Reji Müdürü Muhammed Said ve Bihke'ye bağlı Bihar Nahiye Müdürü Beyrutlu Suphi Efendiler hazırlamışlardı. Bu iki sayfalık önemli raporu sadeleştirerek ve kısaltarak Filistin'i kimlerin sattığını merak edenlerin dikkatlerine sunmak istiyoruz.(4)

    "Romanya ve Rusya göçmeni Yahudilerin Osmanlı ülkesinde, özellikle Filistin'de iskânları, Filistin'e girmeleri ve burada arazi satın almalarının padişahın yüce emri ile yasaklandığı herkesçe bilindiği halde, bazıları özel çıkar ve menfaatleri, bazıları da bozguncu, zararlı fikir ve düşüncelerinin etkisiyle bu emre uymamışlardır. 1890 senesinde Yafa ve Hayfa kasabalarında Baron Hirsch'in adamları Mösyö Henger ve Mayer Zelyan aracılığı ile Yahudiler için toprak satın alınmış, Rus tebaası 140 aile Hayfa havalisine yerleştirilmişti. Bu işte onlara Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa, eski Hayfa Kaymakamı Mustafa Efendi Kanevetti, yeni Hayfa Kaymakamı Ahmed Şükrü, Akkâ Müftüsü Ali, Hayfa Belediye Reisi Mustafa ve Hayfa İdare Meclisi Azâsından Necip Efendi aracılık yapmışlardı. Bu ekip, düzenledikleri sahte mukavele ve belgelerle eski Adana Mutasarrıfı Şakir Paşa ve Cebel'i Lübnan ahalisinden Selim ve Nasrullahi'l-Havarî'nin vaktiyle 800 liraya aldıkları Hayfa yakınlarındaki mülkleri; Hazire, Dordore ve Nefbâte çiftliklerini 18.000 liraya satmış, ayrıca kendileri de 2.000 lira aracılık parası almışlardı. Bu satış sonrası bir gece içinde Hayfa Polis Memuru Aziz ve Zabıta Memuru Yüzbaşı Ali Ağaların marifetiyle Rus göçmeni 140 aile Hayfa sahillerindeki bu araziye yerleştirilmişlerdi. Padişahın iradesi (emri) nedeniyle arazi satışının yasak olduğunu çok iyi bilen Hayfa Belediye Başkanı Mustafa Efendi, selâhiyetini kullanarak sahte ve kadim (çok eski) tarihli bir ruhsatname ile burada 140 haneli yeni bir Yahudi köyü kurmuş, onlardan bir de vergi alarak yıllardır Osmanlı vatandaşı olduklarını belgelemeye çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen Mustafa Efendi güya bunların yıllarca Safed ve Taberiyye kazaları arasında bulunan "Mizrate'l-Hafize" köyünde asırlardır yaşadıklarını, ama nüfuslarının unutularak kaydedilmediklerini ileri sürerek onları Osmanlı nüfusuna kaydetmiş, 140 fakir Yahudi ailesinin altısından, birer mecidiye, toplam altı mecidiye, "nüfusa geç kaydolma" cezası almıştı. Böylece, bir gecede 140 Yahudi aileye Osmanlı vatandaşı olarak fakirlik ilmuhaberi verilip, birçok devlet hizmetinden bedava yararlanmaları sağlanmıştı."

    Şikâyetçilere göre Hayfa ve Akkâ'da bu yolla, Yahudilerin iskânı sürekli hâle ettirilmiştir. Bundan başka, Baron Bilavaroş'un vefatıyla sahipsiz kalan Zemarin köyüne Yahudi koloniciler el koymuş, Baron Roşeyle yönetimindeki 700 hane Yahudi bu köye yerleştirilmişti. Daha sonra da her ne yapılmışsa yapılmış bu arazi Yahudilere Padişahın emrine aykırı olarak satılmıştı. Bu köyün çevresindeki Eşfiya, Emma'l-Altun ve Emma'l-Cemal adlı üç köy de bu arazinin içinde gösterilmiştir. 2-3 bin kuruş kıymetinde harap bir arazi, Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa tarafından 2.000 liraya Yahudilere satılmıştır. Hayfa ve Yafa arasında bulunan Hazine-i Hassa ile bitişik, dönümü bir kuruştan alınan Haşmezrezzake adlı 30 dönüm arazi, 30 bin liraya Yahudilere satılmıştı. Yine dönümü 3 kuruşa alınan beşbin dönümlük arazi de 15.000 liraya Yahudilere satılmıştı. Bu, şebekenin faaliyetlerini bütün bütün ortaya çıkarmıştı. (...)

    Yahudîlerin maddî fedâkârlıkları sonucu onlarla iyi geçinen yerel yöneticiler genelde onlara itibar etmiş, Müslümanlara fazla yakınlık göstermemişlerdir. Bunlardan biri olan Maykerî Nahiyesi Müdürü Çerkes Ali Ağa, Yahudilerin kalp akça bastıkları ihbarı üzerine, Yahudî köylerine gidip soruşturma yapmak isteyince tahkir ve saldırıya uğramış, daha sonra da onların girişimleriyle azledilmişti. Onun gönderilmesinden cesaret alan Yahudîler, bir takım silah ve mühimmat depolamaya, gizli eğitim kurumları açmaya ve kendilerini engelleyebilecek kişileri hapis ve işkence ile yıldırmaya başlamışlardı.(5)

    (1) Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991, 3. Baskı, Çağ Yayınları, 55-63
    (2) Yaşar Kutluay, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul, 1973, s. 108-109
    (3) Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 91
    (4) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ. 27/39
    (5) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ. 27/39

    Bizim cevabî yazımız:

    (Not: Cevabî yazımızın baş tarafında bizim daha önce konuyla ilgili soruya verdiğimiz cevaptaki bilgileri koymuştuk. Aynı bilgileri buraya aktarmaya gerek görmediğimizden söz konusu cevabın linkini koymakla yetiniyoruz. Bu cevabı okumadan aşağıdaki bilgilere geçerseniz meseleyi etraflıca anlamanız zor olacaktır. Söz konusu cevabımızı okumak için tıklayın.)

    Benim bu yazıdan haberim var ve daha önce de okudum. Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmelerinde bazı hainlerin aracılık etmeleri konusu bizim yazılarımızda da geçmektedir. Bizim bu konuyla ilgili bir soruya Web sitemizde verdiğimiz cevapta da yahudilerin 1948 öncesinde Filistin'de mülk edinmeleriyle ilgili bilgiler mevcuttur.

    Sizin gönderdiğiniz yazıda da, dikkat ederseniz Filistin halkının veya halktan birilerinin ihanetine işaret edecek bilgi değil yönetimdekilerin bir ihanetinden söz ediliyor. Yazıda sözü edilen arazilerin satılması da kuvvetli ihtimalle herhangi bir aracılık işlemiyle değil "mirî arazi" uygulamasıyla gerçekleştirilmiştir. Çünkü o dönemde Filistin'in geneli mirî arazi hükmündeydi. Devlet yetkilileri istediklerinde el koyup devir işlemi yapabiliyorlardı. Halktan birinin de devletin kabulü olmadan arazi satmasına imkân yoktu. Zaten Sultan II. Abdülhamid'in Filistin'de yahudilerin mülk edinmelerini engelleme amacıyla tedbir alması da söz konusu uygulamaya binaen olmuştur. Dolayısıyla o dönemde yapılan satış işleminden dolayı halkı, halktan birilerini suçlamaya imkân yoktur. Yani 1917 öncesindeki satışlarda ihanet edenler halktan birileri değil yöneticilerdir. Sultan II. Abdülhamid, yöneticilerin ihanetlerini önlemek için kontrolü sıkılaştırmıştı. Ancak sonraki dönemlerde bu kontrol gevşedi. Bu kontrolün gevşemesine sebep olan ise İttihat ve Terakki Cemiyeti'dir.

    Sözü edilen olay da Osmanlı'nın bölgeye hâkim olduğu dönemde yine bu devletin tayin ettiği yöneticilerin ihanetiyle gerçekleşmiştir. Osmanlı döneminde idareciler vasıtasıyla yahudilerin mülk edinmeleri de zaten gönderdiğiniz yazıda zikredilen olayın gerçekleştiği tarihte değil çok önce başlamıştır.

    Çirkin olan işte bu ihanetlerin, bu tür oyunların, bugün işgale, zulme ve haksızlığa karşı direnen, orada Müslüman varlığının devam etmesi için mücadele eden, onur ve haysiyeti için her türlü fedakârlığı göze alan halka mal edilmesidir. Ne yazık ki gönderdiğiniz yazıda da üstü kapalı bir şekilde bu hava var. Tarih boyunca Türkiye toplumunun Filistin davasına soğuk bakmasına sebep olan da işte bu anti-propaganda oldu. Bu konuya temas edenler böyle Filistin halkını toptan suçlu gösteren bir yaklaşımla olayları aktarmak yerine Osmanlı devletinin altını oyan İttihat ve Terakki Cemiyeti türündeki ihanet çetelerine yaklaştıkları şekilde yaklaşsalardı, bu tür ihanet çetelerinin suçlarını direnen halka yüklemekten kaçınsalardı belki böyle bir sonuç çıkmazdı. Söz konusu tarzdaki anti-propaganda sadece İslâm coğrafyasının kalbine saplanan hançer niteliğindeki siyonist işgale hizmet etmiştir.

    Bugün TÜPRAŞ'ın % 15'inin Ofer gibi bir siyonist şirketine satılması, yine Galataport ihalesinin aynı şirkete verilmesi üstelik bu işlemin "muhafazakâr" bir partinin iktidarı döneminde gerçekleşmesi acaba yakın bir gelecekte Türkiye toplumu açısından nasıl bir imaj bırakacaktır? Üstelik Türkiye toplumunun geneli böyle bir işlemi kabullenmiş görünüyor. Çok fazla "red" sesi çıkmıyor. Ayrıca Ortadoğu bölgesinde sanayinin ve devletlerarası ticaretin İsrail işgal devletine entegre edilmesi amacına yönelik plan sadece bunlardan ibaret değil. Bunun dışında daha birçok projeyi kapsıyor. Bu projelerin hayata geçirilmesinde en çok da Türkiye'deki yönetimin izlediği politikaya güveniyorlar. Bu konuyu merak ediyorsanız Mustafa Eğilli'nin Kudüs dergisinin son sayısında (7. sayı) "Nitelikli Sanayi Bölgeleri ve İsrail'in Ekonomik Entegrasyonu" başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ediyorum. Kısacası kendimizi de hesaba çekme erdemliliğini göstermeli ve hak ile batılı birbirinden iyi ayırmalıyız. Bunu sizin söz konusu yazıyı göndermeniz sebebiyle değil, Müslümanların genelde eksikleri, önemli kusurları olduğuna dikkat çekmek için söylüyorum. Yüce Allah'ın hepimizi basiret ve duyarlılık sahibi kılması için duacıyız.

    Zihninizde soru işaretleri ve tereddütler oluşmasına sebep olan bir yazıyı bize göndererek yardımcı olmamızı istemenizden dolayı çok teşekkür ediyorum. İnşallah bütün mü'min kardeşlerimiz aynı duyarlılığa kavuşur ve böylece yanlış yönlendirmelerin etkisi azalır. Temennimiz burada verdiğimiz bilgilerin faydalı ve aydınlatıcı olmasıdır.

    http://www.vahdet.com.tr/soru/soru-frm.html



    __________________
    Gideni az olan yoldan gidin (İncil)

    Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
    Yukarı dön Göster yalnız_kürt's Profil Diğer Mesajlarını Ara: yalnız_kürt
     
    muvahhit
    Ayrıldı
    Ayrıldı


    Katılma Tarihi: 24 haziran 2006
    Yer: Turkiye
    Gönderilenler: 669
    Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı muvahhit

    selam...

    hamasla el fetihin çatışmasına da sebep benim sanırım...
    önce onlar birlik olacak!
    Yukarı dön Göster muvahhit's Profil Diğer Mesajlarını Ara: muvahhit
     
    ŞiaRıM-KuRaN
    Uzman Uye
    Uzman Uye
    Simge

    Katılma Tarihi: 26 aralik 2006
    Yer: Turkiye
    Gönderilenler: 124
    Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ŞiaRıM-KuRaN

    2/214 Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?Onlar şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar.Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman!" diye yakarıyordu.Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır.

    Bu çocuklarda mı suçlu ? Zulum var dostum zulum orada Peygamberimiz döneminde zulum gören muslumanlara,sahabelere,mazlumlara bunlara peygamberimiz banane mi diyordu.Yoksa nasıl davranıyordu bana açıklayın lutfen!

    SELAM VE DUA İLE



    __________________
    ZÜMER-2739/27 Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler.
    Yukarı dön Göster ŞiaRıM-KuRaN's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ŞiaRıM-KuRaN
     
    muvahhit
    Ayrıldı
    Ayrıldı


    Katılma Tarihi: 24 haziran 2006
    Yer: Turkiye
    Gönderilenler: 669
    Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı muvahhit

    selam...
    El Fetih'ten Hamas'a: Gün birlik günüdür DIŞ HABERLER
    Filistin'de El Fetih yetkileri Hamas televizyonuna bir demeç vererek, İsrail saldırıların-dan sadece El Fetih'in değil aynı zamanda Hamas'ın de zarar gördüğünü söyleyerek “gün birlik günüdür” çağrısında bulundu. El Fetih yetkilileri, “İsrail'in kışkırtıcı tavrı” karşısında birliğe ihtiyaç olduğunu belirterek “İsrail güvenlik güçleri saldırırken ayrım gözetmiyor” açıklamasında bulundu.
    Yeni Şafak

    düşman tokadı bir ona çarpıyor bir buna sonra bunlar ortak düşman yerine kim daha sert vurdu ayağıyla birbirine vuruyor...
    akıllarını kullanmazlar ise daha çok el yumruğu yiyeceklerdir..onlar önce kendi aralarında birliği sağlamalı ki sonrasında ne olur ona bakalım..
    onlar aralarında birliği sağlamadıkça dünyaya bu resimleri.kız çocuklarının yuhalama videolarını dağıtmasınlar,biz mazlumuz diye..hayır!asla mazlum değiller..aynı kan ve aynı ırktan olanlar ortak düşmana yönelmek yerine biri sağcı biri solcu ayrımıyla güçlerini bölüyorlar..onlar bir araya gelmediği kendi içlerinde kan döktükleri sürece ben onlara hemde tamamına yuh derim..
    birlik olmadığı sürece masum olan çocuklar kadınlar can vermeye..yada Allah haklarında hayır dileyene kadar ezilmeye mahkum olacaklardır..
    müminlerin arasını bulun diyen yüce Mevla'dır..arabulucular olmasına rağmen bir araya gelmeyen beyinsizlerin yüzünden yazık ki çok masum ölmektedir...benim nefretim o beyinsizleredir..israili kınamayan zalim oğlu zalimdir..ancak birlikteliği sağlamayanlarda onlardan aşağı değildir..söylenecek çok söz var amma gayri yeter..

    bu olmadığı sürece dertlerini anlatmasınlar..
    Yukarı dön Göster muvahhit's Profil Diğer Mesajlarını Ara: muvahhit
     
    ŞiaRıM-KuRaN
    Uzman Uye
    Uzman Uye
    Simge

    Katılma Tarihi: 26 aralik 2006
    Yer: Turkiye
    Gönderilenler: 124
    Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ŞiaRıM-KuRaN

    ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM

    Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
    Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
    Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
    - Boğamazsın ki!
    - Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
    Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
    Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
    Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
    Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
    Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
    Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
    Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
    Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
    Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
    Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
    Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
    İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?

                                              Mehmet AKİF ERSOY

    SELAM ve DUA ile

     



    __________________
    ZÜMER-2739/27 Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler.
    Yukarı dön Göster ŞiaRıM-KuRaN's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ŞiaRıM-KuRaN
     

    Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
    Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

    << Önceki Sayfa 2
      Yanıt YazYeni Konu Gönder
    Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

    Forum Atla
    Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
    Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
    Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
    Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
    Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
    Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

    Powered by Web Wiz Forums version 7.92
    Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
    hanif islam

    Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

         Sayfam.de  

    blog stats