HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: A.Süruş’un Düşünceleri ve Eleştiriler Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


İranlı ünlü felsefe uzmanı Abdülkerim Suruş'un, Hollanda radyosuna verdiği röportajda Kur'an-ı Kerim hakkında yaptığı açıklama batıda ilgi toplarken, İslam aleminde sert tepkilere neden oldu. Suruş röportajında, Kur�an-ı Kerim�in Peygamberin zihninin ürünü olan üst seviye bir şiir olduğunu ileri sürmüştü. Bu arada, Suruş'un birkaç ay sonra piyasaya çıkacak olan �Nebevi Tecrübenin Açılımı� isimli kitabının daha büyük tartışmalara neden olacağı belirtiliyor.

Suruş'ın yakın arkadaşı Muhammed Ayetullah Tabar, "Kur'an-ı kim yazdı?" adıyla kaleme aldığı makalesinde, Suruş'u, Müslüman Lüther olarak tanımlıyor. Tabar, Suruş'un Avrupa ve ABD�de, o üniversiteden bu üniversiteye dolaşarak, İran�ın imamlık kurumuna şok dalgaları gönderdiğini yazdı.

"Yeni peygamberler ve mehdiler türeyecek"

İlk olarak oryantalistler tarafından ortaya atılan Kur'an-ı Kerim ile ilgili iddiaları İslam dünyasında ilk kez Suruş ileri sürmüyor. Müslüman dünyada bunu ilk dillerinden biri Pakistanlı düşünür Fazlurrahman olarak gösteriliyor. Fazlurrahman Kur'an üzerine benzeri iddiaları içeren bir kitap yazdığında Pakistan'daki ulema tarafından büyük tepki almış ve ülkesinden sürgün edilmişti. Mısırlı aydınlar Suruş'un Kur'an ile ilgili iddiaların son yıllarda daha revaç bulacağını açıklıyor. Dini ilimler konusunda büyük erimenin yaşadağına dikkat çeken Mısırlı aydınlar, yakın zamanda gelenek savunucuları arasından birçok mehdinin hortlayacağı gibi, modernist Müslümanlar arasında da birçok peygamber'in hortlayacağını ileri sürdü. Mısırlı aydınlar, "Modernist Müslümanlar ilham ve vahyin manasını karıştırıyor. Vahyin iniş şekilleri üzerinden hareket ederek çok yanlış çıkarımda bulunuyorlar. Bunlar peygamberin sahip olduğu bilgeye kendilerinin de sahip olabileceğini ileri sürerek kendi peygamberliklerini zımnen ilan ediyorlar." dedi.

Muhammed Ayetullah Tabar'ın makalesi için tıklayın:

Suruş ne demek istedi?

 

 

İlgili Makaleler:

Suruş�un röportajı için tıklayın

Dr. Ebubekir Sifil'in Suruş'a reddiyesi için tıklayın:

Abdülkerim Süruş: Modern bir savruluş (1)

 Selahaddin Çakırgil'in Suruş'a reddiyesi için tıklayın:

�Musteşrik�leri hatırlatan bir cür�etle Surûş, nereye?

Dr. Abdullah Nasri'nin Suruş'a reddiyesi için tıklayın:

Nübüvvet harmanını ateşe vermek (1)

Suruş ve Nasri arasındaki tartışmaların tümünü okumak için tıklayın:

http://www.fikritakip.com/news.asp?pg=1&yazi=2435


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam Asım kardeşim;

Son verdiğin linkin altında gördüğün yorumlar bölümünde "Yasin" rumuzu ile yapılan yorumlar bana ait.

Bu yorumlar üzerine, sayın Kenan Çamurcu “Yasin” isimli yorumcunun “kelam-ı Muhammed” eleştirisine tenkid yazısı ile yorumlarıma / sorularıma cevap verdi. Yine bu cevaba karşı cevaplarımı da yazının altına yorum olarak yazdım.

Çetrefilli bir mesele...

Esenlik dileklerimle...




__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

 Ne hikmetse,Fikritakip sitesi bazı yazıları yayından kaldırmış,mahalle baskısı galip geldi galiba..

__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam Adalet;

Hangi yazıları kaldırmışlar, kaçırdığım bir şey mi oldu?

Esenlikle...


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


Mustafa Bey'in sitesi vasıtası haberdar olduğum "Açık Fikir Toplantıları" çerçevesinde tertip edilen ilk konferans olan Prof. Abdülkerim Suruş 'un "İslam, Demokrasi, Modernite" konulu konuşmayı kendim adıma bilgilendirici, düşünmeye sevk edici buldum.
Prof. Suruş günümüz İran�ının yetiştirdiği en tanınmış düşünürlerdendir. Kendisini ilk olarak 2001 yılında Washington'da CSID (İslam ve Demokrasi Etütleri Merkezi) organizasyonunun düzenlediği benim de bir tebliğ sunduğum �Post-modern Çağda İslam Demokrasi ve Laikçi Devlet� konulu konferansta tanımıştım.

Prof. Suruş�un düşünce çizgisini karakterize etmek için akılma gelen ilk kelimeler rasyonalist İslam savunucusu, veya modernite ve demokrasi ile barışık İslam yorumcusu denilebilir. Başkaları kendisi için reformist, revizyonist, yenlikçi, liberal Islamist hatta ve aşırı uçta mürtet gibi kelimeler kullandılar. Suruş kendisi için başkalarının kullandığı tavsifler konusunda savunmacı olmayacak kadar öz güvenli, bir düşünür. Daha önce dinlediğim konuşması gibi bunda da bir ideolog değil görüşleri tahlil ederken makul argümanlar sunan ve kendininkine zıt görüşlere de adil davranabilen bir düşünür.

Suruş �İslam ve akıl � konusuna yaklaşırken İslam�daki iki itikadi gelenek olan Eşariye ve Mutezile arasında Mutezile�yi tercih ettiğini söylüyor. Suruş�a göre Eşariye okulu mutasavvıf, din adamı yetiştirmiştir fakat filozof yetiştirememiştir; çünkü vahiyden bağımsız akli fazla olumlu bakmayan bir gelenektir. Öte yandan Mutezile mezhebi vahyin dışında da objektif rasyonel olabileceğini, dolayısı ile aklin vahiyden bağımsız olarak kullanılabileceğini savunur. Bu bağlamda Suruş�un görüsü bana Papa XVI. Benedikt�in �dinin akıl ile bağdaşır� olduğunu ve Ibn-i Hazm gibi ulemanın �Allah�ın insan aklından bağımsız� olduğunu öne sürdüğünü ve bundan Islam'in "siddet" gibi akla uygun olmayan fiillere cevaz verdigini iddia etmesini hatırlattı. Keşke Papa Suruş�un konuşmasını dinleseydi.

Sünni İslam�da kazanan, ve hakim tarafın Eşariye olduğunu not etti. Öte yandan Şii İslam�ın Mut�ezile geleneği ile gurur duyduğunu fakat bunun şu anki gerçeği yansıtmadığını, bugün İran�da aslında Eşariye okulunun hakim olduğunu ifade etti. Şimdilerde ise Sünni İslam�da da Mutezile çizgisinde alimlerin yetişmesinden memnuniyetini ifade eder.

Su ana kadarki notlar aslında Prof. Suruş�un bir soruya cevap dışında dokunduğu mevzular değildi. Ama o�ndan bahsedince kendisinin en karakteristik argümanlarından birinden bahsetmeyi gerekli gördüm.

Konuşması adı üstünde İslam ve modernitenin ve demokrasinin bağdaşabilirliği üzerine idi. Suruş bunu yaparken modernite fetişizmi yapmadı. Tam tersine �modernitenin ruhunu (veya özünü, hakikatini �esence�) aramaya gerek yok; modernitenin ruhu (veya ahlaki bir hakliliği) yoktur� dedi. Ne geleneğin ne modernitenin üstünlüğü argümanı objektif olarak yapılamaz Suruş�a göre. Modernitenin zıddı için gericilik (veya �irtica�) olarak değil yoksunluk ve basarisizlik (hüsran) olarak tanımladı (tabii ki burada modern dünyada modern olmayan toplumları kastediyor).

Modernitenin iki farklı bileşenini donanım ve yazılım olarak tasvir etti. Donanım teknoloji, ve ürünleri, yazılım ise fikirler, değerler, prensipleri temsil eder. Gelenek ile modernite arasındaki savaş yazılım cephesinde cereyan eder. Buradan ben moderniteyi bir �hayatin gerçeği�, kaçınılmaz bir durum olarak sunduğu yorumunu çıkardım. Moderniteyi yüceltmek veya kökten reddetmek yerine kendisine uydurarak sahiplenmeyi (kullanımına almayı - �appropriation�) daha akılcı buluyor Suruş. Nitekim modernitenin kökten reddini savunduğunu söylediği gene İran�ın yetiştirdiği zamanımızın değerli mütefekkirlerinden Seyit Hüseyin Nasr�i bu görüsünden dolayı eleştirdi.

Modernite sadece daha önce belirlenmiş sabit gayelere ulaşmak için vasıta değildir; modernite ayni zamanda varılacak hedefleri de değiştirebilir. Örneğin telefon icat edildiğinde bu günkü Internet veya cep telefonu mucidin aklından geçmedi. Modernitenin �donanım� kısmı bize �ihtiyaç� dediğimiz şeyleri yeniden tanımlattı. Yaşamanın objektif amacı mutluluk olmak tanımlanır çoğunlukla. Artık bunun evrensel geçerliliği tartışılır.

Bu bağlamda Batı ile İslam dünyasını karsılaştırırken birkaç yüzyıldır açılan makas için yerli oryantalist bir gözlük kullanarak �onlar reform yaptılar, biz yapmadık� vb seklinde suçu İslam�a yüklemek yerine �tarihi kazalara� yordu. �Onlar şanslıydı biz şanssızdık�.

Diğer kayda değer bir tespit de modernitenin Islama rejimler için problem yarattığı idi. (Ör. Iran). Problemin nedeni: Modern vasıtalarla modernite öncesi gayelere ulaşmaya çalışmak.

Iran deneyimini İslam dünyası için örnek olarak sunmak yerine daha nötral ve objektif bir yaklaşımla bu tecrübenin İslam dünyası için başarıları ve başarısızlıklarından çok şeyler öğrenebileceği bir deney olarak bahsetti. Iran bağlamında Hatemı çizgisine yakın olduğunu da dolaylı olarak ifade etti.

Modernitenin ortaya çıkardığı açmazlar, tezatlara karsı �çözüm� veya �doğru yaklaşım� olarak su öneriler ve değerlendirmelerde bulundu:
Modernite tamamını almak veya reddetmek zorunda olduğumuz bir paket değildir. İçinden değerlerimize göre secim yapabiliriz. Değişik moderniteler mevcuttur; alıp kendi değerlerimize uygun hale getirebiliriz.
Modernite de tezatlar da mevcuttur; fakat tezatlar hayatın bir parçasıdır, �tezattan korkamayalım�.

Modernite taklit demek de değildir. Her kültür gibi , İslam kültürü de moderniteyi kendisine adapte edebilir. Bunu açıklamak için benim örneğim: TV veya Internet bir �donanım� dır, ahlaki olarak notraldir. Bu donanım doğru yazılım ile uygunlaştırılarak sahiplenilir. Bizim sahiplenmemiz Müslüman kimliğimizi yansıtır şekilde olmalıdır.

Geçmişte insanlar için Arap, Acem veya Türk olmak önemli bir kimlik değildi; otomatik avantaj veya dezavantajlar barındırmıyordu. Ama modernite milli kimliklerin önemini arttırdı. Fakat bu gün görüyoruz ki bu artık tekrar insanların kendilerini kimliklendirmelerinde kifayetsiz kalıyor.

Yönetim ve demokrasi üzerine:
Demokrasi üzerine daha az konuştu. Demokrasinin sadece sandığa gitmekten ibaret olmadığını söyledi. İran�ı örnek verdi ama nezaketin Türkiye�den bahsetmedi.

Vurguladığı diğer bir nokta , çeşitli baskı rejimleri tarafından veya dış güçler tarafından hakları çiğnenen İslam toplumlarında Müslümanların bütün problemi �gücün� kendilerinde olmayışında gördükleri ve devlette hakim olduklarında problemlerinin çözüleceği gibi bir kolaycılığa kaçtıkları idi. Gücün bütün problemleri çözeceği yanlış bir beklentidir. Güç değil fikirler, bilgi ve bilginin sahiplenip uygunlastirilmasi veya �Islamizasyonu� gerekir.
Churchill�in meşhur �demokrasi berbat bir sistemdir ama berbatların en iyisidir� sözünü hatırlattı. Demokrasinin kendi kendine nihai hedeften çok daha temel gaye olan adaletin sağlanması için en uygun mevcut araç olduğunun altını çizdi. Bundan dolayı da demokrasinin temel direğinin bağımsız adil ve güçlü bir yargı olduğunu ve bunun tesisi için de sağlam bir adalet teorisine ihtiyaç olduğunu ifade etti. Aklıma �tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar� ve �peki bu güçlü adalet teorisini hangi şartlar ortaya çıkarır� sorusu geldi ama soruların çokluğundan sıra gelmedi sormaya.

Soru cevap kısmında bir arkadaşın Iran devrimi�nin gayesi Silikteki velayet-i fakih müessesesini tesis etmek olduğu argümanını reddederek, bu durumun gaye değil devrimin oncusu İmam Humeyni�nin ayetullah olmasının �kazaren� ortaya çıkardığı bir durum olduğunu ifade etti.

Aklımda kalanlar ve notlarımdakiler bu kadar. Ben ilk is olarak Prof. Suruş�un "Reason, Freedom and Democracy in İslam" (İslam�da Akil, Özgürlük ve Demokrasi) kitabini alacağım. Türkçe�ye çevrildi mi bilmiyorum. Kendisi ve fikirleri hakkında daha fazla bilgi için www.drsoroush.com.

Bize böyle değerli bir mütefekkirin fikirlerinden istifade etme imkanı sundukları için �Açık Fikir Toplantıları� düzenleyicilerine teşekkür ederim. Buna benzer daha nice hayırlı faaliyetler dilerim.



bekir yıldırım



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Abdülkerim Süruş

Fethullah Gülen, bazı açılardan İranlı düşünür, filozof Abdülkerim Süruş ile de karşılaştırıldı. Asıl ismi Hüseyin Hâc Feracullah Debbağ olan Abdülkerim Süruş, eczacılık, kimya, tarih ve bilim felsefesi tahsili yaptı. Gayri resmî olarak fıkıh, İslâm felsefesi ve kelâm dersleri de aldı. Muhammed Hasan Salih Ali Şah'a, yani Alişahî tarikatına intisap etti. Meşhur çağdaş müfessir ve filozof, Ayetullah Hüseyin Ali Tabatabaî'den çok etkilendi. İslâm felsefesinin üstünlüğüne o kadar inanmıştı ki, "Tüm dünya kanatlarımın altında" diyordu.

Süruş, İran devriminin hazırlayıcılarından Mutahharî, Behişti ve Şeriatî gibi âlimler ve aydınlarla da yakın temas halinde idi. Devrim önderi Ayetullah Humeynî'ye çok bağlıydı. Türkçe'ye Evrenin Yatışmaz Yapısı adıyla çevrilen ve 16. asır İran işrakî filozoflarından sayılabilecek Molla Sadra (Sadreddin Şirazî)'nın felsefesini ele aldığı Nahâd-i nâ-Ârâm-ı Cihan adlı eseri Humeynî tarafından çok beğenildi. Ayetullah Humeynî, devrimden sonra Süruş'u Kültür Devrimi Danışma Kurulu'na tayin etti. Süruş, bu arada Mevlânâ'nın şiiri üzerine konferanslar veriyor, Havza-yi İlmiye'de kelâm-i cedit okutuyordu. Süruş, zamanla devrim kadrosuyla anlaşamadı. Artık, geleneksel İslâm metafiziği karşısında modern sosyal bilimleri daha sağlam temelli görerek tercih ediyordu. Geleneksel İslâmî ilimlere insan menşeli olarak bakıyor, onları modern bilimlerden farklı değerlendirmiyordu. Çalışmaları zamanla hermenötik, bilim felsefesi, "dinî bilginin evrimi" gibi konular üzerinde yoğunlaştı. Dinî bilginin, her bilgi dalı gibi bir bilgi dalı olup, herhangi bir kudsiyete sahip bulunmadığını iddia ediyordu. Bu sebeple, ulemadan büyük tepki gördü.

Abdülkerim Süruş'u tanımak için, düşüncesinin temelini oluşturan iki görüşünü kendi cümleleriyle vermek ve bir tavrına dikkat çekmek yeterlidir: Süruş, şöyle yazar: "Tektipçiliğe, taklide, fıkhın ve fakihin kutsallığına saygı duyuyorsun; ben ise imanın, özgürlüğün, inceliğin, inanç ve iradenin çevikliğinin renkliliğini ve çok boyutluluğunu takdir etmeni rica ediyorum." Bu sözler, ilk bakışta fıkhı donmuş kurallardan ibaret sayanlara haklı bir tepki olarak algılanabilir. Oysa, kendisine "Şiî İslâm'ın Luther"i denilen Süruş, genel düşünce yapısı içinde, dini fıkhî yanından âdeta mahrum ve dolayısıyla inanç noktasında korunmasız bırakmaktadır.

Süruş'u tanımak için ikinci çok önemli donemiz, onun felsefesinin temelini oluşturan şu değerlendirmesidir: "Fıkhın daralması ve genişlemesi realist bir teoridir ki, bir şeyi, o şeyi kavramaktan ayırır. İdealizm bir şeyin zihindeki ve hariçteki varlığını birbirinden ayrı görmezken - çünkü zihni ve gerçekliği aynı kabul eder - realist epistemolojinin asgarî şartı, nesne ile onu bilmeyi birbirinden ayırmaktır."

Süruş'un, Kant ile Karl R. Popper çizgisine yakın "eleştirel realist filozof" olarak değerlendirilmesine sebep olan bu görüşü hiç de yeni ve bize yabancı değildir. Onun bu temel kalkış noktası, aslında Mutezile'ye aittir. Bu Mutezilî düşünceye göre bir şey, evvelemirde, yani kendisi ve insandan bağımsız olarak ne ise odur ve onu bilmekten farklıdır. Dolayısıyla bilgi bilenden, değer onu değerlendirenden, ibadet âbidden bağımsızdır. Mutezile'ye göre, meselâ namaz kılarız, fakat onun evvelemirdeki kendi olan keyfiyet ve mahiyetini yakalayamayız; bu sebeple de, hiçbir zaman tam manâsıyla namaz kıldığımız söylenemez. Tamamen vesveseye açık bu düşünceye karşı Ehl-i Sünnet, "Namazın evvelemirdeki keyfiyeti ne olursa olsun, namazın gerekli şartlarını yerine getirmekle namaz kılmış oluruz." der. Süruş'un benimsediği bu Mutezilî görüş, İslâmî ilimlere ve dine uygulanınca, elbette dinî ilimlerin dayandığı gerçekten bilinebilir, objektif ve herkesi bağlayıcı bir hakikat kalmayacak, her dinî bilginin değeri bilenle özdeşleşecek, onun İlâhîlik vasfı ortadan kalkacak ve her bilgi, tamamen izafî hale gelecektir. Böylece, din adına da ortada mutlak değerlerden çok şahsî yorumlar kalacaktır. Tarihselciliği dine uygulamaya yol açan görüş, yine bu görüştür. Nitekim Süruş, "Dinî ilim, başka her ilim gibi, dini bilmeyi temsil eder. Yani bilenin bilgisinden ibarettir." diyerek, dinî ilim adına her şeyi yoruma indirger.

Carroll'un çalışmasının önemi

Süruş'u tahsil yıllarındaki tavır ve düşüncelerinden bu noktaya getiren ana faktör, İran devrimini başarısız görmesidir. O, başarı adına ölçü ve verili gerçek kabul ettiği modern durumlar, olgular, modern siyasî sistem ve düşünce ile geleneksel İslâm arasında beraberlik kuramamış, dolayısıyla İslâm'ı da suçlayamayacağı için, onu yoruma indirgeme yoluna gitmiştir. Meşhur Oliver Roy'u, "siyasal İslâm'ın bitip, post-İslâmcılığın başladığı" iddiasını seslendirmeye ve "post-İslâmcılığı da siyasî İslâm'ın başarısızlığından türemiş bir tür lâiklik" olarak tarif etmeye sevk eden, Süruş'taki bu değişimdir.

Neo-Selefîliğe dayalı İslâmcılık, mevcut durumları ve İslâm'ın kendine has yolunu, aksiyon çizgisini nazara almadan, su üstüne bina kurma girişimi gibi bir İslâm devleti, siyaseti, ekonomisi hedefine yönelmiş ve temelsiz bir idealizm sergilemiştir. Süruş ise, dinin özellikle hayata yansımasında izafîliği öne çıkarmış, ulemanın otoritesine muhalefet ederken, elbette kendisinin de dahil olduğu yeni bir otorite sınıfı üretmiştir.

ali ünal

makalenin tamamı için
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=658778


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


- Kimlik olarak İslam ve Hakikat olarak İslam diye bir ayrım yapıyorsunuz. Bu ikisi birbirinden tamamen ayrı mı, yoksa ilintili mi?

Bunlar birbirinden farklı; ama ilintili iki kavram. Hakikat olarak İslam, hayat, doğa ve ahiret hakkındaki inançlar ve ameller bütünüdür. Kimlik olarak İslam ise ötekine fark koyan bir ideolojidir. Tarihsel olarak baktığımızda Hazreti Peygamber döneminde �kimlik olarak İslam�a belirgin bir önem atfedildiğini görürüz. Allah ve ahiretle ilgili bazı inançları vazedip gitmiş değildir Peygamber Aleyhisselam. Kasti ve kararlı bir şekilde Yahudi, Hıristiyan ve putperest kimliğiyle farkını ortaya koymaya çalışmıştır.

Kanaatimce ibadet dilinin Arapça olması bir kimlik tesisi gayretinin ürünüdür mesela. Bu sayede ümmet için bir ortak dil vazediliyordu aslında. İranlısı, Arap�ı, Türk�ü, Endonezyalısıyla bütün bir ümmet aynı dili kullanırsa birbirlerine daha yakınlaşacaktır. Bu da birleşmiş, oturaklaşmış, bağları güçlenmiş bir ümmet demek. Hasılı Kimlik İslamı Hazreti Peygamber�in vazettiği dinin vazgeçilmez bir rüknüdür.

Bir rükün olmakla birlikte bu kimlik faktörü dinin tamamı değildir. İslam�ın Batı ile temasa geçtiği yıllara kadar İslam�ı hem bir hakikat kaynağı hem de bir kimlik kaynağı olarak kullandık. Ancak Batı�yla, �öteki�yle olan temasımızla birlikte toplum dinin �kimlik sağlama� rolüne daha fazla ağırlık vermeye başladı. Kimliğimiz konusunda daha bir bilinçli ve vurgulu davranmaya başladık. Böylelikle de kimlik savaşı ortaya çıktı. Kimlikler böyledir; birbirlerini iterler. Sen kendi kimliğini vurgularsan, ben de kendi kimliğimi vurgularım. Ve sonuçta çatışma başlar.

- Bir dinler savaşı değil, kimlikler savaşı öngörüyorsunuz yani?

Benim söylediğim şundan ibaret: Batı�nın baskın ve tehditkâr kimliğinden dolayı Müslümanlar bugün Kimlik İslamı�na gereğinden fazla vurgu yapıyor. Bu da kimlik ve hakikat faktörleri arasındaki dengeyi bozuyor. Eğer dini sadece inanç prensipleri olarak görürseniz safi bir sûfi olursunuz. Dünyada neler olduğu, adaletin tesis edilip edilemediği, ümmetin hali, çevrenizdeki insanlar ilgilendirmez sizi. Diğer taraftan kimlik faktörüne yapılan vurgu gereğinden fazlaysa bir savaşçı olmanız kaçınılmazdır. Bu defa da inançlar, bu inançların insani yönü ilgilendirmez sizi. Bu ikincisine �dinin ideolojileştirilmesi� diyorum. Bu, dinin kimlik faktörünün bir silah olarak kullanılması anlamına geliyor.

Yanlış anlaşılmak istemem. Dinin kimlik sağladığı gerçeğini inkar etmiyorum. Bu gerekli değildir de demiyorum. Ama bu, dinin inanç ve amel yönünü bastırmamalı. Bir zamanlar bu dengeyi koruyabiliyorduk. Şimdi din büyüklerinden beklediğimiz o dengeyi yeniden tesis etmeleri.

İSLAM DÜNYASINDA ÇOK BEDEVİ VAR

- Bu sınıflandırma sadece İslam dinine mi has? Hıristiyanlar da dinin kimlik yönü ile hakikat arayışı yönü arasındaki dengeyi bozabilirler pekala.

Doğrudur. Bu bütün dinlerde olabilecek bir şey. Sözgelimi mevcut papa, bence fazlasıyla kimlik vurgusu yapan bir insan. Oysa önceki papa, yani John Paul II farklılıkları kabullenebilen, hakikati nerede görürse saygı duyabilen bir insandı. Bu yeni papa bir teolog. Teoloji felsefeden farklı bir disiplindir. Teoloji karşıtı değilim ve belki ben de bir teolog sayılırım. Ama teoloji diyalog için iyi bir dil değil, bunu da kabul etmek gerek. Teoloji doğası icabı dışlayıcıdır. Bir teolog olarak benim işim dinimi korumak ve desteklemek. Tabii ki seninkini dışlayarak. Bu noktada diyalog biter, çatışma başlar. Oysa felsefede durum farklıdır. Felsefe hakikatle uğraşır ve hakikatler kimlikler gibi çatışmak zorunda değildir. Bir araya gelebilir ve birbirini destekleyebilirler.

Zamanımız Yahudiliği de neredeyse tamamen bir kimlik dinine dönüşmüş durumda. Yahudi olduğunu söyleyen insanların çoğunun bir inanç sistemi olarak Yahudilikle alakası kalmamış. Onda bir kimlik buluyorlar o kadar. Bu da onu çatışmacı ruhlu adamların elinde bir silaha dönüştürüyor.

Ne yazık ki Müslümanların içinde de çok var böylesi. Tekrar ediyorum. Kimlik olarak İslam�a karşı hiçbir eleştirim yok. Bu gerekli bir yönüdür dinin. Kimliksiz kalırsak �hiç kimse� oluruz. İslami kimlik bizim kültürümüz, geleneğimiz ve tarihimizdir. Bu korunmalı, ara ara harekete geçirilmeli, sık sık ziyaret edilmeli. Ama gereğinden fazla da vurgulanmamalı ve dinin inanç ve hakikat yönünden daha baskın olmamalı.

Bu söylediklerimi Kur�an terminolojisiyle anlatmak gerekirse �İslam� kimlik olarak din, �iman� da hakikat olarak dinin karşılığıdır diyebilirim. Hucurat Sûresi�ndeki şu ayetten bahsediyorum: �Bedeviler, �inandık� dediler. De ki, siz iman etmediniz; ama �İslam olduk� deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.� (49:15) Demek ki iman, İslam�dan ayrı olabiliyor. Birlikte olması, birinin diğerini bastırmaması en iyisi. Ben diyorum ki bu ayette bahsedilen bedeviler, dini bir kimlik olarak benimsemiş, ama henüz dinin hakikat yönü, yani iman, kalplerine yerleşmemiş. Şimdilerde İslam dünyasında çok bedevi var böyle.

DİYALOG DENGE GETİRİYOR SÜNNİ-Şİİ DİYALOGU DA LÂZIM

- Çatışma dinin kimlik yönüne vurguyu artırıyorsa, dinlerarası diyalog ve barış çabaları bu dengeyi oturtmaya yarayabilir mi?

Kesinlikle. Şimdilerde yaşadığımız dünya geçmişten çok farklı bir dünya. Bu küreselleşmenin hem kötü yönleri var hem de iyi yönleri. İyi yönü bu dinlerarası diyalog. Geçmişte bir dinin inananı başka dinler hakkında tam anlamıyla cahil kalıyordu. İhtiyaç hissetmiyordu öğrenmeye.

Sadece farklı dinler açısından değil. Aynı dinin farklı kolları arasında da bilgisizlik hakimdi. Diyeceğim o ki dinlerarası diyalog güzel. Ama acilen aynı din içinde bir diyaloga ihtiyacımız var bizim. Özellikle de Şii-Sünni diyaloguna. Hususen de Irak ve Lübnan�da Şii-Sünni çatışmasının tohumlarının atıldığı bu dönemde.

Habermas�a göre artık post-seküler (laiklik sonrası) bir dünyada yaşıyoruz. Laiklik artık günün modası değil. Şimdi dinî kimlik ve dindarlık yükselişte. Bu post-seküler çağ henüz doğuş aşamasında olabilir. Ama büyüyor ve genişliyor. Artık din, üzerinde konuşulması gereken bir fenomen. Bernard Lewis�i bilirsiniz; ABD Dışişleri Bakanlığı�nın danışmanı. Diyor ki; 21. yüzyıl Avrupa�sı Müslüman bir Avrupa olacak. Doğru söylüyor. Dolayısıyla din meselesi çok mühimdir ve sanırım dünyanın üzerinde asıl konuşması gereken temel meselesidir. Net bir ifade ile söyleyeyim: Dinin dünyasında barış olmadığı müddetçe, siyasetin dünyasında asla barış olmayacak.

TEK YORUM, DİNÎ DESPOTİZM GETİRİR

- Ötekini bilmek kadar kendi dinini doğru bilmek de gerekli sanırım. Sizin önemli bir ayrımınız da �Dinin Kendisi� ile �Dinin Bilgisi� arasında yaptığınız ayrım. Şart mı böyle bir ayrıma gitmek?

Bu ayrımı ben yapmıyorum. Bu ayrım var, ben adını koyuyorum. Adını koymak şart bence. Bunun bir tarafında �Dinin Kendisi� var; Kur�an�ın metni, hadisler ve Hazreti Peygamber�in hayatı. Diğer tarafta da bunların yorumları. Benim tezim şu: Dinî bilginin doğası icabı her zaman bir yorum çoğulculuğu olmak durumundadır. Bir nihayi yorum yoktur. Yorum ilanihaye devam eder. Tek yorum veya resmî yorum dinî despotizme yol açar.

Tarihimize bakarsanız dinin bir ölçekte çoğulcu yorumlandığını görürsünüz. Dinî liderlere düşen bizi yine o eski �yorumların akışkanlığı� dönemine döndürmeleri. Bugün var olan farklı fıkıh ekollerinin hepsi o akışkanlık döneminde ortaya çıkmış. Sonra birden kapılar kapatılmış. Bu, fundamentalizmin sebeplerinden biridir.

- Ama yorumların da bir sınırı olmalı öyle değil mi? Sınırsız çoğulculuk olacak iş değil.

Bir sınır olmalı muhakkak. Ama bunu siyasetçiler değil, yorumu yapan ulema koymalı. Siyasi konumları veya emelleri olan insanlar sınır koymaya başlarlarsa bu, dinî bilgi üretiminin durdurulması anlamına gelir.

- Bazıları sizin sınır tanımadığınızı, derin meseleleri halka açarak uzman olmayanların kafalarını karıştırdığınızı söylüyor.

Tutarsız bir suçlama bu. Bugünlerde uzman olanla olmayan ayrımı netliğini kaybetmiş durumda. Belki eski zamanlarda, âlimlerin sayısının oldukça az, halkın çoğunun eğitimsiz olduğu dönemlerde bu tür iddialar ortaya atılabilirdi. Ama şimdi her türlü bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki. Kimin uzman, kimin henüz yeni başlamış bir talebe olduğunu ayırt etmek çok zor. Benim fikirlerim de kamu mallarıdır. Herkes onlara istediği gibi ulaşabilmeli. Eğer insanların kafalarını siz doldurmazsanız, dolduracak birileri illa ki çıkacaktır.

- Peki siz bilgiyle inanç arasında bir ayrım görüyor musunuz?

Bu analitik felsefenin ilgilendiği bir konu. Bilgiyle inanç arasında bir fark var tabii. Analitik filozofların tanımına göre �inanç bilgi yoluyla doğrulanır.� Dolayısıyla inanç bilginin bir alt sınıfıdır. Bu onların tanımı tabii. Ama bu soruyu niye sorduğunuzu anlayamadım.

- Siz �Dinin Kendisi� ile �Dinin Bilgisi� arasındaki ayrımdan bahsederken inancın bazen anlamadığımız, nüfuz ve idrak edemediğimiz alanlarla da alakalı olduğunu görmezden geliyor gibisiniz de�

- Dinin bize ilahi vahiy yoluyla geldiği ve bizim onu anlamaya çalıştığımız, çalışmamız gerektiği doğrudur. Bütünüyle anlayamadığımız da doğrudur. Kapasitemiz, donanımımız buna yetmez. Belki ileride daha iyi anlarız. Ancak dinî inanç her durumda bilgiye bina edilmek durumundadır. Bir şeyi bilmiyorsan ona inanmamalısın.

- Bakara Sûresi�nde muttakilerden �gaybe iman ederler� diye bahsediliyor?

Ama �gayb� anlaşılamayan veya idrak edilemeyen anlamına gelmiyor ki. Gayb, �algılanamayan şey� demek. Yani duyu organlarınla algılayamazsın, ama anlayabilirsin. Bir şeyi bildiğin ölçüde güvenebilirsin ona. Ve güven, iman demektir. Tevekkül imanın bir rüknüdür. Belki bu konuda sözü Mevlana�ya bırakıp imandan öte aşkın bile bilgiyle mümkün olduğunu ondan dinlemek lazım. Gazali�den bir satır aktarıyor gibidir Farsça�ya. İmam Gazali, �Muhabbet marifetin semeresidir� der: �Bilmeden nasıl sever ki insan; onların sevgisi cehalet üzerine bina edilmiştir.�

- Bilginin kabz-u bastından bahsediyorsunuz bir müddettir. Dinin bilgisi genişliyor ve daralıyor size göre. Bu ifadeler tasavvufi ifadeler değil mi?

Evet sûfilerin kullandığı ifadeler bunlar. Havf-u reca, korku ve ümit kavramlarıyla irtibatlı olarak kullanılmışlar hep. Çok basit bir analojiyle korkuyorsan kabz halindesin; ümitliysen bast halinde, açılmış, ferah fezasın denilebilir.

Ama ben bu kavramları dinî bilgiyle alakalı olarak kullanıyorum. Dikkat edin; dinin kendisiyle alakalı değil. Dinin kendisi vahiydir; verilmiştir ve orada durur. Ama dinî bilgi zaman içinde bazen daralır, bazen genişler. Kabz-u bast tamamen dinî bilgiyle, işin insan yanıyla alakalıdır. Anlama önkabullenimlere bağlı bir süreç. Bazı önkabullenimler anlamayı ve bilgi üretimini kısıtlayabilir. Diğer bazıları da geliştirebilir. Bazen bu iki durum için kabz-u bast yerine evolüsyon ve devolüsyon tabirlerini kullanırım. Dinî bilgi her zaman ileri gitmiyor. Bazen geri de gidebiliyor.

İSLAM DÜNYASI �BAST� HALİNDE; AMA

- Bu kabz-u bast bireylerde mi gözleniyor yoksa toplumsal bir süreç mi?

Prensipte bir insanda da gözlemlenebilir. Ama ben ulema cemaati ile ilgiliyim daha ziyade. Bilgi her zaman kolektiftir. Bireysel değil. Bireyler de kabz-u bast yaşayabilir. Ama kolektivite önemli. Zira bilgi üretme aslen ulemanın ihtilaf ve ittifaklarıyla vuku bulur.

-Hegel�in gerçek tarihin aklın tarihi olduğu tezini kabullenirsek, sizin bu kabz-u bast teoriniz de bir tür tarih felsefesi olmuyor mu?

Hegel�in bahsettiği akıl insanların aklı değil. O evrensel bir akla, sonunda Geist durumuna ulaşan bir akla inanıyordu. O akıl da kabz-u bastlar gösteriyordu doğrusu. Ama benim teorim tamamen dinî bilgiyle alakalıdır. Din dışı bilgiyi dahi kapsamaz. Gerçi şunu da ifade etmeliyim: Lâdinî alanlarda bilgi gelişmiyorsa, dinî alanlardaki bilginin gelişmesi de beklenemez. Ancak bu bağımlılık çift yönlü değil. Dolayısıyla da tam bir bilgi teorisi veya tarih teorisi denilemez buna. Sadece dinî bilginin tarihi derseniz, evet.

ŞAH DÖNEMİNDEKİ ÖZGÜRLÜK VE SONRASI

-Peki İslam dünyası şu anda kabz halinde mi, bast halinde mi?

Bir bast halinden bahsedebiliriz. İslami kimliğin güçlendiği, yeniden uyandığı bir dönemi yaşıyoruz. Eğer bu kimliksel uyanışı dinin hakikat yönüyle dengeleyebilirsek geleceğimiz parlak. Ama daha çözülecek çok problemimiz var. Geçmişte de sorulan bir soru şu: Bizim dinimiz hak ise niye geri kalıyoruz? Dinin hak; ama o dini yorumlayışın hak değil. Bilgin doğru değil. Bunları aşmamız gerekiyor önce.

-Dinî bilgiyi düzeltmek anlamında sizin bir şansınız oldu İran�da. Devrim�den sonra üniversitelerin müfredatını elden geçirmekle görevliydiniz. Ama mollalarla aranız açıldı. Devrimin kabullenemediği ne gibi bir eğitim vizyonunuz vardı?

Devrim üniversiteleri, havzaları (Şii medreseler) yüzde yüz kontrolüne almak istedi. Ben de ayrıldım. İnanın bana Şah döneminde bile havzalar daha özgürdü. Camiler de daha özgürdü. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebilirim, camilerin bu özgürlüğü Şah�ın sonunu getirdi. O dönemde camileri halk açar, imamı halk bulur, maaşını halk öderdi. İmam da tamamen özgür olurdu. Tabiri caizse ülkenin dört bir tarafındaki camiler tam anlamıyla birer sivil toplum kurumu olarak çalışıyorlardı. Humeyni�nin dâhi buluşu bu STK yapılanmasını keşfedip, onların üzerinden bütün bir halkı devrimciliğe yönlendirmesi oldu. Ama devrimden sonra bütün camiler devlet kontrolüne alındılar.

Ben ayrıldıktan sonra büsbütün aynı kalmadı havzalar. Son dönemdeki değişiklikler medrese eğitiminin geleceğinin çok parlak olacağı sinyalini veriyor. Çünkü öğrenciler artık eskiden olduğu gibi tek alan çalışmıyorlar. Eskiden havzalarda İslam tarihi dersi bile yoktu. Şimdi Arapçanın yanı sıra İngilizce ve Fransızca öğreniyorlar. Bir de bence çok önemli olan dinî ilimlerle beşeri ilimlerin birlikte verilmesi. Şimdi öğrenciler çok farklı alanlarda dersler alıyor. Tabi bunlar sadece ufuktaki ışıklar. Neticenin nereye varacağını ancak yirmi, otuz yıl sonra göreceğiz.

HUMEYNİ NİÇİN �DEMOKRASİ� İSTEMEDİ?

- Sizin Humeyni�yle tek probleminiz eğitimin kontrolü olmadı. Devrimin ilk başbakanı olan Mehdi Bazargan yeni İran�ın resmî adının İslami Demokratik Cumhuriyet olmasını teklif etmişti. Siz de onu desteklediniz. Ama Humeyni �demokratik� ifadesini sevmedi. �Dinî Demokratik Cumhuriyet� diye bir şey hakikaten olabilir mi?

Bazargan bu ifadeyi kullandığında Humeyni�nin hoşuna gitmedi hakikaten. O sadece İslam Cumhuriyeti ifadesini kullanmak istiyordu. Belki de Humeyni�nin demokrasiyle alakalı bilgisi yeterli değildi. Belki demokrasi ile liberal demokrasiyi birbirinin aynı sanıyordu. Liberalizm o dönem itibarıyla hiçbir sorumluluk, görev tanımama ve sınırsız özgürlük olarak algılanıyordu. Sanırım Humeyni demokrasiyi de böyle bir şey olarak görmüş ve reddetmişti.

Dikkat ederseniz �dinî demokratik devlet� diyorum. Bu ifadede sıralama kendi başına bir mesaj içeriyor. Benim kanaatime göre devletin ilk vasfı demokratik veya anti-demokratik olmasıyla alakalıdır. Dinî veya lâdinî olmasıyla alakalı değil. Bu ikinci vasıf ancak demokrasiyle alakalı vasıftan sonra gelir. Yani sonuçta �dini demokratik devlet, lâdinî demokratik devlet, dinî diktatörlük ve lâdinî diktatörlük� olmak üzere farklı devlet yapıları oluşabilir.

Şimdi buradaki hayati soru şu: Demokratik bir devlet aynı zamanda dinî olabilir mi? Bu iki sıfat yan yana gelebilirler mi? Ben net bir şekilde �evet� diyorum. Uzun bir açıklaması var bunun. Ama şununla başlayabiliriz: Demokrasi, dereceleri olan bir rejim türü. Dünyada hiçbir yerde mükemmel demokratik devlet yok. Birisi % 70 demokratik, öteki % 50. Diktatörlük de böyledir. Demek ki öncelikle demokrasinin mutlak ve değişmez bir tanımı olmadığını kabullenmek lâzım.

Bir şeyin tanımı yoksa sıfatlarından hareketle karşılaştırma yapılır. Kanaatimce demokrasinin en temel vasfı �adalet�tir. Peki İslami adil bir devlet olabilir mi? Olabilir. İkinci önemli bir vasıf güçler ayrımı. Bu da İslami değerlerle pekâlâ uyumludur. Yöneticinin hesaba çekilebilirliği de demokratik bir değer olduğu kadar İslami bir değer. Basın özgürlüğü demokrasinin bir vasfı. Niçin? Yönetimi eleştirebilmek için. İslam da bunu öngörüyor. Hasılı �İslami Demokratik Devlet� pekala olabilir. Tabi ki bu, tam anlamıyla liberal bir devlet olmayacaktır. Ama liberal bir devlet olması gerektiği nereden çıktı ki?

LAİKLİK VE ANTİDEMOKRASİ

- Türkiye�de gerçek bir demokrasinin ancak laik bir devlet yapılanmasında mümkün olduğu yönünde oturmuş bir kanaat var.

Bu tamamen bir yanılgı. Benzer ifadeleri İran�da da başka ülkelerde de çok duydum. Çoğu insan laiklikle demokrasinin neredeyse aynı anlama geldiğini zannediyor. Öncelikle laikliğin demokrasi için yeter şart olmadığını kaydedelim. Sovyetler Birliği�nde laiklik vardı; Devrim öncesinin İran�ı da laikti. Ama demokrasiyi getirmedi bu laiklik.

Dahası laiklik demokrasinin gerek şartı da değildir. Bazıları laikliğin �insan egemenliği� dinîliğin de �ilahi egemenlik� olduğu gibi bir saplantıya kapılmışlar. Oysa benim yaptığım �Dinin Kendisi� ve �Dinin Bilgisi� ayrımı bu saplantıdan kurtarır insanları. Dindar insanların yaşadığı şey kendi dinî bilgilerinin hayata geçirilmiş halidir. İnsanidir. Tartışmaya, değişmeye açıktır. Demokrasi halkın yönetmesi ise, dinî demokrasi de halkın dinî değerlere, kaygılara, ihtiyaçlara saygı duyarak yönetmesidir. Ama yine halkın yönetmesidir. Bir de şu var: Halkın çoğunun samimi dindar olduğu bir ülkede lâdinî bir devlet anti-demokratik olacaktır. İnsanlar sadece dünyevi ihtiyaçlarla boğuşmuyorlar. İnsanoğlunun ahirete bakan ihtiyaçları da var. Gerçek bir demokrasi bunları da içselleştirebilmeli.



ABDÜLKERİM SURUŞ KİMDİR?

Günümüz Şii dünyasının �liberal İslami düşünürü� Abdulkerim Suruş 1945 yılında Tahran�da dünyaya geldi. İran�da Eczacılık okudu. Londra�da Analitik Kimya konulu yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra kendisini tarih ve bilim felsefesi çalışmalarına adadı. Devrim�den sonra İran�a dönen Suruş, Ayetullah Humeyni tarafından üniversitelerin müfredatlarını elden geçirmek üzere oluşturulan Kültürel Devrim Enstitüsü�ne atandı. Prof. Suruş�un rejimle olan ilişkisi mollaların eğitimin her alanına hükmetme kararlılığından dolayı açıldı. İmam Humeyni�ye istifasını sunduğu 1983 yılından sonra da rejime karşı eleştirileri sürekli olarak sertleşti. 90�lı yıllarda çıkardığı Kiyan adlı aylık dergi Suruş�un dinî çoğulculuk, hermenötik, hoşgörü, molla rejimi ve ruhbanlık gibi konularda makalelerini yayımladı. 1998 yılında dergi kapatıldığı gibi Suruş da işini kaybetti. 2000 yılından sonra İran dışında dersler vermeye başlayan Suruş, Harvard, Yale ve Princeton gibi Amerikan üniversitelerinin yanı sıra Almanya�da Wissenschaftkolleg�de ve Hollanda�da Amsterdam Üniversitesi�nde çalıştı. Din ve dinin bilgisinin iki ayrı şey olduğunu; dinin kutsallığına karşın din bilgisinin insani ve eksik olduğunu vurgulayan Suruş, akademisyenliğinin yanı sıra Mevlana Celaleddin-i Rumî�ye olan hayranlığıyla da dikkat çekiyor.

k.balcı aksiyon


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

abdulkerim suruş islamci bir aydin olmasina rağmen islam devleti olan iran`da tutunamamiş ve abd`de bir üniversiteye geçmek zorunda kalmişti. geçen haftaki iran gezisinde gördük ki, suruş iran`da en çok okunan ve kitleler üzerinde en fazla etkisi olan ciddi bir figüre dönüşmüş. iran`da üniversite öğrencilerinin aklini kariştirdiği ve hikmet-i hükümete uygun düşünceler üretmediği için konferanslari basilan suruş`un kisa bir sürede toplumsal etkisi yüksek bir kanaat önderine dönüşmesi calib-i dikkattir. suruş bir felsefeci. iran`da 100 bin tiraja sahip iki felsefe dergisi var. bilim felsefesinden kimyaya kadar birçok farkli alanda uzmanlaşan suruş, latince`den ispanyolca`ya kadar 7 farkli dil bilen orijinal bir düşünce adami. 1995 yilinda konferans vermesi için türkiye`ye davet ettiğim suruş`un kimi görüşleri onun islam`in martin luther`i olarak adlandirilmasina yol açmişti. suruş`un sorduğu `iktisat, devlet, siyaset ve benzerleri dinden beklenmesi gereken hususlar midir; bu alanlar dinin kapsamina girmekte midir; bulunmamalari dinde herhangi bir eksikliğe yol açmakta midir; acaba peygamberlerin risaletinin zati bir parçasi midirlar? devlet kurmak dinin vazifesi midir? siyaset ve devletin şartlarini beyan etmek risaletin görevi midir? din müslümanlardan böyle bir şey istemekte midir?` gibi sorular iran`da ciddi sikintiya sebep olmuştu. suruş`un görüşlerini kisaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: 1. insan haklari ve adalet gibi bazi kavramlar dinden bağimsiz olarak tanimlanmalidir. 2. dinin asli boyutlariyla arizi boyutlari tanimlanarak alanlarin özerkleşmesi sağlanmalidir. 3. dinin kutsal, dini anlayişlarin ise kutsal olmadiği düşüncesiyle çoğulculuk üretilmeli ve eleştiri kapisini açilmalidir. 4. dinin yükümlülük dili, demokrasinin haklar diline tercüme edilmelidir. iran yönetiminin hem son dönem yaşanan ideolojik boşluğu doldurmak, hem de suruş`un etkisini kirmak için ali şeriati`yi yeniden gündeme taşidiği belirtiliyor. merhum şeriati aslinda sosyal bilimler alaninda suruş`a yakin görüşlere sahip bir aydindi. ama özellikle siyasal tasavvur açisindan suruş`dan ayrilan bir perspektife sahipti. mustafa özcan suruş`un iran`daki konumunu şöyle anlatir: `ali şeriati öze dönüşçü bir düşünürdür. evrensel olmasina rağmen bu biraz sol düşünceyle maluldur. bunun için cemil meriç ona marksizan demiştir. abdulkerim suruş gibi o da clery denilen iranli hiyerarşik ulema zümresinin ve geleneğinin dişinda kalmiştir. clery geleneğinin dişinda olmasi ve biraz da onlar açisindan aykiri fikirler taşimasi onu ulema zümresinin saldirilarina maruz birakmiştir. suruş`u ali şeriati`den farkli kilan ise demokrasi ve ferdiyetçilik ve hatta liberalizm anlayişidir.` (yeni şafak, 16 ağustos 1995) bugün iran`da reformcu kanadin düşünsel arkaplaninda suruş`un etkisi rahatlikla görülebiliyor. reformcular siyasal iktidarin kullaniminda yeterince mesafe kat edemediler, ama suruş, düşünce bazinda önemli bir aşama kaydetti. suruş iran`da tutunamadi, ama düşünceleri toplumda kök saldi. düşünce gücü böylece bir kez daha ne kadar muktedir olduğunu gösterdi.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Abdülkerim Suruş, İranlı bir felsefeci ve din bilgini. 1945`te Tahran`ın nispeten yoksul mahallelerden oluşan güney tarafında doğdu. Üniversitede eczacılık okudu. Daha sonra Londra`ya giderek kimya ve bilim felsefesi eğitimi aldı. Prof. Suruş, İran`daki `resmi din anlayışını` sorgulayan aydınlardan biri. Bu nedenle seveni de çok, yereni de... Konferans verirken birkaç kez saldırıya uğradı. Berlin`den sonra, şimdilerde Amsterdam`da ders veren Suruş `Açık Fikir Topluluğu`nun davetlisi olarak Türkiye`ye geldi ve salı günü İstanbul`da `İslam, Demokrasi, Modernite` başlıklı bir konuşma yaptı. Dün de Abant Platformu`nun organizasyonuyla Kısıklı`daki Mabeyin restoranda küçük bir grupla yemek yedi. Bizlere çeşitli konulardaki fikir ve gözlemlerini anlattı. Prof. Suruş`un önemli saptamalarından biri, ABD`nin aldığı tavrın İran`daki rejimi daha da güçlendirdiği yönünde. Bizim medya ağırlıklı olarak İran`daki rejimin `totaliter` olduğunu öne sürer. Hem Prof. Suruş`un anlattıkları, hem de başka kaynaklar bunun gerçek olmadığını gösteriyor. Mesela Cumhurbaşkanı Ahmedinejad`ın bazı konuşmaları, atıp tutmaları yerden yere vuruluyor İran`da. Tabii bu durum, devlet, hükümet ve mollalarda `otoriter` eğilim ve uygulamalar olmadığı anlamına gelmiyor. Doğrusunu isterseniz, önemli bir düşünür olmasına rağmen ben Prof. Suruş`u pek tanımam. Sadece Birikim dergisinin 137`nci sayısında (Eylül 2000) yayınlanan bir çeviri söyleşiyi okumuştum. İşte ilginç fikirlerinden bir demet: * Bizim, `Allah`ın kitabı yeterlidir` diye bir teorimiz yok. `Allah`ın kitabı bize yeter ve başka hiçbir şeye de muhtaç değiliz` demiyoruz ve dememeliyiz. Biz hem teorik, hem de pratik bakımdan başka birçok şeye muhtacız. Bizim, `Peygamberin tecrübeleri bize yeter` teorimiz de yok. Biz başka birçok tecrübeye muhtacız. * Din, ekonomi ve siyaset teorileri sunmamıştır ve sunamaz da. Ancak yöneticilerin, eğitmenlerin ve siyasetçilerin düşüncelerini hırslar ve batıl bağımlılıklardan kurtararak, onlara siyaset, yöneticilik ve benzeri konularda teoriler üretmelerinde yardımcı olur. * Din ve ahlak normal insanlar ve normal hayat koşulları içindir. Eğer insanlar anormal olursa ve hayat koşulları anormal olursa ne din, ne de ahlak bu koşullarda geçerli ve faydalı olabilir. `Çaresizlerin ve yoksulların elinden tutun` dediğimiz zaman, bizim muhataplarımız başkalarının elini tutabilecek asgari geçim koşullarına sahip olmalıdır. Eğer kendileri aç ve çaresizse başkalarına yardım etmek yerine, belki de onlara saldırıp parçalayabilirler. Birisine `sakin ol` dediğimiz zaman bu normal ve alışılagelmiş durumlar için geçerlidir. Yoksa normal dışı koşullarda bulunan bir insan çaresiz sinirlenecektir. Din kadar pozitif bilimlere de vakıf olan bu önemli profesörün Türkiye`de de ders vermesi iyi olur.

emre aköz

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

Kur’an nasıl bir kitaptır?

Kuşkusuz bu soruyu “vahyin niteliği nedir?” biçiminde sormamız gerekirdi. Fakat vahiy dönemi kapandığına ve artık o dönemin kayda geçmiş belgesi olarak elimizde bir kitap (metin) bulunduğuna göre mecburen soruyu “Kur’an nasıl bir kitaptır?” şeklinde sormak zorundayız.
 
Kur’an’ın, okunan vahiy olmaktan “kitap”a dönüşmesiyle ne tür anlam ve bağlam kaymalarına uğradığı işin ehlinin malumudur. İslam kültür tarihinde “Kur’an ilimleri” sahasını ortaya çıkaran da büyük ölçüde bu anlam ve bağlam kaymalarını inceleyen disipline ihtiyaç duyulmuş olmasıdır.
 
Vahiy tecrübe edilirken sözkonusu bile olmayan “hareke” sorunu bile, tek başına, “vahiy”den “kitap”a dönüşmenin yarattığı krizin boyutuna ilişkin fikir verebilir.
 
Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı sırasında İstanbul’u küresel entelektüel sermayenin cazibe merkezi haline getiren faaliyetlerimiz sırasında Türkiye’yi tanıştırmaktan hep gurur duyduğum büyük düşünür Abdulkerim Suruş, çevirisini yayınladığımız söyleşisinde özlü biçimde dile getirdiği görüşleriyle Kur’an üzerine çok önemli bir tartışma başlattı.
 
Tartışma İran’da ünlü dinadamlarının da katılmasıyla alevlenmiş görünüyor. Önümüzdeki günlerde bu tepkileri de fikritakip.com’da yansıtacağız.
 
Yakın dostluğumuz bulunan Suruş, özel sohbetlerimizde de dile getirdiği bir görüşünde 90’ların başında şu soruyu soruyordu:
 
Kur’an nasıl bir kitaptır? Sâmit mi, nâtık mı?
 
Suruş’un bu sorusunun İran’da dinadamlarının denetiminde işleyen kendine özgü cumhuriyet rejimini ve dinî demokrasiyi yakından ilgilendirdiğine kuşku yok. Suruş bu soruyla aslında dinin siyasi idaredeki (hatta toplumdaki) rolü üzerine çok temel bir soru yöneltmiş oluyordu.
 
Kur’an eğer nâtık (konuşan) bir metinse; kendi sözünü söyleyen, hükümlerini bildiren ve talimatlarını yönelten bir kitap olacaktır. Ama bu durumda metni konuşturacak bir kesime ihtiyaç vardır. O kesim de dinde uzman kişiler, yani dinadamları olmalıdır. Bu yönüyle meselenin sadece İran’la da ilgili olmadığı görülüyor. İslami gelenekte dinin yorumlanmasında ulemanın yeri, Kur’an’ın nâtık (konuşan) ya da sâmit (suskun) bir kitap olmasına göre anlam kazanacaktır.
 
Kur’an eğer nâtık (konuşan) değil de sâmit (suskun) bir kitapsa ve ancak sorulan sorulara cevap veriyorsa her tarihsel dönemin ve her kültürel havzanın, hatta tek tek her bireyin, sorduğu soruya göre kendi cevabını alacağı bir metin olacaktır.
 
Değişik arkaplanlar, bilgi ve deneyimler, kaygı ve meraklar vs.’den beslenen sorulara farklı cevaplar alınması Kur’an’ın sâmit (suskun) bir kitap olması halinde doğal karşılanacakken, nâtık (konuşan) bir kitap olması halinde gayri meşru bile görülebilecektir.
 
Vahyin niteliği tartışmasını gündelik hayatın gereklerine taşıyan bu mecraya dikkat edilmelidir.
 
Bu pencereden bakıldığında klasik ilahiyatçıların, kelamcılar veya fıkıhçılar arasındaki ilahiyat tartışmasından ibaret sandıkları tarihsel pek çok münakaşanın gerçekte dinin en temel konuları üzerine öne sürülmüş kritik anlamlara haiz fikirler olduğu açıkça görülür.
 
Geçmişteki ulemanın neden vahyin niteliğini tartıştığını, neden Kur’an’ın lafzının vahiy olup olmadığını tartışma konusu yaptığını, neden Kur’an’ın yaratılmış mı (mahluk), yoksa yaratılmamış mı olduğunu tartıştığını, Kur’an’da kullanılan kelimelerin yerine başka kelimelerin de geçebileceğine ilişkin onlarca delil sıraladıklarını (mesela yedi okuyuş meselesi) vs. gibi konular, dini hayatın ve düşüncenin biçimlenmesinde doğrudan etkileri olacak tartışma başlıklarıdır.
 
Fakat galiba bu tartışmalara yeniden bu gözle bakmadan önce yönteme (usûl) ilişkin farklı görüşlerin mümkün olabileceğini savunan yaklaşımlara kulak vermek gerekiyor.
 
Teknik tabirle “usûlde içtihad”, bu konuları sadece kelam ve fıkha dair entelektüel tartışma saymamayı, o tartışmalardan alınacak sonuçların düşünce evreninde yol açması muhtemel değişim ve bunun tezahürleri üzerine kafa yormayı sağlayabilir.
 
Şu halde vahyin niteliği üzerine yapılan tartışmaları incelerken öncelikle ortaya konan sorular, aktarılan rivayetler ve yürütülen tartışmaların iklimine bakmakta yarar vardır. Bu sayede aynı tartışmaları bugün tekrar ele alırken tartışmanın taraflarının gayri meşru önermelerle ortaya çıkmadıklarına ikna olabiliriz.
 
Sözgelimi Hz. Ömer’in İnşirah suresini farklı bir kelime ile okumasını veya hırsız için öngörülen cezayı kıtlık döneminde uygulamamasının anlamını, yahut Abdullah b. Ömer’in Felak ve Nas surelerini (Muavvizeteyn) Kur’an’dan saymamasını, Buhari’de bazı sahabilerin mevcut Kur’an mushafına giren surelerden başka ayetlerin de bulunduğu veya filan surenin daha uzun olduğu yönündeki itirazlarına ilişkin rivayetleri vs. geçmişin din konusundaki algı biçimine ilişkin önemli toplumsal veriler sayıp konuyu dinîlik, din dışılık tartışmasına dönüştürmemeliyiz.
 
Yukarıda sıraladığımız ilginç örnekler, klasik usûlle ele alınıp rivayetlerin kuvvetli olup olmadığı tartışmasına dönüştürüldüğü içindir ki o tartışma başlıklarını, aslında dinin temel konularının tartışılabileceği imkanlar olmaktan uzaklaştırmış olabiliriz.
 
Oysa bakılması gereken, zayıf bile olsa bu rivayetlerin muteber hadis kitaplarına girebilmiş olması, o rivayetlerin halk arasında dolaşıyor bulunması ve buna rağmen ulemanın veya halkın o tür yaklaşımlara tepkiyle yaklaşmamasıdır.
 
Bu açıdan bakıldığında bugün Suruş’un Hz. Peygamber’in vahiydeki rolü üzerine söyledikleri, aslında geçmişte tekraren söylendiği halde sırf ilahiyat veya entelektüel tartışma sanıldığı, yahut somut bir bağlama oturtulup dinin temel ilkeleriyle ilişkisi kurulamadığı için fark edilememiş çok önemli bir bahsi önümüze koymuş oluyor.
 
Buna en güzel örnek hiç kuşku yok Kur’an’ın yaratılmış (mahluk) olup olmadığı ile ilgili tartışmadır.
 
Klasik ilahiyatçılara göre bu tartışmanın arkasında Hıristiyan kelamcılarla yapılan bir tartışma vardır ve Müslüman kelamcılar, “Tanrının sözü” olan İsa’nın yaratılmış olmasıyla kıyaslanan “Allah’ın sözü” Kur’an’ın yaratılmamış olduğunu savunmuşlardır.
 
Oysa neresinden bakılırsa bakılsın Kur’an’ın yaratılıp yaratılmadığı meselesi, ilahi metnin ebedi ve ölümsüz olup olmadığı, ya da bugünkü söyleyişle, tarihsel mi olduğu ile ilgilidir. Öte yandan tartışmanın bir diğer yanında da, Kur’an sözlerinin (lafız) vahiy mi olduğu, yoksa muhtevanın Rasulullah’ın kalbine indirildikten sonra onun sözcüklere dönüşmesinin Peygamber’e mi ait olduğu meselesi vardır.
 
Mesele, Kur’an’ı modern hayata uyumlu hale getirmek değil şüphesiz. Fakat bütün zamanlara sözü olan vahyi tarihsel bir döneme sıkıştırıp o tarihsel dönemin bütün zamanlar için geçerli olduğunu iddia etmek acaba Kur’an mesajıyla bağdaşıyor mu?
 
Böyle bir tartışmanın İran’da yapıldığında heyecanlandırıcı etkilere yol açmasının nedeni, dinin toplumsal ve siyasal alanların birincil öğesi olmasındandır. Yaşayan bir siyasi sistemde ve dine göre yönetilmeye çalışılan bir toplumda bu tür tartışmaları yapmak da izlemek de bilimsel merakı fazlasıyla kışkırtan bir durum oluyor ister istemez.

www.fikritakip.com


 




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats