Yazanlarda |
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ÖLÜDEN YARDIM İSTEME
( AHKAF SURESİ 5. AYETE VERİLEN
YANLIŞ MEÂL ) Bu yazı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır'ın "Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk" isimli kitabından alıntılanmıştır.
İstanbul’da,
Oruç Baba adıyla anılan bir türbe vardır. Ramazan’da ilk iftarı orada yapmak
isteyen yüzlerce kişi, büyük bir kalabalık oluşturur, sokaklar kapanır.
9.12.2000
tarihine rastlayan Cumartesi gecesi, Kanal 7 Televizyonunda, İskele-Sancak
programına bir kısım ilim adamıyla birlikte ben de katıldım[1].
Programda, Oruç Baba hatırlatılarak kabirde yatan bir veliyi, vesile ve aracı
olması için yardıma çağırma konusu tartışıldı. Ben orada sadece Ahkaf
Suresi’nin 4 ve 5. Ayetlerini okudum. Ayetlere verdiğim anlam, hem o
tartışmaya katılan bazı ilim adamlarını, hem de halkın bir kesimini rahatsız
etti. Hatta Prof. Dr. Hasan Kâmil YILMAZ ayetlerin putlarla ilgili olduğunu,
anlamı yanlış verdiğimi söyledi. Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN; “Yorum
yapıyorsun, meâlden oku!” diyerek tepki gösterdi. Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ da ayetlere
böyle anlam verilirse şimdiye kadar gelmiş bütün tarikat mensuplarını ve
İran’daki Şiileri müşrik saymak gerekeceğini, dolayısıyla o anlamı vermenin
uygun olmayacağını söyledi. Konuşmamı, Prof. Dr. Süleyman ATEŞ dışında
destekleyen olmadı.
Ayetlere şu meâli vermiştim. (Bütünlük açısından 6. Ayeti
de katıyorum.)
“De ki,
baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde
yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu
konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin
bakalım. Eğer doğru sözlü kimseler iseniz.
Allah’ın
yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri çağırandan
daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.
O
insanlar bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak, onlara kulluk
ettiklerini kabul etmeyeceklerdir.”(Ahkaf 46/4,5,6)
Bundan
üç gün sonra, Hayrettin KARAMAN, Yeni Şafak Gazetesi’nde, “Ramazanda Türbe
Ziyaretleri” başlığı ile bir yazı yayınladı. Yazıdaki şu cümleler dikkatimi
çekmişti:
“...
Evet halkın, hem bu türbelerde yatan kimselerin özellikleri, hem onlarla
kurdukları ilişki, hem de onlardan veya onlar vasıtasıyla bir şeyler istemeleri
konularında önemli yanlışlar oluyor, ancak bunların büyük çoğunluğu şöyle
inanarak bunları yapıyor: Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler,
imkanlar, özellikler bahşetmiştir, bunlar şefaatçilerimizdir, bizler günahkar
olduğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde
Allah dileklerimizi kabul eder... [2]”
Oruç
Baba’nın kabri gibi kabirleri ziyaret edenlerin çoğu, isteklerinin Allah’a
ulaştırılması için onları aracı ve şefaatçi olmaya çağırdıklarından bizim
verdiğimiz anlama göre yukarıdaki ayetler, bunu yapanların en sapık durumda
olduğunu göstermiş olur.
Daha
sonra, bir kısım meâllerde ayetlere farklı anlamlar verildiğini gördüm.
Hayrettin KARAMAN’ın da aralarında bulunduğu altı kişilik heyet tarafından
hazırlanmış Kur’an meâlini ele alarak konuyu değerlendirmek istedim. Böylece
hem KARAMAN Hocanın canlı yayında; “Yorum yapıyorsun, meâlden oku!” diyerek
bana gösterdiği tepkinin sebebi anlaşılmış, hem de programı seyredenlerin
zihinlerinde oluşan sorulara cevap verilmiş olur.
O meâlde ayetlere, şu şekilde anlam verilmiştir:
“De ki:
Söylesenize, Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar,
göstersenize bana. Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğru
söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi
kalıntısı varsa onu bana getirin.
Allah’ı
bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan
daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
İnsanlar
bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman
kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler. (Ahkaf 46/4,5,6)[3]”
Bu meâl
oldukça önemlidir. Çünkü bunu hazırlayanlar, saygın ilim adamlarıdır. Türkçe
meâller içinde en yaygın olanıdır. Suudiarabistan bundan, yüz binlerce nüsha
basmış ve Türk hacılarına, yıllarca hediye etmiştir. Mekke’de Harem-i
Şerif’te, Medine’de Mescid-i Nebevî’de yalnızca bu meâller bulunmaktadır.
Bunu, Türkiye’de de Türkiye Diyanet Vakfı basmıştır. Diyanetin kabul ettiği
meâl olması açısından halkın güvenini kazanmıştır.
Bu
meâlde iki temel fark vardır: Biri, “çağırma” diye Türkçe’ye çevirdiğimiz dua
kelimesine “ibadet” anlamı verilmesidir. Büyüklerin kabrini ziyaret eden hiç
kimse, onlara ibadet etmediği için, onları, aracı ve şefaatçi olmaya çağırmak
ayetin kapsamı dışına çıkmaktadır.
İkincisi,
“kimseler” diye çevirdiğimiz “men” kelimesine “şeyler” anlamı verilmesidir. Bu
da ayeti, putlara has hale getirmekte ve büyüklerin ruhunun aracı kılınması
ile ilgisini kesmektedir.
Bize göre yukarıdaki meâl, bir çok yönden uygun
değildir.
[1] - Ahmet Hakan COŞKUN tarafından
yönetilen programa Süleyman ATEŞ, Hayrettin KARAMAN, Süleyman ULUDAĞ, Hasan
Kâmil YILMAZ ve Abdulaziz BAYINDIR katılmışlardı.
[2] - Hayrettin KARAMAN, “Ramazanda
Türbe Ziyaretleri” 12. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi.
[3] - Hayrettin KARAMAN, Ali ÖZEK,
İbrahim Kâfi DÖNMEZ, Mustafa ÇAĞIRICI, Sadrettin GÜMÜŞ, Ali TURGUT, Kur’an-ı
Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, Ankara 1997. (Bu meâlin
Suudiarabistan baskısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
1. Dua kelimesine ibadet anlamı verilmesi
Yukarıdaki
ayetlerde, dua kökünden; ted’ûne, yed’û ve dua kelimeleri vardır. O meâlde bunlara
“ibadet” anlamı verilmiştir. Dua kelimesi ile ilgili olarak Muhammed Hamdi
YAZIR şöyle der:
“Dua
esasen davet gibi çağırmak manasına masdardır. Sonra küçükten büyüğe, aşağıdan
yukarıya vaki olan taleb ü niyaz manasına örf olmuş ve isim olarak da
kullanılmıştır ki, dua dinledim, dua okudum denilir. Duanın hakikati, kulun
rabbı celle celalühudan istimdad ve inayet ü meunet istid’a etmesidir[1].
Bu ifade, şöyle sadeleştirilebilir.
“Dua
temelde, davet gibi çağırma anlamınadır. Sonra küçükten büyüğe, aşağıdan
yukarıya iletilen istek ve niyaz anlamına örf olmuş ve isim olarak da
kullanılmıştır. “Dua dinledim”, “Dua okudum” denmesi bundandır. Duanın doğru
olanı, kulun, şanı yüce olan Rabb’ından ikram, yardım ve destek istemesidir.”
İbadet ise
sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok, emre uymak
ve izinden gitmek, anlamında kullanılır[2].
Türkçe’de buna kulluk denir. İslamî terim olarak ibadet, Allah’ın emrini
yerine getirmek için samimi niyetle namaz kılma ve oruç tutma gibi eylemlere
verilen addır.
Hz.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Dua ibadettir[3]. Dua
ibadetin iliğidir, özüdür[4].”
Çünkü ibadette asıl hedef, Allah’ı razı etmeye çalışarak onun yardımını ve
desteğini sağlamaktır. Kişi, Allah’tan istekte bulunduğu zaman ona kul olma
gayreti içine girer. Bu sebeple ibadet kabuk, dua öz gibidir. Ama dua yerine
ibadet kelimesi kullanılınca bu ilişki kaybolur.
İsteklerini
bir veli, bir ruhani aracılığı ile Allah’a sunan kişi de önce o aracıyı razı
etmek ister. Ona, kendince hediyeler, adaklar sunar, manevi huzurunda saygıyla
eğilir. Birini bu şekilde aracı koymak ona ibadet sayılmıştır. Çünkü bu,
kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi yardıma çağırmaktır. Bunun
ibadet olduğu yukarıdaki ayetlerin sonuncusunda ifade edilmiştir:
“O
insanlar bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak, onlara
kulluk (ibadet) ettiklerini kabul etmeyeceklerdir.”(Ahkaf 46/6)
Evliyayı aracı olmaya çağıranlar bu çağrının ibadet
sayılmayacağını iddia ederler. Demek ki, bu iddiayı öbür dünyada da sürdüreceklerdir.
Allah
Teâlâ, peş peşe gelen bu ayetlerde ibadet ve dua kelimelerini ayrı yerlerde
kullandığına göre Kur’an’ın Türkçe çevirisini yapanların buna uyması gerekir.
Yoksa aşağıda görüleceği gibi bunun çok yanlış sonuçları ortaya çıkar.
2- “Men” kelimesine “mâ” anlamı
verilmesi
Arapça’da
“men” kimse veya kimseler, “mâ” da şey veya şeyler anlamına gelir. Ahkaf Suresi’nin
5. Ayetinde üç kere “men” kelimesi geçmektedir. Bu kelime Arapça’da akıllı
varlıklar için kullanılır. Cümle içinde akıllı varlıklarla birlikte başka
varlıklar da geçerse, akıllı olmayanlar için de kullanılabilir[5]. Buna
şu ayet örnek verilir:
“Allah
bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki
ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür.” (Nur 24/45)
Bu
ayette “kimi” diye tercüme edilen “men” kelimesidir. İki ayak üstünde yürüyen
insanların, canlılar kapsamında olduğu kesin olduğu için diğer canlılara da
“men” denmesi uygun düşmüştür. Ahkaf Suresi’nin 5. Ayetinde böyle bir şey
yoktur. Ama o meâlde bunlardan ikisine “kimse” diye “men” anlamı, üçüncüsüne de
“şeyler” diye “mâ” anlamı verilmiştir. Bu, ayetin anlamının değişmesine yol
açmıştır. Çünkü “şeyler” deyince yardıma çağrılanların taş, ağaç ve diğer
şeylerden yapılmış putlar olduğu akla gelir. Ama “kimseler” deyince,
ruhaniyetinden yardım istenen büyükler anlaşılır. Bu hata, aşağıdaki hataları
doğurmuştur.
[1] - Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak
Dini Kur’an Dili, c. I, s. 662, (Bakara 186. Ayetin tefsiri) İstanbul 1935.
[2]- ibnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut
1410/1990. itaat, tav’ kökündendir. Tav’ boyun eğmek demektir. Zıddı kerih
görmek, hoşlanmamaktır. Ayette şöyle buyurulur: “Sonra, duman halinde
bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: "isteyerek veya istemeyerek
buyruğuma gelin" dedi. ikisi de "isteyerek geldik" dediler.”
(Fussilet 41/11)
Taat
da aynı köktendir, gene boyun eğmek anlamına gelir ve daha çok “Emre
uymak ve izinden gitmek.” anlamında kullanılır. (Rağıb el-isfahânî,
el-Müfredât, Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle) Dımaşk ve Beyrut 1412/1992, s.
529.
[3]- Tirmizî, Dua,1, 3372 sayılı hadis.
[4]- Tirmizî, Dua,1, 3371 sayılı hadis.
[5] - Rağıb el-isfahânî, el-Müfredât,
men maddesi, s. 778.
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
3-
“Hum” zamirinin ve cem’i müzekker salimin akılsız varlıklar için kullanılmış
gösterilmesi
“Bunlar”
diye tercüme edilen hum zamiri, Arapça’da akıllı erkek varlıkları
gösterir. “Men”e “şeyler” anlamı verilince hum zamirine de ya “men”in lafzını
gösteren “huve” ya da manasını gösteren “hiye” anlamı verilmiş olur. Bunun hata
olduğu açıktır.
“Habersizdirler”
diye tercüme edilen “gâfilûn” kelimesi cem’i müzekker salimdir ve akıllı
erkek varlıklar için kullanılır. “Men”e “şeyler” anlamı verilmesi bu anlamı da
yok etmiştir. Bu da önemli bir hatadır.
Denebilir ki, “Müşrikler bir
ruhâni varlığı tanrı edinirler. O, bir ölünün, ya da başka bir şeyin ruhu olur.
Bunlar akıllı varlık gibi görülür. Put da o ruhaniyi temsil etsin diye dikilir.
Ayetlerde o kelimelerin seçilmesi bundandır.” Bu doğrudur. Öyleyse kelimelerin
anlamını değiştirmek büsbütün yanlış olur.
4- Ahkaf Suresinin 6. Ayetine
dikkat edilmemesi
Surenin
6. Ayeti, “şeyler” diye tercüme edilen “men” kelimesinin “kimseler” diye
tercüme edilmesini zorunlu hale getirmektedir. Ayet şöyledir:
“O insanlar bir araya getirildiği gün, bunlar onlara
düşman olacak, onlara kulluk ettiklerini kabul etmeyeceklerdir.”
Putların
ahirette, canlı birer varlık haline dönüşüp insanlarla bir araya
getirilmeyeceği kesindir. Taşın, madenin veya odunun vereceği bir hesap olmaz
ki, buna ihtiyaç olsun. Ayette sözü edilenler, hesaba çekilen akıllı
varlıklardır. Bunlar da ruhlarından medet umulan büyüklerdir.
5- “Dûn” kelimesine “bırakıp” şeklinde
anlam verilmesi
Ayet metninde geçen “min dûn’illah = Allah’ın dûnundan” ifadesi “Allah’ı
bırakıp da...” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercüme yanlış olmamakla
birlikte Allah’tan başkasını çağıranların Allah’ı devre dışı bıraktıkları
hissini vermektedir. Halbuki hiç bir müşrik, Allah’ın varlığını ve birliğini
inkâr etmez. Onun farkı, Allah ile kendi arasında, yetkisi Allah tarafından verilmiş
bir aracının varlığına inanması, onu Allah’a yakın sayıp yardımını ve şefaatini
beklemesidir. Bu konu üzerinde daha sonra durulacaktır.
Dûn kelimesi sözlükte, üstün zıddı, en üst mertebeden
beri, ondan aşağıca anlamlarına gelir. Kelimeye “başka” anlamı da verilir.
“Akreb yani en yakın” anlamına da olur; ona çok yakın anlamına “Haza dûnehu”
denir. Dûne, önce manasına da gelir[1].”
Türkçe’de buna, çoğu defa yakın, bazen beri[2], bazen önce
bazen de başka kelimesi karşılık olabilir.
Devlet
başkanına ulaşmak isteyenler, nasıl onun bir yakınını aracı koyarlarsa Allah’a
ulaşmak isteyen kimi insanlar da kendilerince ona yakın gördükleri birini
aracı koyarlar. Bu sebeple “min dûn’illah”ı, “Allah’ın yakınından” diye tercüme
etmek, çoğu zaman daha uygun düşer.
Daha
sonra okuyacağımız ayetlerde açıkça görüleceği gibi müşrikler de bütün gücün
Allah’ın elinde olduğunu bilirler. Bunu bilen bir kişi, Allah’a yakın
gördüğünü en fazla aracılık konumunda düşünebilir. Allah’tan istemesi gerekeni
o aracıdan değil, ama onun aracılığı ile isteyebilir. Bu sebeple Hayrettin
KARAMAN Hocanın türbe ziyaretleri ile ilgili yazısında, ölmüş büyükleri aracı
koyanlarla ilgili şu sözüne katılmak mümkün olmamaktadır:
“...
yeter ki müminler, Allah’tan istemeleri gerekeni kuldan istemesinler, Allah’a
yapmaları gerekeni kula yapmasınlar![3]”
Bu gibi
sözler sebebiyle, bir ölüye, dirilerde bile olamayacak hayali yetkiler verip,
Allah’a onun aracılığı ile ulaşmak, İslam aleminin en temel hastalıklarından
olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, baksanıza, Allah’ın
yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış
oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda
bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım.
Doğru sözlü kimseler iseniz. (Ahkaf 46/4)
Ayette geçen “Allah’ın dûnundan” ifadesi “Allah’ı
bırakıp da...” şeklinde tercüme edilince, Allah’ın devre dışı kaldığı hissi
ortaya çıkar ve yukarıdaki anlamları koyacak yer kalmaz.Bu tenkitler,
yukarıdaki üç ayet esas alınarak yapılmıştır. Aynı hatalar, içinde dua kökünden
kelimeler bulunan bir çok ayetin Türkçe’ye çevrilmesinde de görülmektedir.
Daha garibi, birkaçı dışında bütün Türkçe meallerde aynı tür hataların
tekrarlanmış olmasıdır.
[1] Dûn kelimesi ile ilgili olarak
Kamus’ta şu bilgiler yer alır: “Dûn, fevk'in zıddıdır, en üst mertebeden beri
demektir, ondan aşağıca diye ifade edilir. Bazıları bunun "dünüv" kelimesinin
maklûbu olduğunu söylemiştir. Kelime "gayr" manasına da gelir.
"Akreb" manasına da olur ki, zarf olur. Ona çok yakın manasına “Haza
dûnehu” denir. Dune,
kabl manasına da gelir. Bir şey öbüründen biraz aşağıda olunca “Haza
dûne zâke” denir. Firuzabâdî, Kâmus Tercümesi, Mütercim Asım. Bahriye Matbaası
1305.
[2]- Beri, bu tarafta, yakında ve daha
yakın anlamlarına gelir. Şemseddin Sami, Kâmus-i Türkî, ist.1319 tarihli
nüshadan ofset.
[3] - Hayrettin KARAMAN, “Ramazanda
Türbe Ziyaretleri” 12. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi.
|
Yukarı dön |
|
|
Abdullah16 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 21 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 727
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Alperen,
Minareyi çalan kılıfını hazırlar.Bu şirke davetiye çıkaran yada aman bizim yaptıklarımızla ilgili olduğu imajı verilmesin şeklindeki ilkel kaygılarla Allahın ayetlerini kuşa çeviren bu utanmaz ulema ve pırof'lar güruhu her zaman olmuştur ve olacaktır.
Aslında her Kurana yönelen müslümanın en büyük düşmanı bu fesatçılar güruhudur.Kendi batıl zanlarının hayat bulması için Kurandışı herşeyi mübahlaştıran bu yobazlar sürüsü,münafık zihniyetli insanlar olup kafirlerden daha beterdirler.
Rabbim bizleri bunların şerrinden korusun ve Allahın laneti bu zalimlerin üzerine olsun.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
|
Yukarı dön |
|
|
iman Uzman Uye
Katılma Tarihi: 16 haziran 2006 Gönderilenler: 751
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
yararlandım. teşekkürler.
|
Yukarı dön |
|
|
dost1 Admin Group
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Hanif Dostlarım!
"Salat" namazlaşmış.
"Vuzu" abdestleşmiş.
"Savm" oruçlaşmış.
"Veli" dostlaşmış.
Sonunda da ne yazık ki İslam yozlaşmış.
Alemlerin Rabbi olan Allah'ım!
Dini yalnız Sana özgü kılmak için çabalayanlara velayetini - yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini,mürşidliğini ve koruyuculuğunu- esirgeme.
Alemlerin Rabbi olan Allah'ım!
Bu çaba içinde olan mümin muttaki kullarını da evliyaullah ve ensarullah olarak kabul et.
Alemlerin Rabbi olan Allah'ım!
Çizdiğin yolda yürüyen, koyduğun kurallara uyan , o kurallardan dışarı çıkmayan, başka rehberlerin arkasına düşmeyen biz kullarını da HALİL sıfatıyla şereflendir.
ALLAH'A EMANET OLUNUZ
|
Yukarı dön |
|
|
Abdullah16 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 21 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 727
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Dost1 yazdı:
"Alemlerin Rabbi olan Allah'ım!
Çizdiğin yolda yürüyen, koyduğun kurallara uyan , o kurallardan dışarı çıkmayan, başka rehberlerin arkasına düşmeyen biz kullarını da HALİL sıfatıyla şereflendir."
Bu güzel YALVARIŞI kabul eyle Allahım.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
|
Yukarı dön |
|
|
|
|