HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: akıl-vahiy ilişkisi... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 
1
©sakarya üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 12 / 2005, s. 235-240
kitap tanıtımı
ÖZGÜRLÜKÇÜ TEOLOJİ YAZILARI
İlhami Güler, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004, 175 s.
Semahat ÖZGENÇ
*
İlhami Güler Özgürlükçü Teoloji Yazıları adlı kitabına yazdığı önsöze,
İslam medeniyetinin ilk dönemlerinde bu medeniyeti oluşturan rey yönlü
ilmî çalışmaların daha sonraki resmi ideoloji bağlamında geriye çekildiğini
iddia ederek giriş yapıyor. Mutezilî metodun yerine Şafi’nin metodolojisi
bağlamında dogmatik bir yapının hâkim olduğunu ileri sürerek kitapta
toplanan yazıların akıl ve iradenin zayıf olduğu bu hâkim yapıdan kurtulmak
yönünde çağrı niteliğini taşıdığını belirtiyor. Kitap bu amaçla temellenen
uzunlu kısalı yazılardan oluşuyor. Biz bu tanıtım yazısında kitapta dikkati
çeken bazı başlıkları öne çıkartmaya çalışacağız.
Güç Yerine Ahlak Temelli Bir Allah-İnsan İlişkisine Doğru
başlıklı
yazıya Kulluktan Dostluğa Giden Yol Var Mı? sorusuyla başlıyor. Hz. Nuh’tan
Hz. Peygambere kadarki süratçe nübüvvet geleneğinin amacının insanı
insanlaştırıcı bir gaye taşıdığına dikkat çekiyor. Maksadın tevhid-şirk
ilişkisinde akıl ila ahlak bağlantılı eğitim olduğunu vurguluyor. Kur’an bu
noktada var olan sorunları belirleyici bir konuma sahip bulunmaktadır. Tanrı
ve dinin, dinler tarihi boyunca aklı boyunduruk altına alan birer kavram
olarak anlaşıldığını savunan Güler buna bağlı olarak humaniter ve otoriter
din tipleri bağlamında İslam’ın ilk dönem ve sonraki dönemlerdeki din
algısını yorumluyor. İslam’ın ilk döneminde özgürlükçü yapının geliştirdiği
çizgide fıkıhta Rey, itikadda ise Mutezilî-Maturidî olarak beliren yaklaşımlar
ortaya çıkmıştır. Karşıt eğilim ise hadis ve selefiyye bağımlı olarak fıkıhta
Şafii, Hanbeli-Zahiri, itikadda ise Eş’arilik olarak ortaya çıkmıştır. İkinci
eğilimin siyasi otorite temelli hâkim olması aklın kullanımını zayıflatmış,
*
Sakarya Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslâm Felsefesi Bilim Dalı Yüksek Lisans
öğrencisi.
Page 2
2
ahlaki anlamda Tanrı-insan ilişkisi de aktivasyonunu kaybetmiş, ilişki sadece
kulluk/kölelik boyutunda anlaşılmıştır. Kur’an’daki abd kavramı üzerinden
kulluk tanımının aslını belirlemeye çalışan Güler, pratikte kavramın Tanrının
salt güç olarak anlaşıldığı bir boyuta kayarak ahlakî içeriğinin zayıfladığını
ifade ediyor.
Yoldan Çıkmamak İçin Gerektiğinde Sözden Sapmak
başlıklı
yazıda Güler Kur’an’daki din kavramının doğru yol; Allah’ın yolu olarak
ifade edildiğine işaret ederek başlıyor. Doğru yol kavramının din için
kullanımını yaşam ve ölüm arasındaki hayatın anlamına işaret ettiğini
söyleyen Güler dini bu anlamda Allah tarafından insana sunulan yaşamı
kolaylaştırıcı bir formül olarak görüyor. Dinsizliği yoldan çıkmak olarak
yorumluyor. Hayat içinde her akıllı insan hayatın önüne getirdiği durumları
yolda kalabilmek için, vahyi, toplumu düzenleyici bir tarihsel veri olarak alıp,
hayata uygulamalıdır. Mutezilî usulcülerin “sözün muhatapları sözle mükellef, söze
muhatap olmayanlar ise akıl ile mükelleftir” ifadesini kullanıyor. Başlıkta
kullandığı sözden çıkmak ifadesi de bunu içeriyor. Güler’e göre sözden
çıkmak toplumsal ve siyasal sorunları görebilmek yeni çözümler üretebilmek,
sözde durmak ise dogmatik bir yapıya teslim olmak anlamına geliyor.
Üç Kur’an Tasavvuru
başlığı altında İslam düşüncesi içinde var
olduğunu iddia ettiği üç Kur’an tasavvurundan bahsediyor. Birinci tasavvur,
Sünni tasavvur olup Kur’an’ın mutlak olarak Allah’ın kelamı olduğunu,
kadim olduğunu, yaratılmadığını, evrenselliğini ve aklın alternatifi olduğunu
kabul eder. Güler bu anlayışın sünnete bakışı da etkilediğine işaret ediyor.
İkinci bakış pozitivist etki ile gelişmiş ve Kur’an’ı tamamen tarihsel kabul
edip, bugün için etkisiz olduğunu kabul eder. Üçüncü tasavvur ise Mutezilî
bir bakışla Allah’ın irade ve kelam sıfatlarının bir ürünü olduğunu, yaratılmış
olduğunu, mutlak olmadığını, insan aklına hitap etmesi nedeniyle vahiy ile
insan aklı arasında derece farkı bulunduğunu kabul eden görüştür. Bu görüşe
göre din dünya içindir, dünya da ahiret içindir. Din daha çok ahlaki bir
yapıda algılanmalıdır.
Ebu Hanife’nin İman Tanımının Eleştirisi
başlığı altında yazar Ebu
Hanife’nin tasdike dayalı iman tanımını eleştiriyor. Bu kavramın mastarında
ameli pratik anlam olmadığına değinen Güler Ebu Hanife’nin imanı külli bir
kategori olarak anladığını ifade ediyor. İmanın dinamik bir kavram olduğuna
işaret eden yazar imanın sadece inancın ikrarını değil, bu inanç bağlamındaki
fiilleri de içerdiğini ifade ediyor. Buna göre yazar iman ile amel arasında
Page 3
3
önemli bir bağın olduğunu, tasdikin iman için gerek şart olup, ama yeter şart
olmadığını ifade ediyor.
İslamî İlimler ve Sosyal Bilimlerin İslamiliği Sorunu
başlığı altında
Güler tedvin asrında gelişen İslamî ilimleri izah ederek başlıyor. İslam
medeniyetini bir fıkıh medeniyeti olarak tanımlayan yazar kelam, tefsir ve
hadis ilimlerini kaynakları bakımından ayırıyor. Bu ilimlerin konusunun dinî
naslar olduğuna işaret eden yazar aklın bağımsız olmayıp bu dinî naslarla
birlikte kullanıldığını ifade ediyor. İslamî ilimlerin Osmanlının çöküşüyle
birlikte otoritesini kaybettiğini ve meşruiyet krizine girdiğini, gündelik hayatı
kontrol eden fıkhın yerini normatif sosyal bilimlerin aldığını iddia ediyor.
Yazara göre İslamî metafiziği benimsemiş her aklın yaptığı ilmî çalışma
İslamî’dir. Bu durumda modern bilim yapan her Müslüman aslında İslamî
ilim yapıyor demektir. Bu temelde Müslüman olanla olmayanı ayıran unsur,
kişilerin niyetleridir. Yazara göre amaç maslahatın korunumudur.
Dinin Durduğu Yer
başlıklı yazısında yazar iman ve salih amelin
dindeki yerini belirleyerek dinin dış dünyada nerede olduğunu görmeye
çalışıyor. Din iman noktasında bireysel, ahlak noktasında ise toplumsaldır.
Devletin amaçladığı toplumsal düzen ile İslam’ın amaçladığı toplumsal
gayelerin örtüştüğüne değinen yazar devletin kurumlarında yer alan her bir
bireyin hizmetini yerine getirirken ki tavrının niteliğini önemsiyor. Bu
durumda yerine getirilen davranışın ahlakiliğine değiniyor. Devlet din
ilişkisinde dinin bilfiil devletin kurumlarının hareketlerini belirlemesini
mahzurlu bulurken, halkın isteği çizgisinde dinsel kurumların devlet
tarafından desteklemesinin imkânına değiniyor. Yazar buradan çıkardığı
sonuçta dinin sadece bireyin vicdanına yönelik olmadığı ve toplumu
oluşturan fertlerin ahlakî-dinî seçimleri bağlamında dinin geniş bir alana
yayıldığına dikkat çekiyor.
İslam Anlayışımıza Dair
başlığında yazar düşünce ekollerini kutsal
metinleri anlama biçimi olarak yorumluyor. İslamî Modernizm ve Yeni
İhyacılık hareketlerini de birer anlama biçimi olarak değerlendiriyor.
Yazısının büyük kısmında İslamî modernizme getirilen bazı eleştiriler
ışığında, İslami radikalizmin akıl-vahiy ilişkisine, batı modernizmine karşı
aldığı tavrı ve tarihi tenkit metodunu izah edip, Kur’an’dan bazı ayetler
vererek tarihsel okumaya dair örneklemeler göstermeye çalışıyor.
Hikmetinden Sual Olunmaz Allah’ın İşleri veya Diyar-I İslam’da
Kaosun ve Felaketlerin Teo-Ontolojisi
başlıklı yazısında Güler müslüman
dünyasının yaşadığı felaketlerle ilgili olarak sorduğu sorulara sünnî ontoloji
Page 4
4
ve teoloji temelinde cevap vermeye çalışıyor. Ontolojik görüşleri açısından
Allah-varlık ilişkisini inceleyen Güler sünnî görüşün atomcu görüşü
ilişkisinde Gazalinin nedensizlik ilkesinden hareketle geliştirdiği adet
nazariyesini veriyor. Arkasından bu görüşe karşı geliştirilen inayet ve ihtira
delilerine değiniyor. Nedensellik ilkesini kabul etmenin icad yapabilme ve
keşiflerde bulunabilme yeteneğiyle ilişkilendiren Güler Sünni inancın
getirdiği adet fikrinin varlığa bakışını ve teslimiyetçi yorumunda nasıl etkili
olduğuna işaret ediyor. Teoloji alt başlığında Tanrı-insan ilişkisinde mutezili
ve Eş’ari yorumu veriyor. Eş’ari yorumdaki Allah’ın maksada göre iş
yapmadığı vurgusunu öne çıkaran yazar bu düşünceleri benimseyen
Müslüman coğrafyanın iradesizliğine işaret ediyor.
Türkiye’nin Kemalizm’den Laikleşme Zorunluluğu
başlıklı
yazısında yazar fikir değiştirmekle zihniyet değiştirme arasındaki farka
değinerek zihniyet değiştirmenin ne derece zor olduğuna vurgu yapıyor.
Bunu kemalizmin bir ideoloji haline getirilmesi ve bunun değiştirilmesinin
de tıpkı zihniyet değiştirmek kadar zor olduğuna işaret ediyor. Laiklik
ilkesinin Atatürk ilkelerinden biri olmasına rağmen kemalizmin bir din haline
getirildiğini düşünüyor. Atatürk devrimlerinin dönemin uygulamaları içinde
batıdan alındığına dikkat çekerek bunların Atatürk ilkeleri olarak ifade
edilmesini de doğru bulmuyor. Anayasadaki Atatürk ile ilgili ifadelerin onu
dogmatikleştirdiğine işaret eden Güler sonuçta devletin Atatürkçülükten
laikleştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
AB ve ABD Ümmetlerine Karşı İslam Dünyası’nın Ümmet Olma
Zorunluluğu
başlıklı yazısında yazar esbab-ı nüzul bahsini açıp ve Kur’an’ın
konularında var olan tarihsel temayı vurgulamaya çalışıyor. Kur’an ‘da bahsi
geçen olaylar indiği toplum için olsa da tarihsel okunduğu takdirde diğer
zamanlarda da diğer milletlerin başına gelebilecek olaylar olarak da görülme
imkânını taşır. Yazar bu ön veriden hareketle Irak savaşı bağlamında işgalci
tarafın ve İslam dünyasının durumunu dini-ahlaki bir yoruma tabi tutuyor.
Yazara göre Allah Müslümanların gayri müslimlerle dostluk antlaşması
yapmasını yasaklamıştır. Yazar aradaki bu türden ilişkileri Müslüman
devletlerin korktukları ve ümmet bilincine sahip olmadıkları için böyle
davrandıkları yönünde değerlendiriyor.
Tabii Din ve Kurtuluş Teolojisi Olarak İslam
başlıklı yazının genel
başlığı Güler tarafından verilmiş olup, makale Hasan Hanefi’nin Dini Değişme
ve Kültürel Tahakküm adındaki makalesidir. Makale iki kısımdan oluşuyor. İlk
kısım Tabi bir süreç olarak İslamlaşma, diğeri ise İslam dünyasındaki bazı reformist
Page 5
5
hareketlerden örneklerle yabancı tahakkümüm altında dini değişmedir. Tabi süreç
olarak İslamlaşma başlığında dini, tabi ve tabiatüstü olarak ikiye ayıran
Hanefi İslam’ı tabi din, Hıristiyanlık ve Yahudilik’i ise tabiatüstü din olarak
niteliyor. Ardından tabi dini karakterize etmek için özellikler belirliyor.
Tabi bir din monoteist bir tipte olup, aklımıza uygun olarak işler. Esas olarak
özgür iradeye dayanır. Ferdiyetçidir. Kişiyi tanrı ile doğrudan bir ilişki içine koyar.
Günlük hayata doğmanın üzerinde bir yer verir. Teori karşısında praxise mutlak bir
öncelik tanır. Hiçbir ayini içermez. Realisttir. Evrenseldir. Mahalli kültürlere öncelik
verir.
Yabancı egemenliği altında dini değişme başlığını teolojik, felsefî, hukukî
ve ruhsal düzeyde ele alıyor. Tabi bir dinin yabancı tahakkümü ile karşılaştığı
zaman milli bir kimlik hailine geldiğine işaret eden Hanefi teolojik düzeyde
tanrı algısının aşkınlıktan içkinliğe döndüğünü ifade ediyor. Yabancı baskısı
altında kaderci anlayış hür irade anlayışına dönüşür. İyiliğin de kötülüğünde
Tanrı kaynaklı olduğunu kabul eden görüş tahakküm altındaki toplumda
epistemolojik düzeyde gerçeğin anlaşılmasına yönelik bir çabaya dönüşür.
Geleneksel toplumlar otorite bağımlıdırlar fakat yabancı baskısı altında aklı
kullanmaya yönelir. Yerel toplumlar kendisini bir irşat ediciye bağlı olmayı
tercih ederlerken tahakküm bu isteği özgürlük isteğine kaydırır. Geleneksel
toplumlar ümidi ahiret hayatına bağlı kılarlar. Yabancı egemenliğinde
eskatoloji gelecek teorisine dönüşmektedir. Yerel toplumlarda din bir iç
hakikattir. Geleneksel toplumlar kurtuluşu bir mesihe bağlarken yabancı
tahakkümü altında kitlesel bir devrim için çalışırlar. Felsefi düzeyde Tanrı
varoluşun kendisi olarak algılanıp tanrı kâinat ayrımı ortadan kaldırılmaya
çalışılır. Düalizmden monizme giden aşamada tanrı ile dünyanın, madde ile
formun ikiliği kalkar. Dini ayinler devrimci bir reaksiyonla mekânsal
bağlılıktan çıkıp, her yer Allah’ın evi haline gelir. Kitlelerin İlah merkezli,
tarihsiz yaşadığını ifade eden Hanefi tahakküm altında bu anlayış zamanın üç
boyutuyla algılandığını ifade ediyor. Hukuki düzeydeki incelemesinde Hanefi
geleneksel toplumlarda formel hukukun işler olduğunu, yabancı hakimiyeti
altında muhtevalı bir pratiğe dönüştüğünü ifade eder. Geleneksel toplumda
hukuk ilahi bir emirden çıkartılırken yabancı baskısı altında tümevarım
yöntemiyle realite kendini ortaya çıkarmaya başlar. Geleneksel toplumlar dini
metin bağımlı olup ahlak kurallarını bu düzeyde yorumlarken baskı
durumunda metin değil realite öne çıkar. Yabancı tahakkümü olmadığı
zamanlarda metin önemli iken, tahakküm altında metnin korunması sorun
oluşturduğundan manaya yönelme başlar. Ruhsal düzeyde de değişmeler söz
Page 6
6
konusu olur. Pasif değerler aktif değerler haline gelir. Mitsizimden özgürlüğe
doğru bir yönelme başlar. Aşkın olanla yeryüzü birbirinden ayrı olduğu
geleneksel toplumlar tahakküm altında bu iki zeminin birleştirildiği
toplumlar haline gelirler. Ve bir birlik sağlanmış olur.
Maturidi’ye Göre Akıl Ve Dini Tasdik
başlıklı yazısında Güler İslam
düşüncesi içinde akıl-vahiy ilişkisi bağlamında gelişen yorumları ele alıyor.
Makale genelinde mutezilenin “akıl peygamberi ve mesajını kabul eder ve dolayısıyla
vahyedilmiş hakikatleri savunmak ve daha derinlerine dalmak için anlamlar temin eder”
şeklindeki akıl-vahiy ilişkisinde kabul ettiği görüşü değerlendirmeye alıyor.
Bu görüşün sadece mutezile tarafından değil Eş’ari ve Maturidi tarafından da
benimsendiğini ifade eden yazar çalışmasını Maturidi’nin Kitab el-Tevhid
eseri üzerinden ele alıyor. Maturidi eserinde dini bilginin soru sorulmadan
taklid şeklinde elde edilmesine karşı çıkmaktadır. Akıl yürütme fıtri bir
eylemdir. İnsan akıl yürütmenin dezavantajlarını da bilmelidir. Buna göre
kendini eğitmelidir. Allah’ın bütün emirlerinin insanın anlayabileceği şekilde
olduğunu kabul eden Maturidi bu emir ve ifadelerin üzerinde düşünülmesi
gerektiğini vurgular. Maturidi sorunu, imanın kalpteki bilgi ve tasdik
paralelinde tartışır. Maturidi’nin iman anlayışını dini tasdik ile akıl arasındaki
bağ üzerine kurduğunu ifade eden Güler, Maturidi’nin iman ile mârifenin
birbirinin dengi olduğunu kabul ettiğine değinir. Güler’e göre Maturidi
rasyonel bir iman görüşü savunur. Bu iman entelektüele has bir iman
olmayıp Allah’ın herkese olan emridir.
Gülerin çalışması güncel konulardan, akademik manadaki kelamî
tartışmalara kadar uzanan yazıların toplandığı bir çalışma. Kitabın
başlığındaki “özgürlükçü” ifadesi yazarın savunduğu metodolojik ve siyasî
anlayışın gene yazara göre bir ifadesi olarak anlaşılabilir. Aklî unsurların bu
derece öne çıkartılarak vurgulanması özgürlükçü düşünce olarak
yorumlanabilir mi? bu tartışılır. Yazarın çalışmasında vurguladığı İslam
dünyasındaki irade ve akıl zaafının giderilmesi adına gereken ilmi gayretin
harcanması hepimizin temennisidir.

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

             AKIL / NAKİL TERCİHİ

             Ötedenberi akıl  ve nakil (haberin) çelişebileceği iddia ve kabul edilmiş, böyle bir durumda hangisinin tercih edileceği tartılmıştır.

             Daha çok kelemcılarca benimsenen görüşe göre: „Akıl ile nakil tearuz ettikde akl evvel, nakl muevveldir.“ (Akıl ile nakil çelişirse akıl esas alınır, nakil akla göre te’vil edilir.)

             Bu ğörüş sahipleri, - Kendilerince - akla aykırı gördükleri nakilleri, ya delaletinde veya subutunda hata yapıldığını ileri sürerek te’vil veya reddetmişlerdir.

             Nakilciler (hadisçiler) ise aklın önceliğine karşı çıkmışlar, naklin rivayet yönünden „sahih“ görülmesi halinde, aklın artık söz sahibi olamayacağını savunmuşlardır. Bazılarına göre ise „zaîf bile olsa nakil (hadis), kıyasa (akla) tercih edilmelidir.

             Örnek olarak: „ölen bir kimsenin oruç borcu varsa velisi onun yerine oruç tutar.“ mealindeki hadisi verebiliriz[3]. Bu hadis, hadisçilerce rivayet yönü „sahih“ görüldüğünden -kıyas muhalefeti itiraf edilmesine rağmen savunulmuştur.[4]

 

             AKIL VE NAKİL ÇELİŞİR Mİ

             Yukarda verdiğimiz tanımlardan, naklin (haberin) ve tecrübe/müşahade’nin akla veriler sunduğunu; aklın ise, kendisine sunulan bu verileri değerlendirerek sonuçlar elde eden bir kabiliyet olduğunu; başka bir ifadeyle, aklın, ilk iki veri kaynağından farklılığını öğrenmiş bulunuyoruz.

             O halde akıl, kendisiyle aynı türde olmayan birşeyle nasıl çelişebilir? Sorumuza kuvvet kazandıracak bir benzetme yapalım: Eşya’nın gözle görülebilmesi için iki şeye ihtiyaç vardır;  a)Sağlıklı göz, b) Yeterli ışık. Göz olmaksızın ışığın, ışık olmaksızın gözün eşyayı görmemize yeterli olamayacağı âşikardır. Bir kimse „Eşyayı görmemide göz ile ışık çelişirse hangisini tercih edelim?“ diye bir soru ortaya atsa herhalde çok abes buluruz. Hemen „Gözle ışık nasıl çelişebilir ki? Bunlar hiçbir zaman çelişmeyeceği gibi herhangibirinin yokluğu da diğerini -görme konusunda- fonksiyonsuz bırakır. Bunlar birbirinin lâzımı - melzûmu (birdiğerini gerekli kılan) şeylerdir. Ancak göz bozuklukları veya ışık yetersizlikleri sözkonusu edilebilir ki bunların da çelişkisiyle ilgisi yoktur.“ gibi bir karşılık verebiliriz. Benzer şeyler „Akıl ile nakil hiçbir zaman çelişmezler. Bir çelişme sözkonusu ise,bu akıl ile nakil arasındadır ya da gene akla mukaddime olmuş tecrübe/müşahade veriler ile nakil arasındadır. Akıl başka bir veri ile mukayese etmeden yeni verilerin doğru veya yanlış olduklarına da hükmedemez. Öncül verilerin doğru veya yanlışlığı, varılan sonucun da doğru veya yanlış olasına sebep olur.“

             Şimdi, bu söylediklerimizi iki örneğe uygulayalım:

·                Ö r n e k : 1

             Allah’ın „sürekli yaratmakta ve yoketmekte olduğu“ şeklindeki dini inançla „Hiçbir şey yoktan var olmaz, var iken yok olmaz: ancak enerji bir halden diğer hale dönüşür“ şeklindeki ifade edilen, maddenin veya enerjinin sakımı kanunu biribriyle  çelişmektedir. Bu durumda akıl - nakil çatışması mı sözkonusudur? Bizce hayır. Çünkü anılan fizik kanunu, doğrudan - doğruya aklın ürünü değildir. Tabiatta yapıldığı iddia edilen çok sayıda gözlem ve deneylerin verilerini kendine baz alan aklın „tümevarım“ yoluyla elde ettiği bir sonuçtur. Yani „madem ki şu kadar deneyle madde/enerji’yi varedemedik ve yokedemedik; madem ki şu kadar gözlemle madde/enerji’nin varolduğuna ve yokolduğuna şahit olmadık, o halde hiçbir şey yoktan varolamaz...“ mantığı.

             Biz ise, yine aklımızla, bu genellemedeki büyük cür’eti ve hatayı görebiliyoruz:

             Bütün bir kainata (evrene) teşmil edilen böyle bir sonuç çıkarmamıza esas olacak gözlem ve deneylerin; bütün kainatı temsil etmeye yeterli bir alanda, yeterli sayılarda, yeterli deney ve gözlem araçlarıyla yapılması - aklen - gerekmez mi? Bütün bir kâinata nazaran işkal ettiğimiz, deney ve gözlemlerimize sahne olan alanın boyutu nedir? Kâinata nazaran bu sonsuz küçük alanda, sonsuz küçük sayıda ve sonsuz küçük imkanlarla yapılan deney ve gözlemlerin sonuçlarından yola çıkarak bütün bir kâinata teşmil edilecek bir kanun nasıl çıkarılabilmiştir?

             Günümüzün birçok bilim adamı bu kabil genellemelerin yanlış olacileceğini, istisnaların her zaman  bulunabileceğini artık kabul etmek zorunda kalmışlardır[5]:

             Örneğin „Termodinamiğin Ikinci Kanunu“ nun şumûlu hakkında tereddütler ileri sürülmektedir artık:

             „Termodinamik yalnızca istatistiki bir ifadedir ve istisnaları mümkündür.“[6]

             „Kainatta vuku bulan herşeyden haberimiz yok. Müşahade ettiğimiz değişimlerein tamamı entropinin arttığı istikamette maydana gelmektedir. Buna rağmen kâinatın herhangibir yerinde anormal şartlara bağlı bazı değişmeler olabilir ve şimdiye kadar hiç incelemediğimiz azalan entropi yönündeki olaylarla karşılaşılabilir.“[7]

             Varolma - yokolma konusunda da tereddütler gözlenmektedir.

             „Kainatın maddesi nereden gelmektedir? Eğer 0 = +1+(-1) ise, „0“ olan birşey  +1 ve -1 de olabilir. Belki sonsuz bir hiçlik denizinde artı ve eksi enerji yığınları eşit büyüklükte çiftler halinde devamlı olarak teşşekkül etmekte, evrime maruz kaldıktan sonra bir kere daha birleşerek kaybolmaktdırlar. Bizler hiçlikler arasında bir zaman aralığında, bu yığınlardan birisinin içindeyiz ve merakla bekliyoruz.“[8]

             Görüldüğü üzere, örneğimizde nakil ile bizzat akıl çelişmemektedir. Akıl, yetersiz bir öncülden hareket ederek nakle (vahye) aykırı yanlış bir hükme varmıştır.

             Yaratıcımız, yarattıkları hakkında yanlış bilgi vermekten münezzehtir.

             Ö r n e k : 2

             Yukarıda zikredilen „ Ölen bir kimsenin oruç borcu varsa velisi onun yerine oruç tutar.“ hadisiyle amel etmeyi reddeden müctehidlerin gerekçeleri de mücerred aklın kendisi değildir.

             İmam Ebu Hanife (r.a.) - âdeti vechiyle - hep Kur’anî verilerle mes’elelere bakmaktadır. Kur’an’da ise  „Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü yüklenmez. İnsan için çalışmasından (amelinden) başka bir istihkakı yoktur.“ (Necm/39-40) buyurulmaktadır. Bedenî bir borçun  malî bir borca benzetilemeyeceği gene Kur’an’dan çıkarılabilecek bir sonuçtur.

             İmam Malik (r.a.)’ in ise, „sünnet yurdu“ olan Medine’deki uygulamayı esas alarak bu hadisle ameli reddettiği bilinmektedir.

             Ayrıca bu hadis hükmünü reddeden sahabe fetvaları da vardır.

Görüldüğü üzere gene nakle karşı duran, nakille çelişen mücerred akıl değil, akla mukaddime olan nakil ve gözlemlerdir.

 

AKILSIZ OLUR MU?

             Akıl; vahiy dahil herçeşit haberi, herçeşit tecrübe ve müşahade sonuçlarını değerlendiren yegâne kabiliyet olduğuna göre akılsız hiçbir doğruya ulaşılamaz.

             Akletmeden bir peygamberi bir şarlatandan ayırdetmemiz, akletmeden vahyi kavramamız, akletmeden iman etmemiz, akletmeden tevhide ulaşmamız mümkün değildir.

             Bu ifadelerimizle vahyi ikinci plana atarak küçümsüyor muyuz? Asla!  Akıl göze, vahyi de ışığa benzeten örneğimizi hatırlatsak akıl olmadan vahyin, vahiy olmadan da aklın - sorumlı insan için - hiçbir değer ifade etmeyeceğini zorunlu olarak kabul ederiz. Şunu da hatırlatalım ki, Allah’ın sözlü ayetleriyle  (vahiyle) muhatap olmayan akıl - Kur’an’ın tekrar tekrar hatırlattığı - tabiattaki (sözsüz) ayetlerden her zaman faydalanabilir. Yani faal akıl mutlaka ayetleri bulabilecek ve tevhide ulaşabilecek imkan ve kabiliyete sahiptir.      

             Aklı için sözkonus olabilacek bir zaaf varsa, onun faal edilmemesidir ve bu faaliyetsizlikten irade sahibi insan sorumludur. Kur’an’ı Kerim, aklı faal tutma yönünde teşvik ve uyarılarla doludur.  „Akletmez misiniz ?“ (14 yerde), „...ki akledesiniz.“ (8 yerde), „akleden bir toplum için...“ (9 yerde), „ eğer aklederseniz...“

„(Allah) pisliği (azabı/rezilliği) akllarını kullanmayanlara verir...“ (Yunus / 100 )

             „Derler ki: Eğer (vahye) kulak verniş veya akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık.“ (Mülk /10)

             „....Onları birlik -beraberlik sanırsın, oysa kalbleri birbirinen ayrıdır. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmalarından ötürüdür.“ (Haşr /14)

             Allah’ın emrine uyarak aklımızı faal tutmamız kulluğumuzun gereğidir.

hikmet zeyveli



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

İBN RÜŞD SEMPOZYUMU-1
Ramazan Altıntaş
Ramazan Altıntaş
İslam tarihinde Endülüs’lü İbn Rüşd, kâdî/yargıç olarak bilinir. Gerçekten de İslam hukuku alanında yetkin bir şahsiyettir. Onun,  Bidâyetü’l-Müçtehid ve Nihâyetü’l-Muktesid adlı eseri,  mukayeseli fıkıh kitapları arasında en büyük eser olarak bilinir. İbn Rüşd felsefe kültürüne de sahiptir. En büyük Aristo şârihlerindendir.  İslam felsefesi alanında  özgün eserleri vardır: Tehâfütü’t-Tehâfüt, Faslu’l-Makal ve Keşfu’l-Edille an Minhâci’l-Mille.. O, aynı zamanda iyi bir tıp doktorudur. Onun yaşadığı dönemde Tıp ilmi, felsefenin bir şubesi sayılırdı. Latinceye tercüme edilen Tıpla ilgili eseri olan ‘Külliyat’ı meşhurdur. Ortaçağ Avrupası bu eserden çok istifade etmiş ve yüzyıllarca üniversitelerinde ders kitabı olarak okutmuşlardır.
İbn Rüşd’ün ilmi hayatında görülen bu çok renklilik, hiçbir zaman onda bir çatışma ve çelişki doğurmamıştır. O, hepsinde de yararlanmasını bilmiş ve kendini geliştirmiştir. Hiçbir zaman Filozof İbn Rüşd, fakih İbn Rüşd’e karşı çıkmamış, aksine, o, felsefe ve din, akıl ve vahiy arasındaki ilişkiyi çifte hakikat değil, tek bir hakikat olarak görmüştür. Çünkü hak, hakla asla çelişmez. Onun yazmış olduğu, Din ile Felsefe arasında mutabakat adını taşıyan Faslu’l-Makal adlı eseri bunun en açık kanıtıdır.
Akıl-nakil alanında ‘çatışmacı’ bir bakış açısından uzak, din ve akıl bir başka ifade ile din ve felsefe ilişkilerini “tevfîk” kavramı çerçevesinde ele alan İbn Rüşd, bu konuyu çok güzel bir zemine oturtmaya çalışmıştır. İbn Rüşd’e göre felsefe, varlığı akılla tetkik ederek hakikatin bilgisine ulaşmada epistemolojik bir vasıtadır. Din ise,  felsefe gibi varlıkları akıl yoluyla tetkik ederek bunlar hakkında akılla bilgi sahibi olma arzusunda bulunmaya insanları davet eder. Din ve felsefenin ortak alanı ve amacı, varolanlar üzerinde düşünmek ve onları Allah’ın varlığına delâletleri bakımından incelemektir. İbn Rüşd’ün aklî istidlâlinin referansı, doğrudan Kur’an’dır. Bu sebeple O, Haşr Sûresi’nin 2. âyetinde geçen “i’tibâr” sözcüğünü, kıyas ve istidlâl anlamında kullanır. Onun felsefî terminolojisinde ‘i’tibâr’; bilinenden hareketle bilinmeyeni çıkarmak ya da bilinen bir şeyden bilinmeyen bir şeyi ortaya koymaktır. Bundan dolayı o, aklî ve şer’î kıyasları varlık üzerinde birlikte kullanmanın gerekliliğinin dinî açıdan farz olduğunu savunur. Çünkü akıl gibi din de varlığı akılla araştırmaya çalışmıştır. İbn Rüşd’e göre, hak, hakka aykırı düşmez. Bu bir tür akıl ile din arasında bulunan ilişki biçimidir. Hikmet, şeriatın dostu ve aynı memeden süt emmiş (öz) kardeşidir’ diyen İbn Rüşd, dine ve felsefeye, iki ayrı aksiyomatik yapı olarak bakmış, doğruyu, her ikisinin kendi sınırları içinde bulmak gerektiğine inanmıştır.
İbn Rüşd, akıl-vahiy ilişkisini taban tabana birbirine zıt olan hususlar değil, birbirinin tamamlayıcısı unsurlar olarak algılamıştır. O, hiçbir zaman aklın, bütün konularda kendi kendine yeterli olduğunu iddia etmemiştir. Eğer akıl, kendi kendine yeterli olsaydı, Allah’ın vahiy göndermesine gerek kalmazdı. Dolayısıyla İbn Rüşd’ün çifte hakikat kavramını benimsediğini sanmak yanlıştır. İkili hakikat kavramı İbn Rüşd’e değil, olsa olsa Avrupalı takipçilerine atfedilebilir.
İbn Rüşd, gerek yaşadığı dönemde ve gerekse ölümünden sonraki yüzyıllarda muhalifleri tarafından sert, belki de haksızlık derecesine varabilecek düzeyde eleştirel tepkiler toplamıştır. Bunda siyasetin ve kıskançlığın büyük rol oynadığı bilinir. Yaşadığı dönemde İbn Rüşd’ü kıskanan bir takım kimseler, söylemediği şeylerle ithamlarda bulunarak, zamanın yöneticisine şikâyette bulunmuşlardır. Bir zamanlar İslam dünyasında Gazali’nin kitaplarının yaktırıldığı gibi, emir de tahkik yapmadan su-i zanla hareket etmek suretiyle İbn Rüşd’e kızmış ve onun kitaplarını yaktırmıştır. Hâlbuki İbn Rüşd, âlim, fâzıl, filozof ve dinine bağlı bir şahsiyettir.
Mısırlı entelektüel Hasan Hanefi’nin dediği gibi, İbn Rüşd, Batı’da ilerlemeyi ve değişmeyi temsil ederken, Doğu’da ise muhafazakârlığı temsil etmiştir. Niçin İbn Rüşd İslam âleminde hem ilerlemeyi ve hem de muhafazakarlığı birlikte temsil etmemiştir? Umarım bunun sebepleri Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin düzenlemiş olduğu uluslar arası İbn Rüşd Sempozyumunda yerli ve yabancı bilim adamları tarafından ele alınıp tartışılacaktır. Ben inanıyorum ki, bu sempozyumdan çıkacak olan mesaj, kaotik bir süreçten geçen Müslüman dünyanın açmazlarını çözmede yol gösterici bir rol oynayacaktır. Bu sempozyumda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

vahy indirmek...

insan beyninde genetik olarak kodlu duran bilgileri açığa çıkarmak. genel kanının aksine insan dışı bir varlıktan transfer değildir. aynı bilgiler tüm insanların beyninde kodlu durduğu halde bunları insan dilinde yazıya dökmek peygamberlere özgü bir yetenektir...

yukarıdaki ifade ekşi sözlükte dreamer nickli bir şahsa ait...


vahiyle ilgili enteresan bir düşünce  gibi geldi bana...


vahyin ne olduğu konusunda bir çok görüş var...

fakat tam olarak kavranamayacak bir olay olduğu konusunda ortak bir kanaat var sanki..

vahiy sadece peygamberle allah arasında geçen bir olay olduğu için tüm ayrıntılarıyla sadece onlar bilir herhalde...


suruşun dile getirdiği görüşlere yakın bir şey yukarıdaki ifade...


üzerinde düşünmeye değebilir...


yüce allahın yaratmış olduğu şu alemin temel proğramını ana kitab olarak düşünürsek...

insanların genetik kodunu da bu kitaptan bir parça ....

proğramın yazılışında kullanılan  işaretler  de  elif lam mim  ta sin ya sin....

bunlar kitabın ayetleri...

yani proğlamlama dili...


bu işaretlerle proğram kurulduğunda ortaya bu görünene alem çıkıyor...

bu alemdeki her nesne de alemin temel kodları gizli...

ancak bunlara çok özel kişiler  ulaşıp temel dile vakıf olabiliyorlar...

doğrusunu allah bilir...






__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

vahyin indirilmesi...


demirin indirilmesi...


rızkın indirilmesi...


sekinenin indirilmesi...

bunlar birbirine yakın anlamlar olabilir mi...


demir dünyada var olan bir şey ama insanların istifadesine sunulmasına indirilmesi deniliyor...

rızık ta dünyada zaten var olan bir şey ama birisi ona ulaştığında o indirilmiş oluyor...

sekine güven huzur kişinin bünyesinin bir kabiliyeti ama o hale geçtiğinde o indirilmekle ifade ediliyor...

vahyi bilginin insanda mündemiç olup ona ulaşabilmesi gibi bir durum mu var acaba...

onu  insanın dimağına yerleştirip sonra beyin lambasının ışımasına yetecek temizliğe eren kişilerin etrafını aydınlatmaya başlamasını size vahiy indirdik diye mi ifade ediyor yüce rab...





__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

neden akletmiyorsunuz...

aklınızı neden kullanmıyorsunuz...

aklınızı kullansanız doğruyu bulacaksınız...

aklınız kullanmanız için verildi...

kullanmazsanız yanlışta devam edersiniz...

demek...

aynı zamanda sorumluluğunuz da aklınızla bulabildikleriniz kadardır demek olmuyor mu...

yani aklımla kavrayamıyacağım bir şeyden nasıl sorumlu olabilirim...

aklınla bunları anlayamazsın dedikten sonra neden aklını kullanmıyorsun denir mi...

vahy bana aklını kullan diyorsa...


aklımla anlayabileceğim vazifelerim vardır ...

aklımla bulacağım yükümlülüklerim sorumluluklarım vardır...

aklımla anlayıp kaçınmam gereken şeyler vardır...

eğer bunlar aklımla kavrayamıyacağım şeyler olsaydı bana neden aklını kullanmıyorsun denmezdi...

öyleyse yapmam gerekenler de yapmamam gerekenler de akli olmak durumundadır...

tüm insanlarla eşit şartlarda imtihan ediliyorsam...

tüm insanların anlayıp kavrayabileceği ve akılların kullanmak zorunda oldukları konularla imtihan ediliyoruz...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
İbrahimizm!!!
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 14 subat 2009
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 420
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı İbrahimizm!!!

yani aklımla kavrayamıyacağım bir şeyden nasıl sorumlu olabilirim...

İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur yaptık. Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin. Şura 52,

Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.

Akletmek kılavuz olmadıkça fayda vermez olmuş.
Onlar neden ateş çukurunun kenarında idiler?
Neden seçilmiş insan kitap din iman nedir bilmezdi?

Kız çocuklarını diri gömmek hangi aklın vicdanın ürünüydü,bunlar insan değilmiydi?
Ve neden sorumluydular?

Herkes akledebildiği kadar sorumlu olur diye bir mazaret yok..

Akletmiyorlar mı?
Akıllarını işletmiyorlar mı?
Neden akletmiyorlar?

sonra ne oluyor?

Akletmeyenler,akıllarını işletmeyenler,akıllarını işletmedikleri için kimi yerde topluca kimi yerde bireyce yok ediliyorlar.

Şöyle olmalı;İnsanlar aklettiklerinden sorumlu değildir,
veya şöyle diyelim,akletdipte eyleme geçmediklerinden sorumludur,akletmede bir eylemdir öyleyse her ikisindende sorumludur.
Akledemediklerinden sorumludurlar.Kuran bunun örnekleriyle doludur.
Yukarı dön Göster İbrahimizm!!!'s Profil Diğer Mesajlarını Ara: İbrahimizm!!!
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam;

Asım beyin görüşlerine tam olarak katılıyorum. Bu düşünüş de aklın eseridir. Sonra yazı içeriğinde değinilmeyen vicdanın / adalet duygusunun da eseridir.

Akıl tek başına yetmez. Çünkü o, sadece mantıksal çıkarımlar yapar. Mantıklı olanı gösterir ama bu mantıklı olan her zaman doğru / güzel ve adil değildir. Bazen mantığın buyurduğu şey, vicdansızdır.

O halde aklın yanına bir de vicdan konulmalıdır. Böyle yapılmalıdır ki, atalarının ittifakla bildirdiği şeyi mantıken doğru gören kişi vicdan kapısından geri dönsün.

Akla, ne yüklersen o veriler istikametinde sana mantık yürütür. Bir zamanlar Rıdvan beyin bir imzası vardı. Bilgilerin yanlış olduğu yerde yorumların yanlış olmaması mümkün değildir. Önce veriler düzeltilmeli, sonra yorumlara bakılmalı.

Vicdan, içimizde "ah eden" bir yerdir. Sızım sızım sızlaması vardır. Üstelik hiç bir mantığı da yoktur. Kendisine kulak verildikçe sesi gürleşir, neşesi yerine gelir, her bir şeye karışmaya başlar...

Velevki onu dinlememeye başlarsanız küser darılır, konuşmaz olur. Sonra siz onun sessizliğine de alışırsnız. Sanki taş gibi kaskatı kesilmiştir.

Ama ona yönelmiş en ufak bir tebessüm, ona isabet eden en küçük bir yağmur damlası derhal canlanıp kabartır onu. Hem o öyle bir şeydir ki, gün gelir diğer insanlara da ah etmeye başlar... Bir de bakmışsınız ki, diğerlerinin / insanların / toplumun menfaatini sizin çıkarlarınıza tercih etmiş...

Gün gelmiş, ezgin erkekler, kadınlar ve çokcuklar, Rabbimiz bize katından bir yardımcı gönder diye yakaran biçareler için kendi kendisinin feda edilmesi kararını vermiş...

Mantık ne kadar çığrınırsa çığrınsın eğer kulak verilirse vicdanın sesi pek yüksektir...

Diri diri kız çocuklarını gömen bir bireye hayatı zindan eder... Mantığın "din" diye algıladığı şeyin bile sorgulanmasını ister...

Kendisine (vicdana) aykırı / tezat bir şeyin din olamayacağını söyler...

Hele akıl ve vicdan birlikte, iş birliği içerisinde olursa...

İşte bu İbrahim milletidir.

Eskimez dindir. 

Esenlik dileklerimle...


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

bir görüşe göre melek ve şeytan insandaki yeteneklerin kişileştirilmiş hali imiş...

yani insanın sahip olduğu yada onun emrine verilen yani ona secde eden yetenekleri kabiliyetleri melekeleri...

aklı fikri görmesi duyması anlaması kalbi vicdanı hepsi birer melek...

hırs şehvet kibir gibi duygularda şeytan...

bu duygular kuranda kişileştirilerek konuşturuluyor ...

şimdi bu anlayışa göre vahyi getiren melek hangisi...

yani cebrail akıl mı....

vicdan mı...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
İbrahimizm!!!
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 14 subat 2009
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 420
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı İbrahimizm!!!

Kehf,63

قَالَ اَرَاَيْ 78;َ اِذْ اَوَيْنَ 75; اِلَى الصَّخْر 14;ةِ فَاِنّٖى نَسٖيتُ الْحُوتَ وَمَا اَنْسَان 22;يهُ اِلَّا الشَّيْط 14;انُ اَنْ اَذْكُرَ 07;ُ وَاتَّخَ 84;َ سَبٖيلَه 15; فِى الْبَحْر 16; عَجَبًا

Yardımcısı): "Olacak şey mi, bu" dedi, "O kayanın yanında dinlenmek için durduğumuzda, nasıl olduysa, balığı unutmuşum. Bunu olsa olsa bana Şeytan unutturmuş olacak! Tuhaf şey, nasıl da yol bulup suya ulaştı!"

yusuf,42

وَقَالَ لِلَّذٖى ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَ 75; اذْكُرْن 22;ى عِنْدَ رَبِّكَ فَاَنْسٰ 40;هُ الشَّيْط 14;انُ ذِكْرَ رَبِّهٖ فَلَبِثَ فِى السِّجْن 16; بِضْعَ سِنٖينَ
Ve (bunun üzerine Yusuf,) iki mahpustan kurtulacağını düşündüğü kimseye: "(Buradan çıkacağın zaman) efendine benden söz et!" dedi. Ne var ki Şeytan berikine efendisinin yanında (Yusuf'tan) söz etmeyi unutturdu. Ve Yusuf bu yüzden hapiste birkaç yıl (daha) kaldı.

Şeytan insanın melekesi değildir ancak insanın şeytanlaşma eğilimi vardır.Ve şeytan fitne çıkaracak bir haberi,düşünen kişinin ihtimalleri arasına öncelikli sırada olacak şekilde koyar.


Yukarı dön Göster İbrahimizm!!!'s Profil Diğer Mesajlarını Ara: İbrahimizm!!!
 

<< Önceki Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats