HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an Çalışmaları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an Çalışmaları
Konu Konu: NKH Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Yine bu ayete recep ihsan hocanın yaklaşımı...

2- ÇOKEŞLİLİK: Konuyla ilgili ayet şöyle:

 
Öksüzlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız hoşlandığınız kadınlardan dörder, üçer ikişer evlenin; eğer haksızlık yapmaktan korkuyorsanız tek, ya da sahibi olduğunuz esir kadınlardan birisi ile evlenin. Bu, ilâve yapıp durmamanız bakımından daha hayırlıdır.” (Nisa; 4/3)

 
Ayette rakamlar bulunduğu için matematik mantığı açsından dizilişin Türkçe’ye aktarırken bu şekilde olması gerekir. Nitekim az sonra geleceği gibi ayetin iniş sebebi de bunu gerektirmektedir.

Sahabe bu ayeti şöyle anlamıştır: “Cenab-ı Hakk çok eşli olmamızın haksızlıklara yol açmasından rahatsız, azaltmamızı, hatta teke kadar indirmemizi istiyor….”

Bunun böyle olduğunu anlamak için “nuzül ortamına” yani arka plana gidelim ve ortamı biraz tasvir edelim:

 
***

 
Kuran'ın hitap çevresi, daha çok ekvator kuşağı ikliminde görüldüğü gibi “poligaminin” (çokeşlilik) yaygın olduğu bir toplumdu. Kadınların durumu çok kötüydü. Alınıp satılıyorlar, bırakın mirastan pay almayı kendilerine mirasçı olunuyordu. Boşanmış bir kadının üzerine paltosunu (gömleğini, entarisini, şalvarını) atan erkek onu "kapatmış" sayıyordu. Bırakın şahitliği, evlenirken de boşanırken de onlara bir şey sormak zül addediliyordu. Onlarla evlenmenin ve boşanmanın sınırı yoktu.

 
Mekkedeki 7-8 büyük tefeci bezirgan (Kâbe çetesi) şehrin kaderine el koymuştu. Kâbe'nin arka sokaklarında lüks genelevleri işletiyorlardı. Gariban Mekkelilere faizle borç veriyorlar, ödeyemeyenin karısına kızına el koyuyorlardı. Onları açtıkları gayet lüks döşenmiş fuhuşhanelerde Yemen'den, Habeş'ten, Mısır'dan, İran'dan vs. gelen zengin tüccarlara sunuyorlardı. Kimi Mekkeliler de ileride bunların eline düşmesin diye çocuğu kız olunca diri diri toprağa gömüyordu. Bu şekilde Mekke'de insanlık dışı, vahşi bir düzen/iktidar (Yeda Ebu Lehep) vardı ve büyük bir dram yaşanıyordu.

 
Mekke'nin sokaklarında “Ebu Lehep'in iki eli kurusun” (Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı, kahrolsun!) sesleri yankılanmaya başlayınca, “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü?” diye bir soru ortaya atılınca, bu dramı yaşayanlar, bu düzenin mağdurları bir anda bu sese doğru koştular. Bu sesi yükselten Hz. Muhammed'in (s. a.v) etrafını sardılar. Kılıçlarını çekip arkasında saf bağladılar. Etrafında toplananların daha çok gençler, kabilesizler, yolu kesilmişler (ibnu's-sebil), tefeci bezirgânlara borçlandırılmışlar, köleler, kadınlar, kızlar vs. olması bu nedenle gayet anlaşılabilirdir.

 
Aynı düzenin bir benzeri Medine'de de vardı. Münafıkların başı İbni Selül'ün bir cariye pazarı vardı. Buradan kazandıkları paralarla müşriklere malî destek sağlamaktaydı. Medine'ye gelen yoksul muhacirler bir ara buna özenince şiddetle eleştirildiler. Öyle ki kadınları fuhşa zorlayanlar hem sert bir şekilde eleştirildi hem de fuhuş mağdurlarına sahip çıkıldı. Evet, yanlış duymadınız, Kuran istemediği halde zorla fuhşa zorlanan, Mekke ve Medine'nin bugünkü tabirle "fuhuş mafyasının" elinde kıvranan kadınlara bile sahip çıktı!

 
"Dünya hayatının geçici zenginliğini kazanacaksınız diye, sakın namusuyla yaşamak istediği halde elinize düşmüş esir kadınları fuhuş yapmaya zorlamayın. Her kim onları fuhuş yapmaya zorlarsa Allah, kendilerine zorla yaptırılan bu işten dolayı onları bağışlayacak, sevgi ve merhametine alacaktır; bundan hiç şüpheniz olmasın" (Nur; 24/33).
 
Rivayete göre bu ayet, eline düşen esir kadınları fuhuş sektöründe çalıştırarak para kazanan İbni Selül'ün "köle ve cariye" pazarını kapattırmak için nazil olmuştu. (Razi, İbni Kesir, Kurtubi).

 
***

 
Kadınların son derece kötü durumlarını düzeltmek için işe buralardan giren Kuran, evlenme, boşanma, miras vs. konularında da büyük reformlar yaptı. Doğrusu Kur’an ayetlerinin inişi sona erdiğinde, yani yirmi üç yılın sonunda bu işten tabiri caizse en kârlı çıkan kadınlardan başkası değildi. Çünkü Kuran'daki bütün kadınla ilgili ayetler onlara ya bir hak veriyor, ya da koruma ve kollama amaçlı hükümler ihtiva ediyordu.
 
İşte çokeşlilik ayetini de bu arka plan ışığında düşünmek lâzımdır.
 
***
 
Olayı iyi anlamak için ilk muhataplarının bu ayetten sonra ne yaptıklarına bakalım.

 
Bütün rivayetler bu ayetten sonra sahabe arasında evlenme olaylarının ikişer, üçer, dörder “arttığını” değil tam tersi “azaldığını” göstermektedir. (Kurtubi, İbn Kesir, Razi).

 
Bu ayetten sonra neden çokeşlilik olaylarında değil de, giderek dörder, üçer, ikişer, boşanmalarda artış olmuştur? Çünkü sahabe bunu çokeşliliğe teşvik olarak anlamamıştır. Bilakis az önce geçtiği gibi zaten çoğu çokeşliydi. Yani çokeşli olmaktan çekinen yoktu ki üstüne üstlük bunu teşvik için ayet gelsin.
 
Zaten öyleydi çoğu…
 
Tam tersi “Cenab-ı Hak bu kadar çokeşli olmamızı istemiyor, az eşli olmamızı, hatta teke kadar indirmemizi; bizim için hayırlı olanın bu olduğunu söylüyor” diye anlamışlar ve dörder, üçer, ikişer, bire kadar… azaltmak suretiyle evliklerini sürdürmüşlerdir.

 
Bunu “dörde kadar” izin olarak anlayan da olmuştur. Kanaatimce burada ruhsat (izin) verilmiyor, bire kadar indirin deniyor. Emir veya ruhsat yok bire kadar indirme tavsiyesi var.

 
Demek ki ayetin sevk yönü, çokeşliliği teşvik değil; çokeşlilikten sakındırma, en azından dörde, üçe, ikiye hatta sonuçta “teke” indirme yönündedir. Yani genellikle tekeşli evliliklerin olduğu bir toplumda giderek ikiye, üçe, dörde kadar çoğalma değil; zaten çokeşliliğin yaygın olduğu bir toplumda giderek dörde, üçe, ikiye hatta bire kadar azaltma amaçlanmaktadır…
 
Ayetin sonundaki [zalike edna taulu] ifadesinin çoğu meallerde geçtiği gibi "Arzularınızın çoğalıp taşmaması (azmamanız) için bu daha uygundur" değil; "Eşlerinizi çoğaltıp artırarak haksızlıklara yol açmamanız için bu daha uygundur" şeklinde okumak bu nedenle bağlama uygun düşmektedir.

 
Öyle anlaşılıyor ki ayetin sonunda geçen [taulu] ifadesi taşmak, azmak (u'luv) anlamında değil; ek, katkı, ilâve, artma, çoğalma (ı'lave) anlamımda kullanılmaktadır (Şafi). Yani yeni eş ekleme, ilâve yapma, bu konudaki çoğalma kastedilmektedir.

 
Razi'nin naklettiği İkrime'den gelen rivayete göre bu ayetin iniş sebebinin şuydu;

 
Çokeşliler (ki sahabenin çoğu), eşlerini geçindirmek için yanındaki yetimin malını harcayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Çokeşli olunca bu kadar kadını geçindirebilmek sorun olmaya başlamıştı. Eşlerini geçindirebilmek için yanlarındaki yetimlerin mallarına el uzatmaya başladılar. Bir taraftan da acaba haksızlık mı yapıyoruz diye endişeleniyorlardı. Bunun üzerine "Eğer yetimin hakkını yemekten korkmak diye bir endişeniz varsa, eşlerinize harcamak için yetimin malına el uzatmayı bırakın, hoşlanarak evlendiğiniz kadınların sayısını azaltın, hatta bire indirin, evlilikleri böyle yapın" denmek istendi. Ayetin “Yetimlerin malına el uzatmayın” diye başlaması bundandır… (Razi; Nisa;3 tefsirinde).

 
***
 
Görüldüğü gibi Kuran'ın bu ayetini “çokeşliliğe ruhsat” hatta “teşvik” olarak anlayanlar yanılıyorlar. Burada ruhsat verildiği filan yoktur. Çünkü konu erkeklerin tekeşle yetinememe sorununu çözmeye yönelik değildir. Zaten böyle bir sorun da yoktur. Ayetin ilk muhatapları zaten bol bol evlenmişlerdi. Bu ayet indiğinde zaten sahabelerin çoğu çokeşliydi.

 
Yani ortada dullar ve yetimler kalmış da, bunları ne yapacağız diye sahabe kara kara düşünmüş de, ayet imdatlarına yetişerek onlara çokeşlilik yolunu açmış değildir. Bunlar zaten yapılmıştır. Ortada kalan dullar ve yetimlerle zaten evlenilmiştir. “Arap” bunu zaten yapmaktadır. Ayet bunlar yapıldıktan sonra geliyor ve bunların yarattığı sorunları çözmeye yöneliyor.

 
Demek ki üzerinde titrenen, erkeklerin “tekeşle nasıl yetinecekleri” sorunu değil; kadınların, öksüzlerin, yetimlerin, kimsesizlerin, ezilenlerin, mağdurların sorunlarının nasıl çözüleceğidir. Yani hak ve adalet sorunudur. Kur’an bunu gördüğü an âdeta otomatikman harekete geçen virüs programı gibi çalışıyor ve her şeyde ısrarla bunu arıyor. Kuran'ın bu ruhunu anlamayanlar, tabiî ki ellerini sıvazlayarak çokeşliliğe “ruhsat” yorumları yapacaklardır.

 
Şu halde çokeşlilik ne Allah'ın bir emri, ne de verdiği bir ruhsattır. Ruhsat sıkışana verilir. Buradaki sıkışma tekeşle yetinemiyor olmalarından kaynaklanan bir “erkek sıkışması” değildi. Bilakis mallarının çokeşli olanlarca yenmesinden kaynaklanan bir “yetim sıkışması” idi.

 
Allah erkeklerin “uçkuru” için ayet indirmedi, yetimlerin “hakkı” için ayet indirdi!

 
Sen ne söylersen söyle, sizin Peygamberiniz 11 karılı değil mi kardeşim. Sokaktaki adam buna bakar. Bunun bire indirilmesi kıyamete kadar sağlanamaz, boşuna nefes tüketiyorsun!” diyenlere söyleyeceğim ise şudur: Peygamberimizin 11 eşli olması dinden değildir. Nitekim onun evliliklerine de sınır getirilmiş, onları boşamak, değiştirmek, yenileri ile evlenmek yasaklanmıştır (Ahzap; 52). Yani sınırlandırma, aza indirme, burada da var. Hatta onda daha fazlası var; boşayamıyor, değiştiremiyor, ölünceye kadar onlarla yetinmek zorunda…

 
Sınırlandırma ve teke varıncaya kadar azaltarak evlenme Kur’an ayetleri ile sabit olduğu için, bize örnek olacak olan Kur’an’ın o dönemdeki muhataplarının çokeşlilik yapmış olmaları değil; bugün çokeşli isek teke varıncaya kadar azaltmadır; dinden olan budur. Yani çokeşlilik ayetinin (Nisa:3) muhatabı bugün tekeşliler değil; hala varsa çokeşlilerdir…

 


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

savaşta şehit olan sahabelerin kimi tek kimi ikişer üçer dörder evliydi...
bir çok çocukları olan da vardı...
bunlar yetim öksüz sahipsiz kalmış oluyordu...
bu yetimlere sahip çıkarken eger haksızlık yapmaktan korkarsanız...
yani kendi çocuklarınızla sahip çıkmaya çalıştığınız çocuklar arasında kıstı gözetememekten korkarsanız....
yani kendi çocuğunuz gibi giydirememe yedirememe bakımını aynı yapamama ona aldığını yetime de alamama gibi konularda haksızlık yapma korkunuz olursa....
bu yetimlerin anneleri olan dul kalmış kadınlarla evlenin....
o zaman o  yetim çocuklar sizin çocuklarınızla aynı olur...
onlar sizin çocuklarınız olur...
eğer böyle bir korkunuz yoksa evlenmeye de gerek yok tur...
ama yetimlere iyi sahip çıkın ha...




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
baybora
Ayrıldı
Ayrıldı
Simge

Katılma Tarihi: 06 eylul 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 547
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı baybora

 

Selam,

Ve yesteftûne-ke fî’n-nisêi, kulillahu yuftîkum fîhinne ve mê yutlê aleykum fîl-Kitêbi fî yetêmê’n-Nisêi’llêti lê tu'tûnehunne mê kutibe lehunne ve terğabûne en tenkihûhunne ve’l-Mustêd'afîne mine’l-Vildêni ve en tekûmû lilyetêmê bi’l-kisti, ve mê tef'alû min khayrin fê inellahe kêne bihi alîmên. (4:127)

1. Yukarıdaki Ayet-i Kerime konumuzla alakalı,  anladığım; "tahsis"le ilgili soruma cevab veren cümleler bulunmakta "min yetêmê'n-Nisêi" (4:127) "le-kum min'en-Nisêi" (4:3).

2. 4:3 ve 4:127 "KiST" yine var.   

3. Yine daha önce belirtmediğim "fe-vêhideten"/"biri ile..", "fe-vêhidetun"/bir tanesi (kafi))  şeklindede okunuş var.

4. "min" harfi ceri açıklamamı, yoksa bazı, bir kısmı, mı anlamında?  

5.  Yine ayetin sonunda "mê meleket eymênu-kum" evleninle mi ilgili yoksa evlendirinle mi? Fiilerin "öznesiyle" bu cümlenin bağlantısı nedir?

6. "me meleket eymênu..." kalıbıyla ilgili "hasan", "ayrıca müzakere" talebinde mi bulundun (anlayamadımda). Bununla ilgileniyorum fakat biraz ertelesek istiyorum.  Hep birlikte 4:3 ile ilgili bir ara verirsek olabilir.  

7. Bir aydır geceli-gündüz'lü bu ayetle yatıp kalkıyorum. Geçen gece rüyama girdi uyuyamadım. Bir iki gün dinlenmek istiyorum. Herkese katkıları için yürekten teşekkür ediyorum.

selam ve dua ile,

rıdvan



__________________
Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
Yukarı dön Göster baybora's Profil Diğer Mesajlarını Ara: baybora
 
hasakcay
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 22 ocak 2008
Gönderilenler: 1236
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasakcay

asım Yazdı:
savaşta şehit olan sahabelerin kimi tek kimi ikişer üçer dörder evliydi...
bir çok çocukları olan da vardı...
bunlar yetim öksüz sahipsiz kalmış oluyordu...
bu yetimlere sahip çıkarken eger haksızlık yapmaktan korkarsanız...
yani kendi çocuklarınızla sahip çıkmaya çalıştığınız çocuklar arasında kıstı gözetememekten korkarsanız....
yani kendi çocuğunuz gibi giydirememe yedirememe bakımını aynı yapamama ona aldığını yetime de alamama gibi konularda haksızlık yapma korkunuz olursa....
bu yetimlerin anneleri olan dul kalmış kadınlarla evlenin....
o zaman o  yetim çocuklar sizin çocuklarınızla aynı olur...
onlar sizin çocuklarınız olur...
eğer böyle bir korkunuz yoksa evlenmeye de gerek yok tur...
ama yetimlere iyi sahip çıkın ha...

bunlar yetim öksüz sahipsiz kalmış oluyordu... Evet ama bu yetâmé MAL sahibidir. Kendi evladınızı doyurup giyindirdiğiniz kendi malınızla onları da doyurup giyindirmenize muhtaç değiller.

Tam aksine, SİZ onların MALLAR ına muhtaç yani onların MALLAR ını yiyiverecek durumdasınız. O yüzden Allah uyarıyor: ...onların MALLAR ını yemeyin -lâ te'külû EMVAL ihim (Nisâ 2).   

Değerli Asım kardeşim, sizin bu yorumunuz ilahî uyarıyı yanlış anlama çekmektir. Lütfen yapmayın. Nisâ sûresinin ilk 10 ayeti bir bütündür; özellikle Nisâ 6'yı göz önünde bulundurun.

Yetim hamilerinin korkusu, yanılıp yetimlerin MALLAR ını kendi mallarıyla yemektir. Allah o yüzden uyarıyor: Onların MALLAR ını kendi mallarınızla yemeyin; BÜYÜK GÜNAHTIR bu -hûban kebîra! (Nisâ 2); kişinin karnını ateşle doldurmasıdır (Nisâ 10).

bu yetimlerin anneleri olan dul kalmış kadınlarla evlenin.... Bu bir yorum. Yani Allah'ın sözü değil, beşerin sözü. Ve fena halde yanlış bir söz. Bu "zulüm fetvası"ını çürüten pek çok kanıt var... ama şimdilik onların dördü:

(1)EŞ ÜSTÜNE EŞ "zulüm"dür; örneğin iki kız kardeşin bir arada eş edinilmesi "eş üstüne eş"tir ve zulümdür ki haram kılınmıştır (Nisa 23). Allah asla zulmetmez; insanlara kendileri zulmeder (Yûnus 44). 

(2)Allah'ın elçisi Muhammed'e eşlerini başka kadınlarla değiştirmesi dahi haram kılınmıştır (Ahzab 52) çünkü Muhammed bir eşini bıraksa da çok eşlidir; o eşinin yerine başka bir kadını alması da onun EŞ ÜSTÜNE EŞ almasıdır. O yüzden zulümdür ve haramdır.

Oysa tek eşli bir adamın o eşinin yerine (mekâne zevcin) başka bir kadını eş alması helaldır (Nisâ 20) çünkü eşini bıraktıktan sonra bekar kalır; EŞ ÜSTÜNE EŞ almıyor.

İslamın nebisine EŞ ÜSTÜNE EŞ almayı Allah haram kılmışken ve Allah'ın elçisi Rabbinin o yasasına harfi harfine uymuşken (10:15) ümmeti çatır çatır EŞ ÜSTÜNE EŞ aldıkça bu din ciddiye alınmaz; inekçi hinduizm ve kedici satanizm gibi bir maskaralık olmayı sürdürür.  

(3)Allah'ın istisna tanımayan buyruğu: VE BEKARLARINIZI evlendirin -VE enkihu'l EYÂMÊ minkum (Nûr 32). Analar babalar kadar evlendirme memuruna ve tanıklara bu emir. Evlenmek isteyene bakacaklar; eğer zaten evliyse evlilik işlemi yapmayı ve tanık olmayı reddedecekler. ÇOK EŞLİLİK bundan daha kesin nasıl haram kılınır ki "Yetim annelerinin ikişeri ve üçeri ve dörderiyle evlenin!" misillu zulüm fetvaları verilir. Ne kıyak iş. O "yetâmé"nin hem MALLAR ını hem analarını müsadere etmek!

(4)İnanan iyilik sever (?) erkeklerin o yetim annelerinin ikişeriyle ve üçeriyle ve dörderiyle (mesné ve sulésé ve rubâ'a) evlenmesi demek bir adamın örneğin dört kadınla AYNI ANDA evlenip gerdeğe girmesi demek. Değerli Asım kardeşim, kısa bir iletinizde siz de söylediniz bunu. 

İslama aykırılık ve ahlaksızlık bir yana hangi babayiğit becerebilir bu işi?

Fesubhanallah.

Yukarı dön Göster hasakcay's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasakcay
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

değerli hasakçay kardeşim...
az önceki iletim tabi ki benim yorumum...
yani ayet üzerinde düşünürken acaba bu mana mı ifade edilmiştir diye sesli düşüncem...
bu düşüncemi seslendirmem tabiki yanlışlanmasına yada eleştirilmesine gerek duyduğum için yaptığım bi şey...
belki ayetin yorumlanmasında bir noktanın açıklığa kavuşmasında katkısı olabilir diye yazdığım şeyler...
ve benim sahip olduğum kanaat budur ve bu doğrudur dediğim bişey değil...
ben san ki şuna benzettim...
öğrenciler bir konuyu anlamaya çalışırken beraberce müzakere ederler...
 herkes fikrini söyler ...
ama o arada yeni fikirler oluşur ...
arada bazılarının fikri değişir ...
sona doğru nisbeten verimli bir anlayış ortaya çıkabilir...
yani çok keskin ve kesin fikirler değil benimkiler...
sahip olduğum fikrin tersini savunanı da alıntılıyorum bazen...
yani zıt görüşler arasında doğru olanı bulabilme gayretine katkı benimki...
sizin bir sürü zararlı ve günah işler bırakıp kuranla bu derece uğraşmanız anlama gayretiniz gerçekten övgüye değer...
sizinle aynı sonuçlara ulaşmasam bile bu kuran sevginiz yüzünden takdir ediyorum...
sadece bir itirazım olabilir...
kuranı anlamaya çalışırken ulaştığınız bir sonucun kesinliğinden o kadar emin olarak konuşuyorsunuz ki aynı görüşte olmayan diğer kişilere çok ağır ithamlarda bulunuyorsunuz...
çok eşliliğe  sıcak bakmasam da bu konuda sizin kadar kesin keskin konuşmayı doğru bulmuyorum...
rabbimizin muradını anlama gayretinizin devamını dilerim...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 bu ayetleri incelerken bakmışsınızdır ama sıkılmazsanız elmalının bu konudaki verilerine bakalım...



2-Şimdi emr olunan sakınmanın tatbik yerlerinin açıklanmasına başlanıyor. Ve ilk önce akrabalara acıma ile en çok ilgisi bulunmak üzere yetimlerin haklarından başlanıyor. Şöyle ki: Akrabaları gözetiniz ve yetimlere mallarını veriniz. Rivâyet ediliyor ki, Gatafan oğullarından bir adamın yanında yetim bir kardeş oğlunun (yeğeninin) çokça bir malı varmış, buluğ çağına erince malını istemiş, amcası engel olmuş. Bunun üzerine bu âyet inmiş. O da Allah ve Resulüne itaat eder ve büyük günahtan Allah'a sığınırız demiş ve malı teslim etmiştir. Hz. Peygamber de, "Böyle nefsin cimriliğinden sakınıp Rabbine itaat eden, onun cennetine girer." buyurmuştur. Çocuk da malını alınca Allah yolunda harcamış. Resulullah da, "Sevab sabit oldu, fakat günah ebedî kaldı." buyurmuş. "Ey Allah'ın Resulü! Sevabın sabit olduğunu anladık, günah nasıl ebedî kaldı? Allah yolunda harcıyor." dediklerinde, "Çocuğun sevabı sabit, fakat babasının günahı ebedî (kaldı)." buyurdu. Bilindiği gibi âyetin iniş sebebinin özel olması, hükmün genel olmasına engel değildir. Ve birkaç âyet sonra da bunun ne zaman verileceği açıklanacaktır. Bundan dolayı burada "veriniz" demek "onlara göz dikmeyiniz ve sırası gelince hiç zorluk çıkarmadan tam olarak veriniz ve vermek için iyi koruyunuz" demek olur. Bunun için buyuruluyor ki "Hem de pisi temiz ile değiştirmeye kalkmayınız". Bundan şu mânâlar anlaşılır:

1- Ey veliler veya vasiler! Elinizde bulunan yetimin temiz, hoş bir malını kendinizin aşağılık kötü bir malınızla değişmeye kalkışmayınız.

2- Yetim malı size haram ve pistir. Kendi malınız ise helal ve hoştur. Bundan dolayı kendi helal olan malınızla, yetimin haram olan malından bir değiştirme, bir alışveriş yapmaya kalkmayınız. Yetimin mallarını olduğu gibi koruyunuz. Korunması için satılması gerekli olanları bile değerlerine satınız ki töhmet (suç) altında kalmayasınız, bu noktada yetimin taşınmaz malları ile taşınır malları ve taşınır mallarından çabuk bozulan ve çabuk bozulmayan malları hakkındaki hükümler içinde bulunmaktadır.

3- Kendi mallarınıza güzel güzel bakıp da yetimin malını kötü bir durumda bırakmayın, ona kendi malınıza bakar gibi ve hatta ondan daha fazla bir özenle bakın.

4- Yetimin malına saldırarak almayınız ki, elinizde güzel mallarınızın ona karşılık yok olmasına sebep olup da felakete düşmeyin.

5- Nihâyet kendi helal rızkınızı beklemeyerek sabırsızlanıp yetimin malını haram haram yemek için pis boğazlığa kalkışmayınız.

Gerçekten bu mânâlardan her birini müfessirler anlatmışlardır.

Kısacası her şekilde yetimlerin mallarını koruyunuz.

Ve onların mallarını kendi mallarınıza katıp ekleyerek yemeyiniz, yani boş yere harcamayınız ve ondan faydalanmayınız. Çünkü bunların her biri büyük bir günah olmuştur.

YETÂMÂ: "Nedîm ve nedâmâ" gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. "Yetîm" yalnız kalma mânâsına "yetem" den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye "dürr-i yetim" (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile "yütm" denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden "yetim" kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgilidir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir. Nitekim Resulullah bu mânâda "Yetim kadın (dul kadın)dan kendi nefsi için izin istenir." buyurmuştur ki, bu izin istemenin küçük çocuğa ait olamıyacağı bellidir. Diğer bir hadis-i şerifte de "Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah'dan korkunuz." buyurulmakla yetimin zayıflık mânâsı gösterilmiştir. Bununla beraber yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, aklı zayıf ve noksan fikirli dahi olsa ona yetim denilmediği de bilindiğinden dolayı erkeğe yetim denilmesi, ancak çocukluk durumunda veya henüz ona yakın bir çağda bulunması itibarıyla olduğu halde, kadına babasından ayrılması itibarıyla aynı mânâda ve kocasından ayrılması itibarıyla büyük iken bile kendisine yetim denilmiştir. "İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik yoktur." hadis-i şerifiyle de yetimin sözlük ve örfteki mânâsının değil, şer'î hükmün, yani ergenlikten itibaren yetimlik hükmünün kalkabildiğinin açıklandığı anlaşılıyor ki, bununla da yetimin şer'î mânâsı yerleşmiş olur. Şu halde sözlük örfü bakımından ve yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir. Ve bunların hepsi acımaya değer ve haklarında Allah'tan korkulmalıdır.

Genellikle yetimlerin mallarından başka, nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki mânâdan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir.

3-Bunun için ve eğer yetimler hakkında onların haklarını gözetmeyeceğinizden korkarsanız, yani gerek canları, gerek ırzları ve gerek malları itibarıyla her yönden adalete ve doğruluğa riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız -ki böyle büyük günahtan elbette korkarsınız ve korkmanız gerekir o halde durumunuza göre kadınlardan ikişer, üçer, dörder size helal ve hoşunuza gidenler ile evleniniz. Hem onları zarar ve tehlikeden korumada, hem de kendinizi zulüm ve tecavüzden korumaya vesile olur. Genellikle kadınlar kimsesizlikten ve ortaya düşmekten kurtulur. Siz de zina ve diğer günahlara, haksızlıklara düşmezsiniz. Ancak bunda da birden fazla kadınlar arasında adaleti korumak, birine diğerinden fazla muamele etmemek gerekir. Bunun için ve eğer birden fazla kadınlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız -ki bundan da korkmalısınız o halde ancak bir kadınla evleniniz.- Ca'fer kırâetinde ötre ile okunduğuna göre - bir kadın yeter. Yahut da sahip olacağınız cariyeler alırsınız. O, yani bir kadınla evlenme adaletsizlik yapmamanız ve haksızlık etmemenize daha elverişlidir. Yalnız bir kadının hakkını gözetmek elbette daha kolaydır. Bunda sıkıntıya düşmemek ihtimali daha yakındır. Bu cümleden fakirlik ve çaresizliğe düşmemenize, yani iktisadınıza daha elverişlidir mânâsı da anlaşılmıştır ki, bunda gibi düşünülmüş veya bu mânâ, konunun bir gereği olmak üzere gösterilmiştir. İlk önce görülüyor ki burada "Yetimler hakkında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız" diye bir şart vardır. hitabı ile nikah (evlenme) emri buna bağlanmıştır. Bundan dolayı, bu şartın mânâsını ve bu emrin meydana geliş şeklini iyi anlamak için bu konuda rivâyet yoluyla gelen tefsir şekillerini bilmek gerekir. Şöyle ki:

1- Buhari ve Müslimde de rivâyet olunduğu üzere Urve b. Zübeyr (r.a.) demiştir ki: "Ben, Hz. Âişe (r.a.)den ilâhî kelâmının mânâsını sordum. Hz. Âişe dedi ki: "Kızkardeşimin oğlu! Bu o yetimdir ki velisinin gözetimi altında bulunur ve mal hususunda ortak da bulunurlar. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider, mehrinde adalet yapmıyarak onunla evlenmek ister. Başkalarının vereceği mehir kadar mehir vermez. İşte bu âyette bu gibi velilerin hakk ve adalete riâyet edip, mehirlerini özellikle en yüksek miktarına eriştirmedikçe gözetimleri altında bulunan yetim kızlarla evlenmeleri yasaklanmış ve hoşlarına giden diğer kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir. "Hz. Âişe devamla şöyle demiştir: Bu âyetten sonra insanlar bunlar hakkında Resulullah'tan fetva sordular, Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ da: "Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: O kadınlar hakkında size fetvayı Allah veriyor. Yazılan haklarını vermediğiniz ve kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kadınların, zayıf düşürülen çocukların hakkındaki ve yetimlere adaletli davranmanız hususundaki hükümleri, Kur'ân'da size okunan âyetler açıklar. Ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki Allah onu bilir". (Nisâ, 4/127) âyeti indirildi. Bu "Kur'ân'da size okunan" önceki âyetidir. âyeti de herhangi birinizin, himayesi altında bulunan yetim kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman rağbet göstermemesidir. Bundan dolayı, bunlara rağbet edilmediğinden dolayı mal ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kızları hak ve adaleti gözetmedikçe onlarla evlenmekten men edildiler."

Yine Sahih-i Müslim'de Hz. Âişe'den Urve, Urve'den oğlu Hişam yoluyla rivâyet edilmiştir. Hazreti Âişe demiştir ki: " âyeti şunun hakkında indi ki, bir erkeğin yanında yetim bir kız olur ve bu erkek onun velisi ve mirasçısı bulunur. Yetim kızın malı var, fakat o erkekten başka onu koruyacak ve evlenmesi için yol gösterecek bir velisi de yoktur. İşte biricik velisi olan bu erkek, malına tamah ederek, malına ortak olmak için onu kimse ile evlendirmez, evlenmesine engel olur, zarar verir ve birlikte yaşayıp hoş geçinmez. Bundan dolayı Allah Teâlâ buyurdu ki: "Size neler helal kıldım bak ve kendisine zarar vereceğin şu yetim kızı bırak" diyor.

"Yetimlerin mallarını veriniz ve malları dolayısıyla onlara zarar da vermeyiniz" mânâsıyla bu tefsirin bir önceki âyetle bağlantısı pek açıktır. Zuhrî ve Rebi de bu şekilde tefsir etmişlerdir. Ebu Bekir er-Razî de Ahkamu'l-Kur'ân'da bunu tercih etmiş ve bunun İbnü Abbas'tan da rivâyet edildiğini zikretmiştir. Böylece evlenmesi düşünülebilen velilerde amca çocukları gibi nikah düşen akrabalar olabilir.

2- İbnü Abbas hazretlerinden şu iki cümle rivâyet edilmiştir: "Erkekler, yetimlerin mallarından dolayı dört kadınla sınırlandırıldılar. Çünkü bir adam, yetimlerin malları ile dilediği kadar kadınla evlenebiliyordu, Allah Teâlâ bunu yasakladı." Buna yakın olmak üzere tabiîn müfessirlerinden Hasan b. el-Hasan hazretleri de demiştir ki: Veliler, velâyetleri altında bulunan yetim kızlardan nikahı halil olanlarla evlenirlerdi. Fakat kendilerine rağbetlerinden değil, mallarına rağbet ettiklerinden dolayı evlenirlerdi. Ve bundan dolayı onlarla iyi geçinmiyorlardı, miraslarını yemek için ölümlerini gözlerlerdi, bundan men edildiler.

3- Bundan önceki âyeti inince veliler, yetimlerin haklarında adalet yapamayıp günaha gireceklerinden korkarak onlara vasilikten çekinmeye başlamışlar. Ve halbuki o zaman nikahları altında on veya daha fazla veya daha az kadın bulunabiliyor ve bunların haklarını gözetemiyorlardı, adalet yapamıyorlardı. Bundan dolayı bu âyetle onlara şöyle denilmiş oluyor: "Eğer yetimlerin haklarında adalet yapamamaktan korkuyor ve bundan dolayı onlara velilikten çekiniyorsanız, genel olarak kadınlar hakkında da adaletsizlikten korkunuz da haklarını yerine getirebileceğiniz miktarda kadınlar alınız ki bu da en son dört tane olabilir." İbnü Abbas'tan naklen Katâde ve Sûddi böyle söylemişlerdir. Fakat bu rivâyet şöyle şarta bağlanıyor: Buna göre önceki âyetin bundan önce inmiş ve yaygın olması gerekiyor. Halbuki onun hükmünün ortaya çıkması bundan sonraki (Nisâ, 4/5-6) âyetlerine bağlı bulunuyor. Bu ise beraber inmelerini gerektirir. Onun için bu mânâ açısından sebeb, zikredilen âyet değildir; cahiliyye devrinde bile Arapların yetimlerin işlerini günah sayıp da kadın işini günah saymamaları olduğu zikrolunuyor ki, İbnü Cerir Taberi de Süddi'den ve Katede'den bu şekilde rivâyet etmiştir. Sa'id b. Cübeyr hazretleri de demiştir ki: "İnsanlar o zaman bir emir veya yasak söylenmedikçe cahiliyle dönemi gelenekleri üzere bulunuyorlardı. Resulullah'a yetimler hakkında soru sordular. Allah Teâlâ'da bunu indirdi ki yetimler hakkında adaletsizlikten korktuğunuz gibi kadınlar hakkında da korkunuz da adalet yapabilecek kadar evleniniz." demektir.

4- İkrime'den de şöyle rivâyet edilmiştir: "Kureyşten bir adamın bir çok kadınları bulunur, yanında yetimler de bulunurdu. Derken kendi malı tükenir, yetimlerin malına meylederdi. Bundan dolayı bu âyet indi: Bir adam dört, beş, altı ve on kadınla evlenirdi, diğer biri de ben de falan gibi niçin evlenmiyeyim der, yetimin malını alır, bu mal ile evlenirdi. Bundan dolayı dörtten fazla kadınla evlenmekten men edildi." Fahreddin Razi de: Bu görüş, gerçeğe en yakın görüştür. Çok sayıda kadınla evlenilince o oranda çok harcama ve masrafa ihtiyaç ortaya çıkacağından bu ihtiyacın sevkiyle (iticiliğiyle) yetim velilerinin, yetim malına tecavüz etmesinin gerçekleşmesi ihtimali üzerine Yüce Allah, fazla kadınla evlenmekten insanları korkutmuş gibidir." diyerek bunu tercih etmiştir. Fakat bu tercih, tenkide değer. Çünkü yasak sebebinin yalnız yetimin malına tecavüz endişesine bağlanması ve gerek yetimlerin nefsinin ve gerek diğer taraftan kadınlara adaletli davranma meselesinin asıl sebepte düşünülmemesi ve bunların nihâyet bir delalet (yol gösterme) mevkiinde tutulmaları âyetin derin ve çeşitli olan iniş hikmetinin hakkını vermemektir. Sonra cariye meselesinde aynı sakıncanın söz konusu olmayacağı da kabul edilemez. Bundan başka âyetin burada bulunması doğrudan doğruya kadın sayısını azaltmayı hedef edindiği, ilk önce ve bizzat dörtten fazlasını yasaklamaya yönelik bulunduğu da herkes tarafından kabul edilmiş değildir. Gerçi bu âyet ile birden fazla kadınla evlenmenin en fazla dört kadınla sınırlandırılması vaki bir emir ve bundan dolayı fazlasının yasaklanması da ister istemez sabit ve bu şekilde cahiliye geleneğine göre sayının aşağı indirilmesi de kesin olmakla beraber Kur'ân âyetinin, dörde indirmesi tarzında bir azaltma mânâsı ile değil, birden dörde kadar müsaade ile yine bir çeşit çoğaltma üslubunda bulunduğu ve Hz. Aişe'nin dediği gibi, "Bakınız ben size neler helal ettim" mânâsını bildirdiği de apaçıkça anlaşılır. Bundan dolayı azaltma ve çoğaltmayı yasaklama, ibare ile değil, işaret iledir. Yukarda nakledilen İbnü Abbas'ın sözü de olsa olsa bu sayıyı azaltmanın ve fazlasını yasak etmenin ancak sabit olduğunu ifade eder.

5- Bazı müfessirler de demişlerdir ki, bir adam, mal sahibi ve güzel bir yetim kız buldu mu başkasından esirgeyip kıskanarak onunla hemen evleniyordu ve bu şekilde bazen yanında haklarını gözetemeyeceği kadar birçok yetim kızlar toplanırdı, âyeti bunlar hakkındadır ve şöyle demektir: "Ve eğer o yetim kızlar ve kadınlarla evlendiğiniz zaman haklarında adalet yapamamaktan korkarsanız, diğer kadınlardan hoşunuza gidenlerle evleniniz". Kadı Beydâvî de bunu tercih etmiştir. Fakat Ebu's-Suud'un haklı olarak tenkid ettiği şekilde buna nazım (Kur'ân'ın ibaresi) müsaid değildir.

Çünkü bu şekilde; "diğer kadınlarla evleniniz" diye emir ve teşvik anlamsız olur. yerine denilmesi gerekirdi.

6- Mücahid demiştir ki, bunun mânâsı: "Yetimler hakkında adalet yapamamaktan korkuyorsanız zinadan korkunuz da size helal ve hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız ki harama düşmek tehlikesine maruz olmayınız."

Bu tefsir, büyük bir hakikatı kapsamaktadır ki, yetimlerin hakları ve kadınlara adaletle davranma mânâsı içinde zinadan sakınma mânâsının önemli bir esas teşkil ettiğini ve birden fazla kadınla evlenme müsaadesinin bu hikmet ile ilgili olduğunu ve bunda fuhuş ve zina sefaletlerine (aşağılıklarına) karşı köklü bir mücadele bulunduğunu gösterir. Bu şekilde görülüyor ki, bu rivâyetlerin bazıları âyetin iniş sebebini, bazıları da iniş hikmet ve faydalarını göstermektedir.

Buna göre her biri bir görüş açısından önem arzetmektedir. Ve bu rivâyetlerin toplamı, âyetin muhtemel olan veya içine aldığı mânâları da göstermektedir. İniş sebebini en açık olarak gösteren, Hz. Âişe rivâyetidir. Yetimlerin veliler tarafından mal veya güzelliğine tamah edilerek başkaları ile evlenmelerine engel olunup, uygun olmayan bir mehir ile kendilerine zorla nikah ve can ve mal açısından zarara uğratılmaları ve bu şekilde mal ve güzelliği az olan yetimlere hiç rağbet edilmeyerek tamamen sefilliğe düşürülmeleri âyetin inmesinin esas sebebi olmuş ve bunun için âyet, emirden önce yasağı kapsamış ve bütün kadınlara adaletle davranma gayesi de inmesinin hikmeti olmuştur. Ve işte birden fazla kadınla evlenmeyi sınırlandırma, bu hikmetlerin ve faydaların bazıları olduğu gibi, birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmek de kadınların sefaletine meydan vermemek ve tarlayı (çocuk verecek anaları) artırma hikmet ve faydasını kapsamıştır.

Yukarıda dul kadınlara bile yetim denildiğini açıklamıştık. Âyetin inme sebebi gerek yalnızca küçük yetimler olsun ve gerekse kayıtsız olarak kendileri ile evlenilmiş kadınlarla da ilgili bulunsun, her şekilde âyetin mutlak surette kadınlara adaletli davranma hikmet ve gayesi ile ilgili bulunduğu da açıkça bellidir. Bundan dolayı âyetin iniş sebebinin özel oluşu, mânâ ve hükmünün de özel olmasını gerektirmeyeceğinden, da yetimler, delalet yolu ile olsa bile, dul kadınları da kapsayan genel bir mânâ ile ele alınırsa, âyetin hükmü ve hikmeti daha fazla bir açıklık ile düşünülebilecektir. Demek ki, âyetin iniş sebebi bakımından velilerle ve kocalarla ve bir dereceye kadar özel menfaatlerle ilgili olan bu âyet, hüküm ve hikmet ve iniş gayesi açısından onlarla beraber kamuyu ve kamu yararını ilgilendiriyor. Ve bunun için evlenme ile ilgili meseleler, kul haklarından başka bir de Allah hakkını ve kamu hakkını kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki, evlenme, bir bakımdan hak ve bir bakımdan vazifedir. Hem muamele, hem de ibadettir. Allah Teâlâ, en açık şekilde acıma ve şefkata müstahak olan yakınlara ve yetimlere dikkati çektikten sonra, her iki ince duygunun heyecanının etkisi altında adalet duygusunu tahrik ederek hayat ve insanlığın mutluluğunun gelişme kanunu olan ve malî meseleler ile de ilgisi bulunan evlenme işinin, hem hak ve hem vazife yönlerine sahip, bir bakımdan genişlemeyi ve bir bakımdan sınırlamayı kapsayan ve kadınla erkek arasındaki yaratılışta var olan ilişkinin bütün inceliklerini içerecek bir şekilde tesbit etmiş ve genel olarak erkekleri teşvik ile kadınları korumaya sevketmiş ve cefa ve haksızlıktan, ahlâksızlıktan, fuhuştan men etmiş ve iğrendirmiştir. Yetimlerin ve kadınların haklarının ve bu hakları korumanın genel vazifeler arasında bulunduğunu ve bu konuda evlenmenin önemli bir esas meydana getirdiğini ve akla uygun olan birden fazla kadınla evlenmenin, kadınların hakları ve kadın cinsinin şerefinin gereklerinden olduğunu ve fakat bunun kadınlara adaletle davranma gayesini bozmayacak bir adalet ve nöbet taksimi ile tatbik edilmesinin gerektiğini ve bu şekilde birden fazla kadınla evlenmenin erkeklere ağır yük ve vazifeler yüklediğinden dolayı hakka riâyet edemeyip adaletsizlikten korkanların bir kadınla veya cariyelerle yetinmeleri lazım geleceğini anlatmış ve siz Allah'ın sakındırma emirlerine karşı yetimlerin ve kadınların haklarını gözetmemekten korkan insanlarsınız, durumunuza göre bu etraflı açıklama çerçevesinde hareket etmeniz gerekir, buyurmuştur ki, işte "Yetimler hakkında adalet yapmamaktan korkarsanız." şartının mânâsı bu oluyor. Burada önce şu soru akla gelebilir: Bu şart bulunmazsa ne olacak? Burada korkunun gerçek mânâsına göre böyle bir soru mümkün değildir. Çünkü yetimler hakkında adaletsizlikten korkmamak bir küfür demek olur. Bundan dolayı herhangi bir mümin için bu, şartının bulunmamasını düşünmek bir çelişki meydana getirir. Bu şart bulunmayınca cezasının küfür olacağı bellidir. Bu açıdan bu şart, emrini kayıt ve şarta bağlamaz, onu destekleme mânâsındadır. Fakat "korkarsanız" demek de olduğu gibi mecaz olarak "bilirseniz, bir haksızlık olacağını zannederseniz," mânâsına olduğu takdirde durum böyle değildir. Bu şartın bulunmadığını farzetmek mümkündür. Bu şekilde yetimler hakkında haksızlık olmayacağı, onların ne mallarına, ne canlarına, ne ırzlarına bir tecavüz edilmeyeceği bilinir. Haksızlık düşünülmezse ne olacağını belirlemek âyetin mefhüm-ı muhalifine ait bir hüküm olacağından dolayı bunu belirtmek bir ictihad meselesi olur. Hz. Âişe de iniş sebebine göre bunun bir çözüm şeklini göstermiştir. Mantığa göre bir şart önermesinde önde bulunan cümlenin gerçekleşmemesinden, sonra gelen cümlenin gerçekleşmemesi lazım gelmeyeceğinden dolayı yukarıda zikredilen korku bulunmadığı takdirde de gerek bir ve gerek birden fazla kadınla evlenme akdi yapılamayacağı anlaşılmaz. Bunun için müctehid imamlardan ve tefsircilerden hiç biri, bu şartın Hz. Âişe'nin söylediği küçük kızların mehrinden başka yargı açısından bir hükmü anlattığını söylememiştir. Her iki mânâ ile korku şartı, kalble ilgili işlerden olduğu için yargı açısından değil, ancak dindarlık açısından bir hüküm ifade eder. Çünkü adalet yapamayacağını bilen bir adam, birden fazla kadınla evlenirse haksızlıktan sakınmadığı için günahkar olur. Fakat evlenmede, dörtten fazla kadınla evlenmiş gibi bu evlenme hükümsüz ve bozulmuş olmaz. Nafaka, soy gibi yargı ile ilgili hükümler gerçekleşir. Ve evlenmeden sonra haksızlıktan sakınabilirse yine sevab kazanmış olur.

Şu halde emrinin anlamı nedir? Emir zahiren vacib mânâsına geldiği için, Zahiriyye (mezhebine mensup olanlar), bu emrin vacib mânâsına geldiğini ve bundan dolayı birleşmeye ve harcama yapmaya gücü yeten her kişi için evlenmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu da nefsin coşması ve zina yapma korkusu durumunda, aile için harcama yapmaya gücü yetenler için farz-ı ayn olduğunda görüş birliği halinde iseler de genel olarak evlenmenin vacib olduğunu söylemiyorlar. Hanefîlere göre kişisel açıdan cinsel arzunun coşması halinde vacib, normal durumda "Nikah benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." hadisi şerifi gereğince müekked bir sünnettir. Kadına haksızlık etme korkusu durumunda ise mekruhtur. Bundan başka yine Hanefilere göre farz-ı kifaye olduğunu açıkça belirtenler de vardır ki, her kişiye değil ise de ümmetin hepsine göre farzdır. Bütün ümmet, evlenmeyi terkederse günahkar olurlar, demek olur. Biz de âyetten bunu anlıyoruz. Gerçekten bütün ümmetin birden evlenmeyi terkettiği varsayımı karşısında hepsinin ibadetle meşgul olduğu bile düşünülse bütün ümmetin yok olacağı bir gerçektir. Ve hiç birinin İslâm'ın devam etmesine karşı kötü niyette bulunma cezasından kurtulamıyacağı apaçıktır. Bundan dolayı evlenenlere her yönden yardım etmek de bir vazifedir. Evlenme muameleleri de güçleştirilmeyip daima kolaylaştırılmalıdır. Çünkü evlenmeyi güçleştirmek, zinayı kolaylaştırmak demektir.

Sözün özü emri bağlı olduğu şartlara göre bazı durumlarda vaciblik, bazı durumlarda mendubluk delillerine yakın olduğundan en genel mânâsı mendub olmasıdır. Evlenme, nafile ibadet ile meşgul olmak için bekar kalmaktan daha iyidir. İmam Şafiî hazretleri ise nikahın mübah olduğunu söylemiş. İbadet için bekar kalmanın nikahtan daha faziletli ve hayırlı olduğuna hükmetmiştir ki, bunların uzun uzadıya açıklaması fıkıh ilmine aittir.

Birden fazla kadınla evlenmeye gelince: Bu esas itibariyle yalnız bir müsade ve mübah kılmak olduğunda ve haksızlık etme endişesi bulunduğu takdirde mekruh olduğu hususunda söylenecek bir söz yoktur. Bununla beraber âyet, birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda mendub olduğunu ve hatta vacib olduğunu bildirmekten de uzak değildir ki, bunu da en fazla gerek erkekler ve gerek kadınlar için fuhuş ve zina tehlikesinin yüz göstereceği durumlarda aramak gerekir. ifadesi gereğince bu müsadenin en fazlası dört (kadın) olmuştur. Çünkü dile göre, "Şu elmaları şu cemaate ikişer ve üçer ve dörder paylaştır." denildiği zaman bir kısmına yalnız iki, bir kısmına yalnız üç ve bir kısmına yalnız dört elma düşeceği anlaşılır. Fakat Zahiriyye mezhebinden bazıları bu sayıların üleştirme sayıları olduğunu i düşünmeyerek aradaki ye bakıp bundan bu sayıların bir şahısta toplanması gerektiği hayaline kapılmış ve toplamını iki, artı üç, artı dört gibi dokuz saymıştır. Bunlar (zahiriler), fikir yürütmeyi kabul etmedikleri gibi, icmaı da kabul etmediklerinden Hz. Peygamberin asrından beri gelen İslâm geleneğine, din imamlarına ve bütün müçtehid fakihlerin icmalarına (görüş birliğine) aykırı hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber âyetin hitabına girmemekle beraber buradaki dokuz (kadın) kuruntusunu Hz. Peygamberin kendine ait bir özelliğine yorumlasalardı belki doğru bir görüş olurdu. Yoksa iki defa iki, iki defa üç, iki defa dört demek olduğundan bu hesaba göre dokuza değil, on sekize çıkmaları gerekirdi.

Diğer taraftan Râfızî şiîlerden bir kısmı bu sayıların hiçbir sınırlandırma anlatmadığını ve ifadesinin genel mânâsı üzere kaldığını, bu sayıların ikişer, üçer, dörder v.d. gibi bu genel mânâyı pekiştirmiş olduğunu iddia etmeye kadar varmışlar. Ve sırf nefsanî arzu ve heveslerine uymuşlardır. "Allah korusun.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

Selam arkadaşlar,

Bir iki hususta bir iki ufak açıklama yapma gereğini duyuyorum:

1- "Qist (tı ile): Kısaca adil davranmak, hakkı / hukuku gözetmek... Konumuzla ilgili olarak; yetimlerin malları konusunda hakka uymak, haklarına tecavüzden kaçınmak, Mallarını onlar için korurken, onlar adına tasarrufta bulunurken, yemekten, değiştirmekten vs kaçınmak. Her hususta Hakk'a uymak, uygun davranmak..

"'Adl": 'Adil olmak / fertler arasında fark gözetmeksizin her birine eşit davranmak...'Adele beynehum: Aralarında ayırım gözetmedi, denk muamele etti..

2- Bütün meallerin söz birliği etmişcesine "bekarlar" olarak çevirdikleri "EYÊMÊ"nin anlamı bana göre dul kalanlardır. Dolayısıyla kelimenin sözlük anlamına dayanarak ben bir tahsis olduğu kanaatındayım.

Ême - yeîmu - eymen, eymeten ve uyûmen erraculu min zevcetihi ev'ilmeretu min zevcihê: fEQADEHÊ EV FEQADETHU FE HİYE VE HUVE EYYİM. Ç:EYÊİM VE EYÊMÊ..

"Adam eşini kaybetti / ondan dul aldı yada kadın eşini kaybetti / ondan dul kaldı. 

3- Ben 4/23'le evlenilmesi yasaklananlarla evlenme yasağının sürekli olduğu görüşündeyim. Burada sayılanlarla hiç bir zaman evlenilemez. Bunlardan biriyle daha sonra bir illete binaen evlenilibilir kaydı bulunmadığına göre. Dolayısıyla, kişi ölen yada boşandığı eşinin kızkardeşiyle evlenemez diyorum. Tıpkı duxuldan sonra ölen yada boşanan eşinin önceki kocasından kızıyla asla evlenemeyeceği gibi.

Muhabbetle. Abdurrahman

 

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

Sevgili Dostlar,

Ne kadar ilginç bir seyir.Lütfen ibretle izleyin.Bir yanda Yalnızca kitaba sarılarak konuyu çok anlaşılır hale getiren bir bakış açısı diğer yanda Kuran dışı bir sürü bilgi yığınlarıyla konuyu çıkmazlara sokan anlayış ve buna rağmen oluşan kararsızlık.Sevgili Asım eleştirim senin şahsına değil olayın mantığına.

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
kuranyeter
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 04 subat 2008
Yer: Antarctica
Gönderilenler: 204
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kuranyeter

merhaba.

kuran dışı kaynakların olayları çıkmaza sokması kadar doğal bir durum olamaz,eğer onlarda kuranın sunduğu çözümü sunsaydı o zaman kuranın özelliği olmazdı,yada tek ilahlı bir din oluşmazdı,zaten kuranın yeterliliğinin altında yatan gerçeklerden biri de budur tek ilah tek kitap.

konu çok faydalı kuran dayanaklı yazanlardan rabbim razı olsun faydalandığımız bir yazım.

selam ile



__________________
Ölüm her aklına geldiğinde Ah edip vah edip inleme Bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın Ecel kapını çaldığı zaman Evi telaşa verme O geldiği zaman Sen gitmiş olacaksın...
Yukarı dön Göster kuranyeter's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kuranyeter
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

bu konuda hakkı yılmaz beyin yaklaşımı nıda incelesek iyi olur...

ERKEKLERİN ÇOK HANIMLA EVLENMESİ

 
 
Toplumda din adına yapılan yanlışların en önemlilerinden birisi de, erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesidir.
Çok uzun zamandan beri Kur’an ile haşir-neşir olmuş ve Allah’ın lütfettiği bilgiyi, herhangi bir etki altında kalmadan, herhangi bir akıma kapılmadan, doğrudan Kur’an’ı anlamaya hasretmiş bir kişi olarak amacımız; yanlışlarını Kur’an’a, yani İslâm’a fatura etmeye çalışanların karşılarına Kur’an ile dikilmek ve bu gibi yanlışların Allah’ın arı-duru dininden temizlenmesine hizmet etmektir. Yoksa, kadın hakları savunucusu olmak, kadınların avukatlığını yapmak gibi bir niyetimiz yoktur.
Şam ve Ezher ulemasından bazıları, Mustafa Es Sıbaî’nin “Kadının Adı” adlı eserinde ifade ettiği gibi, burada tahlilini yapacağımız ayetleri, sahabe, tabiîn ve tabe-i tabiîn dönemlerinden bu yana anlayanın olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bize göre ise bu ayetlerin anlaşılamaması veya yanlış anlaşılması, ayetlerin orijinal metinlerindeki bir anlam bozukluğundan değil, birileri tarafından üzerlerine rivayet tozları serpilmesi suretiyle ayetlerin âdeta bir perde ile örtülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu perde de hadis kitaplarında yer alan ve “Urve Hadisi” diye meşhur olmuş rivayettir. Bu rivayeti esas alan ulema, ayetleri, parantezli veya parantezsiz bir çok  eklentiler yaparak veya bazı sözcükleri ya yok sayarak ya da gerçek anlamları dışında kullanarak, rivayete uygun şekilde anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Ayetlerin nasıl çarpıtıldığı aşağıda tek tek açıklanmış olup, bizim dileğimiz, bu konunun burada okunmasından önce, Nisa suresinin 1-3. ayetlerinin (özellikle de 3. ayetinin) bulanacak bir, iki, üç… beş başka mealden okunması ve sonra buradaki tahlilimizin değerlendirilmesidir.
“Teaddüd-ü zevcat”ın meşruiyetinin kaynağı olarak gösterilen Nisa suresinin 1-3. ayetleri ve tahlilleri aşağıdadır:
 
Nisa; 1:         &nbs p;         &nbs p;  Ey insanlar!
Rabbinize takvalı olun. O Rabbiniz ki, sizi bir tek canlıdan yarattı. O canlıdan da eşini yarattı. Onlardan da birçok erkek ve kadın türetti.
Ve Allah’tan sakının! O Allah ki, O’nunla istekleşiyorsunuz.
Ve akrabalardan sakının!
Muhakkak Allah sizin üzerinize tam bir kontrol edicidir.
          
 
Ey insanlar!
 
Allah’ın haklarını ve akrabalık haklarını ön plâna çıkararak bir çok sosyal konuyu düzenleyen ve akraba hakları kapsamında da yetim haklarını işleyen surede, sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa, kamuya, kamu otoritesine seslenilmektedir.
 
Rabbinize takvalı olun.
 
Bir çok mealde “saygılı olun”, “sakının” veya “korkun” şeklinde Türkçe’ye çevrilmiş olan “  اتّقاء ittika” sözcüğü, bilinen, basit “korku” anlamına gelmediği gibi, insanın kendisine zarar vermesinden korktuğu şeylere karşı duyduğu “sakınma” veya böyle bir korku kaynaklı “saygı” anlamında da değildir. “İttika”; “takvalı olmak” demektir. “Rabbinize takvalı olun” ifadesi de, insanların Allah’ın adaletini sağlamak üzere davranmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
 
… sizi bir tek canlıdan yarattı. O canlıdan da eşini yarattı. Onlardan da birçok erkek ve kadın türetti.
 
Bu ifade, yaratılışın gelişimini ve değişimini açıklamaktadır; önce tek bir canlı, ondan eşi, onlardan da erkekler ve kadınlar yaratılmıştır.
Klâsik meal ve tefsirciler (!) ile onların anlayışını hiç farkı olmadan bugüne aktaran yeni meal ve tefsirciler (!), Yüce Allah’ın Kur’an’ın bu ayetinde yaptığı açıklamayı değil de, Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin, 2. Bab, 1-25. cümlelerinde anlatılan; “önce Âdem’in yaratıldığı, Âdem’den Havva’nın yaratıldığı, onlardan da bir çok erkekler ve kadınların yaratıldığı” şeklindeki açıklamayı kabullenmişlerdir.
Halbuki ayetin anlattığı bu değildir. Âdem ve Kitab-ı Mukaddes’te yazdığı gibi meal ve tefsircilerin (!) de Havva dedikleri eşi, ayetin anlatımına göre üçüncü aşamaya ait canlılardır. Çünkü Âdem’in ve eşinin cinsiyetleri bellidir ve ayetteki ifadeye göre cinsiyetler üçüncü aşamada ortaya çıkmaktadır. Yani, birinci aşamada tek bir canlı yaratılmış, ikinci aşamada ilk yaratılan canlıdan eşi yaratılmış, üçüncü aşamada da erkek ve dişiler olarak ayrı cinsiyetteki canlılar yaratılmıştır. Onların, “Havva’nın yaratıldığı aşama” olarak kabul ettikleri ikinci aşamada ise canlıların cinsiyetlerinin olmadığı EŞEYSİZ ÜREME söz konusudur.
Aslında Kur’an’daki bu ifadenin, yaratılışla ilgili diğer ayetlerle birlikte FEN BİLGİNLERİ tarafından ya da onlara birlikte değerlendirilmesi, ayetin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
 
İstekleşme; ihtiyaçlarının giderilmesi için kulların Allah’tan dilekte bulunmasını ve Allah’ın da kullarından “kulluk” yapmalarını istemesini ifade etmektedir.
 
Ve akrabalardan sakının!
          
Ayetin ikinci cümlesinde nasıl, insanların kendilerini Allah’a karşı adaleti sağlamakla yükümlü hissetmeleri isteniyorsa burada da aynı adalet yükümlülüğünü insanların akrabaları ile aralarındaki ilişkilerde de duymaları, akrabaların haklarını gözetmeleri istenmektedir.
Dikkat edilirse ayette tüm insanlığa iki temel görev verilmektedir. İnsanlar öncelikle Allah`a karşı saygılı olacaklar, Allah’ın hak ve hukukunu gözetecekler ve sonra da aynı şekilde akrabalara karşı saygılı olacaklar, akrabaların hak ve hukukunu gözeteceklerdir.
İnsanlığa verilen bu görevlerin yerine getirilip getirilmediği, tabiî ki Allah’ın gözetiminde ve denetimindedir.
 
Nisa; 2:        &nb sp;         &nb sp;   Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur.
 
1. ayette Allah’a ve akrabalara karşı takınılması istenen tavır, bu ayetten başlayarak onuncu ayete kadar yetimlerin haklarının korunması için de istenmekte ve bu ayetlerde insanlığın yetimlere karşı olan görevleri belirtilmektedir.
Ayette geçen “ اليتامىyetama” sözcüğü; “yetimler” demektir. Bu sözcük çoğuldur ve hem erkek hem de kız yetimleri kapsar. Sözcük hakkındaki bu bilgi kesinlikle hatırdan çıkarılmamalıdır. Zira ayetlerin anlamını bozma çabalarından bir tanesi de aşağıda görüleceği gibi, bu sözcüğün anlamının çarpıtılması; kapsamının daraltılması şeklinde yapılmıştır.
Sözcük ayette, sözcüğün önüne “ الel” takısı getirilerek kullanılmıştır. Lam-ı tarif denen bu takı, Türkçe’deki “bu”, İngilizce’deki “the” işaret sıfatı gibi nekre (belirsiz) olan sözcüklerin belirli, özel bir duruma getirilmesini sağlamaktadır. Ancak yapılan çevirilerde bu husus genellikle dikkate alınmamakta ve sözcük “yetimler” olarak, genel, belirsiz şekilde çevrilmektedir. Bizim çevirimizde “ اليتامىelyetama” sözcüğü; “yetimleriniz” olarak çevrilmek suretiyle belirginleştirilmiş, özelleştirilmiştir.
 
Nisa: 3:        &nb sp;         &nb sp;    Ve eğer ki yetimleriniz konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız; o takdirde sizin için hoş (helal, uygun) olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın.
Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini nikâhlayın. Ya da sahibi bulunduğunuz cariyenizi nikâhlayın.
Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur.
 
 
Ve eğer ki yetimleriniz konusunda …
 
2. ayette geçen ve “yetimleriniz” demek olan “ اليتامىelyetama” sözcüğü bu ayette de karşımıza çıkmıştır. Piyasadaki meal ve tefsirlerin (!) bazılarında, 2. ayette “yetimler” olarak çevrilen bu sözcük, 3. ayette “KIZ yetimler” olarak çevrilmiş ve cümleye de “Evlendiğinizde” diye hiç alâkası olmayan bir sözcük daha eklenmiştir.
            
adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız ;
 
2. ayette insanlara, “yetimlerin haklarına saygılı olmak, onların mallarını yememek, kendilerine vermek” görevi verilmişti. Ancak Rabbimiz, konunun bu kadarla kapanmadığını, “Yetimleriniz konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız” ifadesi ile bildirmektedir. Bu ifade, 2. ayette verilen “yetimlerin mallarını yememek, kendilerine vermek” dışında insanlara bir de “yetimler hakkında adaleti korumak” görevi yüklemektedir. Bu ilâve görev de; yetimlere, öz evlâtlara davranıldığı gibi davranılmasından başka bir şey değildir. Yani, onların beslenmeleri, büyütülmeleri, eğitilmeleri… de en az öz evlâtlar kadar iyi şekilde sağlanmalıdır.
Ayette “geçmiş zaman kipi” kullanılmış olması, bunun bir görev, bir mecburiyet olduğunu göstermektedir. Eğer ayette “adaleti koruyamayacağınızdan korkuyorsanız” denseydi, insanlara bir tercih imkânı verilmiş olurdu ve baştan adaleti koruyamayacağını düşünen insanlar, adaleti korumakla ilgili bir çaba sarf etmeden, kendilerine bir sonraki cümlede gösterilen yolu tercih edebilirlerdi. Ama ayette “adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız” denmek suretiyle, insanların önce adaleti korumakla görevli oldukları bildirilmiş olmaktadır. Yani, insanlar önce görevleri olan adaleti sağlayacaklardır. Eğer görevlerini yerine getirememişlerse, yani adaleti sağlayamadıkları ortaya çıkmış ve insanlar bundan korkuyorlarsa, bir sonraki cümlede kendilerine gösterilen diğer yolu uygulayacaklardır. Dolayısıyla buradaki fiilin geçmiş zaman kipinde olması insanlara, yetimlerin topluma iyi birer birey olarak kazandırılması görevini yüklemekte ve bu görevi yerine getirmek için bir çaba sarf etmeden kendilerine gösterilen diğer yolu tercih etmelerine engel olmaktadır.
 
o takdirde de sizin için hoş (helal, uygun) olan , 
 
Yani: “Sizin için hoş;  öncelikle helal, evlenilmesinde sakınca olmayan, yaşı yaşınıza denk, ihtiyaçlarını karşılayabileceğiniz, varsa sorunlarını giderebileceğiniz, yeni bir probleme sebep olmayacak ve hoşlandığınız uygun kadınlar…”
 
yetimlerin kadınlarından
 
Arapça’da nekre (belirsiz) olan sözcükler “lam-ı ta’rif” veya “izafet (belirtili isim tamlaması)” ile belirli, özel hâle getirilirler. “Lam-ı ta’rif” ile özelleştirilmiş sözcüklerin ifade ettiği anlamın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için “izafet-i maneviyye” ile sağlamasını yapmak en uygun yoldur. Bazı hallerde de İzafet’te muzafun ileyh hazfedilip bundan bedel olarak “lam-ı ta’rif” getirilir.
Burada da “  النّساءennis ai (kadınlar)” sözcüğünün önünde ma’rife takısı olan “ال el” bulunmakta ve “kadınlar” sözcüğü, belirli, özelliği olan kadınları ifade etmektedir.  Yani buradaki “Lam-ı ta’rif”, hazfedilmiş olan “elyetama” kelimesinden bedel olarak bulunmaktadır. Tamlamanın takdiri “من نساء اليتامى ” şeklindedir.
Bunun böyle olduğunun kanıtı ise Nisa suresinin 127. ayetidir.
 
Nisa; 127:         &n bsp;        Ve senden YETİMLERİN KADINLARI hakkında fetva  isterler. De ki:
 
Onlar hakkında fetvayı, size Allah verir.
 
Ve kendilerine farz kılınmış olarak verilmesi icap edeni, vermeyişiniz hakkındaki,
 
Ve nikâhlamaya rağbet etmediğiniz KADINLARIN YETİMLERİ hakkındaki,
 
Ve ezilmek istenmiş, zayıf düşürülmek istenmiş çocuk yetimler hakkındaki,
 
Ve yetimlerinize adaleti yerine getirmeniz hakkındaki, kitapta okunan ayetler verir. Ve yaptığınız her şeyi Allah muhakkak bilicidir.
 
 
Fetva; problemli, anlaşılmayan zor bir konuda, meseleyi açıklığa kavuşturmak, doğru olanı açıklamak demektir. Yani bu ayetten, insanların peygamberimize “Bu yetimlerin kadınlarının hâli ne olacak, bu problem nasıl çözülecek?” diye sorular sordukları ve soruna çözüm bulmasını istedikleri anlaşılmaktadır.
Bize göre burada insanlar konuyu peygamberimize olumsuz yönüyle götürüp çözmesini istemişlerdir. Çünkü bu ayet, Nisa suresinin ilk on ayetinin beyanıdır ve ilk on ayette görülmektedir ki, kimse yetimlerin kadınlarını isteyerek nikâhlamamakta, Allah tarafından bir görev olarak nikâhlamaya zorlanmaktadır.
Piyasadaki meal ve tefsirlerde (!) ise ayetin, ATFI farklı yerlere yapılması sebebiyle, bazılarında olumlu bazılarında olumsuz manalandırıldığı görülmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi buradaki “ النّساءen-nisae” ifadesi de, “yetimlerin kadınları” demektir. Bunlar, haklarında fetva istenen kadınlar olup, aynı zamanda 3. ayetteki “النّساء ennisai” sözcüğü ile kastedilen kadınlardır. Ki bunlar, yetimlerin anneleri, teyzeleri, nineleri gibi, yetimlere bakmakla yükümlü olan ve tabiî ki nikâhlanmaya uygun olan kadınlardır.
 
Ayetteki “ يتامى النّساءYetamennisa i” tamlaması ise; “KADINLARIN YETİMLERİ” demektir. Dikkat edilirse bu ayette ifadeler 3. ayettekinin tersinden ifade edilmektedir. Üçüncü ayette “yetimlerin kadınları” denilirken 127. ayette “kadınların yetimleri” ifadesi yer almaktadır.
 “يتامى ال&# 1606;ّساء Yetamennisai” ifadesi, belirtili isim tamlaması olmasına rağmen piyasadaki meal ve tefsirlerin (!) bazılarında sıfat tamlaması olarak manalandırılmış ve Arapça dilbilgisinin çok basit kurallarını bilenler tarafından bile hemen fark edilebilecek bir hata ile “YETİM KADINLAR” şeklinde Türkçe’ye çevrilmiştir.
İşte bu Nisa 127. ayetteki “يتامى النّساء yetamannisai” tamlaması 3. ayetteki “النّساء ennisai” sözcüğünün hangi anlamla özelleşmesi gerektiğinin ipucudur.
Ayette geçen “okunan ayetler” ifadesi ile, Nisa suresinin ilk on ayeti kastedilmektedir.
 
Üçüncü ayetin yanlış anlaşılmasına sebep olan ve büyük bilginlere bu hatayı yaptıran, bize göre yine Urve rivayeti olmuştur. Başka bir ifade ile Urve rivayetine bilim ve din heba edilmiştir. İlmini, dirayetini, cesaretini takdir ettiğimiz nice başka bilginler de maalesef gelenekçiliğin baskısıyla üçüncü ayete eklemeler, çıkarmalar yapmak, sözcükleri yanlış anlamlarda kullanmak ve  izafeti, sıfat tamlaması olarak manalandırmak suretiyle hatalarını sürdürmüşlerdir.       &n bsp;
Piyasadaki meal ve tefsirlerin (!) bazılarında ise “  النّساءen-ni sai” ifadesinin ma’rife oluşu hiç dikkate alınmamıştır. Ayrıca, cümlenin anlamının içinden çıkamayan bu eserlerin yazarları, kelimenin başına bir de tam belgisizlik ifade eden  “diğer” sözcüğü eklemişlerdir.
 
 
İkişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın.
 
Ayetteki “ مثنىmesna”, “ ثلاثsülase” ve “ رباعrüba” sözcükleri üleştirme sayı sıfatları olup, anlamları; “ikişer   ikişer, üçer üçer, dörder dörder” demektir. Dolayısıyla bu ifade ile; “bölüşürken topluluktan, ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder kadını nikâhlayacaksınız” denmek istenmiştir. Yoksa bu ifade kesinlikle “ikinci kadını nikâhlayabilirsiniz, üçüncü kadını nikâhlayabilirsiniz, dördüncü kadını nikâhlayabilirsiniz” demek değildir.
Buradaki anlamı aşağıdaki şekilde açıklamak mümkündür:
“Ey insanlar! (Surenin başındaki hitap sadece Müslümanlara değil, tüm insanlaradır. Yani topluma, kamuya, kamu yönetiminedir.)
Toplumdaki yetimlere karşı adalet korunamamışsa, yetimler mağdur durumda iseler; toplanacaksınız ve yetimlere bakmakla mükellef olan kadınları, onların özelliklerini ve kendi özelliklerinizi dikkate alarak, ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlamak üzere bir kampanya düzenleyeceksiniz. Böylece yetimler üvey çocuklarınız, yetimlere bakmakla mükellef kadınlar da eşleriniz olacak. Bu işlem sonucunda, yetimler ile onlara bakmakla mükellef kadınlar akrabalarınız durumuna gelecek, siz de onlara artık akrabalık hak ve hukukunu uygulayacaksınız.”
Piyasadaki meal ve tefsirlerde (!) ise, yapılan eklentilere rağmen ifadelerde görülen anlam bozuklukları ve cümle düşüklükleri, bu yazarların ayeti anlayamadıklarını göstermektedir. Ayrıca, bu meal ve tefsir sahiplerinin, ayetin gerçek anlamını kavrayamadıklarını ortaya koyan bir diğer husus da, ayetteki “NİKÂHLAYINIZ” emri hakkında vucup ifade etmeyip nedb ifade ettiğini ileri sürmeleridir. Yani, onlara göre ayet güya, Müslümanlara iki kadınla, üç kadınla, dört kadınla evlenmeyi mecbur kılmazmış da, “ister evlenin ister evlenmeyin,  serbestsiniz” anlamında bir keyfîlik ifade etmekteymiş. Ama isteyen, ikinci, üçüncü, dördüncü kadını nikâhlayabilirmiş.
Halbuki yukarıda gösterdiğimiz gibi, ayetin dörde kadar evlenebilmekle hiç ilgisi yoktur. Ayet, olağanüstü hâllerde (yetimlerin mağduriyetleri korkusu oluştuğu şartlarda) başvurulması gereken bir kampanyadan bahsetmekte ve insanları (evli olsun, bekâr olsun), bu kampanyaya katılmaya mecbur etmektedir.
 
Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, yetim kadınlarından bir tanesini nikâhlayın. Ya da sahibi bulunduğunuz cariyenizi nikâhlayın.
 
 
Yani; “YETİMLERİN KADINLARININ ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder paylaşılması sonucunda, eşler arasında yeme içme, barınma, evlilik ilişkileri bakımlarından adaletli davranamayacaksanız, bir tane yetim kadınını nikâhlayacaksanız ya da hürriyeti olmayan cariyenizi (kadın kölenizi) nikâhlayacaksınız.”
Görüldüğü gibi bu sosyal kampanyadan kaçmak yoktur. Olağanüstü hâllerde yapılacak olan bu kampanyaya herkes mutlaka katılacak, toplumdaki sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır.
Piyasadaki meal ve tefsirlerde (!) ise “Bir tane ile yetinin” şeklinde, ayetin kelime ve harfleriyle hiç mi hiç ilgisi olmayan bir ifade uydurulmuştur. Ayette “YETİNİN” diye bir yüklem yoktur, ayetteki yüklem; “NİKÂHLAYINIZ”dır.
 
Konu ile ilgili Kur’an ayetleri gayet açık ve net iken, konunun hadis kitaplarında yer alan o meşhur (!) rivayete uydurulması amacı ile bazı mealciler ve bazı tefsirciler (!), Kur’an’a bile ilâve yapmaktan çekinmemişlerdir.
Yeğeninin, peygamberimizin eşi Ayşe’ye Nisa suresinin 3. ayetinin ne demek olduğunu sorması üzerine, Ayşe’nin verdiği cevabı konu etmesine rağmen hadis kitaplarında yer alan bu rivayetin aslında peygamberimize SÖZ, UYGULAMA ve UYGUN BULMA yönleriyle nispeti yoktur. Bu bir sahabe bilgisi, sahabe sözüdür. Buna Hadis İlminde “Mevkuf  rivayet”, “Eser” denilmektedir.
Urve hadisi denilen bu rivayet, bazı farklılıklarla bir kaç yoldan nakledilmiştir. Bunların en detaylısı ise Sahih-i Buhari’deki metindir (Kitab-üt-Tefsir, 73. Bab, 96 numaralı hadis):
 
“.........İbn- Şihab şöyle demiştir: Bana Urve ibn-ü-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Âişe’den, Allahü Teâlanın “Eğer yetimleriniz hakkında adâleti koruyamayacağınızdan korktuysanız.....” (konu ettiğimiz Nisa suresi 3. ayet) sözünün ne anlama geldiğini sormuş. Âişe de şöyle demiştir:
Ey kız kardeşimin oğlu, Bu âyetteki yetim kız, (Halbuki ayette YETİME yani yetim kız diye bir ifade yoktur. H.Y.) velisinin velâyet ve vesâyeti altında bulunup malında erkeğe ortak yapar. Kızın malı ve güzelliği, velisi olan erkeğin hoşuna gider. Bu sebeple velisi onunla evlenmek ister. Fakat kızın mehrinde adâlet etmek ve başkasının vereceği kadar mehir vermek istemez. İşte bu âyette o çeşit velilerin velâyeti altındaki yetim kızları - haklarında adâlet ve onların  mehirlerini en yüksek miktarına yükseltmedikçe- nikâh etmeleri nehyolunup, bunlardan başka kendilerine helal olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur.
Âişe devamla dedi ki :
Bu âyet indikten sonra insanlar Rasulüllah’a sorup fetva istediler. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi. ‘Senden yetimlerin kadınları hakkında fetva isterler...’ (Nisa suresinin 127. ayeti. Bu ayet de tarafımızdan genişçe açıklandı. Oradan detaylı  okuyabilirsiniz.)
Âişe dedi ki : Yüce Allah’ın bu diğer âyetteki (127. ayet)  ‘Ve terğabûne en tenkihûhünne’ kavli de herhangi birinizin himayesinde bulunan yetim kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman onunla evlenmeye rağbet göstermemesidir.
Âişe dedi ki :
Bu mal ve güzelliği az olan yetim kızlara rağbet etmediklerinden dolayı malına ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kızları- adalete riâyet etmedikçe- nikâh etmekten yetim velileri nehyolundular.”
       
       
Peygamberimizin özellikleri hakkında kendisine yöneltilen her soruya Kur’an’ı göstererek cevap veren ve Kur’an dışı kültürlere pek rağbet etmemiş olan Ayşe’nin Kur’an’ı anlama ve anlatma dirayeti herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla, açık ve net ifadesiyle dağdaki çobandan üniversitedeki profesöre kadar herkesin anlayabileceği Muhkem olan bu ayetin, Ayşe tarafından metin anlamı dışında ve anlaşılmaz ifadelerle, rivayetteki şekilde yorumlanmış olması hiç de inandırıcı değildir.
Ama ne yazık ki, Ayşe’ye atfedilen bu açıklamalar yüzünden bu ayetler hiç anlaşılmamış, ayetin metnini Ayşe’nin anlatımına sokabilmek için kelimelerin önüne  arkasına kural dışı bir çok eklentiler yapılmıştır.
Sonuçta ortaya, ayetlerin gerçek manasının aksine olarak bir TEADDÜD-Ü ZEVCAT (çok evlilik) kurumu çıkarılmış ve zorlama yorumlarla, uydurma gerekçelerle Müslümanlara kabul ettirilmek istenmiştir. Bu zorlama yorum ve uydurma gerekçelerden bazıları şunlardır:
 
-   Çok evlilik ilk defa İslâm tarafından konulmamış, eski toplumların tümünde, Hıristiyan ve Yahudilik’te de bu uygulama varmış. Tevrat’a göre Süleyman peygamberin yedi yüz tanesi hür, üç yüz tanesi cariye olan tam bin tane hanımı varmış.
-   Bazı dönemlerde, bazen de savaş ve umumî felâket hâllerinde, kadın cinsi erkekten daha çok sayıda olurmuş. O zaman çok eşlilik sosyal zaruret hâlini alırmış. (Ya tersi olursa?)
-   Kadın çocuk doğuramaz durumda olup, erkek de çocuk isterse bu usulden başka çare yokmuş. (Ya erkek kısır olursa?)
-   Kadın müzmin bir hastalığa müptelâ olursa, yine başka çare yokmuş. (Ya erkek hasta olursa?)
-   Erkek cinsel istek yönünden güçlü olursa, eşi de ihtiyar, aybaşılı, lohusa ya da hamile vs. olursa, erkeğin cinsel ilişkisi aksarmış. (Peki kadının canı, duygusu, hazzı yok mu? Erkeğe tanınmak istenen haklar, kadın için söz konusu olmuyor mu? O erkeği tatmin için mi yaratıldı ya da görevlendirildi?)
 
 
 
 
 
Sonuç:
 
Bir çok meal, tefsir (!) ve tüm fıkıh kitaplarında, Nisa suresinin 3. ayetinin gerçek anlamı Urve rivayetiyle örtülmüş, kelimelerin evvel ve ahirine kelimeyle hiç alâkası olmayan eklentiler yapılmış ve çok evliliğe izin çıkartılmaya çalışılmıştır. Ayrıca, aklı evvel geçinenler tarafından da bunun sosyal ve bireysel zorunluluk olduğu iddia edilmiş ve bu konuyla ilgili ahkâm yürütülmüştür.
Ama işin aslının öyle olmadığı, yukarıda görüldüğü gibi aşikârdır. Yani, İSLÂM’DA, NORMAL ŞARTLARDA ÇOK EVLİLİK YOKTUR. ÇOK EVLİLİK, ANCAK OLAĞANÜSTÜ DURUMLARDA; YETİMLERİN HİMAYESİ İÇİN UYGULANAN SOSYAL BİR KAMPANYADIR. İslâm’a göre çok evlilik, kamusal kararla topluca uygulanır, kişisel olarak uygulanamaz!
Başka bir yazımızın konusu olan peygamberimizin çok evliliği, çok eşliliği ise, yine özel durumlardan kaynaklanmıştır ve sadece ona özgü bir uygulamadır.
 
                                                                                             Hakkı Yılmaz

Hakkı Yılmaz

 




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

<< Önceki Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats